Distopyaya Evrilen Ütopyalar Çağı – Melis Yalçın

distopya“Gerçek edebiyat güvenilir ve gayretkeş görevliler tarafından değil, ancak aykırı ve asi ruhlular, çılgınlar ve hayalciler tarafından gerçekleştirilebilir.”
Yevgeni Zamyatin

DİSTOPYAYA EVRİLEN ÜTOPYALAR ÇAĞI
Batı’da Platon’un “Devlet’iyle, Doğu’da Fârâbî’nin “Faziletli Şehir’iyle temsil edilen ütopya geleneği, devlet ve birey ilişkilerini mükemmel bir toplum ideali çerçevesinde sunar. Bütün ütopyalar nihayetine erişmiş, kusursuz -bu nedenle de değiştirilemez/değiştirilmesi gereksiz- bir toplum tasarımı ortaya koyar.
Birçok ütopyanın yanı sıra bilimsel gelişmelere duyulan aşırı güveni eleştiren iki karamsar öykü (“Gelecek Günlerin Bir Öyküsü” ve “Uyuyan Uyanınca”) yazan H. G. Wells dâhil, tüm geleneksel ütopyacıların temel hatası insanlığın gelip gelebileceği son noktayı, tarihin sonunu tasarlamaya çalışmalarıdır. Ütopyayı -var olmayan güzel ülkeyi- bu denli korkutucu kılan şey onun gelişmeye kapalı, totaliter yapısıdır; sonuçta, devrimcilerin elindeki silahın kendilerine çevrilmesi kaçınılmazdır.
20. yüzyıla damgasını vuran -II. Dünya Savaşı, Soğuk Savaş ve(özellikle de) Sovyet Devrimi’nin yenilgiye uğraması gibi- gelişmeler karşısında inandırıcılığını yitirmeye başlayan ütopyalar yerini bireyin özgür iradesine ket vuran totaliter yönetim tasarımlarına bırakır. Ütopya geleneğine antitez olarak ortaya çıkan distopya, kısa zamanda modern kültür üzerinde etkisini gittikçe arttıran edebiyat türlerinden biri hâlini alacaktır.
?Ütopyanın kendisinin de gelişmeye açık olması gerektiğine ilk işaret eden Wells oldu, ancak bu fikri geliştirip bir sanat yapıtının temeli haline getiren ilk kişi Wells?ten büyük ölçüde etkilenmiş olan Zamyatin?dir. Çünkü Zamyatin, köktenciliği yitirmeden, güncelliğin sınırlayıcı ve kategorileştirici ideolojisine teslim olmadan bir devrim sürecinin içinde yer alan ilk ütopyacı düşünürdü.?Biz?de kapalı, durağan ve bitmiş bir an ve mekân olarak tasarlanan ütopyanın, sömürünün ve ezilmenin yeni (ve belki biraz daha ?akılcı?) bir biçimi vurgulanıyordu. Zamyatin için ütopya ?henüz olmayan?dı, içinde yapısal olarak kendi ötesini, yeni açılımları ve gelişme doğrultularını barındırmalıydı. En son sayı, en son devrim yoktu.? (Bülent Somay, 1988)

Diktatörler Düş Gücünü Yok Edecek Bir Yol Bulmadıkça Kazanamayacak
26. yüzyıl. Uzun süren savaşların sonunda dünya bin yıldır “Tek Devlet”in egemenliğinde. İnsanlar camdan yapılmış evlerinde sürekli göz hapsinde. Toplum bireylerden değil, sayılardan ibaret. Duvarlarla çevrili kentlerde yaşayan, duvarların arkasında ne olduğunu bilmeyen, merak dahi etmeyen “sayı”lar. Yine de, “Velinimet”in her defasında seçildiği ?Oybirliği Günü?nde ?Hayır? diyen kararlı bir azınlık var. En karanlık anlarda bile ?kentin batı yakasında çarpışma sürmekte?.
Ekim Devrimi’ne katılmış gözüpek bir devrimci olan Yevgeni Zamyatin “Biz”in yazıldığı tarihte (1920) partinin bürokrasinin baskı aracı hâline geleceğini öngörmüştü. 1917’deki kültürel canlılığın mimarı olan yazarlar ve sanatçılar, rejimi övmeleri ve parti çizgisi dışına çıkmamaları yönünde dayatmalarla karşılaşıyordu. “Biz”de ifade edildiği şekliyle, “Velinimet” isyancıların beyinlerindeki “Düş Gücü Merkezi”ni çıkartarak isyanı engellemeye çalışıyordu. Kazanmasının tek yolu insanların özgür bir yaşam hayal etmelerini engelleyerek, umutları yok etmekti.
Zamyatin için devrim hiçbir zaman sona erdirilemeyecek bir süreçti, içeriden yapılan eleştirilere de daima ihtiyaç vardı. Bu öncü tavrın Sovyetlerde ortaya çıkması bir tesadüf değildi; Rus edebiyatının köklü yergi ve taşlama geleneği distopyan eserler için biçilmiş kaftandı. Zamyatin ile aynı kaderi paylaşan ve eserleri ancak 1990?lı yıllarda gün yüzüne çıkan birçok Rus yazar var; Mihail Bulgakov, Daniil Kharms, Aleksandr Kuprin, Andrey Platonov, Vladimir Voynoviç, Mihail Zoşçenko, Viktor Şklovski yalnızca birkaçı. Bu yazarların ortak özelliği, Rus edebiyat geleneğinin eleştiri ve hiciv mirasını sahiplenmeleriydi. Diğer benzerlik ise temelde sosyalizmi değil, uygulamadaki bozuklukları eleştirdikleri halde yazdıklarının rejim aleyhtarı bulunup sansüre uğraması, yasaklanmasıydı.

Orwell ve Huxley Gibi Tanınmış Yazarlar Distopya Edebiyatını Temsil Edebilir mi?
Orwell ve Huxley gibi devrime mesafeli yaklaşan yazarlar distopya geleneğini karamsar bir bakış açısına hapsederek sürdürdü. Birey, kimlik ve kültür alanında radikal görünen bu yazarlar, iş sistemi değiştirme konusuna gelince muhafazakâr bir tavır sergilediler. Ne yazık ki, kitaplarındaki -Batı’nın parlattığı- postmodern bakış açısı distopyan eserlerin tamamına mal edilmiştir.
George Orwell?ın 1947-48 yıllarında yazdığı ?1984?, distopya edebiyatının en bilinen örneği olmasının yanı sıra Batı’nın komünizme karşı açtığı savaşın bayrağı niteliğindeydi. “1984” öyküsüyle ve karakterleriyle Zamyatin’in 1920’de yazdığı “Biz”in birebir taklididir. Ancak, “1984”ün baş karakteri Winston?un bireysel isyanı tam ve kesin bir yenilgiyle sona erer. Radikal bir demokrat olan Orwell daha sonra “1984”te komünizm ve faşizmin çarpıklıklarına değindiğini söylese de muhbirlikle suçlanmaktan kaçamamıştır.
Aldous Huxley, Sanayi Devrimi sonrasında (1931) kaleme aldığı ?Cesur Yeni Dünya?da seri üretim ve teknolojik gelişmenin insanları makineleştirmesini eleştirir. ?Cesur Yeni Dünya?da sanat, edebiyat ve felsefe gibi kültürel değerlerin yok olduğu, hedonizm ve materyalizm merkezli toplum yapısı vardır. Ford?un üretim prensipleri toplumun yaşayışına yansımıştır. Bebeklerin doğumundan önce yürürlüğe konan şartlandırma sistemi her bireyin, sınıfı ne olursa olsun, halinden memnun olmasını sağlar.
?Cesur Yeni Dünya? diğer distopyalar gibi karanlık değil, tam tersine tozpembe tablo çizer. Fakat sistem tarafından uyuşturulan, özgürlüklerin ellerinden alındığının farkında bile olmayan bireylerin yaşantıları oldukça ürkütücüdür. Bunun en büyük nedeni, şimdiki zamanla arasında çok fazla paralellik barındırmasıdır. Sonuçta modern insan silahla ve yüksek bir denetimle değil; internet ve diziler gibi “zararsız” uyuşturucularla susturuldu. Özgür iradesini kendi elleriyle egemenlere verdi.
Zamyatin’in eleştirel ancak umudunu yitirmeyen anti-ütopyası 1960’ların isyancı dalgasında hayat buldu. 1960’ların ve 1970’lerin en tanınmış ve nitelikli bilimkurgu yazarlarından Ursula K. Le Guin yazmaya Zamyatin’le başladı.

Distopya Umut Etmenin ve Direnmenin Farklı Bir Yoludur
Günümüzde kapitalist toplum yapısının distopyan eserlerde çizilen portreye yaklaşması, hangi ideolojiden olursa olsun, totaliter ve baskıcı tüm rejimlerin ayakta kalabilmek için benzer araçları ve metotları kullandığını gösterir. Örneğin, tektipleştirme distopyan eserlerin hâkim temasıdır. ?1984?te SSCB eleştirilirken ?Cesur Yeni Dünya?da Amerikan tipi bireycilik tartışmaya açılır.
Distopya ürettiği kavramlarla ve fikirlerle despot yönetimlere karşı bir direnişi simgeler. Haziran ayında Ulusal Güvenlik Kurumu?nun (NSA) küresel izleme ve dinleme programı Prism?in sızdırılmasından sonra ?Büyük Birader? kavramının tekrar dolaşıma girmesi ve ?1984?ün satışlarının %6000 artması bunun ilginç örneklerinden biridir. Despotik ve totaliter eğilimler devletlerde vücut bulduğu sürece, distopyan eserler bir direniş yöntemi olarak varlıklarını sürdürecektir.

(Kaynak: 15.11.2013, Aydınlık Gazetesi Kitap Eki)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir