Diyojen’den Birbirinden İlginç, Şaşırtıcı, Kısa Hikayeler

Bir gün Platon’un zengin bir şölende sadece zeytin aldığını görünce, “Nasıl oluyor da, böyle sofralar uğruna Sicilya’ya giden senin gibi bir filozof şimdi önündekilerin tadını çıkarmıyor?” diye sorması üzerine, Platon “Tanrılar hakkı için, Diogenes, orada da çoğunlukla zeytin ve benzeri şeyler yiyordum” diye karşılık verdi. Diogenes üsteledi: “Peki Syrakusai’a neden gittin öyleyse? Attike’de zeytin yok muydu?” Favorinus Tarik Derlemesi adlı eserinde bunu Aristippos’un söylediğini belirtir. Başka bir sefer de kuru incir yerken Platon’a rastladı ve “Paylaşabiliriz” dedi; o da alıp yiyince, “Paylaşabiliriz dedim, hepsini yut demedim” diye çıkıştı.


Bir gün Platon Dionysios’un yanından gelen dostlarını yemeğe
çağırdığında, Diogenes halının üstünde yürürken, “Platon’un boş
gururunu çiğniyorum” dedi. Platon da ona “Kurumsuz görünüp öyle
bir kurum satıyorsun ki!” diye karşılık verdi. Kimileri de Diogenes’in
“Platon’a çalımını çiğniyorum” dediğini, onun da “Evet Diogenes,
başka türlü çalım satarak” diye karşılık verdiğini anlatırlar. Sotion
dördüncü kitabında bu sözü Platon’a Kynik filozofun söylediğini
belirtir. Bir gün Diogenes ondan şarap istedi, ardından da kuru incir.
Platon da ona ağzına kadar dolu bir testi şarap gönderdi. Bunun
üzerine Diogenes: “Sana iki iki daha ne eder diye sorsalar, yirmi mi
diyeceksin? Yani, ne isteneni veriyorsun ne de sorulanı
yanıtlıyorsun.” işte böyle, çok geveze diye onunla alay ederdi


Yunanistan’ın neresinde iyi insanlar gördüğü sorulduğunda,
“Hiçbir yerinde” dedi, “ama iyi çocukları Sparta’da gördüm.” Bir gün
ciddi bir konudan söz ederken kimse dinlemek için yanaşmayınca,
kuş gibi ötmeye başladı. İnsanlar çevresine toplanınca da, maskaralık
oldu mu güzelce gelirsiniz, ama ciddi konular söz konusu olduğunda,
umursamazca ağırdan alırsınız diye onları kınadı. İnsanların hendek
kazmak ve tekme atmak için yarıştıklarını, ama doğru düzgün
adam olmak için kimsenin kılını bile kıpırdatmadığını söylüyordu.
Gramercilerin Odysseus’un kusurlarını araştırmalarına, ama kendi
kusurlarım görmemelerine şaşıyordu. Hele müzikçilerin lirin tellerini
akort edip kendi ruhlarının eğilimlerini uyumsuz bırakmalarına;
982. matematikçilerin güneşe ve aya bakıp ayaklarının altını
görmemelerine; hatiplerin doğruları söylemeye özen gösterip hiçbir
şekilde doğru davranmamalarına; cimrilerin parayı küçümseyip
aslında onu her şeyden çok sevmelerine şaşıyordu. Dürüst insanları
parayı aşmışlar diye övüp zenginlere imrenenleri kınıyordu.
İnsanların sağlık için tanrılara kurban kesip kurban töreninde sağlığa
zararlı yemek yemeleri onu kızdırıyordu. Efendilerini yutar gibi
yerken görüp hiç yiyecek çalmayan kölelere hayrandı.


Evlenmek üzere olup evlenmeyenleri, deniz yolculuğuna
çıkmak üzere olup çıkmayanları, politikaya girmeye niyetlenip
girmeyenleri, çoluk çocuğa karışmaya niyetlenip karışmayanları,
hükümdarlarla birlikte yaşamaya hazırlanıp sonra buna
yanaşmayanları övüyordu. İnsan dostlarına elini açık uzatmalı,
avucunu kapamadan, derdi. Menippos’un Diogenes’in Satılması adlı
eserinde söylediğine göre, Diogenes’e yakalanıp satılırken elinden ne
iş geldiği sorulmuş. O da “İnsanları yönetmek” diye karşılık vermiş;
çığırtkana da “Sor bakalım” demiş, “kendine bir efendi satın almak
isteyen var mı?” Oturmasına izin verilmeyince, “Hiç fark etmez”
demiş, “Balıklar da nasıl yatarlarsa yatsınlar, gene satılırlar.”


İnsanların tencere tava satın alırken kenarlarına vurup sesini
dinlemelerine, ama insan alırken karşıdan bakmakla
yetinmelerine şaşıyordu. Onu satın alan Kseniades’e, köle olsa
bile kendisine boyun eğmesi gerektiğini söylüyordu: çünkü bir
hekimin ya da gemi kaptanının köle de olsa, sözü dinlenmelidir.
Eubulos’un Diogenes’in Satılması adlı eserinde söylediğine göre,
Kseniades’in çocuklarına öteki bilgilerin ardından ata binmeyi, ok
atmayı, sapan kullanmayı ve mızrak fırlatmayı öğretiyordu; sonra
palaistrada öğretmenin onları atlet gibi eğitmesine izin vermiyor,
yüzleri pembeleşecek ve bedence sağlıklı olacak kadar eğitim
almalarını istiyordu.


Çocuklar ozanların, düzyazı yazarlarının ve Diogenes’in birçok
eserini ezbere biliyorlardı; o da kolay akılda kalması için her türlü
kısaltma yöntemini uyguluyordu. Evde de onlara az yiyip su içerek
kendilerine bakmayı öğretiyor, saçlarını dibinden kestiriyor, süslü
giyinmelerine izin vermiyor, gömleksiz, çıplak ayak, ses çıkarmadan
ve yolda önlerine bakarak yürümelerini söylüyordu. Onları ava da
çıkarıyordu. Çocuklara gelince, onlar da Diogenes ile ilgileniyorlar ve
ana babalarından onun için ricada bulunuyorlardı. Aynı yazar
(Eubulos) onun Kseniades’in yanında yaşlandığını, öldükten sonra da
onun çocukları tarafından gömüldüğünü söyler. O günlerde
Kseniades ona nasıl gömülmek istediğini sorunca, “Yüz üstü gömün”
dedi; beriki “Neden?” deyince, “Çünkü çok geçmeden aşağıdakiler
yukarı çıkacak” diye yanıtladı. Böyle demesinin nedeni,
Makedonyalıların egemen olmaları ya da alçaklardan gelip
yükselmeleriydi. Bir gün biri onu zengin bir eve götürüp yerlere
tükürmemesini tembihleyince, Diogenes önce hımkırdı, sonra adamın
yüzüne tükürüp, “Tükürecek daha kötü bir yer bulamadım” dedi.
Bazıları bunu Aristippos ile ilgili olarak anlatırlar. Bir gün de
“Hey insanlar!” diye bağırmış; insanlar toplanmaya başlayınca,
“İnsanları çağırdım, pislikleri değil” diyerek bastonuyla onları
dövmüş: Hekaton Özdeyişler adlı eserinin birinci kitabında böyle
anlatıyor. Bir de derler ki, İskender “Eğer İskender olmasaydım,
Diogenes olmak isterdim” demiş.


Sağırlara ya da körlere değil, heybesi olmayanlara “sakat”
diyordu. Metrokles’in Özdeyişler adlı eserinde anlattığına göre,
bir gün tıraşsız haliyle gençlerin bir şölenine gitmiş ve dayak yiyip
çıkmış. Bunun üzerine onu dövenlerin adlarını boynuna astığı bir
levhaya yazıp onların herkes tarafından tanınıp kınanmalarını
sağlayarak küçültünceye kadar ortalıkta dolaşmış. Herkesin övdüğü
türden bir köpek olduğunu söylüyordu, ama hiçbir hayranı onu
yanına alıp ava çıkmayı göze alamıyordu. “Pythia oyunlarında
insanları geçerim” diye övünen birine, “İnsanları ben geçerim, sen
ancak köleleri” dedi.


“Yaşlı bir adamsın, gerisini boş ver” diyenlere, “Ne yani?” diye
karşılık verdi, “Stadyum koşusuna çıksam, bitiş çizgisine
yaklaştığımda boş vermem mi gerek, yoksa daha da çabalamam mı?”
Yemeğe çağrıldığında gelmeyeceğini söyledi, çünkü geçen sefer ona
teşekkür edilmemişti. Karda çıplak ayak yürüyor ve yukarıda
anlattığım şeyleri yapıyordu; çiğ et yemeyi de denedi, ama
sindiremedi. Bir gün hatip Demosthenes’e meyhanede kahvaltı
ederken rastladı. Demosthenes içeri çekilince, “ne denli kaçarsan, o
denli meyhanenin içinde olacaksın” dedi. Birtakım yabancılar
Demosthenes’i görmek isteyince, orta parmağını uzatıp “İşte”
dedi, “Atinalıların halk avcısı bu adam!”


Biri elinden ekmeğini düşürüp yerden almaya utanınca, ona ders
vermek için bir testinin boynuna ip bağlayıp Kerameikos
boyunca sürükledi.


Koro eğiticilerini örnek aldığını söylüyordu: nitekim bunlar
ötekilerin doğru tonu yakalaması için yarım ton yukarıdan ses
verirler. İnsanların büyük çoğunluğunun delilikle arasının bir parmak
olduğunu söylerdi: eğer biri orta parmağım uzatarak yürürse, ona
deli gözüyle bakılır, ama işaret parmağını uzatırsa, sorun yok. Değerli
şeylerin yok pahasına ve tersine beş para etmez şeylerin pahalı
satıldığını söylüyordu: nitekim, bir heykel üç bine satılırken, bir ölçü
arpa unu iki tunç paraya gidiyor.


Kendisini satın alan Kseniades’e, “Haydi, dediklerimi yerine
getirmeye bak!” dedi. O da,
“Irmakların kaynağı tersine akıyor” deyince, “Hastalandığında bir hekim alsan, onun sözünü
dinlemeyip, ırmakların kaynağı tersine akıyor mu diyecektin?”
dedi. Biri onun yanında felsefe çalışmak istiyordu; o da onun
eline bir tonbalığı verip arkasından gelmesini istedi. Beriki
utancından balığı attığı gibi uzaklaştı; bir süre sonra Diogenes ona
rastladığında gülerek, “Bir tonbalığı aramızdaki dostluğu bozdu”
dedi. Diokles de şöyle anlatıyor. Birisi ona “Emrin baş üstüne
Diogenes” deyince, Diogenes onu yanına alıp taşısın diye eline yarım
obollük bir peynir paketi tutuşturmuş; beriki buna yanaşmayınca,
“Yarım obolliik peynir paketi aramızdaki dostluğu bozdu” demiş.


Bir gün küçük bir çocuğun avucuyla su içtiğini görünce, “Küçük
bir çocuk yalın yaşayışta beni geçti” diyerek heybesinden tasını
çıkarıp attı. Gene bir çocuğa bakıp, onun çanağını kırıp da mercimek
lapasını bir parça ekmeğin arasına koyup yediğini görünce, tabağını
da kaldırıp attı. Şöyle mantık yürütürdü: her şey tanrılardandır;
bilgeler tanrının dostudur; dostların malı ortaktır; o halde her şey
bilgelerindir. Bir gün bir kadını oldukça uygunsuz biçimde diz
çökmüş, tanrılara yalvarırken görünce, Pergeli Zollos’un anlattığına
göre, onu boşinanlanndan kurtarmak için yanına yaklaşıp, “Arkanda
bir tanrı durmuş olsa ―çünkü her yer onlarla doludur― yakışıksız bir
tavır sergilemekten hiç çekinmiyor musun, hanım?” dedi.


Asklepios’a, yüz üstü düşenlerin üstüne çullanıp pataklayan bir
külhanbeyi adadı. Tragedyalardaki tüm lanetlerin kendi başına
geldiğini söyler dururdu; gerçekten de “Evsiz barksız, yurdundan
yoksun, dilenci, avare, günlük geçiminin derdinde” bir insandı.
Talihin karşısına gözü pekliği, yasanın karşısına doğayı, tutkunun
karşısına da aklı koyduğunu söylüyordu. Kraneion’da
güneşlenirken, İskender başına dikilip “Dile benden ne dilersen”
dedi. O da “Güneşimi engelleme yeter” diye karşılık verdi. Biri
uzun süre yüksek sesle okuduktan sonra, kitabın sonunda yazı
bulunmadığını gösterince, Diogenes, “Ha gayret çocuklar, kara
göründü!” dedi. Biri mantık yürütüp ona boynuzlu olduğunu
kanıtladı; Diogenes de alnına dokunup, “Ben görmüyorum” dedi


Gene aynı şekilde, devinim yoktur diyen birine yanıt olarak
kalkıp dolaşmaya başladı. Gökcisimleri üzerine konuşan birine,
“Gökyüzünden ineli kaç gün oldu?” diye sordu. Kötü ruhlu bir hadım
evinin girişine “içeri kötülük girmesin” diye yazmıştı; Diogenes de
“Peki, evin sahibi içeri nereden girecek?” dedi. Ayaklarına koku
sürüp, “Koku insanın başından havaya yükselir, ayaklarından gelen
koku ise burun deliklerine dolar” dedi. Atinalılar onun gizemlere
girmesini isteyip bunu yapanların Hades’te ayrıcalıklı bir yeri
olduğunu söyleyince, “Eğer Agesilaos ile Epameinondas çamur içinde
yaşayacak, beş para etmez insanlar sırf gizemlere girdiler diye
Mutlular Adası’nda bulunacaklarsa, saçmalık bu!” dedi.


Masaya tırmanan fareleri görünce, “işte bak” dedi, “Diogenes de
asalak besliyor.” Platon ona ‘köpek’ deyince, “Doğru” dedi, “çünkü
beni satanlara geri dönüyorum.” Hamamdan çıkarken içeride çok
insan var mı diye sorana, “Hayır yok” dedi; çok kalabalık var mı diye
sorana da “Evet var” dedi. Platon insan için ‘iki ayaklı ve kanatsız bir
canlıdır’ diye bir tanım getirip bununla büyük övgü toplayınca,
Diogenes bir horoz bulup tüylerini yoldu ve okula getirip “işte
Platon’un insanı” diye gösterdi. Bu tanıma bir de “geniş tırnaklı” diye
bir ekleme yaptı. Hangi saatte kahvaltı etmeli diye sorana,
“Zenginsen, istediğin zaman; yoksulsan, bulduğun zaman” diye
karşılık verdi


Megara’da davarların üstlerine deri örtülerek
korunduklarını, çocukların ise çıplak olduğunu görünce,
“Megaralıların oğlu olmaktansa koçu olmak daha yararlı” dedi.
Ona bir direkle çarpıp sonra “Aman dikkat!” diyene, “Ne o, yoksa
bana bir daha mı vurmaya niyetlisin?” dedi. Halk avcılarına
kitlenin uşağı, çelenklere de ünün çiçek açması diyordu. Gündüz
vakti eline bir fener alıp “insan arıyorum” diye dolaşıyordu. Bir gün
yağmurun altında sırılsıklam olmuş dikilip duruyordu;
çevresindekiler ona acıyınca, orada bulunan Platon, onun ünlü olma
merakına işaret ederek, “Ona acımak istiyorsanız, çekilip gidin”
dedi. Biri ona yumruk indirince, “Herakles adına, miğfer takıp
dolaşmam gerektiğini nasıl da unuttum!” dedi.


Ayrıca Meidias onıı yumruklayıp “Üç bin drakhme borcun var”
deyince, Diogenes ertesi gün eline dövüşçü kayışlarını alıp onu
silkelerken, “Üç bin drakhme borcun var” dedi. Eczacı Lysias onun
tanrılara inanıp inanmadığını sorunca, “Nasıl inanmam” dedi,
“tanrıların sana düşman olduğunu gördükten sonra.” Kimilerine göre
bu sözü Theodoros söylemiştir. Birini arınmak için su
dökünürken görünce, “Ah zavallı” dedi, “su dökünerek gramer
yanlışlarından kurtulamayacağın gibi, bu şekilde yaşamdaki
yanlışlarından da kurtulamayacağını bilmiyor musun?” İnsanları talih
konusunda suçluyor, gerçekte iyi olanı değil, iyi olduğunu sandıkları
şeyi istediklerini söylüyordu.


Gördükleri düşlerden ürkenlere, gerçekte yaptıkları şeylere kafa
yormadıklarını, ama uyurken gördükleri düşlerle fazla ilgilendiklerini
söylüyordu. Olimpiyat oyunlarında çığırtkan “Dioksippos insanları
geçti” diye bağırınca, Diogenes “Onun geçtiği köleler, insanları ben
geçiyorum” dedi. Atinalıların sevgisini kazanmıştı: Delikanlının
biri onun fıçısını kırınca, onu dövdüler, Diogenes’e de başka bir fıçı
verdiler. Stoacı Dionysios’un anlattığına göre, Khaironeia savaşından
sonra yakalanıp Philippos’un karşısına götürüldü; kimliği
sorulunca, “Senin açgözlülüğünün gözlemcisi” diye karşılık verdi; ve
bu yanıtıyla hayranlık uyandırdığı için salıverildi.


Bir gün İskender Atina’ya Antipatros’a Athlios adında
biriyle mektup gönderdiğinde, buna tanık olan Diogenes,
“Bir zavallının oğlu bir zavallı, bir zavallıyla bir zavallıya” dedi.


Perdikkas, yanına gelmediği takdirde onu öldüreceğini
söyleyerek Diogenes’e gözdağı verince, “Bir olağanüstülük yok: Bir
domuzlanböceği ile zehirli bir örümcek de bunu yapabilir” dedi; oysa
gözdağı verecekse, “Senden uzak mutlu bir yaşamım olurdu”
demesini beklerdi. Tanrıların insanlara kolay bir yaşam biçimi
bağışladıklarını, ama insanlar ballı çörek, koku ve benzeri şeylerin
peşinde oldukları için, bunun saklı kaldığını durmadan, bağıra çağıra
söylerdi. Bu nedenle sandallarını kölesine bağlatan birine, “Burnuna
da üflemedikçe, tam mutlu sayılmazsın” dedi: “Ellerini
kullanamadığın zaman, mutluluğun tam olacak.”


Bir gün tapınak görevlilerini tapınaktan kupa çalmış bir bekçiyi
götürürlerken görünce, “Büyük hırsızlar küçük hırsızı götürüyorlar”
dedi. Bir gün de çarmıha taş atan bir delikanlı görünce, “Güzel” dedi,
“hedefi vuracaksın.” Birtakım delikanlılar çevresini alıp “Sakın
bizi ısırmasın” deyince, “Korkmayın çocuklar” diye karşılık verdi,
“köpekler pancar yemez.” Aslan postuyla kurum satan birine,
“Yiğitliğin kılığını utandırmayı bırak!” dedi. Kallisthenes’i mutlu gören
ve İskender’in yanında göz kamaştırıcı bir yaşamın içinde olduğunu söyleyene,
“O halde mutsuz” dedi, “çünkü
İskender’in uygun bulduğu zaman kahvaltısını ediyor ve yemeğini yiyor.”


Paraya gereksinimi olduğunda, dostlarından bağış değil, hak
ettiği karşılığı istediğini söylüyordu. Bir gün agorada mastürbasyon
yaparken, “Keşke ovuşturmakla karnın da açlığı geçse” dedi.
Delikanlının birini satraplarla birlikte akşam yemeğine giderken
görünce, onu tuttuğu gibi yakınlarına götürdü ve ona göz kulak
olmalarını söyledi. Kendisine bir şey soran süslü püslü bir
delikanlıya, eteğini kaldırıp kadın mı erkek mi olduğunu
göstermedikçe yanıt vermeyeceğini söyledi. Hamamda kottabos
oynayan bir delikanlıya da, “Ne kadar iyi oynarsan, senin için o kadar
kötü” dedi. Yemekte birileri köpekmiş gibi önüne kemik attılar; o da
gidip köpek gibi üstüne işedi.


Hatipleri ve güzel konuşarak ünlü olmaya çalışan herkesi “üç
kez zavallı” yerine “üç kez insan” diye adlandırıyordu. Zengin cahile
de altın postlu koyun diyordu. Bir hovardanın evinin üstünde
“Satılık” yazısını görünce, “Bu kadar sarhoş olunca, kolayca sahibini
kusacağını biliyordum” dedi. Çok sayıda kişinin peşinde olmasından
yakınan bir delikanlıya, “Öyleyse sen de çirkin arzuların varmış gibi
durmaktan vazgeç!” dedi. Pis bir hamam karşısında, “Peki yıkananlar
nerede temizleniyorlar?” diye sordu. Herkesin değersiz bulduğu
şişman bir kitharacıyı bir tek o beğeniyordu: nedeni sorulunca,
“Çünkü bu kadar iri olmasına rağmen, kithara çalıyor, haydutluk
yapmıyor da ondan” diye karşılık verdi.


Dinleyicilerin hiç yüz vermediği kitharacıyı “Merhaba horoz!”
diye selamladı; beriki “Neden horoz?” diye sorunca, “Çünkü şarkı
söylerken herkesi uykusundan uyandırıyorsun” diye karşılık verdi.
Delikanlının biri gösteri yaparken, önünde durup koynuna
doldurduğu baklaları atıştırmaya başladı. Kalabalık da dikkatini ona
verince, “Hayret!” dedi, “nasıl da onu bırakıp bana bakıyorlar!”
Boşinanları çok güçlü biri ona “Bir vuruşta kafanı kıracağım senin!”
deyince, “Ben de soldan aksırıp seni tir tir titreteceğim” diye karşılık
verdi. Hegesias yazılarından birini ona ödünç vermesini rica edince,
“Çok budalasın, Hegesias” dedi, “resimli kuru incir yerine gerçek
inciri yeğliyorsun; ama gerçek yaşam biçimini göz ardı edip yazılı
kurallara göre yaşıyorsun.”


Sürgün olduğunu yüzüne vurana, “Ama bu sayede filozof oldum,
seni alçak!” dedi. Gene “Sinoplular seni sürgüne mahkûm etti” diyene,
“Ben de onları evde oturmaya” diye karşılık verdi. Bir Olimpiyat
birincisinin Nemea’da hayvan otlattığını görünce, “Olympia’dan
Nemea’ya ne çabuk geçmişsin, dostum!” dedi. Atletlerin neden
duyarsız oldukları sorulunca, “Domuz ve sığır etinden yapılmışlar da
ondan” dedi. Bir gün bir heykelin karşısına geçmiş dilekte
bulunuyordu; neden böyle yaptığı sorulunca, “Kendimi bir şey
almamaya alıştırıyorum” dedi. Birinden sadaka isterken
―yoksulluktan bunu ilk kez yapıyordu― “Başkasına verdiysen, bana
da ver; kimseye vermediysen, vermeye benden başla” dedi.


Bir gün bir tiran ona heykel için hangi tuncun daha iyi olduğunu
sorunca, “Harmodios ile Aristogeiton’un heykellerinde
kullanılmış olan” diye yanıtladı. Dionysios’un dostlarına nasıl
davrandığı sorulduğunda, “Çuval gibi” dedi: “Dolu olanları asıyor,
boşalanları atıyor.” Yeni evli bir adam evinin kapısına,
“Zeus’un oğlu utkulu Herakles burada oturuyor: İçeri hiç
kötülük girmesin”. diye yazınca, o da “Savaşın ardından bağlaşma” diye yazdı.
Açgözlülüğü kötülüğün anakenti diye tanımlıyordu. Hovardanın
birini meyhanede zeytin yerken görünce, “Kahvaltını böyle
yapsaydın, akşam yemeğinde bunu yemezdin” dedi.


Ona göre, erdemli insanlar tanrıların imgesidir; aşk işsizlerin
işidir. Yaşamda neyin perişanlık olduğu sorulunca, “Yoksul yaşlı”
yanıtını verdi. En kötü hangi hayvan ısırır, diye sorulunca, “Vahşiler
içinde muhbir, evciller içinde de dalkavuk” dedi. Bir gün çok kötü
çizilmiş iki atadam resmi görünce, “Bunlardan hangisi Kheiron?” diye
sordu. Yağ çekmek için yapılan konuşmayı ballı ilmek diye
tanımlıyordu. Ona göre mide yaşamın Kharybdis’i idi. Bir gün çapkın
Didymon’un yakalandığını duyunca, “Adı bile asılmasına yeter” dedi.
Altının rengi neden soluktur, diye sorulunca, “Ona göz diken çok
insan var da ondan” dedi. Bir kadını el arabasında görünce, “Bu kafes
vahşi hayvana göre değil” dedi.


Bir gün kuyunun başına oturmuş kaçak bir köle görünce,
“Dikkat et delikanlı, içine düşmeyesin” dedi. Hamamda giysi
çalan küçük bir çocuk görünce, “Küçük bir koku için mi, yoksa yeni
bir giysi için mi?” diye sordu. Bir gün de zeytin ağacına asılan
kadınlar görünce, “Keşke bütün ağaçlar böyle meyva verse” dedi.
Giysi hırsızı olduğu kesin birini görünce de,
“Burada ne arıyorsun dostum?
Yoksa niyetin yerde yatan ölüleri mi soymak?”
diye sordu. Kız ya da oğlan bir kölesi olup olmadığı
sorulduğunda, “Yok” dedi; beriki “Peki ölürsen, seni kim gömecek?”
diye sorunca, “Evime konmak isteyen” diye yanıtladı.


Güzel bir delikanlının açıklıkta yatmış uyuduğunu görünce, onu
dürtüp “Uyan!” dedi,
“Sakın sen uyurken biri sırtına kargısını saplamasın.”

Çok pahalı alışveriş eden birine,
“Bütün bu aldıklarınla ömrün kısa olacak, yavrum.” dedi.


Platon idealar üzerine konuşurken, soyut masa ideası ve
soyut çanak ideası diye terimler kullanınca, “Ben masa ve çanak
görüyorum, Platon” dedi, “soyut masa ideasını, soyut çanak ideasını
kesinlikle görmüyorum.” Platon da “Haklısın,” diye karşılık verdi;
“çanağı ve masayı görmeye gözlerin var, ama çanak ideasına, masa
ideasına bakacak zihnin yok.”


[“Diogenes sence nasıl biri?” diye sorulunca, Platon “Sokrates’in
delirmiş hali” diye karşılık verdi.] “Evlenmek için hangi zaman
uygundur?” diye sorulunca, “Gençken daha zamanı değil,
yaşlandıktan sonra ise artık zamanı değil” diye karşılık verdi. Yumruk
yeme karşılığında ne istediği sorulunca, “Bir miğfer” dedi. Süslü püslü
giyinmiş bir delikanlı görünce, “Bu süsün erkekler içinse,
başaramazsın; kadınlar içinse, suçlu olursun” dedi. Bir gün yüzü
kızaran bir delikanlı görünce, “Cesaret” dedi, “erdemin rengi işte
budur.” Bir gün de iki hukukçuyu dinledikten sonra, biri çaldı öbürü
ise hiçbir şey yitirmedi diye ikisini de suçlu buldu. Hangi şarabı
keyifle içtiği sorulunca, “Başkasının şarabını” diye karşılık verdi.
“Birçok kişi sana gülüyor” diyene, “Ama ben kendime
güldürmüyorum” dedi


Yaşamanın felaket olduğunu söyleyene, “Yaşamak değil, kötü
yaşamak felakettir” dedi. Kaçak kölesini aramasını salık verenlere
“Manes, Diogenes olmadan yaşayabiliyor da, Diogenes, Manes
olmadan yaşayamıyorsa, bu çok gülünç” dedi. Sabah
kahvaltısında zeytin yerken biri çörek getirince, fırlatıp atarken,
“Hükümdarların yolundan çekil, yabancı!”. dedi. Bir başka sefer de şunu söyledi:
“Zeytini kamçıladı.”


Ne biçim bir köpek olduğu sorulduğunda, “Açken Malta, tokken
Molossia köpeğiyim: Birçok insanın beğendiği, ama yoruyor diye
birlikte ava çıkmayı göze alamadığı bir köpek; dolayısıyla sen de
acı çekme korkusu yüzünden benimle yaşayamazsın” dedi.


Bilgelerin çörek yiyip yemediği sorulduğunda, “Her türünü”
dedi, “tıpkı öteki insanlar gibi.” insanlar neden dilencilere sadaka
verir de, filozoflara vermez diye sorulduğunda, “Çünkü bir gün topal
ya da kör olabileceklerini düşünürler, ama filozof olabilecekleri
akıllarından geçmez” diye karşılık verdi. Cimrinin birinden para
istedi; beriki duraksayınca, “Senden yemek için istiyorum, be adam,
cenaze için değil” dedi. Bir gün sahte para bastığı yüzüne vurulunca,
“Bir zamanlar benim de senin gibi olduğum günler oldu; ama sen
hiçbir zaman şimdi benim olduğum gibi olamayacaksın” dedi. Aynı
şeyi yüzüne vuran bir başkasına da, “O zaman daha çabuk işiyordum,
şimdi işeyemiyorum” dedi.


Myndos’a geldiğinde, kapıları büyük kenti küçücük görünce,
“Kapayın kapılan Myndoslular” dedi, “yoksa kentiniz dışarı kaçacak.”
Bir gün bir eldiven hırsızının suçüstü yakalandığını görünce,
“Gözlerine kızıl ölüm, zorlu kader indi” dedi. Krateros onu evine çağırınca, “Krateros’un evinde zengin
bir sofranın tadını çıkarmaktansa, Atina’da tuz yalamayı yeğlerim”
dedi. Şişman bir adam olan hatip Anaksimenes’in karşısına geçip, “Biz
dilencilere göbeğinden bir şeyler ver: hem sen hafiflersin, hem bize
yararın dokunur” dedi. Bir gün de Anaksimenes konuşurken
salamura balık gösterip dinleyenlerin dikkatini dağıttı. Beriki kızınca
da, “Bir obollük salamura Anaksimenes’in tartışmasını kesti”
dedi


Bir gün agorada yemek yediği için kınanınca, “Agorada aç da
kaldım” dedi. Bazılarına göre aşağıdaki söz de onundur: Platon bir
gün onu yeşillik yıkarken görünce, yanına yaklaşıp usulca
“Dionysios’un hizmetinde olsaydın, şimdi yeşillik yıkamazdın” dedi; o
da aynı biçimde usulca “Sen de yeşillik yıkasaydın, Dionysios’a hizmet
etmezdin” diye karşılık verdi. “Sana gülen çok insan var” diyene,
“Onlara da belki eşekler gülüyordur; ama ne eşekler onların
umurunda, ne de onlar benim” dedi. Bir gün felsefeyle ilgilenen bir
delikanlı görünce, “iyi” dedi, “bedenine âşık olanları ruhunun
güzelliğine yönelteceksin.”


Adamın biri Samothrake’deki adaklara şaşıp kalınca, “Canlarını
kurtaramayanlar da adakta bulunsalardı, adakların sayısı çok daha
fazla olurdu” dedi. Bazıları bu sözü Meloslu Diagoras’a yakıştırırlar.
Şölene giden güzel bir delikanlıya “Beter bir insan olarak
döneceksin” dedi. Ertesi gün delikanlı geri dönerken, “Şölene gittim,
ama beter olmadım” deyince, “Beter değil, Eurytion oldun” diye
karşılık verdi. Asık suratlı birinden sadaka istedi; ama adam “Beni
ikna edersen, ne âlâ” deyince, “Seni ikna edebilseydim, kendini
asmaya ikna ederdim” dedi. Bir gün Sparta’dan Atina’ya dönüyordu;
“Nereden gelip nereye gidiyorsun?” diye sorana, “Erkekler
dairesinden gelip kadınlar dairesine gidiyorum” diye yanıt verdi


Bir gün Olympia’dan dönüyordu; çok kalabalık var mıydı, diye
sorana, “Kalabalık çoktu, ama insan azdı” diye yanıt verdi.
Hovardaları uçurum kenarında biten incir ağaçlarına benzetiyordu:
Bunların meyvasını insan tadamaz, ancak kargalarla akbabalar yer.
Phryne, Delphoi’a altın bir Aphrodite adayınca, Diogenes üstüne
şöyle yazmış: “Yunanlıların azgınlığından armağan.” Bir gün İskender
onunla karşılaştığında, “Ben büyük kral İskender” deyince, karşılık
olarak “Ben de köpek Diogenes” dedi. Beriki ne yaptığı için köpek
diye adlandırıldığını sorunca, “Bana bir şey verene kuyruk
sallıyorum, vermeyene havlıyorum, kötüleri de ısırıyorum da ondan”
diye karşılık verdi.


Ağaçtan incir topluyordu; bekçi gelip “Geçenlerde burada bir
adam kendini astı” deyince, “Zaten ben de ağacı arındırıyorum” dedi.
Bir Olimpiyat birincisinin gözünü dikmiş bir yosmaya baktığını
görünce, “Şu savaşkan koça da bakın hele, sıradan bir kız nasıl da
boynundan tutmuş götürüyor” dedi. Hoş görünümlü yosmaları
öldürücü ballı karışıma benzetiyordu. Bir gün agorada kahvaltı
ederken, insanlar çevresine toplanmış durmadan “Köpek” diye
bağırıyorlardı; o da “Köpek sizsiniz” dedi, “baksanıza, kahvaltı
ederken çevreme toplanmışsınız.” iki yumuşak oğlan onu görüp
saklanınca, “Korkmayın” dedi, “köpekler pancar yemez.” Kendini
satan bir oğlanın nereli olabileceği sorulduğunda, “Tegealıdır” dedi.


Yeteneksiz bir güreşçinin hekimlik yaptığını görünce, “Ne o?”
dedi, “yoksa seni bir zaman yenenleri yere sermeye mi niyetlisin?”
Bir yosmanın oğlunu kalabalığa taş atarken görünce, “Aman dikkat”
dedi, “sakın babana gelmesin!” Bir oğlan ona âşığından aldığı hançeri
gösterince, “Güzel bir hançer, ama sapı çirkin” dedi. Ona sadaka veren
adamı birileri övünce, “Bunu almayı hakeden beni övmüyorsunuz
ama” dedi. Biri harmanisini geri isteyince, “Armağan ettiysen, artık
benim; yok, ödünç verdiysen, daha işim bitmedi” dedi. Evlatlık bir
çocuk ona “Harmanisinde altın var” deyince, “Evet, zaten bu yüzden
üstüme örtüp uyuyorum” diye karşılık verdi.


Felsefenin ne yararını gördüğü sorulduğunda, “Her şey bir yana,
talihin bütün cilvelerine karşı hazırlıklı olmayı Öğrendim” dedi.
Nereli olduğu sorulduğunda, “Dünya yurttaşıyım” diye karşılık
verdi. Birileri çocuk sahibi olmak için tanrılara kurban keserken,
“Nasıl bir çocuk olacağı konusunda kurban kesmeyecek misiniz?”
diye sordu. Bir gün kendisinden bağış istenince,
“Başkalarından topla, Hektor’dan ellerini çek!”. dedi. Yosmalara kralların kraliçeleri diyordu: çünkü canlarının
çektiğini isterler. Atinalılar meclis kararıyla İskender’e Dionysos
adını verince, “Beni de Sarapis yapın” dedi. Pis yerlere girip
çıkıyor diye kınanınca, “Güneş de pisliğin içine batıyor, ama
kirlenmiyor” dedi.


Tapınakta yemek yerken, sofraya pis ekmek getirilince,
tapınağa pislik giremez diyerek hepsini kaldırdığı gibi attı. “Hiçbir şey
bilmeden filozofluk yapıyorsun” diyene, “Bilgeliği benimsemek de
felsefedir” dedi. Çocuğunu onun yanına [öğrenci] verirken çok
yetenekli ve yüksek karakterli olduğunu söyleyene, “Öyleyse bana ne
gerek var?” diye sordu. Güzel şeyler söyleyip aynı şekilde
davranmayanların kitharadan farklı olmadıklarım söylüyordu:
nitekim, kithara da ne duyar ne de algılar. Tiyatrodan çıkanlarla yüz
yüze gelerek tiyatroya girerdi; neden böyle yaptığı sorulduğunda,
“Tüm yaşamım boyunca hep bunu yapıyorum” diye yanıtladı.


Bir gün kadın gibi giyinmiş bir delikanlı görünce, “Kendinle ilgili
olarak, doğanın verdiğinden daha kötü bir karar almaya utanmıyor
musun? Doğa seni erkek yarattı, ama sen kendini kadın olmaya
zorluyorsun” dedi. Aptalın birini santur akort ederken görünce,
“Sesleri tahtaya uydurup, ruhunu yaşama uydurmamaya utanmıyor
musun?” dedi. “Felsefe için uygun biri değilim” diyene, “Güzel
yaşamak umurunda değilse, ne demeye yaşıyorsun?” diye karşılık
verdi. Babasını küçümseyene, “Böbürlenmeni borçlu olduğun insanı
küçümsemeye utanmıyor musun?” dedi. Hoş görünümlü bir
delikanlının hiç de hoş olmayan bir şekilde gevezelik ettiğini görünce,
“Fildişi bir bıçak kınından kurşun bir hançer çekmeye utanmıyor
musun?” dedi.


Meyhanede içiyor diye kınanınca, “Berber dükkânında da tıraş
oluyorum” dedi. Antipatros’tan bir harmani aldı diye kınanınca da,
“Tanrıların parlak armağanlarını geri çevirmek olmaz” dedi


Elindeki sırıkla ona çarpıp sonra “Dikkat!” diyene
bastonuyla vurup “Dikkat!” dedi. Bir yosmaya ısrarla yalvaran birine,
“Elde etmemen senin için daha iyi iken, ne diye elde etmek için
çırpınıp duruyorsun, zavallı?” diye çıkıştı. Koku sürünen birini,
“Aman dikkat et, sakın başındaki güzel koku yaşamını kötü
kokutmasın!” diye uyardı. “Köleler efendilerine, değersiz insanlar da
tutkularına köledir” derdi.


Kölelere niçin andrapodan dendiği sorulunca, “Çünkü
ayakları insan ayağıdır, ama ruhları bu soruyu soran seninkine
benzer” diye karşılık verdi. Hovardanın birinden bir mina istedi; o da
neden başkalarından bir obol isterken kendisinden bir mina
istediğini sorunca, “Çünkü başkalarından bir kez daha alma umudum
var, ama senden bir kez daha alıp almayacağımı tanrı bilir” dedi.
Platon hiç istemezken, kendisi hep bir şeyler istiyor diye kınanınca,
“O da ister, ama duymasın diye ötekiler, başını ona yaklaştırıp”
dedi. Beceriksiz bir okçu görünce, “Vurulmamak için” diyerek, gitti
hedefin yanına oturdu. Âşıklar acı çekmekten zevk alırlar, derdi


“Ölüm kötü müdür?” diye sorulunca, “Geldiğini duymadığımız
şey nasıl kötü olur?” dedi. Bir gün İskender onun yanına gelip
“Benden korkmuyor musun?” diye sordu; o da “Sen nesin?” dedi,
“iyilik mi, kötülük mü?” Beriki “İyilik” deyince, “iyilikten kim korkar?”
diye karşılık verdi. Eğitimin gençler için ölçülülük, yaşlılar için
avuntu, yoksullar için zenginlik, zenginler için de süs olduğunu
söylüyordu. Bir gün bir genç kızın gözünü iyileştirmeye çalışan
zampara Didymos’a “Aman dikkat!” dedi, “kızın gözünü iyileştireyim
derken sakın gözbebeğini delme.” Biri dostlarının kendisine
tuzak kurduğunu söyleyince, “Dostlarına da düşmanlarına da aynı
biçimde davranacaksan, elden ne gelir?” dedi.


Dünyada en güzel şeyin ne olduğu sorulduğunda, “Konuşma
özgürlüğü” dedi. Bir gün bir okula girip içeride bir sürü Musa, ama
birkaç öğrenci görünce, “Tanrıları da katarsan, çok Öğrencin var,
hoca” dedi. Her şeyi, Demeterlik işlerini de Aphroditelik işlerini de
ortalıkta yapardı. Sorularıyla şöyle mantık yürütürdü: Kahvaltı etmek
tuhaf değilse, agorada da tuhaf değildir; kahvaltı etmek tuhaf
değildir; öyleyse agorada da tuhaf değildir. Sık sık ortalıkta
mastürbasyon yapar, “Keşke ovuşturmakla karnın da açlığı geçse”
derdi. Ona yakıştırılan daha başka şeyler de var, ama çok fazla
olduğu için, bir bir saymak uzun sürecek


Ruhsal ve bedensel olmak üzere iki tür çalışma olduğunu
söylerdi: Bedensel çalışmada sıklıkla oluşan sezgiler erdem işlerine
de hareket sağlar. Ruhsal açıdan olsun bedensel açıdan olsun, sağlıklı
ve güçlü olmak esas olduğuna göre, bu çalışmalardan biri olmadan
öbürü eksik kalır. Beden eğitiminden erdeme ne kadar kolay
geçildiğini göstermek için deliller getiriyordu; çünkü hem el
işçiliğinde hem de başka sanatlarda sanatçıların çalışa çalışa
olağanüstü bir el uzluğu geliştirdiklerini, flütçülerle atletlerin
üstünlüklerini sürekli çalışmaya borçlu olduğunu görüyordu; ve
bunlar bu çalışmalarını ruhlarına da aktarsalardı, çabaları boşuna
olmazdı


Çalışma olmadan yaşamda hiçbir şeyin kesinlikle
başarılamayacağını, çalışmanın her şeyin üstesinden gelecek güçte
olduğunu söylüyordu. Dolayısıyla, yararsız çabaları bırakıp doğaya
uygun çabalamayı seçenler mutlu yaşar, insanlar aptallıkları
yüzünden mutsuz olurlar. Çünkü zevki küçümsemek de en tatlı
alışkanlıktır; zevkli bir yaşam sürmeye alışmış olanlar bunun tersi bir
yaşama geçince, nasıl büyük rahatsızlık duyarlarsa, aynı şekilde
bunun tersinde idmanlı olanlar zevkleri büyük bir keyifle
küçümserler, işte sohbet konulan bunlardı ve buna uygun davrandığı
açıkça ortadaydı: Gerçekten sahte para basmıştı, çünkü doğal hakka
verdiği önemi yasal hakka tanımıyordu; özgürlüğü her şeyden üstün
tutan Herakles’inki gibi bir yaşam biçimi sürdürdüğünü söylüyordu


Her şey bilgelerindir diyor ve yukarıda sözünü ettiğimiz
konuları araştırıyordu: Her şey tanrılarındır; tanrılar bilgelere
dosttur; dostların malı ortaktır; demek ki her şey bilgelerindir.
Yasalarla ilgili olarak, yasa olmadan devlet yönetmek olanaksızdır,
diyordu; çünkü kent olmadan yurttaş topluluğunun hiçbir yararı
yoktur; kent yurttaş topluluğudur; o halde yasa da yurttaş topluluğu
ile aynı şeydir. Soyluluk, ün ve benzeri şeylerle alay eder, bunları
kusurların göstermelik süsleri olarak tanımlardı; tek doğru yönetim
biçimi, evrendeki yönetim biçimiydi. Kadınların da ortak olması
gerektiğini söylüyordu, evliliği tanımıyor, kadınla erkeğin karşılıklı
anlaşmasıyla birlikte yaşamasını kabul ediyordu; bunun sonucunda
çocuklar da ortak olacaktı.


Tapınaktan bir şey çalmak ya da herhangi bir hayvanı yemek
uygunsuz değildir; hatta yabancı törenlerde açıkça görüldüğü gibi,
insan eti bile yemek dine aykırı değildir; ayrıca, doğru düşünceye
uygun olarak, her şeyin içinde bütün unsurlardan vardır ve her yere
yayılmış durumdadır. Nitekim, ekmeğin içinde et vardır, yeşilliğin
içinde ekmek vardır, geri kalan cisimler de birtakım görünmez yollar
ve parçacıklar aracılığı ile her şeyin içine girer ve birlikte
buharlaşırlar: Diogenes bunu Thyestes’de açıklıyor, eğer
tragedyalar arkadaşı Aiginalı Philiskos’un ya da Lukianos oğlu
Pasiphon’un değil de, onunsa; ama Favorinus Tarih Derlemesi
adlı eserinde bunları Diogenes’in ölümünden sonra Pasiphon’un
yazdığını söyler. Diogenes’e göre müzik, geometri, astronomi ve
benzeri konular yararsız ve gereksiz oldukları için göz ardı edilebilir.


Yukarıya aldığımız örneklerde açıkça görüldüğü gibi, verdiği
yanıtlarda taşı gediğine koymada son derece ustaydı. Köle olarak
satılmaya da son derece soylu bir şekilde katlandı; nitekim, deniz
yoluyla Aigina’ya giderken, Skirpalos’un başı çektiği korsanlarca
yakalanıp Girit’e götürüldü ve orada satışa kondu; çığırtkan “Elinden
ne iş gelir?” diye sorunca, “insanları yönetirim” dedi. Sonra, erguvan
işli giysi giyinmiş bir Korinthosluyu, yukarıda sözü edilen Kseniades’i
gösterip, “Beni ona sat” dedi, “o adamın bir efendiye gereksinimi var.”
Kseniades onu satın aldı ve Korinthos’a götürüp çocuklarına
öğretmen yaptı ve evin tüm yönetimini ona bıraktı. Diogenes evi her
konuda öyle bir çekip çevirdi ki, Kseniades herkese “Evime iyi
kalpli bir cin girdi” deyip duruyordu.


Kleomenes’in Eğitime Dair adlı eserinde anlattığına göre,
dostları onu kurtarmak istemişler, ama Diogenes onlara aptallar
demiş: çünkü aslanlar bakıcılarının kölesi değildir, tersine bakıcılar
aslanların kölesidir. Korkmak kölelere özgüdür ve insanlar vahşi
hayvanlardan korkarlar. Bu adamın öyle olağanüstü bir inandırıcılığı
vardı ki, diliyle kim olursa olsun kolayca yakalardı. Anlatıldığına göre,
Onesikritos adında bir Aiginalı iki oğlundan birini,
Anderosthenes’i Atina’ya yollamış: Çocuk Diogenes’i dinleyince orada
kalmış; bunun üzerine adam büyük oğlunu, yukarıda adı geçen
Philiskos’u onu aramaya göndermiş, Philiskos da aynı şekilde
çakılıp kalmış.Sonunda üçüncü olarak kendisi gidince, o da çocuklarıyla
birlikte kendini felsefeye vermiş, işte Diogenes’in sözlerinde böyle bir
büyüleyicilik vardı. Konuşmalarını “Dürüst” takma adlı Phokion,
Megaralı Stilpon ve daha birçok politikacı dinlemişti.

Kaynak:
Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri
Yazar: Diognes Laertios
Çevirmen: Candan Şentuna
Yayınevi : Yapı Kredi Yayınları

OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Diyojen’in (Diogenes) Hayatı ve Ölümü üzerine

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir