Don Kişot’a “Bin Selam”, Murtaza’ya “Merhaba” – Canan Koçak

Roman kahramanları deyince genelde hayal ürünü, inanması güç, erişilmesi zor tipler gelir akıllara. Ama toplumsal gerçekçi romancılar ve özellikle Orhan Kemal düşünüldüğünde işler bir anda değişiverir. Bir de bakmışız okuduğumuz romanın kahramanı, mahalle bakkalımız, olmadı yan komşumuz, o da olmadı her sabah bindiğimiz servisin şoförü oluvermiş. Kısacası, tamamen insani özelliklerden kaynaklı, bu tür romanlarda anlatılan kişi veya kişiler bize o kadar tanıdık gelir ki, biz ister istemez, “acaba tanıdığımız kime benziyor?” diye düşünürüz.
Zaten Orhan Kemal de geçmişte “ben tanıdığım insanları yazdım” açıklamasını yaparak, yazmış olduğu romanların niye bu kadar içten ve samimi olduğunun açıklamasını böylece yapmıştır.

Balkan göçmeni Adanalı Murtaza ile İspanyalı Don Kişot
Ve hiç kuşkusuz Orhan Kemal’in tanıdığı insanlardan yola çıkarak yazdığı romanlarından en bilineni Murtaza’dır. Öyküyü yazarken, Adana’da bir bankada kapıcılık yapan Murtaza adında bir çalışandan esinlenmiş ve çektiği büyük ilgiden dolayı öyküyü romana dönüştürerek genişletmek zorunda kalmıştır. Bu kişiyi tanıyanlarca anlatılan bir olaya göre, Orhan Kemal’in romanına konu olduğu ve kendi özelliklerinin anlatıldığı söylenen “gerçek” Murtaza ise bu duruma şu tepkiyi vermiştir. “A be bu adam beni nereden tanır? Bilir mi benim gibi bir adam yaşar Adana’da, hemi de bu sıcakta (…) Neden yazar beni kitaplar, Ya okurlarsa amirlerim, bu yolda istemem laubalilik! ” Doğrusu Murtaza’dan da başka türlü bir tepki beklenemezdi zaten.
İnsana tekrar ve tekrar, bu kadarı da olmaz noktasına getirip, pes dedirten Murtaza, bütün bu davranışlarıyla, özellikle de görevini kutsayışı ve çevresindekilere öğreten adam rolüyle yaptığı baskıdan dolayı, yazar Cervantes’in dünyaca ünlü kahramanı Don Kişot’una benzetilmektedir ki Orhan Kemal’de özellikle bu bağı, yani “Murtaza-Don Kişot” benzerliğini romanında birçok kez vurgulamıştır.

Ölse ne lazım gelirdi? Vazife vazifeydi. Vazife sırasında ise görmezdi gözü evladını, demezdi ciğerparem.
Yunanistan’ın Alasonya kasabasından, 1925?’lerden sonraki mübadele sırasında, annesi ve erkek kardeşi ile Türkiye’ye gelmiş, göçmen bir ailenin üyesiydi Murtaza. Bırakıp geldikleri mallarına karşılık, akrabalarının hakları olmadığı halde aldıkları onca mülkiyete rağmen, o doğruyu söylemeyi tercih etmiş ve “biz fakir insanlar idik memlekette, yok idi başkaları gibi tarlalarımız. Var idi küçük bir bahçeciğimiz. Söylemem yalan, yakışmaz bana.” diyerek, hiçbir zaman hakkı olmayan bir şeye el uzatmamıştı.
Bu tavrı sonrasında uzun yıllar boyu eleştirilip, annesinin vefatı ardından kardeşi tarafından terk edilse de, o hep aynı savunmayı yapmıştı. Balkan harbi sırasında şehit düşen Kolağası Hasan dayısına atıfta bulunarak, “Yeter bu şeref hem da şan bana, ne lazım tarla” Ne lazım konak? Ne lazım at, araba? Dolaşır benimde damarlarımda şükür, dayım Hasan Bey’in mübarek kanı!? deyip işin içinden çıkmıştı. Nitekim denediği birkaç işten sonra yapmaya başladığı mahalle bekçiliği ile Kolağası Hasan dayı’sının şanına uygun bir şekilde çalıştığına kanaat getirmişti. Koskoca Türkiye hükümeti onu buraya sarhoşlardan korksun, hırsızlardan avanta alsın, gece yarılarından sonra da tam siper horlasın diye tayin etmemişti.

“Yukarıda Allah, Ankara’da devlet hem de hükümet, burada da Murtaza’ydı. (?) Görmüştü kurs, almıştı çok sıkı terbiye amirlerinden.”
Mahalleliyi uygulamaya zorladığı kuralların birçoğu örneğin gece on ikiden önce uyuma zorunluluğu gibi, onları öylesine zıvanadan çıkarmıştı ki, sonunda istifasını istemek zorunda kalmışlardır. Murtaza’nın insanları çıldırtan kuralcılığı, kimi zaman saf ve komik duruma düşmesine sebep olsa da, genelde anlayışsız bir işgüzar olarak algılanmasına sebep olmuştur.
Sadece çevreye değil, kendi ailesine benzeri kuralcı tavırlarla yaklaştığı için ailesi tarafından da bir türlü anlaşılamamıştır. Sanat okuluna girip, babasının subay olma hayallerini tuzla buz eden oğlu Hasan, Murtaza’nın gözünde iki paralık etmez. Değil tesviyeci olup çok para kazanma ihtimali, Hasan dayısının yolunu tutmadıktan sonra ne önemi vardır. İkisi öğrenci, ikisi işçi diğer kızlarının ise zaten subay olma şansları olamadığı için baştan beri gözünde hiçbir değeri yoktur. Ama varsa yoksa küçük oğlu Hasan, dayısına benzeyecek tek çocuğu odur, kim bilir böylece amacına ulaşacak ve oğlunu tıpkı kolağası dayısı gibi asker yapacaktır.
Onun amacı bırakın sadece mahalleliyi, ülkenin tamamını belli bir disipline sokmak ve çeşitli kurslardan geçmelerini sağlamaktır, onlar ancak böyle yaparlarsa, yaptıkları vazifelerin kıymetini bileceklerdir.
Abartılı davranışlarıyla okuyucuyu hem güldürüp hem kızdıran Murtaza, ne kadar Don Kişot’a benziyor bilemiyoruz ama anlaşılan odur ki, bu Murtaza’nın hiçbir şekilde kırılamayacak olan “keçi inadı”nın öyküsüdür.

 Canan Koçak

1 Comment

  1. Sayın Koçak yazısında, Don Kişot’la Murtaza arasında çok büyük benzerlikler olduğunu söylüyor.
    Elbette kimi benzerlikler var. Ama bu iki kişiliğin baştan sona çakıştığı asla söylenemez.
    Anımsadığımca, Don Kişot yitirilen yiğitlik, merttlik, diğergamlık ve öteki değerleri ölümüne savunurken; Murtaza, kurulu düzeni, o düzeni yöneten düzenbazları, o düzenbazların emirlerine harfiyen uyulması gerektiğini savunur ölümüne. İşin bu yönünün dikkatten kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

”İki Dil Bir Bavul”la Çıkılamayan Yolculuklar – Hevi Gür

Next Story

Yalnızlığı Umutla Kımıldatan Şair: Doğan Şadıllıoğlu – Müslüm Kabadayı

Latest from Canan Koçak

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ