“Döneklik” Psikolojisini Anlamak – Elif Şahin Hamidi

Erendiz Atasü, son romanı “Dün ve Ferda”da yine toplumsal ve siyasal gerçeklerle karılmış bir hikâye resmediyor. Ve yine kadın kahramanlar başrolde: Profesör Hürriyet Berkman ve onun öğrencisi Ferda. Ancak bu kez Atasü külliyatında yer alan diğer romanlardan oldukça farklı bir yapıt var ortada ve başkarakter Ferda, Atasü’nün bugüne dek yarattığı karakterlere hiç benzemiyor…

Bir ideolojiye derinden inanan, her şeye rağmen onun peşinden koşan, bu uğurda onulmaz acılara, acımasız işkencelere maruz kalan insanların gün olup devran dönüp savunduğu her şeye sırtını çevirmesini aklım almamıştır hiç. Üstelik sadece sırtını çevirmekle, “dönmek”le kalmaz, o güne dek savunduğu düşüncelerin tam tersini savunanların safına geçer. Peki aklı eren, yetişkin bir insan nasıl olup da bir anda inandığı tüm değerleri çöpe atıp başka bir yöne savrulur? Erendiz Atasü de roman kahramanı Ferda üzerinden böyle bir sorgulamaya gidiyor; bir insanın nasıl kendisiyle bu kadar çelişkili bir noktaya gelebildiğini anlamaya çalışıyor. Yazar, yarattığı eczacı Ferda Başarır üzerinden bu sorgulamayı yapıyor. Eski bir solcu olan ve sonradan “dönekler” kervanına katılan, kendisiyle yüzleşmekten kaçınan Ferda’yı, bu “döneklik” psikolojisini ve sol hareketinin 90’lere dek geçirdiği dönüşümü irdelemeye, çözümlemeye çalışıyor Atasü. Bireysel, toplumsal, siyasal hesaplaşmalar üzerinden bir kuşağın portresini çiziyor…

12 Mart’ın kırkıncı yıldönümünde genç bir eczacının Ferda ile yaptığı röportajda bu eski solcunun nasıl döndüğünü net bir şekilde görüyoruz. Genç eczacı, devrimci bir geçmişten gelen Ferda Başarır’a meslekle ilgili geçmişteki idealleriyle şimdiki tutumunu nasıl bağdaştırdığını, geçmişini inkâr mı ettiğini soruyor. İdeallerinde hiçbir sapma olmadığını vurgulayan Ferda “Dün ideallerimizin gerçekleşmesi için sosyalist bir toplum tasarımının gerekli olduğunu düşünüyordum; bugünse idealleri gerçekleştirmenin somut yollarında ilerliyoruz. (…) O günün koşullarında makul olan, sosyalizm beklentisiydi; bugünse konjonktür değişti, dünyanın gidişatına karşı duramazsınız”. Bunun üzerine genç şöyle bir soru yöneltiyor: “Yani her şeyi dünyanın gidişatı dediğiniz şey mi belirliyor?” “Hayır ama gidişatı göz önünde bulundurarak kendinize bir yol haritası çizmezseniz hüsrana uğrarsınız” diye cevap veriyor Ferda.

Ferda Başarır’ın eczacı olması, romanın otobiyografik bir yanı olup olmadığı konusunda merak uyandırıyor insanda. Okurları bilecektir ki hiç eczacılık yapmasa da ilk mesleği eczacılıktır Atasü’nün; akademisyen olarak kalmayı yeğlemiş bir eczacı. Ve bu roman, yazarın bir söyleşisinde belirttiği üzere en az otobiyografik öge taşıyan yapıtı. Kitap bu bakımdan da diğer eserlerinden ayrışsa da ele aldığı konular açısından benzerlik gösteriyor. Anne-kız, kadın-erkek, yaşam-ölüm, gençlik-yaşlılık gibi kadim çelişkiler, zıtlıklar Atasü’nün tüm yapıtlarında ele aldığı ana meseleler olarak karşımıza çıkıyor. Sonlu bir varlık olan insanın yaşlılık evresi, bu evreyle birlikte zuhur eden fiziksel, ruhsal ve kimileyin zihinsel çöküş, yazarın bu romanında da duyarlıkla ve ustalıkla ele alınıyor. Romanın henüz başında tanıştığımız Ferda, Fındıkzade yokuşundan aşağı uçar gibi inen, umut dolu genç bir kızdır. Ama çoktan dünde kalmıştır gençlik; kırlaşmış saçları kısacık kesilmiş Ferda’nın geriye dönük olarak anımsadıklarıdır bunlar. Maziye dönmüştür eski solcu yaşlı kadın. Yaşını başını almış Ferda hiç isteme de gün gelip çattığında geçmişin çukuruna inmek zorunda kalacaktır. Mazinin bavulunu hayat treninden aşağıya fırlatmak o kadar kolay değildir ne de olsa.

Ferda geçmişle hesaplaşan bir insan olmasa da “ihtiyarlıkla gelen zorunlu yalnızlaşma döneminde, yaşantı giderek seyrelirken, mazinin kaçınılmaz seli onun da zihnini basacaktı” elbet. Kendisiyle yüzleşmekten hep uzak dursa da kaçacak yer kalmadığında artık hesaplaşma zamanıdır ve şu acıklı itiraf dökülür Ferda’nın dudaklarından: “Kötü bir evlattım, iyi bir anne olduğumu iddia edemem, başarısız bir devrimciydim, her şey yarım kaldı hayatımda. Gereksiz atılımlar… Ama belki de gerekliydiler, çok da emin değilim. İnsanlık komedyası… Çok doğru. Ben de rol aldım o komedyada, sonu dramdı benim için… Uzaktan bakınca bana da komedya gibi görünüyor. Uzaktan… O zaman da insana yakın bir şey kalmıyor. Kimseyi aşkla sevmedim; kimse beni aşkla sevmedi. Nasıl bir eştim, bilemiyorum. İyi bir eş olduğum günler de oldu. Şimdi işte buradayım, ülkemden, düşüncelerimden uzak, tek başına yalnız ve yaşlı bir kadın”… Hocası Hürriyet Berkman, “Bir limanı olmalı insanın. Yakın ilişkilerde onur, yararlı bir şey değildir. Onurun çok keskinse sonunda limansız kalırsın” demişti Ferda’ya. Ferda, kocası Özdemir’i liman seçmişti kendine ama yıllar sonra, neredeyse bir ayağı çukurdayken kimseyi aşkla sevmediğini itiraf ediyordu kendine. Ama buna rağmen Ferda’nın bakıma muhtaç yaşlı Özdemir’den ilgisini, şefkatini hiç esirgemediğini içlenerek izliyoruz ve bu noktada Ferda’yı takdir etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Atasü, bu romanında ilginç bir deneyim de yaşatıyor okura. “Sanal mekânda: Karakterlerin durum tartışması” adlı bölümlerde kendi aralarında tartışmaya başlayan karakterlerin ağız dalaşına ve yazara yönelttikleri eleştirilere tanık oluyoruz. Çok eğlenceli ve bir o kadar da didaktik olan bu bölümler Atasü okurlarının ilgisine şayan. Kazım Beyazıt ile Ferda’nın kocası Özdemir yazarı çekiştiriyor örneğin; Kazım Bey, “Bu yazar, yalnız bir kadın değil mi, Allah aşkına?” diye soruyor. “Çoluğu çocuğu var” diyor Özdemir. Ve Kazım Bey’in cevabı, dudağımızı yana doğru kaydırarak gülmemize yol açıyor: “Canım, bizi işkembeyi kübradan uydurduğu sıralar, yalnız yaşamıyor muydu? Allah aşkına kim, hayallerini teninin hazzıyla doyurabilecekken oturup roman yazar? Boş verin böyle saçmalıklara. Bu kadın, erkek soyuyla barışık değil. Feminist miymiş, ne zıkkımsa!”

Erendiz Atasü’nün son romanı Dün ve Ferda yine ustalıklı bir kurguyla örülmüş tadına doyulmaz farklı bir roman…

Elif Şahin Hamidi
(elif.sahin@gmail.com)

Dün ve Ferda, Erendiz Atasü, 214 s., Can Yayınları, 2013

NOT: Bu söyleşi, Remzi Kitap Gazetesi Ocak 2014 sayısında yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir