dostoyevskiSanat Tiyatrosu, Karamazov Kardeşler’den sonra daha da sadistçe, daha da hastalıklı bir yapıt olan Cinler’i sahneye koyuyor. Rus toplumu, Bay Nemiroviç-Dançenko’nun(*) günün birinde, “Avrupa’nın en iyi tiyatrosunda” Mirbeau’nun(**) Azap Bahçesini sahneye koymasını bekleyebilir. Bu kitaptan sahneler neden canlandırılmasın ki? Çinlilerin sadizmi, galiba en az Rus sadizmi kadar patolojik bakımdan ilginçtir.

Cinler’in daha çok yakın bir zamanda iğrenç bir yapıt sayıldığını ve bu yapıtın Rusya’nın en iyi insanlarından pek çoğu tarafından Klyuşnikov’un Hayalet, Vs. Krestovskiy’in Parıurgov Sürüsü ve Rus edebiyatının aydınlık fonunda için için sevinen insan düşmanlığının diğer kara lekeleri gibi kasıtlı kitaplarla aynı sıraya konulduğunu söylemeyeceğiz.
Açıktır ki, Bay Nemiroviç, ölümünün otuzuncu yıldönümünde Turgenyev’in zekâdan yoksun karikatürüne bakmanın eğlenceli ve Pyotr Verhovenskiy gibi “devrimden kopmuş şeytanları” ya da Liputinler ve Lebyadkinler gibi “kendi hayatlarının alçaklarını” izlemenin hoş geleceği bir seyirci topluluğu olduğunu bilir. Doğrusu ya onlara bakarken dürüst, kendi çıkarlarını düşünmeyen insanların da var olduğunu unutmak çok kolay ve rahat olacaktır. Şimdi birçoklarının bunları unutmaya gerek duyduğundan da kuşku yoktur. İşte, Sanat Tiyatrosu bu gereksinime hizmet ediyor ve toplumun zaten uyuklayan vicdanının derin bir uykuya dalma¬sına yardımcı oluyor.
Vicdan meselelerini bir yana, iftirayı ve kötü niyetli karikatürleri ise tarihe bırakıp Cinler in sahneye konulmasından beklenen sosyal yarardan söz edelim.
Beni ilgilendiren konu şu: Rus toplumu, Cinler romanında anlatılan olayların ve kişilerin sahnede canlandırılmasının sosyal pedagoji açısından gerekli ve yararlı olduğu görüşünde midir?
Tartışılmaz ve kuşku götürmez bir gerçek: Dostoyevskiy bir dâhidir, ancak o bizim öfkeli dâhimizdir. Çirkin tarihiyle, zor ve kırıcı yaşantısıyla Rus insanında oluşturulmuş ve biçimlendirilmiş iki hastalığı şaşırtıcı bir derinlikle hissetmiş, anlamış ve tadını çıkara çıkara anlatmıştır. Bu iki hastalık, bütün umudunu yitirmiş bir nihilistin sadistçe acımasızlığı ve onun karşıtı olan ezilmiş, yılmış, çektiği acıdan için için sevinç duyarak herkese ve kendisine karşı gösteriş yaparak bu acının tadını çıkarabilen bir varlığın mazohiz- midir. Dayak ne kadar acımasızsa o kadar çok övünülür.
Dostoyevskiynin en önemli ve en ince ayrıntılarına kadar anladığı insan, “acımasız yeteneğin” bütün romanlarında sayısız kez -hem kısmen hem de tümüyle- yinelenen Fyodor Karamazov’dur. Kuşkusuz bir Rus insanıdır bu: Şekilsiz ve karışık, aynı zamanda korkak ve arsız, her şeyden önce de hastalık derecesinde kötü yürekli: Korkunç îvan, Saltıçiha, çocukları köpeklere kovalattıran toprak ağası, hamile karısını öldüresiye döven köylü, nişanlısına tecavüz eden ve onu tecavüz etsinler diye bir serseri kalabalığına teslim eden şehirli adam.
Son derece bozuk ve hayran olunacak hiçbir yanı bulunmayan bir ruh.
Acaba bu ruh, kendisini güçlendirebilecek, billurlaştırabilecek, şekillendirebilecek sağlam bir temel arıyor ve bu yüzden her şeyi kırıp yıkarak, her şeyi kirleterek isyan ediyor olabilir mi? Fakat kirleterek, zulmederek, kan dökerek kendi yaralarını iyileştirmek mümkün değildir ve bu deli ruh, kendisine bir temel ya da bir ceza aradiğı sürece ister manastıra, ister kürek cezasına gitsin dünyaya ne kadar çok zehir akıtacak, ne kadar çok çocuğu ve genci zehirleyecektir!
Dostoyevskiy, kendisi de büyük bir zalim ve vicdanı hasta biri olarak özellikle bu karanlık, anlaşılmaz ve iğrenç ruhu yazmaktan hoşlanmıştır. Ancak Fyodor Karamazovun, yeraltından bir adamın”, Foma Opiskin’in, Pyotr Verhovenskiy’in, Svidrigaylov un henüz elde ettiğimiz şeylerin tamamı olmadığını, aslında içimizde yanan tek şeyin canavarlık ve düzenbazlık olmadığını hepimiz de gayet iyi hissediyoruz. Dostoyevskiy yalnızca bu özellikleri görüyordu, ancak değişik bir şey anlatma isteğiyle sadizmi mazohizme, Karamazovluğu Karatayevliğe dönüştürüp bize Budalayı ya da Alyoşa Karamazovu gösteriyordu. Platon Karatayev, tıpkı Fyodor Karamazov gibi, bugün de çevremizde yaşayan insanlar gibi canlıdır; ancak anarşistler-şehvet düşkünleri ve yarı ölü kaderciler diye ayrılan bir halkın var olması mümkün müdür?
Açıktır ki, Rusya’nın kültürünü yaratan ve ağır ağır olsa da geliştiren, bu iki karakter değildir.
Peki toplumun dikkati, neden ulusal ruh halimizin özellikle bu hastalıklı olguları, bu ruh halinin çirkin tarafları üzerinde durdurulmaya çalışılıyor? Bunları yenmek, bunlardan kurtulmak, bu hastalıkların yer bulamayacağı sağlıklı bir atmosfer yaratmak gereklidir.
Oysa bizlere ölü canların ve canlı cenazelerin arasında yaşadığımızı düşündürtmek amacıyla irinli yaralar, cansız bedenler gösteriliyor.
Rusya’nın üzerine büyük fırtınaların ve boraların geldiğini haber veren kara bulutların bir kez daha yaklaştığını, ülkemizdeki tüm sağlıklı güçlerin akıl ve iradelerinin dostça bir birlik ve büyük bir dikkat içinde olmasını gerektiren zor günlerin kapıda olduğunu hiç kimse yadsıyamaz. Şimdi bu ülkenin sakatlıklarına hayran olmanın sırası mıdır? Bu sakatlıklar zaten hayata ve bireye karşı bir tiksinme telkin edip toplumu zehirlemektedir, ayrıca Moskova’da meydana gelen intihar olaylarındaki artış üzerinde Karamazovların sahnelenmesinin bir etkisi olmadığını söyleyebilir miyiz?
Yürek sarsan pek çok dram yaşamış olan Rus toplumunun, bitkin, umutsuz ve uyuşuk bir durumda olduğundan da kuşku yoktur. Gerçeklerle, hayatın bizden beklentileriyle ilişkimiz ateşini büyük ölçüde yitirmiştir.
Bu ateşi düşüren koşulların arasında, sosyal karamsarlık propagandası ve ülkemizde, Rusya’da ahlaka hiçbir katkıda bulunmaksızın ve birbirimize karşı ilişkilerimizi iyileştirmeksizin sadece dikkatleri asıl konudan uzaklaştıran bir güzel konuşma sanatı halini almış olan “ruhun yüksek taleplerine” geri dönüş de az rol oynamamıştır. Geçmişin bu kalıntılarının yeniden ortaya çıkışı, Rusya’nın, ne yazık ki, başkalarına oranla daha fazla kilise ve ilahiyat eğitiminin baskısı altında yaşamış olmasıyla açıklanıyor. İşte bu yüzden Gogol, iradesine ve hayal gücüne, ülkesinin geçmişini bilen fakat bu geçmişten zehirlenmemiş bir insanın, Avrupalı Puşkin’in yön verdiği dönemde sağlıklı ve çalışkan biri olabilmiştir ancak.
Yalnız sosyo-politik anlamda değil, psikolojik anlamda da bü-yük bir iç düzenleme çalışmasıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Kaotik geçmişten miras aldığımız her şeyi titizlikle gözden geçirmeli, değerli ve yararlı olanları seçip değersiz ve zararlı olanları atmalı, tarihin belgeliğine kaldırmalıyız. Ruhsal sağlık, yüreklilik, aklın ve iradenin yaratıcı güçlerine inanç bize herkesten daha fazla gereklidir.
Elli ayrı dil ve lehçe konuşan 170 milyonluk karmakarışık nüfuslu bir ülkede yaşıyoruz. Yoksul halkımız her yıl yaklaşık bir milyarlık votka içiyor ve içki tüketimi giderek artıyor.
Giderek artan ve aslında Karamazovluğun ta kendisi olan serseriliğin kaynaklarından biri de bu değil midir?
Bu zehir gölünün gelecek nesillerin sağlığını nasıl etkileyeceği-ni, hayatımızdaki vahşi sarhoşluğu ve acımasızlığı, işlerimizdeki ve sözlerimizdeki sadizmi, uyuşukluğumuzu, dünyadaki hayata karşı, ülkemizin geleceğine karşı ve birbirimize karşı üzücü umursamazlığımızı artırıp artırmayacağını düşünme zamanı hâlâ gelmedi mi?
Ruh sağlığımızı düzeltmek için bence Sanat Tiyatrosunun bize sahnelemeye niyetlendiği düşüncelerin sosyal ve eğitim açısından önemini belirlemek gereklidir. Bu sakat gösteriye gerek var mıdır? Ben, gerek olmadığına inanıyorum.
Bu “temsil”, estetik yönü kuşkulu ve sosyal bakımdan kesinlikle zararlı bir hevestir.
Sanat Tiyatrosunu bir köle gibi izleyen Nezlobin Tiyatrosu da Budalayı sahneliyor. Burada da hayran olunacak şeyler var: Örneğin veremli îppolit’in can çekişmesi, Prens Mişkinin sarası, Rogojin’in sertliği, Nastasya Filippovnanın histerisi, diğer ibret verici beden ve ruh hastalığı tabloları. Yazarın düşüncelerinin tiyatro sahnesinde hareketler kadar anlaşılır olmayacağını ve Dostoyevskiy nin çıkarılan parçalar yüzünden çıplak kalan ro-manının baştan sona bir sinir krizi niteliği alacağını unutmamak gerekir.
Ruh sağlığı yerinde olan herkese, Rus yaşamının iyileştirilmesi gerektiğini anlayan herkese Dostoyevskiynin yapıtlarının tiyatro sahnelerinde temsilini protesto etmelerini öneriyorum.
Bu yazı kalabalık bir edebiyatçı grubunun protestosuna neden oldu; protesto “Borsa Haberlerinin akşam baskısında yayınlandı ve sanatçı özgürlüğü üzerinde toplum sansürü kurmaya çalıştığım yolunda bir suçlamaya dönüştü. Bundan sonraki yazım, edebiyat-çıların protestosuna yanıt olacaktır.

1913
Maksim Gorki
Kaynak: Edebi Portreler, Maksim Gorkiy, Çeviren: Ayşe Hacıhasanoğlu, Yordam Kitap, Şubat 2007

Previous Story

Hayatı Gibi Ölümünü de Destansı Kılan, Trajedinin, Tutkunun, Aşırılıkların Sanatçısı: Kleist – Bedriye Korkankorkmaz

Next Story

Ajanda – M. Şehmus Güzel

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ