Dostoyevski’de nevrozun varlığını bize açık seçik gösteren kanıtlar nelerdir? Sigmund Freud

Bizzat Dostoyevski kendisini saralı olarak tanıtmış, bilinç kayıpları, kasılmalar ve ruhsal çöküntülerle (depresyon) seyreden ağır nöbetlerden dolayı başkalarınca da öyle tanınmıştır. Doğrusu bu sara (epilepsi) nöbetlerinin sanatçıdaki bir nevrozun belirtisi (semptom) olması hiç de düşünülemeyecek gibi değildir; böyle bir durumda da Dostoyevski’deki saranın isteri sarası diye nitelendirilmesi, yani ağır isteri vakası sınıfına sokulması gerekecektir. Ancak, iki nedenden ötürü bu konuda bir kesinliğe varamamaktayız. Bir kez, Dostoyevski’deki saranın anamnezine ilişkin olarak elimizde bulunan bilgiler noksan ve güvenilirlikten yoksundur. İkincisi, sara benzeri nöbetlerle kendini açığa vuran sayrısal (patolojik) durumları nasıl anlamak gerekeceği henüz açıklığa kavuşmuş değildir.

Önce ikinci nedeni alalım ele. Saranın ne tür bir hastalık sayılacağını ayrıntılarıyla burada yinelemenin gereği yoktur; çünkü bu, bize pek bir yarar sağlamayacaktır. Ancak, şu kadarını belirtebiliriz ki, hastalık klinik açıdan eskiden beri bilinen Morbus sacer tablosuna uygunluk göstermekte, yani durup dururken kendini açığa vurup ne vakit ortaya çıkacağı kestirilemeyen kasılma nöbetleriyle seyrederek hastada ansızın kızıp parlama ve saldırganlık yönünde bir karakter değişikliğine yol açmakta, ayrıca ussal yetileri (akli melekeler) zayıflatmaktadır Ama bazen bu tablo bütünüyle dağılma göstererek belirsiz bir nitelik kazanabilmektedir. Ne var ki dilini ısırmalar ve idrarını kaçırmalarla ağır bir tablo halinde baş gösteren, sık aralarla yineleyerek hastayı ciddi sakatlanmalarla karşı karşıya bırakan Status epilepticus (Nöbetlerin bir saatten daha az tekrarlandığı ve hastanın nöbetler arasında bilincine yeniden kavuşmasına olanak vermeyen sara durumu) tablosuna uygun nöbetler, zamanla yerlerim kısa süreli bilinç bulanıklıkları (konfüzyon) ve yine kısa süreli baş dönmeleriyle hafif bir seyir izleyen nöbetlere bırakabilmekte, sanki bilinçdışının bir direktifiyle hastanın kendisine yabancı birtakım eylemlere kalkıştığı kısa süreli nöbetlerle yer değiştirebilmektedir. Normalde ne hikmetse bedensel bir kökene dayanan bu nöbetler, ilk kez ortaya çıkışlarını düpedüz ruhsal bir etkene (korku) borçlu bulunabilmekte ya da ileride ruhsal emosyonlara tepki kılığında kendilerini açığa vurabilmektedir. Vukaların büyük çoğunluğunda ussal (akli) yetilerdeki güçsüzleşme hastalığın alabildiğine belirgin özelliğini oluşturmasına karşın hiç değilse bir vakada hastalığın pek üstün entelektüel başarıları asla kösteklemediği görülmüştür (Helmholtz).6 Aynı durumun saptandığı ileri sürülen diğer pek çok vakada ise durum kesinlikten yoksundur ya da Dostoyevski’deki gibi kuşkuyu davet eder nitelik taşımaktadır. Öte yandan, sarada duygusal küntlük ve gelişim bozukluklarıyla karşılaşılabilmekte; her ne kadar hastalık tablosunun zorunlu bir parçası değilse de, çokluk somut bir budalalık ve beyinde alabildiğine ciddi hasarlar yine saraya eşlik edebilmektedir. Ancak, kusursuz bir ruhsal gelişimi geride bırakanlarda ve bundan daha sık olarak çokluk yeterince denetim altında tutulamayan aşırı duygusallıkla donatılmış kişilerde sara nöbetlerinin tüm çeşitlerini gözlemleyebilmekteyiz. Dolayısıyla, klinik bakımdan bütünlük içeren bir “sara” tablosunun varlığı üzerinde diretilemeyeceği savının şaşılacak yanı yoktur. Sara nöbetlerine özgü belirtilerin birbirine benzerliği, bunlara (işlevsel) fonksiyonel yoldan yaklaşımı zorunlu kılmaktadır; sanki anormal içgüdü boşalımını sağlayan bir mekanizma organizmada önceden hazır beklemekte, gerek dokusal ve toksik kökenli ağır hasarlar sonucu beyinde ortaya çıkan fonksiyon bozuklukları, gerek ruhsal ekonominin doğru dürüst denetim altında tutulamayarak ruhsal enerjinin aşırı tüketimi gibi birbirinden büsbütün değişik Koşullarda işlemeye başlamaktadır. Her iki durumda da temeldeki içgüdü boşalım mekanizmalarının özdeş nitelik taşıdığını sevebilmekteyiz. Aynı mekanizmanın gerçekte toksik nedenler sonucu ortaya çıkan cinsel eylemlerde de rol oynadığını düşünebiliriz; zaten çok eskiden hekimler cinsel ilişkiyi küçük bir sara nöbeti diye nitelemişler, yani cinsel eylemlere saradaki uyarı boşalımının hafif şekli ve adaptasyonu gözüyle bakılacağını anlamışlardı.

“Sara tepkisi” diyebileceğimiz bu ortak mekanizmaya, ruhsal açıdan üstesinden gelinemeyen emosyon (duygu ve heyecan) kitlelerini bedensel (somatik) yoldan boşalıma kavuşturmak görevi üstlenmiş nevrozlarda da başvurulmaktadır. Böylece sara nöbeti isterinin bir belirtisi olarak da karşımıza çıkabilmekte, tıpkı normal cinsel eylemler gibi isteri tarafından benimsenerek bir değiştirme (modifikasyon) işleminden geçirilmektedir. Dolayısıyla, sarayı “organik” ve “emosyonel” diye ikiye ayırmanın pek haklı bir davranış sayılması gerekiyor. Böyle bir ayrımın pratikte taşıyacağı anlam şudur: “Organik saralı” beyin hastası, “emosyonel” saralı ise bir nevrozludur. Organik kökenli sarada ruhsal yaşam, kendisine yabancı bir dış bozukluğun etkisi altın¬dadır; emosyonel sara ise, kendisi bozulmuş ruhsal yaşamın bir dışavurumudur.

Dostoyevski’deki saranın ikinci gruba girme olasılığı alabildiğine büyükse de, durum kesinlikle kanıtlanacak gibi değildir. Çünkü bunun için nöbetlerin ilk ortaya çıkışıyla sonradan gösterdiği dalgalanmaların sanatçının ruhsal yaşamındaki hangi olaylardan kaynaklandığının saptanması gerekir. Nöbetlere ilişkin bildirimler bize fazla bir şey öğretmemekte, nöbetlerle yaşantılar arasındaki ilişki konusunda ise elimizde çokluk birbiriyle çelişen kırık dökük açıklamalar bulunmaktadır. Çocukluğunun hayli gerilerine dek uzanan ve başlangıçta hafif belirtilerle seyreden nöbetlerin, sanatçının o sekizindeyken yaşadığı sarsıcı olaydan, yani babasının katledilmesinin ardından sara karakteri kazandığı, çeşitli varsayımlar içinde en akla yatkını dır. Yazar Sibirya’da sürgündeyken nöbetlerin bütünüyle ortadan kalktığı kanıtlanabilseydi, bu doğrusu hiç de yadırgatmazdı bizi; gelgelelim, eldeki kimi veriler bununla çelişir gözükmektedir. Karamazof Kardeşler’dekı baba katliyle Dostoyevski’nin kendi babasının akıbeti arasındaki yoksanamayacak ilişki, birden çok yaşamöykücünün (biyograf) gözünden kaçmamış, “modern bir psikolojik ekol”den söz açılmaya başlanmıştır. Psikanaliz-modern psikolojik akımla anlatılmak istenen budur çünkü— babasının katlini Dostoyevski için alabildiğine güçlü bir travma, sanatçının buna karşı tepkisini ise ondaki nevrozun belkemiği sayar.

Ancak, böyle bir görüşü psikanalizin öğretilerine dayandırmaya kalkarsam, söz konusu bilimin terminolojisine ve öğretilerine yabancı olanlar bundan bir şey anlamayacaktır.

Ne var ki, incelememizde kendisinden yola koyulabileceğimiz güvenilir bir çıkış noktası bulunuyor elimizde. Saranın kendini ilk kez açığa vurmasından epey önce, daha çocukluk yıllarında Dostoyevski’de karşılaşılan nöbetlerin ne anlam taşıdığını bilmekteyiz. Nöbetler ölümü simgeliyor, ölüm korkuşuyla başlıyor, letarjik (atıl) uykulardan oluşuyordu. Henüz çocukken hastalık ansızın nedensiz melankoli nöbetleriyle sanatçı üzerine çullanıyor, sonradan dostu Solovyov’a anlattığı gibi hemen ölecekmişçesine bir duygunun ruhunda uyanmasına yol açıyor ve gerçekten de bu duyguyu, bildiğimiz ölüme tıpatıp benzeyen bir durum izliyordu… Kardeşi Andree’nin açıkladığına göre, Dostoyevski daha çocukluk yıllarında geceleyin yattığı zaman başkalarında öldüğü izlenimini uyandırabilecek bir uykuya dalacağından korkar, böyle durumda kendisini gömmeden beş gün beklemelerini kâğıt parçacıkları üzerine yazarak sağa sola bırakırdı. (Fülöp-Miller ve Eckstein, 1925, LX.)

Söz konusu ölüm nöbetlerinin taşıdığı anlam ve güttüğü amaç bizce bilinmektedir: Bir ölüyle, yani gerçekten ölmüş bir kimseyle ya da canlı, ama ölmesi istenen biriyle özdeşleşmeyi dile getirirler. Yaşayan, ama ölmesi istenen biriyle özdeşleşmenin önemi, gerçekten ölmüş biriyle özdeşleşmeden daha büyüktür. Ölüm nöbetleri, bu tür özdeşleşmede bir özcezalandırı (kendi kendini cezalandırma) yerini tutar; insan bir başkasının ölmesini istemiş, derken bu kimsenin yerini alarak kendisi ölmüştür. Psikanaliz açısından ölümü istenen bu kişi oğlan çocuğu için genellikle baba, isterik sara nöbeti ise nefret ettiği babasının ölümünü istediği için oğlanın kendi üzerinde uyguladığı cezadır.

Sigmund Freud
Sanat ve Sanatçılar Üzerine, YKY,6.baskı, 225,226,227,228, 229.sayfalar

Previous Story

İskenderiyeli Hypatia – Soner Tuna

Next Story

Tolstoy ve Modern İşçi Hareketi – Lenin

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ