Dostoyevski’nin insanları yaşamın özünü kavrayabilmek uğruna savaşır. Önüne çıkan her şeyi bu uğurda feda eder. Kendisini bile.

dostoyevskiDostoyevski’nin insanları yaşamın özünü kavrayabilmek uğruna savaşır. Önüne çıkan her şeyi bu uğurda feda eder. Kendisini bile.

Alman edebiyatının ilk eleştirmenlerinden filozof Lessing, “Tanrı bana bir elinde hakikati, bir elinde hakikat için arayışı sunacak olsaydı, ben ikincisini seçerdim” der.

İnsan için arayış gerçeğe ulaşmaktan, tamamlanmaktan daha büyük bir fazilet olarak görülür. Tamamlanma isteği insanı sancılı bir arayışa sürükler. Ancak kişi kendini tamamlayınca kendini dış dünyaya kapar, arayışını bitirir. Elde ettiği tamamlanmışlık kendini tatmin etmez.

Belki bu yüzden Rus edebiyatının en önemli yazarlarından Dostoyevski’nin eserlerindeki kahramanlar hep arayış halindedir. Stefan Zweig’ın dediği gibi, Dostoyevski’nin insanları sonsuzluğa uzanan yaşamın suyunu çeşmelerden değil, ana kaynaktan içmek isterler.

Dostoyevski’nin insanları yaşamları boyunca arayış halinde olmak ister. Gerçekliği bulacaklarını bilirler, girmek istemezler. Elde ettikleri gerçeklikle tatmin olmayan karakterler sonsuz duygulara yönelir.

İnsan yaşamak için varlığını bir nedene dayandırmak ister. Somut nedenlerle varlığının dayanılmaz sancısını hafifletmek ister. Bu yüzden mevki, makam, kudret, para, iktidar gibi görünür zenginliklerin peşine düşer. Dostoyevski’nin insanları maddi zenginlikleri elinin tersiyle iter. Hepsi Petersburg’un şaşalı ve lüks yaşamını gördükten sonra elinin tersiyle itip arka sokaklarda, nemli çatı katlarında, meyhanelerde, daracık sokaklarda yaşamlarına devam eder.

Her insanda dünyanın bütün sorunlarını vücuda geçiren Dostoyevski varoluş kaygısını, iyi ve kötü arasındaki sınırları zorlar. Dostoyevski’nin insanları iyi ya da kötü olarak ayrılmaz. Karakterlerini şeffaflığıyla sunar. Kendilerini samimi duygularımızla anlamamızı isterler. Duyguların en derinini, yaşamın sunduğunun hep bir fazlasını beklerler. Alyoşa’nın tahminine göre bu yolda ilk basamağa adımını atan sonuna kadar çıkmak zorunda.

Keder, Dostoyevski’nin insanlarının alın yazısı. Acı çekmeyi bireyin kendini gerçekleştirmesi yolunda atılan adım olarak görür. İnsan ruhu ne kadar acı çekerse o kadar hayatı anlar. Kederlerinden kurtulmaya çalışmazlar, sevmeye çalışırlar. Çünkü keder dönemsel, atlatılması gereken bir duygu durumu değildir onlar için. Yaşamlarının anlamı, en büyük mutlulukları. Zenginlik, mevki, makam nasıl hor görülüyorsa kişisel zevklerden mutlu olmak da hor görülür. Dostoyevski kahramanlarını öyle bir yetiştirmiş ki kederlerini sevmedikleri zaman mutsuz olurlar. İvan Karamazov’un öfkeyle haykırdığı gibi: “Toprak gözyaşlarıyla sulanmıştır, en derindeki çekirdeğine kadar.” Bu yüzden Raskolnikov kendisini kederden kurtarmaya çalışan Sonya’yı iter, Nelly doktorun verdiği tozları fırlatır.

Dostoyevski’nin insanları yaşamın özünü kavrayabilmek uğruna savaşır. Önüne çıkan her şeyi bu uğurda feda eder. Kendisini bile. Raskolnikov, Sonya’ya itirafta bulunduğunda, “Napolyon olmak istedim, onun için de öldürdüm…” der.

Makar Alekseyeviç’in, “Utanmayın, sahte bir utangaçlık bu. Yeter ki siz en samimi bir şekilde pişman olun” sitemiyle duyguların şeffaflığını vurgular.

İnsan psikolojisini en derinine kadar inceleyen Dostoyevski, onları Tanrı karşısında nasılsa öyle kabul etmek ister. Acı çekmeyi günahların kefareti olarak gördüğü insanlarını kanlı, canlı, acılarıyla okuruna sunar ve fısıldar:

“Ah, insanın birliğine inanmayın.”

Derya Önel

(Kaynak: Stefan Zweig, Üç Usta, Can Yayınları, 2015)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir