Sizin için daha önce okuduğunuz bir yazıyı* Türkiye’yle karşılaştırarak vermek istedik.
Yazımız Finlandiya eğitim sistemi ve Türkiye üzerinedir.

”Finlandiya eğitim sistemi düşük maliyetler, kısa okul saatleri, ile yüksek akademik başarıyı; bireyselliğe, bağımsızlığa önem veren, öğrencilerine kendi eğitim programını kendi düzenleme sorumluğunu yükleyen eğitim anlayışıyla bol boş zamanı, eğlenerek öğrenmeyi birleştiren Fin eğitim sistemi hala eğitimin rüya ülkesi olmaya devam ediyor.”

Türkiye eğitim sistemi çok yüksek maliyetler, uzun okul saatleri ile en yüksek başarıyı, ama her türlü başarıyı; vatanına, milletine, geleneklerine önem veren, öğrencilerine dersleri takip etme zorunluluğu yükleyen eğitim anlayışıyla her zamanını okulu, eğitimi ve evi ( okulda öğretmen, evde ebeveynleriyle didişerek geçirmesini ) birleştiren yapısıyla hala başarısız olmamak için eğitimde yapılmaması gerekenler neler olabilir ? sorusuna verilen cevaplarla eğitimin örnek ülkesi olmaya devam ediyor.

İşte size Türkiye eğitim sistemiyle ilgili 9 şaşırtıcı gerçek.

-1-

”Finlandiya’da zorunlu okula başlama yaşı 7. Yaşları ne olursa olsun, çocuklar okula kendileri yürüyerek ya da bisikletle gidiyor. Fin kültürü çocukların bağımsız yetişmesini önemsiyor. Çocuklarını okula getirip götüren, ders çalıştıran ebeveynler diye bir şey yok.”

Türkiye’de okula başlama yaşı tabiki daha ana karnında başlar. Çocuklar daha doğmadan onların geleceğine dair planlar, umutlar, özlemler ve hayaller devreye girer. Geleceğini şekillendirmek için çoğunlukla oyuncaklara boğar, kendi cinsiyetinin eğitimine uygun şekillendirir, zeki olduğunu düşünmek için elimizden geleni ardımıza koymayız. Kendimiz için yapamadığımız ne varsa onun sırtına yüklemek için sabırsızlanırız. Okula başlayana kadar kendini ifade etmesine, duygularını tanımasına ve bağımsız birey olmasına katkı sunmak için olmadık şekillere gireriz. Daha sonra okulun, kültürün buna hazır olmadığını gördüğümüzde özümüze geri döneriz ama çoktan ayarları bozulmuş bir çocuk olarak karşımıza çıkar.

Ayrıca bizim çocuklarımızın bir kısmı da kendileri yürüyerek ya da bisikletle gidiyor. Dereler geçip karları aşıyorlar. Tamam bisiklette giden çocuk yok. Daha iyi okullar merkezde, uzakta ve köşe başlarında olduğu için oralara kadar servisle, arabayla taşınırlar. Bilgiye hemen ulaşamayacaklarını, ulaşsalarda bunun kendileri için bir şey ifade etmeyeceklerini daha küçük yaşta öğrenmeye başlarlar. Bilginin para kazanmaktan daha zor olduğunu anlarlar.

Türkiye kültürü çocukların bağımsız yetişmesini önemsiyor. Hem de çok. Nasıl mı, merak etmeyin anlatacağım. Ne meraklı çıktınız. Fin kültüründe bu kadar sabırsızlık yok ayrıca Fin kültüründe çocuklarını okula getirip götüren, ders çalıştıran ebeveynler diye bir şey de yok. Bize lazım değil böyle aile. Biz öyle aileyi çocuğuyla ilgilenmeyen, sahip çıkmayan bir aile olarak düşünürüz. Çocuk dediğin ile başlayan cümleler kurarız. İnsanın ilgilenecek bir şeyi olmalı değil mi hayatta. En güzeli de çocuk. Çocuğun her şeyine karışmak, onu mıncıklamak, kucaklamak, döverek sevmek, makas almak ve ruhunun, zihninin her alanına müdahale etmek isteriz. Bizden bir şeyler taşısın, bizi unutmasın isteriz. Hatasını affetmeyiz ama patronumuzdan affedilmeyi bekleriz. Her şeyini görür, yorum yapar, kafaya takar ve önemseriz ama birisi bize aynı şeyleri yaptıkları zaman ruhumuz daralır, sıkıntılara düşeriz. O yüzden bizde bağımsızlık önemli.

-2-

”Fin eğitim müfredatı basit ve genel bir çerçeve tanımlamaktan ibaret. Öğrenciler, kendi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kendi eğitim-öğretim programlarını şekillendirme haklarına sahipler. Öğretmenler de öyle.’

Basit adamların basit müfredatları olabilir işte diyebilirsiniz. Bilimde, teknolojide, yaşam biliminde usta olabilirler ama salaklar, çabuk kandırılıyorlar, yalnızlar, duygusallıklarını kaybetmişler, sokakta dilenci görseler başlarını çevirirler. Yardımlaşma ve dayanışmalardan haberleri yok. Çoğu zaten ateist. İntihar oranı acayip çokmuş. Küçücük evlerinde küçük küçük hayalleriyle yaşıyorlar diyebilirsiniz. İşte bütün bunların sebebi buymuş.

Bizim müfredatı biz belirlemeyiz her yıl toplanırlar ve karar verirler bizim adımıza, biz neden düşünelim, karar verelim, böyle büyük bir işin içine girelim ki. Olmaz; kaderimiz, ne öğreneceğimiz, nasıl öğreneceğimiz hep yukarıdan bize verilir. Verilsin. Bizim öyle basit ve kendi işimizi kendimizin yaptığı işe ihtiyacımız yok. Bizler pratik adamlarız. Bize her zaman bir baş, lider olmalı ki o sorumluluğu alsın. Aman allah başımıza bir şey gelir, bunca vebalin altına biz girmeyelim. Hele öğretmenleri kendi başlarına müfredatı belirlemelerini teşvik etmek mi o olmaz. Kültürümüze ters bu.

-3-

”Finli öğrencilere eğitim hayatlarının ilk altı yılında hiçbir şekilde not verilmiyor. Sekizinci sınıfın sonuna kadar not verme zorunluluğu yok ve öğrenciler standardize edilmiş bir sınav sistemine tabi değiller. Sadece 16 yaşlarındayken ülke genelinde bir sınava giriyorlar.”

Biz insanın ne olduğunu hemen anlamamız gerek. Güvenmek isteriz. Yaptıklarımızın işe yarayıp yaramadığını belirlemek ve suçlu kim onu bilmek isteriz. O yüzden sınav, not, sözlü, proje, dönem ödevi, davranış notu vb önemli. Bunları yapmazsak kendimizi rahatsız hissederiz. En özgür ruhlu öğretmenimiz bile mecburum yapmak zorundayız der. Bir not verir. Kimse risk sevmez. Onlarda eleman, insan az o yüzden eldekileri okuldan, eğitimden soğutmamak için notları kaldırmışlar diyebilirsiniz. Bizim mutlaka elememiz, en iyi olanı çıkartmamız, üstün tarafımızı göstermemiz gerekiyor.

-4-

”Öğretmenler gün boyu sınıfta ortalama dört saat ders veriyor. Haftada iki saati ise mesleki gelişimleri için eğitimlere katılmak için ayırıyorlar. İlk okulda öğrencilerin ders dışı/teneffüs olarak geçirdikleri zaman toplam 75 dakika. Amerika’da bu oran 27 dakikaya kadar düşüyor. Türkiye’de ise ortalama 45 dakika.”

Yuh. Yazık o öğretmene. Sürekli ders, okul, eğitim düşünmek zorunda. Bir de kendilerini geliştirmeye ihtiyaçları var. Hani bağımsız yaşam, bağımsız mı oluyor şimdi öğretmen. Deseki ben katılmıyorum, ne olacak? Öğretmenin kafasını kaşıyacak zamanı yok. Böyle olmaz. Oranın eğitim sendikaları sanırım yeterince öğretmen haklarını önemsemiyor. Diyebilirsiniz onlar çok maaş alıyor, yaşam koşulları iyidir. Ne gerek var. Bilmem. İnsan bütün gün iş mi düşünecek canım.

Bize bakalım diyebilirsiniz ki az maaş alıyorlar, çalışma koşulları çok ağır, veliler hiç yardımcı olmuyor, okul idaresi hiç desteklemiyor. Öğretmenler de bu öğrenciler olmasaydı da ne de güzel eğitim-öğretim olurdu diyebilirler. Demeyenler de var. Hırsla, çabayla bir çok kişinin hayata tutunmasına yardımcı olmuş iyi karakterli, idealist ruhlu insanlara denk gelmişseniz tabiki. Bir sistem bu tarz bir öğretmen kişiliğini zorunlu kılmadığı için siz artık karşınıza çıkan öğretmen yaklaşımıyla ruhunuzu ve geleceğinizi şekillendirmeye çalışır, hayaller kurarsınız. Dersinle ilgilen, çalış, oku adam ol baban gibi olma gibi bir yaklaşımla içinizden geçenlere uzaklaştığınız bir eğitim öğretim anlayışını günün her saati düşünmek zorunda kalabilirsiniz.

-5-

”Tüm öğretmenlerin en az master derecesi var ve üniversite başarısı en yüksek %10’luk dilim arasından seçiliyorlar. Öğretmenlik toplum gözünde statüsü en yüksek mesleklerden biri. Finlandiya öğretmenleri başarılı-başarısız olarak yargılamayan bir kültüre sahip. Eksikleri bulunan öğretmenlerin, yeni eğitim-öğretim programlarıyla kendilerini geliştirmesinin önü açılıyor. Hiçbir öğretmenin performans nedeniyle işten atılma korkusu yok.”

Bizler eti senin kemiği benim anlayışıyla şekillenen bir toplumun içinde her zaman öğretmene, muallime değer vermiş, onlara köyde yumurta, yağ, bal; şehirde çiçek, kalem ve saat götürmüş bir toplumuz. Bize kimse anlatmasın öğretmene değer vermeyi. Şimdilerde biraz değeri düşmüş olabilir. Herkes güvenli ekmek kapısı diye öğretmenliğe başvurabilir. Seçme seçilme yine önemli sınavlarımızı geçerse var. Henüz performansa dayalı sisteme geçmedik ama geçersek sanırım daha güzel, daha çalışkan, daha mutlu öğretmenlerimiz olacak. Kısaca öğretmenin kendini, geleceğini, yaşamını düşünmesi için elimizden geleni yapıyoruz.

-6-

”Öğrencilere ödev verilmiyor çünkü öğrenmenin yeri okuldur. Her çocuğa bir birey olarak değer veriliyor. Çocuklardan biri yeterince iyi öğrenemiyorsa öğretmenleri bunu hemen fark ediyor ve çocuğun öğrenme programını onun bireysel ihtiyaçlarına göre düzenliyor. Aynı şey, okula uyum göstermeyen, sıkılan ya da öğrenim durumu programın ilerisinde olan çocuklar için de geçerli. Öğretmenlerin yüksek eğitim düzeyi, çocukların her türlü gelişimini gözlemleyebilmelerini ve esnek çözümler yaratabilmelerinin en önemli nedeni. İstatistiklere göre çocukların ortalama %30’u eğitim hayatlarının ilk dokuz yılında özel programlarla destekleniyor.”

Aç tavuk kendini tavuk ambarında sanarmış. Onlarda kendilerini bir şey sanmak için ellerinden geleni yapıyorlar ama yapsalar ne, Bak bize, biz yapmıyoruz da ne oluyor. Çocuklara çocuk kalması için uğraşıyoruz. Büyümemeleri için kendilerini az ifade etmelerine, ruhları ve zihinleriyle bağlantı kurmamaları için düşünmemelerine çalışmak için elimizden geleni yapıyoruz ne oluyor. Biz de çocuk çok. İnsan bir kere çok. Herkese değer verirsek ne olur başımıza çıkar, kafamızı şişirir. Kendilerini bir şey sanarlar. O yüzden ne kadar ezersek, ekip biçersek, yanlış şeyler doldurursak, kendi düşen ağlamaz, her koyun kendi bacağından, sen çalışmadın sen bu notu aldın diyerek performanslarını örseler, umutlarını köreltir ve ruhlarını pazara süreriz.

-7-

”Fin okullarında spora bol bol yer var ama spor karşılaşmaları yapacak takımlar yok. Rekabet, üstünlük kazanmak Fin kültüründe değer verilen bir şey değil.”

Biz de her türlü spor var maşallah. Rakip, takım olması gerek. Spor yerimiz az olduğu için hemde öyle her spor değil bazı sporlar önemlidir bizde. Adamdan saymayız bazı sporları. Çok para kazanmış, kendini ispatlamış, parmakla gösterilir ve başarılı olması lazım ki onu spordan sayalım. Bizde rekabet önemli onu baştan söyleyelim.

-8-

”Finlandiya’da özel okul yok ve eğitim harcamalarının tümü devlet tarafından destekleniyor. Finlandiya’da okullar birbirleriyle rekabet etmiyor, aksine dayanışıyor. Okulların hemen hemen tümünün başarı düzeyi aynı. Bu yüzden okulun bir diğerine göre ayrıcalığı yok. Eğitim “herkes için eşit imkanlar sağlamak” demek. Eşitlik kavramına olağanüstü değer veriliyor. Tüm çocuklar zeka ve becerileri ne olursa olsun aynı sınıflarda okuyor.”

Dedik ya bir avuç insan. Ayakta kalmak için çok uğraşmışlar ve kendilerine uygun olan bu sistemi bulmuşlar. Biliyoruz bizde de eskiden eğitimin harcamalarını çoğunu devlet yapardı. Özel okullarda vardı. Yabancı kolejler. Azınlık okulları. Şimdi sağolsunlar özel okulların da başarısı düşük olunca orayı da desteklemeye karar verdiler. Böylelikle eşitleneceğiz. Yalnız devlet okullarında destek olmasa da olur. Onlar zaten hep öndeydiler.

Bizim en sevmediğimiz kelime ”eşitliktir.” Bizde her zaman ”ayrıcalık” her zaman en sevilen kelime olmuştur. O fazlalığın içinden sıyrılıp kendine daha çok olanak açmak için elimizden geleni yapmaya çalıştığımız kendimizi gösterme alanı arena olarak gördüğümüz bir sistemdir okul bizim için. Orada yarışır, diğerlerinden daha çok not alır. ‘Bak Alinin çocuğuna senden başarılı ‘ duymamak için elimizden geleni yapar. Alırsak da nasıl ama deyip bir daha çalışmayız.

-9-

”Pek çok Avrupa ülkesi ve Amerika’yla karşılaştırıldığında Finlandiya’da eğitime ayrılan bütçenin daha fazlası sınıf ortamına yansıyor. Çünkü öğretmenler de, yöneticiler de hemen hemen aynı maaşı alıyor. Bu yüzden Finlandiya’da eğitim maliyetleri çok daha düşük. Ancak 15 yıllık kıdemli bir öğretmen ortalama bir üniversite mezunundan daha iyi kazanıyor.

Sonuç olarak bizde bütçe sınırlı öz kaynaklar yetersiz ve çok insan olduğundan kaynaklarımız yeterince olmuyor. Bizde çok az bir farkla öğretmenler ve yöneticiler birbirine yakın maaş alırlar. Emekli olduktan sonra bir ev parası alamasa da bizde öğretmenlik en kutsal meslek.

İnsanlar kendi tarihlerine, kültürlerine, imkanlarına ve yaşam tarzlarına uygun şekilde çözümler geliştirirler. Bizim bugünkü sorunlarımız da bizim dün çözüm diye bulduklarımızın sonucudur. Bütün bunlar dünyanın geldiği şimdiki zamanda artık daha insani, daha toplumcul ve geleceğin yaşam tarzına uygun şekilde yeniden düşünülmelidir. Umarız bu topraklarda büyüyen tüm herkes hiç bir ayrım yapılmadan dünyanın en gelişmiş diye tabir edilen yerinde eğitim görmüş birinden çok fazla fark olmadan eğitim ve yaşam fırsatı bulabilir. Dünyamız böyle bir şeye hazır ama insanlar hala sınırlarla uğraşıyor.

Özgür Özer

Kaynak: * http://www.egitimpedia.com/dunyanin-en-sasirtici-egitim-sistemi-finlandiya/ Handan Saatçıoğlu 2014

Previous Story

Nazım Hikmet… Şiir ve İmge

Next Story

Sait Faik’in büyük aşkı ve son görüşünden sonra ölümü

Latest from Eğitim

ÖDEV ve SORUMLULUK BİLİNCİ – Nejdet Evren

Ev ödevi olarak bilinen eğitim/öğretimin bir parçası haline gelmiş uygulamanın sorumluluk bilincine etkileri, çocukların kişisel ve psikolojik gelişmelerine ne denli katkı sağladığı, aynı öğrenimdeki
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ