Edebiyatla mayalanan bir dostluk hikayesi – Elif Şahin Hamidi

allak-bullakHep sorulagelen “Edebiyat ne işe yarar?” sorusuna bir cevap niteliği taşıyor Allak Bullak. Diyor ki; bizi “insan” yapar!

Marcel Proust, Okuma Üzerine adlı eserinde “Bize yaşanmamış gibi gelen çocukluk yıllarımızda, çok sevdiğimiz bir kitapla geçirdiğimiz günler kadar dolu dolu yaşanmış başka bir zaman belki yoktur,” der. Peki ya çocukken çok sevdiği bir kitabı olmamışsa insanın, kitaplarla bir dostluk kuramamışsa?

İlerleyen yaşlarda -hatta ömrünü çoktan yarıladığında- kitapla, edebiyatla tanışması, okuma yazma bilmediği için bir başkasının kendisine okuduğu kitaplarla edebiyatın büyüsüne kapılması olası mıdır? Üstelik okumayı bile o yaşlarda sökmesi mümkün müdür? Evet, Maire-Sabine Roger’in sinemaya da uyarlanan Allak Bullak adlı neşeli romanının kahramanı Germain Chazes, bunu başarıyor. Ve evet, Germain’in deyişiyle “eğitimsiz olmamız, öğrenemeyeceğimiz anlamına gelmiyor”… Yazar; yarı çatlak Germain ve bir bankta oturup saatlerce güvercinler ve de kitaplar üzerine sohbet ettiği yaşlı dostu Margueritte’in hikayesi üzerinden edebiyatın ne kadar güçlü bir sihir olduğunu bir kez daha ispatlıyor. Edebiyatın, insanı nasıl değiştirip dönüştürebildiğinin güzel bir örneği bu hikaye…

İnsanın; çocukluk döneminde, kendisine bambaşka kapıları aralayan, farklı diyarlara seyahat etmesini sağlayan kitapları unutması mümkün değil. Erken yaşlardan itibaren kitaplarla bağımızın sağlam olmasında ailemizin ve öğretmenlerimizin de büyük payı var elbette. Ya da tam tersi; okuldan/okumaktan soğumamıza, kitaplarla aramıza koca bir duvar örmemize sebebiyet verenler de aynı kişiler. Tıpkı Germain’in başına gelen gibi. Anne sevgisi nedir bilmeyen, başlangıçta örnek alacak kimsesi olmayan ve her şeyi tek başına keşfetmesi gereken Germain, okul hayatında da feleğin sillesini yiyor. Çünkü haybeye bilgi tıkan, korkudan insanın ödünü koparan bir öğretmeni var ne yazık ki. Germain şöyle diyor: “Yeterince yetenekli, sabırlı falan olan öğretmenler, öğretme işini doğru düzgün yaparlar. Hafızanı tatlılıkla doldururlar, ta ki gerekli kıvama gelinceye kadar. Ama bazıları da öğren ya da geber tarzındadırlar! Kafalara doldurdukları o bilgileri, nereye gireceğini bile düşünmeden ha babam beyninize tıkıştırırlar. Sonuç: Ters bir yere saplanan en ufak bilgi kırıntısı bile seni boğar. Tek bir arzun vardır: Onu tükürmek ve kendini rahatsız hissedeceğine aç kalmak”. İşte “Çocukları sevmeyen bir namussuz” olan Mösyö Bayle, German’in okuldan ve okumaktan soğumasına neden olan kişi. Ama ne ki Germain yine de şanslı bir insan; çünkü Margueritte gibi bir kitap kurduyla karşılaşıyor; biraz geç de olsa…

Bu tuhaf ve müthiş dostluk nasıl mı başlıyor? Germain, düzenli olarak gittiği parkta, bir banka oturup o ilginç ritüelini gerçekleştirirken. Yani güvercinleri sayarken! Aşağı yukarı 50’li yaşlardaki Germain, sevgi yoksunu annesinin bahçesindeki karavanda yalnız yaşayan ve zamanının çoğunu parktaki güvercinleri sayarak geçiren, “kör cahil, okuma yazması olmayan” bir adam. Ama günlerden bir gün; yine bir park gezintisi sırasında karşısına Margueritte çıkıyor. Üzerinde desenli, saçlarının renginde gri ve eflatun çiçekli bir elbise, düğmeleri ilikli gri yeleğiyle bankta öylece oturan bu yaşlı kadın, Germain’e bambaşka bir dünyanın kapılarını aralıyor. Tıpkı kendisi gibi güvercinleri sayan bu akıl küpü ve edebiyat tutkunu yaşlı kadın, eğitimsiz Germain’i kendine hayran bırakıyor…

Edebiyat ne işe yarar?

İşte bir parktaki bankta başlayan ve edebiyatla mayalanıp perçinlenen bu garip dostluk, Germain’in kitapların muhteşem dünyasını keşfetmesini sağlıyor. Adeta “haber spikerleri gibi kitap okuyan” bu yaşlı kadın ve okuduğu kitaplar, Germain’i allak bullak ediyor; varlığı hakkında düşünmeye ve kendini sorgulamaya sevk ediyor. Margueritte’nin okuduğu kitaplardan öğrendiği her şey Germain için yepyeni ve başını döndürücü çünkü. Bu ufak tefek hanımefendi, edebiyatın gücü aracılığıyla Germain’in düşünmesine ve sorgulamasına sebep olan düğmeye basıyor işte!

Dahası Germain’i daha duyarlı, daha nazik, daha sorgulayan ve düşünen bir “insan”a dönüştürüyor. Hep sorulagelen “Edebiyat ne işe yarar?” sorusuna da bir cevap niteliği taşıyor bu roman. Diyor ki; bizi “insan” yapar! Çünkü bizi “insan” yapan değerlerin toplanıp bir araya geldiği tek yer belki de edebiyat. Elbette bu sorunun kesin ve tek bir cevabı yok; sadece cevaplardan bir tanesi bu…

Margueritte’in Germain’e okuduğu kitaplar da dikkate değer; ilk olarak Albert Camus’nün Veba’sı ile yola koyuluyor. Şehri istila eden fareleri hayal eden Germain, pis kokulu fare leşlerini neredeyse görüyor. Margueritte, birkaç sayfa okuyup bazı bölümleri atlayarak okumaya devam ederken, Germain adeta oturduğu banka çivileniyor, yerinden kıpırdayamıyor. Edebiyatın sihirli elleri böylece ilk kez dokunmuş oluyor Germain’e. Edebiyat, herkese kafasında kendi filmini oynatma imkanı sunar. Germain de Veba romanını Margueritte’den dinlerken ilk kez bunu deneyimliyor ve aynen şöyle diyor: “Sinemadaymış gibiydim; ama sanki film sadece benim için oynatılıyordu, kafamın içinde”. Bu müthiş ikilinin okuma yolculuğu Romain Gary’nin Şafakta Verilmiş Bir Sözüm Vardı adlı otobiyografik romanı ile devam ediyor. Germain’e çocukluğunu öyle çok hatırlatan bu roman, bir kitabın insanı nasıl geçmişe götürebileceğini gösteriyor; hem Germain’e hem biz okurlara. Ardından Şilili yazar Sepulveda’nın Amazon yerlileri ve daha pek çok şeyden bahseden incecik eseri Aşk Romanları Okuyan İhtiyar’ı okuyor Margueritte. Germain, Amazon yerlileri hakkında bir sürü ilginç şey öğrendiği bu kitaba kelimenin tam anlamıyla vuruluyor; kendi deyişiyle “kenenin köpeğe yapıştığı gibi yapışıp kalıyor her satırına”. Ve inanamayacaksınız ama gün geliyor Germain, Margueritte’e kitap okuyor; kütüphaneden aldığı Jules Supervielle’nin Engin Denizlerin Çocuğu öykü derlemesini…

Peki neden ve nasıl bir böyle bir işe girişiyor Germain? Bunu merak edenleri Germain ve Margueritte arasında güvercinler, kelimeler, kitaplar, sözlükler ve edebiyatın büyüsü üzerinden kurulan ilgi çekici dostluğun hikayesini resmeden Allak Bullak’ı okumaya ve edebiyatın büyüsünden nasiplenmeye davet ediyorum… Oldukça neşeli bir romanla tanışacağınızı da belirteyim. Marie-Sabine Roger’in mizahı elden bırakmayan üslubu, üzerine çokça düşünülesi bu hikayeyi hayli neşeli ve eğlenceli hale getiriyor.

Elif Şahin Hamidi

(03-07-2014, http://www.sabitfikir.com/)

Kitabın Künyesi
Allak Bullak
Orjinal isim: La Tête En Friche
Marie-Sabine Roger
Kırmızı Kedi / Roman Dizisi
Çeviri : Aylin Yengin
İstanbul, 2014
192 s.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir