Edebiyatla Siyaseti Sevgide Yoğunluklu Kılan Bir Kalem: Mikail Erdil i Hatırlamak – Müslüm Kabadayı

Dostluk, defne gibi yaprağı hep yeşil kalan ve mücadelede zafer kazananların alınlarını taçlandıran bir içtenlik bağıdır. Altının yere düşmekle kirlenmeyeceği gibi gerçek dostluk, aradan yıllar geçse de sevgi ve güveni yeniden harlayan bir duyarlıktır.
Mikail Erdil?le çalışma koşullarımız nedeniyle kesintiye uğrasa da 15 yıl süren bir dostluğumuz oldu. 1985?te Ankara?da tanışmamızla başlayıp 2000?de ölümüne kadar süren fiili süren ilişkimiz, sonraki yıllarda anıların canlı tutulması, edebi ve siyasal alanda gündemde tutulmasıyla devam etti. Ancak, birçok yetenekli insan ve nitelikli ilişki gibi Mikail Erdil?in üretimleri, toplu bir çalışmanın sonucu olarak yapıtlaştırılıp gün ışığına çıkarılamadı. Bu noktada dostluğun vefayla taçlandırılamaması bakımından kendimi de sorumlu tutuyorum. Peki, niye böyle bir tabloyla karşılaşıyoruz?
Doğrusu, bu sorunun ayrıntılarıyla değerlendirilmesi, başlı başına bir yazının konusu. Ancak, şu bağlantı cümlesiyle böyle bir çalışmaya da kapı aralayarak, birçok alanda olduğu üzere edebiyat dünyasında da neden bir vefasızlığın egemen olduğunu, Mikail?in konumundan yola çıkarak şöyle değerlendirmekte yarar var: Kapitalizm koşullarında o denli parçalanmış hayatlar var ki, bu parçalanmışlığın önüne geçen bir kurumsallaşma, ilişki ağı ya da arşivcilik geleneği yaratamamışsanız, vefalı insanların özel çabalarına, olanaklarına kalmışsınız demektir. Örneğin, TÜSTAV kurulmamış olsaydı, Türkiye sosyalist hareketinin önemli belgeleri, tarihsel kişiliklerin yanında anı ve belgeleri bulunan diğer kişilerin yapıtları gün ışığına çıkamayacaktı. Ülkemizde son yıllarda bunun önemi fark edildiği için bu türden oluşumların gündeme gelmesini sevinçle karşılamakla birlikte, güçlenmeleri ve yayınları başta olmak üzere etkinliklerinin yaygınlaşması için ortaklaşmacı mücadelenin yükseltilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Açık söylemek gerekirse Mikail Erdil?in bir dönem siyasal mücadelede bulunduğu örgütsel geleneğinin, gerek kapsamlı arşiv oluşturma, gerekse üye ve dostlarının üretimlerini gün ışığına çıkaracak bir yayın yapma politikası olmadığından, bugüne kadar onunla ilgili kapsamlı bir çalışma yapılamamıştır. Öyle ki, bırakalım yayın yapılmasını bu geleneğin ?Kaybettiklerimizi Anıyoruz? etkinliği için ad saptaması yaparken, benim bilgilendirmem dışında onun hatırlanmaması da düşündürücü olmuştur. Bu basit bir sorun olarak algılanamayacak kadar önemlidir ve siyasal tarihimiz yanında kültürel değerlerimiz bakımından mutlaka aşılarak geleceğe nitelikli bir miras bırakmak için ?sevgisizlik?i yenip ?dostluk kurma?yı temellendirmemizi zorunlu kılmaktadır.
DTCF?de öğrenciyken, Tiyatro Bölümü?ne öğrenci olarak gelen Mustafa Yavaş?la tanışıp dostluk kurmaya başladığımızda 12 Eylül karabasanı ülkemize çökmüştü. Bir yandan toplum işkence başta olmak üzere yoğun baskı araçlarıyla zapturapt altına alınmaya çalışılırken, diğer yandan öğrenci gençlik olarak 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası?na ve yeni kurulan YÖK?e karşı kendi çapımızda mücadele yürütmeye çabalıyorduk. Bunun ilk bedelini Mamak Cezaevi?nde üç ayı aşkın tutuklu kalarak öderken, ardından da ülkemiz için yüz karası uygulamalardan biri olan ?güvenlik soruşturması? nedeniyle 5 yılda öğretmenlik hakkımı kullanamamıştım. Mustafa Yavaş, yanılmıyorsam 1983?te Kıvılcım Vafi ve Murat Koçak?ın da içinde bulunduğu genç kalemlerle bir arayış içine girmişler, ?Nitelik Derleme? başlığıyla yayın çıkarmaya başlamışlardı. Sıhhiye?deki Sağlık ya da Halk Sokak?taki bürolarına gitmiş, onlarla tanışmıştım ama askerlik nedeniyle Ankara?dan ayrıldığım için sağlam bağ kuramamıştım. 1985?te tekrar Ankara?ya geldiğimde Gölbaşı?nda elektrik mühendisi arkadaşım Şemsettin Dertli?yle çalışmaya başlamış, diğer yandan da Mustafa Yavaş?la temas kurarak ?Nitelik Derleme?de yazan genç arkadaşlarla buluşmuştum. Mikail?le tanışmamız da bu buluşmaların birinde gerçekleşmişti.
İçinin sevgi sıcaklığını sakin konuşması, derinden gelen kahkahasıyla dışa vuran Mikail?le kısa sürede kaynaşmıştık. Toplantılarımızı daha çok Mustafa?ların Emek?teki evlerinde, Kıvılcım Vafi?nin çalıştığı bilgisayar şirketinde, bazen de Gölbaşı?ndaki çay bahçelerinde yapıyorduk. Çalışma koşullarımın zorluğu ve gece Gölbaşı?na dönmenin olanaksızlığı nedeniyle haftada bir aralarına katıldığım bu güzel insanlarla bazen Bayındır Sokak?taki Büyük Ekspres?te oturduğumuz, yazdıklarımızı paylaştığımız, hatta yan masalardan katılımlarla sanat ve siyaset üzerine yüksek sesle tartıştığımız olurdu. Doğrusu, 25 yıl sonra o sahneleri anımsadığımda o sohbet ve tartışmalardan çok şey öğrendiğim kadar, öyle mekanlara bugün de yabancı kaldığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Farklı düşünenler olabilir, alanı ve içeriği ne olursa olsun, ortaklığa dayanan her türlü faaliyetin dingin ve disipline edilmiş kafalarla ve buna uygun ortamlarda tartışılarak uygulamaya dönüştürülmesini hep önemsedim. Eğlenme ve muhabbet ortamıyla karıştırılmamasına hep özen gösterdim. Mikail?le ortaklaştığımız noktalardan biri de buydu.
1985 sonlarında hemfikir olduğumuz arkadaşlara Ankara?dan Hürriyet Bağcı, Mehmet Bıçak da katılmıştı; Mikail, Dokuz Eylül Matematik Bölümü?nde okuduğundan (sanıyorum bir dersi kalmıştı) İzmir?den tanıdığı Cevat Akkanat, Mehmet Pekel arkadaşlarından yazılar getiriyordu. Sanat anlayışımız ve ürünlerimizde seçtiğimiz konularla bunları işleyişimiz, dil özenimiz temel noktalarda ortaklaştığı için bir yayın çıkarmaya karar verdik. Kıvılcım Vafi?nin önerisi ve bizlerin katkılarıyla yayının ?Yaşamın Tüm Birimlerinde Yoğunluk Sanat Kitabı? adıyla çıkmasında hemfikir olduk. Bir yandan ürünlerimizi değerlendirirken diğer yandan da basım koşullarını yaratma çabasındaydık. Matbaacı dostlarımın Karanfil Sokak?ta kurdukları Büro 86?yla anlaşarak ilk sayımızı 1986 Kış sayısı olarak edebiyat dünyasına kazandırdık. Aynı yılın haziranında ?Yaz?, ekiminde de ?Güz? sayılarını yayımladık. Şiir, öykü ve denemelerin yer aldığı bu sayılarda Mikail Erdil, Mustafa Yavaş, Cevat Akkanat, Hürriyet Bağcı, Mehmet Bıçak, Müslüm Kabadayı, Ayşegül Peldek, Mehmet Pekel, Besim Çalışkan, Kıvılcım Vafi ve Murat Koçak yer aldılar.
?Yoğunluk? ekibinin bir yılı aşkın süren düzenli toplantı ve buluşmalarında tartışılan ve konuşulanları not tutuyorduk ama bunlar nerede kaldığını bilemediğimizden, şimdi yararlanmadığımız için üzgünüm. O zaman da arkadaşlarıma bunun önemini hatırlatıyordum, edebiyat tarihi açısından bu notların, yazılarla ilgili yapılan değerlendirmelerin mutlaka arşivlenmesi gerektiğini söylüyordum. Benim tuttuğum arşiv birkaç kez yağmalandığı için o dönemden hiçbir belgeye ulaşamamanın acısını duyuyorum. Ulaştığım dostlarımın da benden farklı bir konumda bulunmadıklarını biliyorum. O nedenle daha sonra böyle faaliyette bulunduğumuz Trabzon?daki ?Katılım Emek-Sanat?, Antakya?daki ?İnsancıl Güney Bülteni? ve ?Amik?, Adana?daki ?Lül?, Ankara?daki ?Edebiyat Sanat ve Eğitimde Yoğunluk? dergi çalışmalarımızın kimi belgelerini korumayı başarabildim. Bu çalışmalarda yer alan diğer arkadaşlarımızın da arşiv tuttuklarını biliyorum. Keşke, ülkemizde güvenilir ve kapsayıcı bir edebiyat müzesi olsa da ülkenin her noktasında çıkan bu yayınların tüm arşivi orada toplansa; böylece hem araştırmacıların hem de yeni kuşağın bu birikimlerden yararlanmaları kolaylaştırılsa.
Başa dönecek olursam, 1985?te başlayan dostluğumuz; benim Trabzon ve Hatay?da, Mikail?in de Zonguldak ve İzmir?de öğretmenlik yapmamız nedeniyle kesintili sürdü. Ancak içimizde dostluk ateşi hep közlüydü, hiçbir zaman küllenmedi; her buluşmamızda sımsıkı sarılır ve saatlerce konuşurduk. Şiirlerini, yazılarını bir kitap haline getirmesini telkin ederdim; ancak kişiliğiyle örtüşen bir yazdıklarını dağıtma tavrı vardı. Çok az üretirdi ama sağlam bir çatı kurardı üretimleriyle. Yıllar sonra kardeşi Pervin ve eşi Ayşegül?le bağlantı kurabildiğimde çok sevinmiştim. Yayımlanmamış yazılarına, şiirlerine daha çok ulaşma umudum güçlenmişti. Ayşegül, onun ?Yazı? başlıklı şiirini gönderdi. Hem bu şiirdeki ?yıkım ve yalnızlık?a başkaldırı, hem de ?yaşamın Tüm Birimlerinde Yoğunluk Sanat Kitabı?nın ikinci sayısındaki ?Sırık? başlıklı yazısını giriş bölümündeki ?Siz! Özgürlük istiyorsunuz!?… Her şeyin ederi beş kuruş. Alın size düşleriniz kadar şapka. Giyin gezin sokaklarda. Gönüllü er yazdılar sizi de yarın çıkacak savaşa.? cümleleri, onun niçin yazdığına işaret ediyor. Matematik eğitimi almış bir şair-yazar olarak, ?denge?nin kurulma ve bozulma noktalarını dille de iyi kurduğunu bildiğim onun, tüm şiir ve düzyazılarını bir araya getirdiğimizde ona vefalı olabileceğimizi düşünüyorum. Yakınları ve dostlarının elinde bulunanları haber vermesiyle işe başlayabiliriz. Böylece pratik zamandan teorik zamana geçirebiliriz Mikail Erdil?le dostluğumuzu?

YAZI
Al yaz beni tüm düşmanlarının
tüm korkularının
geçmişsizliğinin ve acılarının yerine
vahşetin ve kıyametin yerine yaz beni
Kötü yürekli devlerin
canavarların
vahşi kapitalizmin yerine yaz
Yaz beni
uzaklıkların
oralarda olamamanın yerine
Senin için öleceğim yarın
Dokunamamanın yerine
dokunulamamanın yerine
düşlerine yaz
hiçbir zaman bağışlamayan zamanın yerine
hiçbir zaman gelmeyecek olanın yerine
hiçbir zaman olmayacak olanın yerine yaz
Aklın egemenliğine yaz
ve kültürün
bilmenin yerine yaz
ve bilmemenin
Aşkın bilgisine
aşkın efsanelerine yaz
öldür beni
Zaman ancak böyle sürdürüyor kendini
Yıkımlarla da gelse
aydınlık olmalı sözlerin
Yıkımların tohumuyla büyüyen çocuk
elinden kurtulamadı şimdiye dek
ayaklananın bir kez bile
Kendin olarak öleceksin
Yalnız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir