Eğitici acı – Çaresiz insana çektirilen acı onu yönetmenin, onun davranışlarına hatta bilincine egemen olmanın bir yoludur.

Acının AntropolojisiEğitici acı
Çaresiz insana çektirilen acı onu yönetmenin, onun davranışlarına hatta bilincine egemen olmanın bir yoludur. Burada acı ve günahın birlikteliği tuhaftır. Ahlak kurallarına her türlü tecavüz olayı yasayı temsil edenler açısından işlenen günahın derecesine göre ayarlanmış bir acıyla karşılık verilmesini gerekli kılar ilke olarak. Acı vermek ceza vermektir, bedenin gerçek ya da sözde bir ahlaksızlığına işarettir; davranış sapkınlıklarını cezalandırır.

Sözgelimi Yunan ya da Roma toplumunda babanın aile ya da köleleri üstünde sınırsız bir gücü vardı. Genellikle bedensel cezalar uygulanırdı. Roma’da kırbaçlarıyla sokaklarda dolaşan efendilerin ceza taleplerini yerine getiren insanlar vardı ve bir meslek haline gelmişti bu iş. Özellikle öğrencinin direnmesi durumunda, cezanın eğitimin bir parçasıydı. Kaldı ki bu iki kavram “Helenistik dönem Yunanlıları, Firavunlar ya da Yahudiler için farklı değildi birbirinden. İskenderiyeli Kutsal Kitap çevirmenleri İbranice tnûsar (eğitim, ceza) sözcüğünü kendileri için sadece ceza anlamına gelen paide- ia sözcüğüyle karşılamakta bir sakınca görmemişlerdir. Latin geleneği de aşağı yukarı aynıdır.”195 İbranice musâr ve töka- hath sözcüklerinin kökleri yst ve ykh’dir ve bunların her ikisi nin de anlamı güzel sözlerle ya da ahlak öğütleriyle “terbiye etmek” ya da cezalandırmaktır.196 “Disiplin” Latince disciplina, “eğitim, bilim, askeri disiplin vb” sözcüğünden gelir. XIV. yüzyıla kadar sözcük özellikle Ortaçağ Latin kilisesi kökenli “ceza” anlamına geliyordu, daha sonra “katliam” ve “kırbaçlama aleti” anlamını almıştır.

Kutsal Kitap’ta “eğitici acılar”la ilgili çok sayıda örnek vardır. Burada çekilen acı dünyaya açılma olgusundan çok Tanrının buyruklarının gerçekliğinin ve bunlara sadakatin sarsıcı biçimde hatırlatılmasıdır. Kutsal Kitap inancı öğretmekten çok sınar ya da canlandırır. Kutsal Kitap çoğu zaman ilahi ceza şemasını yineler ve insana Tanrıya karşı görevlerini hatırlatır/’O dövdüğünde arıyorlardı onu. Telaşla Tanrıyı aramaya gidiyorlar sonra dönüyorlardı” (Mezamirler, LXXXVIII, 34; ve Ne- hemya, IX, 5-37; I Krallar, VIII, 23-53).” [İsrail] işlediği günahla Tanrının bağışlaması arasında kalır. Yaşamını sürdüren kendisi değildir. Yaşamını özetlemek istediğinde günahla lütuf arasında bir gidiş geliş olduğunu farkeder; bu gidiş gelişin en önemli ânı acıdan, suçlu insanın sefaletinden gelen çığlıktır ve bu da inancın en gerçek ifadesidir”197 diyor J. Coste. Çekilen acı insanın kusurlarının düzeltilmesi, bir yenilenme şansı olduğundan Eyüb’ün arkadaşları acının eğitici değerini hatırlatırlar kendisine: “Ne mutlu Tanrının terbiye ettiği insana! Ve Kadirin cezasını küçümseme sen” (Eyub, V, 17). Ya da Süleyman’ın Mesellerindeki: “Tanrı insanı hasta yatağında acıyla terbiye eder, yatağında acıyla terbiye eder” (XXXIII, 19). Yoldan çıkan birine ceza olarak çektirilen acı davranışları ve tavırları düzeltir ve Tanrıya sadakata götürür. Efraim şöyle hitap eder ona: “Beni terbiye ettin, ve boyunduruk nedir bilmeyen bir boğa gibi terbiye oldum, beni döndür, döneyim çünkü benim Tanrımsm. Evet, ben döndükten sonra, anladığım zaman pişman oldum, dizimi dövdüm.” (Yeremya, XXXI, 18 ve devamı). Hatta Efraim hak etmiş olduğuna inandığı cezasını tamamlamak için kendi elini de uzatır.

Tanrıyla düzensiz bir ilişki insanların kendi aralarındaki ilişkilere de yansıyan bir paradigma çizer. Ama insanların kendi aralarındaki ilişki bağlamında terbiye ilkesi ve acının günahkârın iradesine karşı bilinçli bir biçimde dağıtılması Tanrı kelamını doğrulamaz artık ve daha ziyade dindışı siyasal, sosyal ve kişisel nedenlere dayanır. Acının özel bir ceza olarak empoze edilmesi çok sık rastlanan keyfi bir durumdur. Özellikle çocuk günahı cezalandıran ve doğru yolu gösteren uzun bir sopa gibi algıladığı bu acıyla yoğrulmuştur. Örneğin bir Herculanum resminde bir öğrenci iki köle tarafından omuzlarından ve ayaklarından tutulmuştur, üçüncü bir köle de kırbaçlamaktadır çocuğu.

Ayn bir yaş kategorisi olarak çocukluk duygusu P. Aries’in çalışmalarında görüldüğü gibi batı tarihinde yeni bir olgudur. Çocukluk döneminden gençliğe geçiş dönemi uzun süre pek belirgin biçimde anlaşılamamıştır. Şiddet sosyal ilişkiler içinde dağılmıştır, hiçbir yaş sınıfını dışarda bırakmaz. Okul dünyasında öğrencileri koruyan ve üzerlerinde belli bir otoriteye sahip görevliler vardı ve bunlar, çocuklar kendilerine, istedikleri kadar para getirmeyince ya da davranışlarını beğenmediklerinde döverlerdi onları. Bu ilişkilere şiddetten yoksun olmayan koruyuculuk ilişkileri egemendir. Deneyimsiz delikanlılar fiziksel ya da manevi kötü muamelelerin çok sık görüldüğü geçiş törenlerinden sonra öğrencilik statüsüne kavuşurlar.”Es- ki insan şiddet ve kötü muameleyle eziliyordu, bu şekilde hem aşağılanıyor hem de efendilerine sadakat göstermek zorunda kalıyordu; boyun eğdiriliyordu kendisine ve artık geri dönülmez bir biçimde boyun eğdiği topluluğa ait oluyordu.”198 Dinsel otoriteler esasen gençlerin dünyasına özgü bir olgu olan bu deneylerle ilgili kuralları belirlemeye ve bunlara egemen olmaya çalışırlar. Buna karşılık okulda angarya ve kötü muamele görülmemiştir uzun süre; kurallara aykırı davranışlar yemeklerin düzeltilmesi ya da şarap günleri örgütlenmesi amacıyla harcanan tazminatlarla cezalandırılır. Disiplin gün demde değildir henüz. Uygunsuz davranışlara verilen cezalar aslında öğrenciyi topluma kazandırmaya yöneliktir; bu cezalar, öğrenciyi, topluluğa aidiyet duygusunu güçlendiren ters bir ilkeyle terbiye ederek aşın bireyselliği ortadan kaldırırlar.

Ortaçağ öğrencisinin yaşamı küçük bir topluluk içinde geçer ve davranışlarını öğretmenden çok bu topluluk belirler. XVI. Yüzyılda yeni disiplin modelleri gelir. Öğrencilerin sahip olduğu özgürlük kiliseyi rahatsız eder. Yepyeni bir çocuğa bakış anlayışı sonucu çocukluk tamamlanmamış, sakat, gelişmesi için büyüklerin sürekli denetimine ihtiyacı olan bir insanlık figürü haline gelir. Çocuk ilk günahın belirgin bir figürü olur, eksiktir çünkü uygun bulunan disiplin anlayışıyla terbiye edilmemiştir. Üstelik zaafları ve saflığı, etkilere açık olması nedeniyle çocukluk, din adamları tarafından büyük bir titizlikle ele alınması gereken bir çağ gibi kabul edilir. Eğitimcilerin öncelikli sorumluluğu çocukluk çağıdır çünkü onları ya kurtaracak ya da kaybedeceklerdir. Terbiye hakkı öğretmenlerin ayrıcalığı olur. Batı eğitim geleneklerinde bedensel cezalara başvurma anlayışı aslında ilk günahın gölgesinde kök salar.

Eğitim her türlü sapkın davranışın cezalandırılması olarak acının desteğiyle yol alır. Eğitimin amacı belleğe kazınacak bir ceza vermektir; hatayı bedenin hissedeceği bir pişmanlıkla tamir eder ve örnek davranışı hatırlatır böylelikle. İlk kutsal kitap modelini sahiplenen laik düzende yasalara aykırı davranmanın sonucu cezadır. Yahudi-Hıristiyan temeli üstünde yükselen toplumlarımızın dinsel kökeni yapılan kötülüğün kaçınılmaz sonucu olarak cezayı öngörür. Kefaret, ceza çekme olgularının temelinde düzenin sahiplerinin acı verme eğilimi yatar.

Gözetim, hafiyelik, jurnalcilik (eski dayanışma duygularını yok eden ve mutlak bir kurum otoritesi getiren) bedensel cezalar gençlerin çalışma ve yönetilme ilkelerini mantıklı bir biçimde belirtirler. Doğuştan gelen eksiklik hiçbir şeyi rastlantıya bırakmayan zorunlu bir eğitimle telafi edilmelidir. Aynı şekilde öğrenciler, yetişkinlerin ahlaksal açıdan zararlı bulunan etkilerinin dışında tutulmalıdır/’Sopa öğretmenin en azından dil okulu öğretmeninin işareti olur, öğrencilerin öğretmene bağlılıklarının işaretidir bu ve dolayısıyla da çocuğun içine düştüğü bağımlılık: infirmus (zayıf)” diyor P. Ariès buna. Daha önceki dönemlerde bedensel cezalar yoluyla terbiye düşüncelerinden söz edilmez pek, “bunların aşağılayıcı bir özelliği yoktur çünkü Kutsal Kitaplardaki sert manastır kurallarıyla ya da Kralın, disiplini kabul ettiği aziz Louis’nin yaşamından sahnedeki gibi azizlerin kabullendikleri mahrumiyet yaşamıyla ilgilidir.”200 XVI. Yüzyılda cezalar kırbaç cezasına dönüşür. Kırbaç çok özel bir “skolastik ceza” durumuna gelir ve adı da budur zaten. Yaygınlaşmaya başlayan bedensel cezalar için kayış ve değnek kullanılır ve böylelikle çocuk özel bir düzen içinde yer alır.”Yetişkinlerin tümü kişisel bir terbiye uygulamasına tabi değildi: Nitelikli insanlar bu uygulamaların dışındaydı ve disiplinin uygulanma biçimi koşulların belirlenmesine katkıda bulunuyordu. Buna karşılık bütün çocuklar ve gençler, içinde bulundukları koşullar dikkate alınmaksızın ortak rejime tabiydiler ve dayak yiyorlardı.”201 Çocukluk en alt sosyal katmanlardaki düzenle bir tutulmuştur. Köleleştirilmiştir. XŸIII. yüzyıl, Aydınlanma dönemi bu çocukluk vizyonunu değiştirmeye çalışır. Eğitim, reform kapasitesine, liyakate ve her insandaki sorumluluk duygusuna dayanır. Çocuk adam olmaya doğru gidişteki kadar zayıf değildir ve öğretmenlerin görevi çocuğu, durumunu en iyi biçimde sahiplenmeye hazırlamaktır. Eğitim almış bir insan aydın bir insandır. Bedensel ceza nedeniyle aşağılanma yürürlükteki sosyal koşulların oluşmasını engelleyen bir durumdur. Çocuklar boyunduruk altına alınmamalı, eğitilmelidir. Bununla birlikte Eski Rejim’in son dönemi bu pedagojiye uygun bir dönem olsa da şiddet hiç eksik olmamıştır. Napoléon okullara askeri disiplini sokar. Eski bedensel ceza uygulamalarıyla ilgili alışkanlıkların kısmen de olsa sürdürdürüldüğü görülür.

XIX. yüzyılda okullara askeri bir disiplin egemen olur. Yeni- yetmelik duygularıyla okullardaki uygulamalarda bir dönüşüm gözlemlenir. Yeniyetmelik yaşının askerlik çağma yakın olması gençler arasındaki ilişkilerde belli birtakım sertliklerin ve kabalıkların hoş görülmesi sonucunu doğurur. Sistemli biçimde bedensel ceza uygulaması yoktur artık ama ceza verme yaygınlık kazanmıştır. M. Foucault sivil toplumda mahkûmlara uygulanan fiziksel işkencelerin terkedilmesini ve insanları yönetme ve denetlenme yöntemi olarak disiplinin ortaya çıkışını irdelemiştir. Davranışların düzeltilmesi kuralları bağlamında acının empoze edilmesi eski önemini yitirmiştir; hiç kuşkusuz, sosyal yaşamda çatışmaların çözümlenmesi ya da beyinlere bir düzen düşüncesinin kazınması konusunda temel bir ilke olma özelliğini korur. Bireyler arasında fizik şiddet, batı toplumlarında bile kaybolmamıştır kesinlikle (hatta bazı devletlerde bir alışkanlık olduğu bile söylenebilir bunun) ama yasalar yaptırım getirmiştir buna karşı ve dolayısıyla marjinal bir durumdur bu. Kolektif düzlemde disiplin yani zaman ve mekân içinde insanların eylemlerinin, çok titiz bir mevzuatla denetlenmesi ön plandadır bu bağlamda. Acı öğrencinin davranışlarının global bir biçimde denetlenmesi yararına sistematik bir bağımlılık aracı değildir artık. XX. Yüzyıl okuldaki zaman ve mekân bağlannı yavaş yavaş gevşetmiştir. Fransa’da ilkokullarda “öğretmenin verebileceği cezalar sadece kötü notlar, azarlama, zaman zaman teneffüse çıkarmama, dersten sonra gözetim altında tutma ve geçici tarttır[…] Öğrencilere bedensel cezalar vermek kesinlikle yasaktır.”203 Bununla birlikte genellikle çok katı sosyal ilişkilerin sıradanlığı içinde boğulan uygulamalar, çocuklara karşı çok pozitif bir vizyonun görüldüğü mevzuatların son derece hoşgörülü öğütlerini pek umursamazlar. Özellikle ilkokullarda bedensel cezaların eksik olduğu söylenemez. Kulak ya da saç çekme, cetvelle parmaklara vurma, tokatlama ya da popoya vurma sık görülen bedensel ceza uygulamalarıdır. Çocuğa, yetişkin insan olduğunda daha ciddi bir biçimde kavrayabileceği bir acı tattırmak için ona doğru yoldan ayrıldığında nasıl bir bedel ödeyeceğinin gösterilmesinin önemli olduğunu savunan bir ilkeden hareket eden acı tedavisi yöntemi. Çocuğa en küçük bir acı verme toplumsal kurallarını benimseyeceği yetişkinlik çağının sonuçlarıyla çok daha korkunç bir çatışmanın habercisidir/’Senin iyiliğin için” der baba ya da anne çocuğun kıçına bir şaplak attıktan sonra: “Çok seven, çok gücenir.” Fizik acı ya dâ ahlaksal baskı yoluyla cezalandıran laik eğitimciler farkında olmadan eksiklik, kirlilik, kötülükle ilişkilendirilmiş bir çocukluk kültürü vizyonuna bağlı kalırlar; aynı şekilde, pek parlak olmayan ve başka bir okul değeri anlayışını temsil eden öğrenciler de teneffüslerde iyi öğrencileri döverek cezalandırırlar.

Ahlaklı bir davranış biçimini yaygınlaştırma bağlamında acı problemi özellikle acı verme konusunun dayandığı değerler konusunda kimin karar verdiğinin bilinmesiyle ilişkilidir. Gerçekten de güçlerin dengesizliği gerekli koşuludur bu uygulamanın, çocukları yönetmeyi ve çocuk eğitiminde cezanın yararları adına fizik ya da manevi bir şiddete başvurmayı sağlar.

David Le Breton

Acının antropolojisi
Türkçesi: İsmail Yerguz
Sel Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir