Dünyanın en önemli ticaret merkezi konumundaki İstanbul’da usta diplomat olmak yetmiyordu, güçlü ve dayanıklı olmak da şarttı. Payitahtta onları, rakip ülkelerin elçileriyle entrika dolu, acımasız bir savaş bekliyordu.Osmanlı yöneticilerin çok farklı diplomasi yöntemlerine de ayak uydurmak zorundalardı. Kaptanıderya Gazi Hasan Paşa’nın aslanı dizlerinin dibine çöktüğünde sakin kalmayı başarmak; sadrazam Rüstem Paşa topatan kavunu eşliğinde tehdit dolu alışılmamış bir haber gönderdiğinde, aynı yaratıcılıkta karşılık verebilmek gerekiyordu.Elçiler arasında, İstanbul elçiliğinden sonra Fransa dışişleri bakanlığı da yapan Vergennes gibi, hayallerindeki kadına Beyoğlu’nda rastlayarak aşkı ve mutluluğu İstanbul’da bulanlar da vardı, burada hayatını kaybedip bir daha ülkesine dönemeyenler de…Güzin Özen Yılmaz bu kitapta, 16. ve 18. yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapmış yabancı elçilerin, ilginç ve renkli öykülerini gün ışığına kavuşturuyor.
(Tanıtım Bülteninden)

Bizi bize anlatan elçiler
Güzin Özen Yılmaz?ın derlediği, Osmanlı?da elçilik yapan yabancılara dair onlarca anekdottan oluşan Elçiye Zeval Olmaz, okuması kolay, eğlenceli, bir o kadar da bilgi yüklü bir çalışma.
?Elçiye zeval olmaz? deyiminin müstehzi bir tarafı vardır ya, Güzin Özen Yılmaz?ın 16 ila 18. yüzyılda Osmanlı?da elçilik yapan devlet insanlarının anılarından derlediği kitapta örneği bol bunun.

Kitaba adını veren bu deyim aslen diplomatik dokunulmazlığı tarif ediyor; yani bir kimseden başka bir kimseye herhangi bir haber ulaştıran kişi bu aracılığından dolayı sorumlu tutulmaz anlamına geliyor, ama tarihte bu yolda heder olan elçi hiç de az değil. Zaten zeval kelimesinin ?kabahat / sorumluluk? anlamının yanında ?yok olma / edilme? anlamı da var. Hele 16. ve 18. yüzyıllarda gücünün ve otoriterliğinin zirvesinde Osmanlı?ya elçi olarak gidiyorsanız zeval edilmeniz pek bir mümkün.

Güzin Özen Yılmaz onlarca anekdottan oluşan okuması kolay, eğlenceli, bir o kadar da bilgi yüklü bir çalışma ortaya koymuş. Anlatı dili çok sade, akıcı. Yılmaz, kitabı bölümlere ayırırken çok iyi planlayıp anlamlı bir tasnifleme yapmış. Aslen gazeteci olan yazarın meslekten gelen detaycılığı da eklenince ortaya zevkle okunan bir kitap çıkmış.

Bu zeval meselesindeki olumsuz anlama örnek verilebilecek güzel bir anekdot var kitapta. III. Mehmet?e özel bir hediye ulaştırmakla görevlendirilen İngiltere elçisi Henry Lello?nun görevi Kraliçe?nin III. Mehmet?e hediye olarak yolladığı, tümüyle otomatik olarak çalışan saat ile orgun bileşiminden oluşan, yaklaşık üç metre yüksekliğinde bir aleti sağ salim Topkapı Sarayı?na ulaştırmaktır.

Padişahların saat merakı
Kanuni dönemi, Avrupalıların Osmanlı?nın hışmından had safhada çekindiği ve padişahla iyi ilişkiler kurma yarışına girdiği yıllardır. Padişahlara gönderilen hediyeler ise diplomatik ilişkilerin rayına oturması yolunda önemli birer araçtır. Osmanlı padişahlarının yumuşak karnı birden çok işlevi olan mekanik saatlerdir. Her ülke bir diğerinden daha gelişmişini, daha heybetlisini üretmek için yarış halindedir.

İngiltere Kraliçesi, dönemin padişahı III. Mehmet?e o güne kadar gönderilen saatlerin en mükemmelini yapmak için org ustası Thomas Dallam?a sipariş verir. Usta, saatle birlikte otomatik olarak çalışan dev bir org üretecektir. Dallam?ın ününe yakışır nitelikteki org-saat Şubat 1599?da gemiye yüklenir ve elçi Lello?nun sorumluluğunda yola çıkar. Elçinin dertleri bundan sonra başlar, çünkü hediye daha yerine ulaşmadan dillere destan olmuştur. Yolda korsanlar musallat olur; hediyeyi ve kelleyi kurtarmak için canla başla savaşırlar. Cezayir?e varıldığında beylerbeyi meşhur hediyeyi görmek ister. Elçinin beylerbeyini orgun kurulmasının bile günler süreceğine ikna etmesi kolay olmaz. Paşa ikna olana kadar elçiyi zindanında misafir eder. Rodos?a ikmal için uğradıklarında iki görevli bir yanlış anlaşılma nedeniyle tutuklanır. Meselenin Rodos yönetiminin Osmanlı?ya devasa hediye giderken kendilerine verilen hediyeyi küçük bulması olduğu anlaşılır; verilen hediyeye ek yapılır.

Altı ay süren maceralı yolculuk
Elçi Lello yolculuğun sonuna doğru karalar bağlamış olmalı, zira gemi birçok badire atlatarak altı ay sonra 15 Ağustos 1599?da İstanbul?a vardığında org da geri kalan hediyeler de perişan haldedir. III. Mehmet?i huzura çıktıklarında elçiye zeval olması artık kaçınılmaz gibidir. Ancak Dallam Usta kendisine bir süre tanınması halinde orgu çalışır hale getireceğine söz verir. 22 Eylül günü org-saat padişaha sunulmaya hazırdır.

Dallam tuttuğu günlükte ne büyük bir korku içinde olduğunu yazmış. Kendisine huzura kabul edilmeyeceğinin ama eğer kazara edilirse padişaha arkasını dönmemesi gerektiği yoksa kellesinin gideceğinin söylendiğini aktarıyor. Lakin padişah kendine müzik çalan ve ona eşlik eden figürleri büyüleyici bulmuş ve Dallam?ı huzuruna çağırmış.

Bundan sonrasını yazarımızın kaleminden okuyalım: ?Elçinin ?Eğer kafamın kesilmesini istemiyorsam padişaha asla arkamı dönmemeliyim? sözleri hâlâ aklında olan Dallam, salona girer girmez büyük bir korkuya kapıldı. Çünkü padişah merakından orga o kadar yaklaşarak oturmuştu ki, ona sırtını dönmeden, hatta dizlerine sürtünmeden geçip tuşların başına yerleşmesi mümkün değildi. Tercüman aracılığıyla, ?Yapamam? dedi. Ve arkasını dönerse III. Mehmet?in kafasını kestirmesinden korktuğunu itiraf etti. Bu, salonda usulca konuşma ve gülüşmelere yol açtı. Sonunda yüreklendirilerek ve neredeyse zorla itilerek orgun başına oturtuldu. Günlüğünde yazdığına göre, bu sırada padişah daha iyi bir görüş açısı yakalayabilmek için konum değiştirirken Dallam?a hafifçe çarptı. Usta sırtına aldığı bu darbenin, III. Mehmet?in kafasını kesmek üzere kılıcına davranma hamlesi olduğunu sandı. Bununla birlikte, büyük bir cesaretle çaldığı müziği sürdürdü ve bitirince de ayağa kalkıp padişaha yere kadar eğilerek selam verdikten sonra arka arka kapıya doğru ilerledi?. Usta 45 altınla ödüllendirildi. Elçi Lello ise onca badireden sonra padişahın huzurunda aşırı heyecana kapılarak ?kaz viyaklamasını? andıran bir sesle konuştu. Neyse ki hediye çok başarılıydı ve elçiye zeval olmadı.

Bu eğlenceli bir hikâye. Remzi Kitabevi?nden yayımlanan Elçiye Zeval Olmaz?da bunun gibi pek çok örnek mevcut.

Kitapta Osmanlı haremlerine oldukça geniş yer ayrılmış. Bunun birçok nedeni var: Dış dünyaya kapalı olan bu kurumun Batılılar tarafından merak edilmesi kaçınılmaz. Elçiler harem hakkında öğrenebildikleri her şeyi kayıt altına almışlar, dolayısıyla bu konuda yazılı kaynak oldukça zengin. Benim en çok ilgimi çekense İstanbul?daki hayvanların anlatıldığı bölüm oldu. Habsburg Hanedanı?nın elçisi Ogier Ghislain de Busbecq?in İstanbulluların hayvanlarla olan ilişkilerine dair aldığı notlar, nadir bulunan türden bilgileri içeriyor.

Sokakta dolaşan panter ve aslanlar
1554?te kendisinden önceki elçi Kanuni Roma-Cermen İmparatorluğu?na kızdığı için iki yıl zindana atılmış, sağlığını büyük ölçüde yitirmiş ve ölmüştür. İki imparatorluk arasındaki ilişkiler gergindir, elçi ve maiyeti onlara ayrılan handa yarı hapis bir hayat yaşamaktadır.

Busbecq İstanbul?u gezebildiği kısıtlı zamanlarda yollarda leopar, panter, aslan gibi yırtıcı hayvan gördüğünü ve bunların evcilleştirilmiş olduğunu yazmış. İstanbulluların Mekke?ye taş taşıdıklarına inandıkları çaylaklara itimat ettiklerini; dans etmesi öğretilen bir filin yollarda serbestçe gezdiğini; kuşların kafeste tutulmasına izin vermediklerini; iş yapamayacak kadar yaşlanan saray atlarının öldürülmeyip emekliliğe ayrıldığını; saka kuşlarının eğitildiğini ondan öğrendim. Elçi, İstanbul?dan ayrılırken birçok tür hayvan ve bitkiyi anavatanına götürmüş. Ama biri var ki çok özel: Lale çiçeğini Avrupa?ya götüren bilinen ilk kişi Busbecq olmuş.

HALUK KALAFAT
(http://kitap.radikal.com.tr/, 09.05.2014)

Elçiye Zeval Olmaz
Güzin Özen Yılmaz
Remzi Kitabevi / Tarih Dizisi
2014, 256 sayfa

Previous Story

Karadenizde bir Alevi ocağı

Next Story

Kalp yiyen – Ece Temelkuran

Latest from Haluk Kalafat

Denizler Ölmez

Deniz Gezmiş’in kardeşi Hamdi Gezmiş’in anıları Can Yayınları’ndan çıktı. Can Dündar’ın, Deniz Gezmiş’in kardeşine bıraktığı tüm kişisel arşiviyle derlediği kitap, bugüne kadar yayınlanmamış belge

2 bin 500 yıllık barış çığlığı

Aristophanes’in barış temalı üçlemesinden ikisinin çizgiroman uyarlaması İstos Yayınları’dan çıktı. Günümüze ulaşan on bir Aristophanes komedyasının tamamı yayımlanacak. “Şu günlerde tam da Aristophanes okumanın

Kelimelerle anlatılamayacak bir hikâye

Shaun Tan?dan karakalem çizimlerden oluşan bir göç hikâyesi. Uzun, sözsüz bir şiir. Tüm benzerleri gibi hüznü, yenilgiyi, şaşkınlığı ve küçük de olsa umudu barındırıyor.
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ