“En Komik Reklamların Bile Özü Tehditten İbarettir” – Murat Menteş’le Söyleşi: Elif Şahin Hamidi

Murat Menteş, “Dublörün Dilemması” ve ödüllü kitabı “Korkma Ben Varım’ın ardından, okurları tarafından dört gözle beklenen üçüncü romanı “Ruhi Mücerret’le yola devam ediyor. Bir ara çok satanlar listelerinin ilk sırasını zorlayan bu son roman, yine ilginç isim ve soyisimlerin birleştirildiği kahramanlarla dolu ve yine hayli yüksek tempolu. Romanın başkahramanı ve isim babası Ruhi Mücerret, tam 100 yaşında! Adeta “yaşamak” hastalığına tutulmuş son İstiklal gazisi bu adam artık ölüme hasret. Ama ne var ki Azrail onun yakınına pek uğramıyor. Arada ona doğru birkaç adım atsa da bir selam çakıp uzaklaşıyor. O yaştan sonra hâlâ hayatta olmak da zor zanaat; ölümsüzlük başa bela! Bir de 100?ünden sonra aşka tutulmak var ki, en beteri? Bir reklam canavarının eline düşen Ruhi Mücerret ve diğer kahramanlar, kapitalizmin tüketimi körükleyen markalarıyla, reklam sloganlarıyla konuşuyorlar.

Ağızlarından çıkan sözcükleri kontrol edemiyorlar! Günümüz tüketim toplumunun marka bağımlısı insanı gibi. Değil mi ki; “Kadınlar, iç çamaşırlarının ve ayakkabılarının marka etiketinden aldıkları destek nispetinde özgüvenliydiler. Erkekler, otomobillerinin modeline bağlı psikolojik bir hiyerarşi içinde trafikte seyrediyordu”. Diyen Menteş ile Ruhi Mücerret’in oldukça sıra dışı, absürd, keyifli, komik, kafa karıştırıcı; yer yer hüzünlü hikâyesini konuştuk?

Elif Şahin Hamidi: İlk romanınız “Dublörün Dilemması” idi. Ve ikincisi “Korkma Ben Varım”, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Yılın Romanı Ödülü”ne layık görüldü. Şimdi de “Ruhi Mücerret”le roman yolculuğunuz devam ediyorsunuz. Yine sıra dışı karakterlerle dolu, oldukça tempolu bu romanın doğum sürecinden bahseder misiniz?

Murat Menteş: Zihnimde her zaman birkaç roman fikri olur. Dublör”ü yazarken bile yedekte başka hikâyeler vardı. “Ruhi Mücerret”i, iki ayrı roman projesini birleştirerek oluşturdum. Dahası, yazarken bir üçüncü roman olabilecek fikri de hikâyenin içine yerleştirdim. En başta, insanların beyinlerine çip yerleştiren bir şebekenin faaliyetlerini anlatmayı tasarlamıştım. Sonra, kurtuluş günü kutlamalarındaki gösterilerde İstiklal Harbi?ni yaşamayı sürdüren bir gazinin romanını yazmaya meylettim. Ve son olarak birbirini ölü sanan iki âşığın hikâyesi? Romanı yazarken bu üç hikâye birbirine eklendi.

Elif Şahin Hamidi: Romanın 100 yaşındaki kahramanı Ruhi Mücerret adeta ölümsüz bir vampir. Azrail, arada bir kapısını çalıyor ama içeri girmiyor bir türlü! Yaşlılık, ömür ve ölümü sorguluyorsunuz. ?Bugün ölebileceğinizi düşündünüz mü biricik okur? Hatta şu anda, şimdi, şuracıkta ruhunuzu teslim edebileceğinizi? Ben düşündüm,? diyor kahramanımız. Bu farkındalığın insana katacakları üzerine konuşabilir miyiz?

Murat Menteş: Ruhi Bey ölmek istiyor. Fakat bu kendi içinde yürüttüğü demokratik, centilmence tartışmanın gölgesinde kalan bir temenni. Hayat bilgisi, belki ancak ölüm bilgisiyle birlikte faydalı hale gelebilir. Beri tarafta modern uygarlık, ölümü inkâr ediyor ve bu banal tutumu, vazgeçilmez bir strateji gibi konumluyor. Dolayısıyla modern aptallıkların hepsinin temelinde ölümden kaçış var. Yerin altında ölüp gitmiş 110 milyar insan gömülü. Bu, dünyayı hayattan ziyade ölümün mekânı kılar. Tüm sevinçlerimizi, ölüm bilgisiyle gelen hayat telakkisi içinde yaşamalıyız bence. Kendini ölümsüz sanma dangalaklığı, bizleri her anlamda kötüleştiriyor.

Elif Şahin Hamidi: Her yerden amblemlerin fışkırdığı günümüz dünyasında Pakt isimli reklam ajansının kurbanı olan Ruhi Mücerret?in ağzından da sürekli marka isimleri ve sloganlar dökülüyor.

Murat Menteş: Reklamlar, aslında ölümsüzlük yanılsamasına paralel yalanlardır. Falan marka içeceği içmezsen genç olamazsın, filan ruju kullanmazsan güzel olamazsın, feşmekân bankada hesap açtırmazsan saygın olamazsın? En komik reklamların bile özü tehditten ibarettir. Hilekâr budalalar, dürüst sersemleri sömürürler. Emek ve eserin değeriyle birlikte insanın da değeri yitip gitti. Boğucu bir yüzeyselliğe müptelayız. Zekâmız reklamlarda ışıldıyor. Sanatımız reklamlarda yansıyor. İstesek de birbirimizi kandırma ve mahvetme döngüsünden çıkamıyoruz. Anne sevgisi, evlat sevgisi, aşk, dostluk? Bir zamanlar insanlara ömür boyu yeten değerler, dondurma reklamlarının, tuvalet kâğıdı reklamlarının süsü oldu.

Elif Şahin Hamidi: Diğer romanlarınızda olduğu gibi bu son romanda da göndermeler içeren orijinal kahraman isimleri söz konusu. Ruhi Mücerret ve Nalı Hilal ile İstiklal Marşı?na, Zülfikâr ve kızı Zehra Zarifoğlu ile şair Cahit Zarifoğlu?na gönderme yapıyorsunuz. Ayrıca Emrah Serbes, Murat Uyurkulak ve Alper Canıgüz gibi yazarların ve kitaplarının adı da romanınızda yer alıyor. Böyle farklı, hatta ?acayip? isimler seçmenizin ve bazı yazarları anmanızın nedenini öğrenebilir miyiz?

Murat Menteş: Sizin acayip dediğiniz isimler, romanlarımdaki karakterlere asalet temin ediyor. Şairler, yazarlar bir durumun, olayın, kişinin adını koyan sanatçılardır. Adlandırma, önemli bir meseledir. Tüm çağlar boyunca, tüm kültürlerde bu böyledir. Ben de romanlarımdaki karakterlere karşı sorumlu hissediyorum kendimi. Onları görünür kılacak, canlı kılacak isimler bulmaya çalışıyorum. Alper Canıgüz, Murat Uyurkulak, Emrah Serbes gibi yazarların kendileri birer roman kahramanını andırıyorlar. Bu insanlar benim can ciğer dostlarım. Hem eserlerine hem şahsiyetlerine hayranlık duyuyorum. Yani romanlarımdaki yerleri, hayatımdaki yerlerine göre çok küçük aslında. Birkaç roman sonra, onların başrolde olduğu bir roman yazacağım.

Elif Şahin Hamidi: İlk romandan bu yana kat ettiğiniz edebi yolculuğunuz üzerine neler söylemek istersiniz? Ayrıca beslendiğiniz kaynaklar/sanat dalları üzerine konuşabilir miyiz; müzikle sıkı bir ilişkiniz olduğunu görüyoruz Ruhi Mücerret?te?

Murat Menteş: Romancıların çoğu kişisel bir evreni ciltler halinde yazarlar. Balzac?tan Gürpınar?a, Conan Doyle?dan Hakan Günday?a kadar bu böyle. Elbette Fernando Pessoa veya Italo Calvino gibi farklı tarzlar oluşturmaya, farklı evrenler kurmaya yönelenler yok değil. Ben de ister istemez kendi algı, bilgi, tecrübe ve duygularımın filan bileşkesinden oluşan bir evrenden yayın yapıyorum. İyiye mi gidiyorum, daha stilize romanlar yazabilir miyim, memlekete millete faydam dokunur mu? Bu gibi soruların cevabını bizzat ben veremem. Beslendiğim kaynaklara gelince? Beni ben yapacak şeyler okumaya çalışıyorum. Çocukluğumdan beri. Yani sosyalleşmek, başkalarıyla yakınlık kurmak üzere okumuyorum. Edebiyatın haricinde felsefe, sosyal psikoloji, tarih, ekonomi, antropoloji, sinema, müzik, tiyatro, resim, mimari gibi disiplin ve sanatlarla ilgileniyorum. Müzikle ilişkime gelince, elbette müzisyenlere imreniyorum. Klasik Batı Müziği?nden arabeske kadar her tür müziğe ilgi duyuyorum. Tüm bunların ötesinde, romancılığın her şeyi hem serinkanlı hem de heyecanla takip etmeyi gerektiren bir yönü var.

Bundan hoşlanıyorum.

Elif Şahin Hamidi: Kitabı okurken, bazen yüksek sesle kahkaha atarken buldum kendimi. Özellikle ?Sevgilini diriltirim ama bir şartla? başlıklı bölümü okurken tabiri caizse ?koptum?? Üstelik mezarlardan ölüler fırlarken? İnsanları güldürmek zor zanaat, değil mi? Hele ki ölüm/ölüler üzerinden?

Murat Menteş: Haklısınız, insanlar kitap okurken gülmezler normalde. Harfleri sıraya dizerek, bir metinle insanlara kahkaha attırmak az buz iş değil. Doğrusu bunun formülünü bilmiyorum. Ben sadece kendi ölçülerime uygun, makbul saydığım seviyede romanlar yazmakla meşgulüm. Ölüm korkutucudur. Fakat çoğu zaman korkunun itkisiyle güleriz zaten.

Elif Şahin Hamidi: Oldukça kısa ve dikkat uyandıran, özlü söz olarak kabul görebilecek, altı çizilesi cümlelerle örülü kitap. Hayli kafa yoruyorsunuz sanırım bu etkili cümleler için? Şiir yazıyor olmanız da kısa ama çok şey anlatan bu cümleleri kurmanızda etkili mi acaba?

Murat Menteş: Şiirin romanla bağdaşmadığını, bu ikisinin ayrı, uzak türler olduğunu düşünenler az değildir. Halbuki Edip Cansever şiirlerini romanlarını beslediğini söyler. Michel Butor ise şiire özgü enerjiyi romana taşımaktan bahseder. Butor önce şiir yazmış, felsefeyle iştigal etmiş, ardından kıymetli romanlar yazmıştır. Bizde de Tanpınar, Attilâ İlhan, Akif Kurtuluş gibi şair romancılar var. Şiirde kelimeler, heceler çok çok önemlidir. Şiir çalışmaları, özellikle kelime seçimi, kelime zenginliği ve dediğiniz gibi bir ifade ekonomisi oluşturmada romancıya katkı sunar. Bunların ötesinde, dünyaya şiir penceresinden şair gözüyle bakmak, romanı yükseltecek niteliklere el atma cesareti de kazandırıyor sanırım.

Elif Şahin Hamidi: Hikâyeyi tek bir kahramanın bakışıyla değil de çoğulcu bir bakış açısıyla aktarıyorsunuz. Bu üslup Türk okurunu biraz zorluyor mu sizce?

Murat Menteş: Hiç farkında değilim. Romanlarımdaki bu nitelikten şikâyet edene hiç rastlamadım. Aksine, gerçeğin farklı görünüşlerini yansıtması bakımından oldukça fonksiyonel bir anlatım düzeni sağlıyor. Bir de tanrısal anlatıcının, yerine insan anlatıcıları koymak; hikâyeyi birinci tekil şahıslar arasında hayatta da mevcut olan işbölümüyle aktarmak bana cazip geliyor. İnsanın sınırlarını sezdiren, hatta netlikle ortaya koyan ve bu nedenle de acizliğimizi açığa vuran bir anlatım düzeni?

Elif Şahin Hamidi: Ve son olarak kitabın vitrinine gelelim; hayli farklı ve ilginç bir kapak tasarımıyla karşı karşıyayız. Kapakta kitabı hareket ettirdikçe değişen televizyon ekranındaki görüntüde Orhan Gencebay ve kovboy şapkalı Cüneyt Arkın?ı görüyoruz. Arabesk, Yeşilçam, western? Nasıl ortaya çıktı bu dikkat çekici kapak?

Murat Menteş: Yanardöner kapak fikrini ben ortaya attım. Fakat grafik tasarımı Motto adlı ajansın sanat yönetmenleri Onur ve Kutan gerçekleştirdi. Bir ara ben bu fikirden vazgeçmiştim, o zaman da April?in yayın yönetmeni Egemen İpek ısrar etti. Orhan Gencebay ve Cüneyt Arkın?ın kapaktaki televizyonda görünmeleri de romanda Ruhi Bey?in televizyon izlediği sahneyle ilgili.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir