Erich Fromm: O dönemde milyonlarca kişi Hitler hükümetini “Almanya” ile özdeşleştirdi.

ozgurlukten-kacisNüfusun bir bölümü, herhangi bir büyük direnç göstermeksizin Nazi rejimine boyun eğdi, ama bunlar direnç göstermedikleri gibi Nazi ideolojisinin ve siyasal uygulamalarının hayranları haline de gelmediler. Bir başka bölüm insansa yeni ideolojiye iyice kendini kaptırdı ve onu savunanlara fanatik bir tutumla bağlandı. Birinci grupta daha çok işçi sınıfıyla liberal ve Katolik burjuvazi vardı. Özellikle işçi sınıfının kusursuz bir örgütünün bulunmasına karşın, bu gruplar, ta başından 1933’e dek Nazizme sürekli karşı oldular gerçi ama, siyasal inançlarının gereği olarak kendilerinden beklenebilecek içsel direnci göstermediler.

Direnme istekleri çabucak söndü ve o andan sonra da rejime pek güçlük çıkarmadılar (bütün bu yıllar boyunca Nazizme karşı kahramanca savaşan küçük azınlığı saymazsak elbet). Bu, Nazi rejimine boyun eğmeye hazır olma durumu, ruhbilimsel açıdan, daha çok, içsel bir yorgunluk ve el etek çekmeden kaynaklanmış olsa gerektir: bu ruhsal durumun, içinde bulunduğumuz çağda da demokratik ülkelerde bile, bireyin belirleyici özelliğini oluşturduğu, bundan sonraki bölümde gösterilecektir.

Almanya’da, işçi sınıfının bir özel durumu daha vardı: 1918 devriminin ilk zaferlerinden sonra yenilgiye uğramıştı. İşçi sınıfı savaş sonrası döneme, sosyalizmi gerçekleştirme, ya da hiç değilse, siyasal, ekonomik ve toplumsal konumda bir yükselme sağlama umutlarıyla girdi; ama nedenleri ne olursa olsun, bütün umutlarını suya düşüren yenilgiler, durmadan birbirini izledi. 1930’ların başlarına gelindiğinde. ilk zaferlerinin meyvaları, hemen hemen tümüyle yok edilmişti; bunun sonucundaysa insanlar derin bir el etek çekmeyle, önderlerine güvensizlik duygusuyla ve her türden siyasal örgütle siyasal etkinliğin yaran konusunda kuşkuyla doldular. Ait oldukları partilerdeki üyeliklerini korudular, bilinçli olarak kendi siyasal öğretilerine inanmayı sürdürdüler, ama çoğunun yüreklerinin derinliklerinde, siyasal etkinliğin etkili olacağı umudundan eser kalmamıştı.

Hitler iktidara geçtikten sonra, nüfusun büyük bir çoğunluğunun Nazi hükümetine gösterdiği bağlılığın bir başka destekleyicisi de etkisini göstermeye başladı. O dönemde, milyonlarca kişi Hitler hükümetini “Almanya” ile özdeşleştirdi. Hitler, iktidarı eline geçirdikten, hükümeti ele aldıktan sonra, ona karşı savaşmak kendini Alman topluluğunun dışına atmak anlamına geliyordu; diğer siyasal partiler feshedilip de Nazi partisi Almanya “haline geldiğine” göre, ona karşı olmak, Almanya’ya karşı olmak şeklinde anlaşıldı. Ne kadar çok Alman yurttaşı Nazizmin ilkelerine karşı olursa olsun, yalnız kalmakla Almanya’ya ait olmak arasında bir seçme yapmak söz konusu olduğunda, çoğu, ikinci seçeneği yeğleyecektir. Nazi olmayan kişilerin yabancıların eleştirileri karşısında. Nazizme saldırının, Almanya’ya saldırı anlamına geldiğini düşünmeleri nedeniyle. Nazizmi savunduklarını gösteren pek çok olay gözlemlenmişti. Soyutlanma korkusuyla ahlaksal ilkelerin gücünü yitireceği korkusu, hangi parti olursa olsun, iktidarı ele geçiren partinin, nüfusun büyük bir bölümünün bağlılığını kazanmasına yardımcı olur. Bu saptama, siyasal propaganda sorunları açısından çok önemli bir varsayımın oluşmasına yol açmaktadır Bu koşullar altında Almanya’ya yöneltilebilecek herhangi bir saldırı “Almanlar”!a ilgili her yıkıcı propaganda (son savaşın “Hun” simgesi gibi) Nazi sistemiyle tümüyle özdeşleşmemiş olanların bağlılığını artırmaya yarar. Ancak bu sorun, ustalıklı propagandayla değil, bütün ülkelerde, tek bir temel hakikatin zafere ulaşmasıyla çözümlenebilir. Bu hakikat şudur: ahlaksal ilkeler, bir ulusun varlığının üstündedirler ve birey, bu ilkelere bağlılığını korumakla, bu inancı paylaşan, paylaşmış olan ve bundan sonrada paylaşacak olanların oluşturduğu topluluğun üyesi olabilir. işçi sınıfıyla liberal ve Katolik burjuvazinin olumsuz ve kabuğuna çekilmiş tutumunun tersine, Nazi ideolojisi, orta sınıfın küçük dükkan sahiplerinden, zanaatçılar ve memurlardan oluşan aşağı katmanları tarafından hararetle selamlandı.

Bu sınıfta bulunan eski kuşak üyeleri, daha edilgin kitle tabanını oluşturdular; oğulları ve kızlan daha etkin savaşçılardı. Onlara göre Nazi ideolojisi —lidere körü körüne itaat. ırksal ve siyasal azınlıklara karşı kin, fethetme ve egemenlik kurma açlığı, Alman halkını ve “Nor- dik , Irkı” yüceltme— korkunç büyüklükte bir coşkusal çekicilik taşıyordu, ve onları kazanan, bu insanları Nazi davasının ateşli savunucuları ve savaşçıları haline getiren de bu çekicilik oldu. Nazi ideolojisinin aşağı orta sınıfa bu kadar çekici gelmesinin nedeni, aşağı orta sınıfın toplumsal özelliğinde aranmalıdır. Bunların toplumsal nitelikleri, işçi sınıfının, orta sınıfın daha üst tabakalarının ve 1914 savaşı öncesi soylularının özelliklerinden çok farklıydı. Hatta, güçlüye hayranlık. zayıftan nefret, küçük adamlık, düşman yürekli olma, para konusunda olduğu gibi duygu konusunda da cimrilik ve çilecilik gibi bazı özellikler, tarih boyunca bu orta sınıfın belirleyici niteliği olarak yaşamını sürdürdü. Yaşama bakışları dardı, yabancıya kuşkuyla bakıyor, ondan nefret ediyorlardı, tanışları konusunda meraklı ve kıskançtılar, kıskançlıklarını ahlâksa] tepki olarak gösteriyorlardı; bütün yaşamları, psikolojik olduğu kadar ekonomik kıtlık ilkesine dayandırılmıştı.

Aşağı orta sınıfın toplumsal niteliğinin, işçi sınıfınkinden farklı olduğunu söylemek, bu kişilik yapısının işçi sınıfında görülmediği anlamına gelmez. Ama, işçi sınıfının yalnızca küçük bir azınlığının, aşağı yukarı aynı belirgin çizgilerle sergilediği kişilik yapısı, aşağı orta sınıfın tipik özelliğini oluşturuyordu: yetkeye ya da tutumluluğa büyük saygı göstermek gibi bazı özelliklerse, daha az yoğun olmakla birlikte işçi sınıfının çoğu üyesinde de görülebilirdi. Öte yanda memur kesiminin büyük bir bölümünün —belki de çoğunluğun— özellikleri tekelci kapitalizmin yükselmesine katkıda bulunmayan, tersine onun oluşturduğu tehdide hedef olan “eski orta sınıf’ üyelerinin kişilik yapısından çok, (özellikle büyük fabrikalarda çalışan) kol işçilerinin kişilik yapısına benziyordu. Aşağı orta sınıfın toplumsal kişiliğinin 1914 savaşından çok daha önce de aynı olduğu doğrudur gerçi ama savaştan sonraki olayların, Nazi ideolojisinin çekiciliğine uygun özellikleri, yani boyun eğme isteğiyle iktidar tutkusunu yoğunlaştırdığı da doğrudur.

ERICH FROMM
ÖZGÜRLÜKTEN KAÇIŞ
ÇEVİREN: ŞEMSA YEĞİN
PAYEL YAYINLARI

Sayfa 168, 169,170, 171

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir