Kiraz Küpeler’den sonra, usta öykücü Mustafa Ba lel’den ilmik ilmik işlenmiş yeni bir öykü kitabı: Etiyopya Kralının Gözleri. Bugün çoktan unutulup gitmiş de yimlerin soluklandığı, geçmiş zamanlardan kalmış konaklarda, çocukluğun ve ergenliğin ilk izleriyle; tahtanın, sıcak havlularla yer yataklarının kokusu… Sabırlı, gün görmüş insanlar.

Hayatı anlamaya çalışırken bugünden kendi çocukluğuna bakan kahramanlarıyla, insanı derinden etkileyen bu sıcacık öykülerde bizden, eskilerden ve bugünden izler var. Yüreğimizi ısıtan bir şeyler; geçmişte ve bugünde…

Etiyopya kralının gözlerine bakmak – Faruk Duman
(http://sabitfikir.com/elestiri/etiyopya-kralinin-gozlerine-bakmak)
Edebiyat dünyamızın saygın öykücülerinden Mustafa Balel, geçtiğimiz aylarda yeni bir öykü kitabı yayınladı: Etiyopya Kralının Gözleri? Balel, edebiyatımızı takip eden okurun da bileceği gibi, 70?li yıllardan bugüne edebiyat ortamımıza büyük emek verdi; çeviriler yaptı, ansiklopedilerde çalıştı, o güzel Öykü Dergisi?ni çıkardı. Ben elbette, öykü merakı baş gösterdikten sonra, sahaflarda, kütüphanelerde bu derginin izini sürmüştüm? 80?lerin sonlarında, dergilerde az sayıda öykü yayınlandığı için, öykünün başlı başına bir derginin konusu olabileceğini düşünemezdim. Öykü Dergisi, Yaba Öykü, Seçilmiş Hikâyeler, bu nedenle birer cevherdi benim için. Bu anlamda Balel?in hem öyküleriyle hem Öykü Dergisi ile harcadığı çaba ve öykücülüğümüze sağladığı katkı büyüktür.

Balel, 60?lı yıllarda oluşan ve etkisi 80?lerin sonuna dek süren özel bir öykücü kuşağına katılıyor. Bu yıllarda, bilindiği gibi, edebiyatımızın en önemli, unutulmaz öykücüleri yetişti. Öne çıkanlar, okur tarafından çokça okunanlar oldu. Leyla Erbil?den Onat Kutlar?a, Erdal Öz?den Hulki Aktunç?a, öykücülüğümüz bu dönemde ışıdı adeta. Herhalde, çoğu zaman 50 Kuşağı adıyla anılan öykü çevresinin öncülüğü söz konusuydu burada.

Bu dönemde, dil devrimimiz görevini büyük oranda tamamlamıştı; dilin sadeleşmesinin yanında, kendi sesine kavuşmuş bu dille yazan çok önemli yazarlar da yetişmişti. Erdal Öz, kendi çevresinde bulunan, o dönem yazarları arasında Ataç?ın etkisinin nasıl büyük olduğunu anlatırdı. Bu yazarlar, bir yandan dilin üzerine titrer, bir yandan da çağdaş dünya öyküsünü de izleyerek, Türkçe öykünün olanaklarını genişletmeye çalışırlardı.

Mustafa Balel, bu dönemin yetiştirdiği öykücülerden biridir. Toplumsal sorunlara duyarlı, öykü kişilerinin bireysel özelliklerine vurgu yapan bir yazardır. Elbette, Türkçenin lezzetini yalnızca okura aktarmakla kalmaz, öykülerini yazdığı sırada, bu lezzeti kendisinin de yaşadığını gösterir:

Berber dediğin çenesi düşük olur tabii. Sürekli konuşur, futboldan söz eder, politikadan söz eder, artistlerden, günün filmlerinden, gündemdeki şarkıcının yeni şarkısından? Muhi?nin onlardan nesi eksikti ki? Onlar kadar o da biliyordu bütün bunları. Durmadan bir şeyler anlatıyor, ara sıra çenesini dinlendirmek istercesine durup makası şaklatıyordu? Belki de işe biraz heyecan katmak istediğinden yapıyordu bunu? Ama sık sık yineliyordu bu makas şaklatma işini? Ardından da yeni baştan daldırıyordu saçların arasına? (s.88)

Balel, çoğu öyküsünde bugün hızla kaybolan ?o iyi insanlar?dan oluşan kent ve kasaba çevrelerini anlatıyor. Bir türlü sert görünmeyi başaramayan anneanneler, tüm otoritesini sessizliklerinden alan dedeler, şakacı dayılar, ciddi amcalar, hiç şikayet etmeyen anneler, ağır yüklerinin altında yine de hayata tutunmaya çalışan babalar, yaramaz kardeşler? Balel?in öykülerinde eski kalabalık ailelerin yaşadığı karnaval, büyük insan sevgisi ve dil başarısıyla aktarılıyor okura. Tıpkı kitaba adını veren ?Etiyopya Kralının Gözleri? öyküsünde olduğu gibi.

Asıl kahraman büyükbaba
?Etiyopya Kralının Gözleri?, kalabalık, çoğu zaman şenlikli bir ailede yaşayan çocuğun öyküsünü anlatıyor. Birbirinden renkli öykü kişilerinin yer aldığı öyküde asıl kahraman, büyükbaba. Çünkü büyükbabanın gözlerine bakılamıyor; herkesin, o iri yarı büyüklerle yaşlı başlı kadınların bile karşısında neredeyse selam durduğu ?Etiyopya Kralı?, büyük, erişilmez bir iktidar. Balel, öyküde anlattığı aileyi ince ayrıntılarla dolu bir tablo gibi resmediyor. Ve metin, iktidarın devrilişi ile son buluyor. Öykü, anlatıcının -adeta öyküyü aktarmada kendisine yardımcı olmak üzere seçtiği- yoldaşı konumunda bulunan bir oyuncak kuğunun ortaya çıkmasıyla başlıyor:

Kuğuların gagaları turuncu, tüyleri kar beyazdır. Ama çenesinin ortasında tıpkı benimki gibi küçük bir çukur bulunan -bakın, işte bu çukur- uzun boylu sarı bıyıklı amcanın hediye ettiği kuğu bunun tam tersiydi: Gagası kar beyaz, tüyleri turuncu? (s.11)

Ve büyüleyici -ve sıra dışılığı ile anlatıcımızın kafasını karıştıran, ona gerçek özgürlüğün kapılarını açan- turuncu kuğu, sonunda o gözüpek iktidarın sonunu bir çırpıda getirir. Öyle ki, sanki asıl sözü, tüm sözleri, dedeyle torun arasında yaşanan tüm gerilimi sona erdirmek için -tabii torun yararına- var ve armağan edilmiştir. Çocuk, kuğuyu dedesinin elinden kurtarmak için tüm cesaretini toplar ve o dev gibi adamın gözlerinin içine bakar. Bunu ilk kez yapar. İşte o zaman, dedesinin gözlerinin kendi gözlerinden ve ailedeki öbür gözlerden hiç farkı olmadığını görür:

?Babam verdi onu bana, babam!? // Etiyopya krallığı işte o zaman devriliyor ve büyükbabamın saltanatı, benim, sebilhane bardakları gibi dizildiğimiz sıradan birkaç adım geriye çekilip ayağımın birini yere vura vura bu sözü defalarca yinelediğim anda sona eriyor. // Bir daha ne krallık kalıyor, ne de taht. (s. 25)

Mustafa Balel, öykücülüğümüzün geleneğini sürdüren, bu geleneğe kendi özgün katkılarını yapmış usta bir yazar. İnsanımızı nasıl renkli, ince ayrıntılarla, insan sevgisiyle anlattığını görmek için Etiyopya Kralının Gözleri mutlaka okunmalı.

Mustafa Balel ile “Etiyopya Kralının Gözleri” üstüne bir söyleşi – Osman Çelik
1- Mustafa Bey ?Etiyopya Kralının Gözleri? yeni çıkan kitabınız çalkantılı dönemlerin parmak izleri ile dolu sanki. II. Dünya Savaşı sonrası, Sivas?ta geçen bir yaşam manifestosu. Çepeçevre etrafı yaşam izleri ile sarılı konakta geçen hayatlar.
Biraz kitabın oluşum evrelerinden bahseder misiniz?

Evet, çiçeği burnunda yeni kitabım geçmişi İkinci Dünya Savaşı?nın hemen ardından başlayıp 70?li yıllara kadar uzanan altı uzun öyküden oluşuyor. Kitaba adını veren ?Etiyopya Kralının Gözleri? dışında beş öykü daha var kitapta: ?Medreseye Bakan Evde Son Kurban Bayramı?, ?Kuyumcuzade Mehmet Hilmi Bey?in Gümüş Saplı Bastonu?, ?Ötekiler Gibi Bir Balık?, ?Mücella ya da Dayımın Daldaki Limonları?ve ?Kavanoz?.
Öykülerin ortak özellikleri tümünün konusu Sivas?ta geçiyor, anlatıcıları da geçmişine bir bakış atan belli bir yaşın üstündeki insanlar? Bir başka özelliği ise tümünün konaklarda yaşayan insanları ve yakın çevrelerini anlatıyor olması. Biri Zincirli Minare?nin dibinde, öteki Muammer Bey Parkı?nın karşısında, bir diğeri Sularbaşı?nda kadınlar hapishanesinin yanında bir kapısı Baldırpazarı adındaki dere boyuna açılan konaklardan birinde, biri Akdeğirmen?de, biri de Kaleardı?nda, Gökmedrese?ye bakan ünlü bir konakta.
?Etiyopya Kralının Gözleri?nin oluşum evresi gerçekte ?Peygamber Çiçeği?nden hemen sonra başladı. Alevi bir kızın tutucu mu tutucu bir kaynananın ezici soluğunun her santimetrekaresinde hüküm sürdüğü bir Sünni evine gelin gelmesiyle başlıyordu ?Peygamber Çiçeği? ve ağırlıkla bu mahallede, yani Şeyhçoban, Kaleardı, Gökmedrese üçgeninde geçiyordu. Okurun, doğduğum ve yaşamımın yirmi beş yılını geçirdiğim Sivas?ı ?Peygamber Çiçeği?nde fon olarak kullanılan semtten ibaretmiş gibi algılamasına gönlüm razı olmadığından hemen o günlerde, bu kentin öteki yüzünü göstereceğim öyküler yazmayı kararlaştırmıştım.
İşte bu düşüncenin bir ürünü olarak doğdu ?Etiyopya Kralının Gözleri?. Yani Sivas?ın övünülecek, aydınlık yüzünü gösteriyor? Şimdilerde de aynı bakışın bir ürünü olarak ele aldığım ?Madam Jorjet?in Kedileri? var tezgâhta? Ardından yine Sivas?ın kentsoylu yüzünün anlatılacağı bir başka öykü kitabı gelecek?
Gelecek dedim de birden rahmetli Ümit Kaftancıoğlu?nun bir sözü geldi aklıma. Kendisiyle yaptığım bir söyleşi sırasında bir dolu yeni kitap projesinden söz ediyor, ardından da ?başımı taş yastığa koymadan gerçekleştirmek istiyorum bunları? diyordu. Sonra bir baktık, kaşla göz arasında başını taş yastığa koyuvermiş? İşin içinde bu da var tabii?

2- Dikkat çeken nice ayrıntı var ama Kurban Bayramı arifesinde kına yakma seansı bir başka güzel. Şimdilerde yok olan bu geleneği çok canlı dile getirmişiniz?

Arife günleri kına yakma geleneğinin yerleşik ailelerde bugün hâlâ sürmekte olduğunu söyleyecektim, vazgeçtim birden. Bugün kınanın kınandığı günleri yaşıyoruz artık. Özellikle de köylülüğü anlaşılacak kaygısı içinde diken üstünde oturan eski köylü/yeni kentli insanların gözünde kınanın neredeyse bir suç unsuruna dönüştüğünü biliyorum. Yine de bir araştırma yapılacak olsa geleneği sürdürenler görülebilir tabii.
Bu geleneği ve yer darlığından değinemediğim nicelerini yeterince canlı bir biçimde dile getirmişsem eğer, bu, olayın kendisinin çok hoş bir dinamizme sahip oluşundan kaynaklanıyor. Düşünebiliyor musun, bugünkü koşulların hiçbiri yok. Ne laptop, ne internet, ne tv? Geriye ancak insanların kişisel yaratıcılıkları kalıyor. Yaşlılar da bu konuda deneyimli. Torunlarının yaşamına renk katmak, onları bir tür gizli yarışın heyecanı içinde tutmak amacıyla oynadıkları ustaca bir oyundu bence kına geleneği? Günümüz koşullarında unutulması şaşırtıcı olmasa gerek.

3- Hep Sivas?ı soluklatıyorsunuz okurlara. Mahkeme Çarşısı, Nalbantlar Başı, Vişneli Cami, Gök Medrese, Kaleardı gibi Sivas?ta hayatın en canlı olduğu mekânlar. Sanırım sizin yetişmenizde tesiri olan yerler buralar?

İlahi, Sivas?ın anlatıldığı, onun yaşamından kesitlerin sunulduğu bir kitapta başka nerenin soluğunu aktarabilirim ki? Sakinlerinin bir ejderha hikâyesi yaratarak gündeme taşıdıkları Van?ın mı?
Gökmedrese, Kaleardı, Şeyhçoban mahallem benim? Gökmedrese?nin avlusunda misket yuvarlar, çelik çomak oynar, Şeyhçoban Tekkesi?nin önündeki geniş meydanda top koştururdum. Bugün ciddi bir test yapsalar kanımda Kaleardı?ndaki ağızlıkçıların maltızlarından yükselen germişek ağacı kokularını kolayca bulabilirler? Mahkeme Çarşısı kentle mahallem arasındaki geçişi sağlayan bir tür Boğaz Köprüsü görevi üstleniyordu. Orta yerinde şu anda adını anımsayamadığım küçük bir cami, yani babamın camisi; karşısında öğle vakitlerinde esnafın pişirtmek üzere kucak kucak güveçler taşıdığı pideci fırını, yani babamın fırını; hemen karşısında, belki bir bina aşağıda, kapısı yan tarafta, sanıyorum bir garaja açılan bir kıraathane: Arif ile Zarif?in Kahvesi, yani babamın kahvesi? Onun karşısında yan yana sıralanmış tek katlı dükkânlardan biri de Berber Hacı?ya aitti, yani başımı üç numara makineyle kırpıp bırakan berberime?
Nalbantlarbaşı?nın girişinde sağ kolda Avunduklar?ın mağazasıyla köşedeki taş binanın birleştiği noktada içerlek bir yer vardı. Belki de kurumuş bir çeşme önü? Bir zamanlar müziğini keyifle dinlediğim kör bir laternacı olduğunu anımsıyorum orada. Tanrım, başlı başına bir sihirli dünya gibi gelirdi bana o müzik? Bugün birçok kimsenin bırakın yüzünü görmeyi, adını bile duymadığı bu müzik aletini, laternayı çalan adamın oğlunun ya da torununun orada olmadığını adım gibi biliyorum. Henüz o zamandan bunun izlerini görebiliyordum. Aile Fransa?ya ya da Amerika?ya yerleşmiş olmalı ki aynı yere daha sonra mangalın üzerine oturttuğu bir saçta sotelenmiş ciğer ya da kokusu bugün bile burnumda tüten ?tükürük köfte? dürümü satan seyyar satıcıların yerleştiğini anımsıyorum.

4- Sivas deyimleri ve atasözleri ile de anlatımlarınızı güçlendirmişiniz. Deyimler ve atasözleri, insanın kendinden olanı çağrıştırıyor sanki. Siz de bunu ustaca serpiştirmişiniz kitabınıza.

Sivas deyimleri, deyişleri ile atasözleri Mustafa Balel?in anlatım zenginliği? Onu bugün özgün bir yazar kılan özellik bunlar. Kolay olmadı ama sonunda kabul ettirmeyi başardım, biliyor musun? Bir zamanlar bunları bir kusurmuş gibi öne sürenler, bugün aynı özellikleri beni yüceltmek için sıralıyorlar.
Çok hassas bir denge içerisinde vermeyi başardığın sürece anlatıma bir çeşni katıyorlar doğal olarak. Hepsinden önemlisi de bu güzel şeylerin taşıyıcılığını yapmış oluyor edebiyat. İnceleme yazıları gibi sadece özel olarak ilgilenen bazı insanların bulabileceği dergi ve kitapların sayfalarında kalmaktan kurtuluyor ve yaşamaya başlıyorlar.

5- Mustafa Bey ama dikkat ettim öykülerinizin temelinde, esrik bir hüzün hâkim. En mutlu bir tablonun içinde dahi, gölgesel bir hüzün var sanki. Yanılıyor muyum?

Hayır, yanılmıyorsun. Sözlüklerde ve ansiklopedilerde de Mustafa Balel maddelerinde bu konuya özellikle değiniliyor.
İnsan, cüzdanını, anahtarını, çok önem verdiği bir resmi, bir kitabı, sevdiği bir insanı, vücudunun bir parçasını kaybeder de zil takıp oynar mı? Hüzünlenecek elbette. Öyküler de benden, yaşamdan, yaşamımdan, belleğimden, beynimden, yüreğimden kopan parçalar? Onları okura sunmam, bu şeyleri benim olmaktan çıkararak kamuya açmam demektir. Bir başka deyişle yüreğimden söküp atmam? Bu durumda hüzünlenmemek elde mi?
Küçük bir sır vermemi ister misin? İçinde bu temel unsurun bulunmadığı bir öyküyü bir Mustafa Balel öyküsü olarak göremiyorum ben. ?Gurbet Kaçtı Gözüme? adlı kitabımda yer alan bir öykü var: ?Vesile?. Başlangıçta ?Eski Bir Gündelikçi Kadının Trajik ve Biraz da Komik Hikâyesi? adıyla Fransızca olarak yazmıştım ve Fransa?da büyük ilgi görmüştü. Öyküde hayatı boyunca başkalarının evinde gündelikçilik yapan bir kadın kendi ağzıyla her satırında insanları kahkahaya boğan hikâyesini anlatıyordu. Yani bir tür gülmece öyküsüydü. Ama güldürürken bir yandan da insanın yüreğine paslı bir hançer saplamaktan geri kalmıyordu. Vesile, karşısında saatlerce nutuk attığı ve çektirmediği çile bırakmadığı bu gündelikçi kadını evine getirmek için ne yapmıştı, biliyor musunuz?… Eh, onu da ben söylemeyeyim artık? Meraklısı bir şekilde bulup öğrensin?

6- Sivas?ın o dokusu yerle yeksan oldu son yıllarda. Şehir ahalisi büyük şehre revan olurken, köyden şehre göçle de Sivas?ın masal zamanları sekteye uğradı. Kozmopolit, içine kapanan bir şehir meydana geldi. Ve zamanla konaklardaki yer yataklarının sıcaklığını, çok katlı apartman dairelerinin soğukluğu aldı. Sahi nereye gitti o zamanlar?

Çeşitli fırsatlarda dile getirmeye çalıştığım acı bir gerçek bu. Teknolojik gelişmeyi anlıyor, kabulleniyorum da onun getirilerini kabullenmek kolay olmuyor elbette. Şu andaki durumunu koruduğu sürece, bir başka deyişle köylüleşme süreci her gün biraz daha yoğunlaşarak sürdükçe bir zamanlar çeşitli nedenlerle kenti terk etmiş aydın Sivaslıların büyükşehirlerden yuvalarına yeniden döneceğini düşünmek safdillik olur. Önce Sivas ne olacağına karar vermeli. Geniş caddeleri, yüksek yapıları, lüks mağazaları olan üç yüz bin nüfuslu bir köy mü? Sinemaları, tiyatroları dolup taşan, her köşesinde müzelerin yer aldığı, üniversitesinin her gün kentin bir salonunda çağdaş etkinlikler düzenlediği, parkları caddeleri heykellerle süslü bir modern kent mi?
Aksi halde, inan, bugün eleştirdiğimiz bu ortamı bile arar olacağız. Gidiş bunu gösteriyor.

7- Birçok eseri olan velut bir yazarsınız. Eserlerinizin birçoğunda Sivas?a atıf var. Sivas?tan uzaktasınız ama yüreğinizin kıyısı Sivas?a demirli sanki.

Atıf sözünü bir Fransızın İstanbul ve Türkler hakkındaki izlenimlerini mektuplar yoluyla ülkesine aktardığı ?İstanbul Mektupları? için kullanıyorsan doğru. İstanbul dışında başka bir yeri görmediği için Sivas ile ilişki ancak Miniatürk?te gördüğü bir Gökmedrese maketi, bir yerde yediği peynirli yeşil soğanlı yufka dürümü, kayısılı et gibi yemekler aracılığıyla kurulabilirdi. Ben de öyle yaptım.
Ancak öteki kitaplarımda yer alan ve konuları Sivas?ta geçen öykülerin etiyle kemiğiyle doğrudan Sivas?ı anlatan öyküler olduğunu unutmayalım. Sivas?tan ayrılışımı izleyen ilk birkaç yılda çıkan ?Kurtboğan? ve ?Kiraz Küpeler? dışında öyle oldu hep.
Kişiliğini bulmuş her yazarın neredeyse takıntıya dönüştürdüğü belli bir yöresi vardır. Nasıl ki Yaşar Kemal?in Çukurova?sı, Orhan Kemal?in Adana?sı, Necati Cumalı?nın Ege?si, Tarık Dursun K.?nın İzmir?i varsa Mustafa Balel?in de Sivas?ı var.
Üçüncü kitabım ?Gurbet Kaçtı Gözüme?de ?Ayıp Yerleri Yanlış Konmuş Resimler?de Şeyhçoban Tekkesi?ni, mezarlığın bir böğrüne sığınmış Acıpınar?ı anlatmakla başladım Sivas?ı anlatmaya. ?Hatmigül Zamanı?nda aynı sokağın elli metre kadar ötesinde, Kırımlı Yenge?nin hatmigüllerle çevrili bahçesini ve sokağın tüm sakinlerini? ?Gözyaşı Satıcısı?nda Gökmedrese?nin karşısında alçacık bir kerpiç duvarla çevrili ahşap evde yaşanan bir cenaze yıkanışını… Ardından ilk romanım ?Peygamber Çiçeği? çıkageldi. Kaleardı, Şeyhçoban Gökmedrese üçgeninde bir demiryolu işçisinin hayatını anlattığım bu romanın ardından, bir başka roman çıkageldi. Boğaziçi?nde Yeşil Düş adında başlayan ve Pulur?un lahana tarlalarına bakan bir evde sona eren Asmalı Pencere. ?Turuncu Eleni? tümüyle İstanbul öyküleriydi.
?Karanfilli Ahmet Güzellemesi?nde ?Kanadı Kırık Gönlüm? ile geri planında Kunduracılar Çarşısı?ndaki Havuzlu Lokanta?nın öyküsünü anlattığım ?Tefçi İsmihan? yine Sivas öyküleri oldu?
Mustafa Balel?in eserlerinde Sivas ne yazık ki bugün Yeni Türk Edebiyatı adında bir bölümü de olan Cumhuriyet Üniversitesi tarafından değil, Konya Selçuk Üniversitesi tarafından araştırılıyor.

Sivas Postası, 31 Mart 2011

Kitabın Künyesi
Etiyopya Kralının Gözleri
Mustafa Balel
Kavis Yayınları
Basım Tarihi : 02 – 2011
Sayfa Sayısı : 136

Mustafa Balel Hakkında Bilgi
Türk hikâye ve roman yazarı, çevirmen.
1945?te Sivas?ta doğdu. l964’te Sivas Lisesi’ni, 1968’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca bölümünü bitirdi. Ardahan Lisesi?ndeki Fransızca öğretmenliğinin ardından burs kazanarak gittiği Fransa?nın Poitiers Üniversitesi?nde Karşılaştırmalı Dünya Edebiyatı üzerine yüksek lisans yaptı.1978-1980 arası İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü?nde 20. yüzyıl Fransız edebiyatı ve çeviri, 1980-1997 yılları arası İstanbul Bahçelievler Lisesi?nde Fransızca ve edebiyat, 1997-2000 yılları arası Adnan Menderes Anadolu Lisesi?nde edebiyat dersleri verdi.
Edebiyat yaşamına 1972?de Yeni Ortam gazetesinde yazdığı kitap tanıtma yazıları ve edebiyat eleştirileriyle başladı. Gazete ve dergilerde yayımladığı öyküler, eleştiriler ve çevirileriyle tanındı.

Ansiklopedilerde çalıştı:
Meydan Larousse,
Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi,
Gelişim Büyük Larousse,
Memo Larousse,
Axis2000 vb.
Kendi çıkardığı Öykü dergisini yönetti. (Nisan1975-Mayıs 1976, 7 sayı)
Eserlerinde, erkek egemen olarak bilinmesine karşın toplumda el altından uzlaşmalı bir şekilde sürdürülmekte olan anaerkil bir yapının varlığını su yüzüne çıkardığı görülür. Anlatımının sıcaklığı ve insan ruhunun derinliğine inmedeki inceliğiyle dikkatleri çeken, toplum-birey ilişkisi içinde toplumsal konuları işlediği hikâye ve romanlarında belli bir hüzün hakimdir.

Kitapları
Romanlar:
Peygamber Çiçeği (1981-2005)
Asmalı Pencere (1984)

Öyküler:
Kurtboğan, Ardahan izlenimlerini taşır. (1974)
Kiraz Küpeler, kırsal kesim insanlarını İstanbul?a getirir.(1977)
Gurbet Kaçtı Gözüme, daha çok iç ve dış göç olgusu ağır basar.(1983)
Le Transanatolien (Fransızca,1988 Paris)
Turuncu Eleni, değişik kesimlerden tablolarıyla İstanbul’u işler. (1991)
Karanfilli Ahmet Güzellemesi, aile içi ilişkileri yakın plandan irdeler. (2005)

Gezi Yazıları:
Bükreş Günleri (1983)
İstanbul Mektupları (2009)

Çocuk Kitapları:
Bizim Sinemamız Var (Romanı1979)
Cumartesiye Çok Var mı? (Roman,1981-1986)
Nöbetçi Ayakkabıcı Dükkânı (Öykü,2005)
Çember Tiyar (Masal derlemeleri,2005)
Fındık Kitaplar (Bitki ve Hayvan Masalları, 2005)

İki Dilli Kitaplar (Türkçe / İngilizce)
Berke’nin Badem Şekerleri / Berke’s Almond Candies (2007)
Sincaplı Kalemtıraş / The Squirrel Pencil Sharpener (2007)
Renkli Tebeşirler / Colored Chalk (2007)
Kiraz Tokalı Kız / The Girl with the Cherry Barette (2007)
Piknikte / The Picnic (2007)

Çevirilerinden Bazıları:
Çalı Horozu (Le Coq de la bruyère, Michel Tournier)
Altın Damla (La Goutte d’or, Michel Tournier)
Veda Yemeği (Le Medianoche amoureux, Michel Tournier)
Kaynak ya da Çalı (Eléazar ou la Source et le brouissaille, Michel Tournier)
Barbar Düğünler (Les Noces barbares, Yann Queffelec)
Hınç Ayları (Lunes de fiel, Pascal Bruckner)
Güzellik Hırsızları ( Les Voleurs de beauté, Pascal Bruckner)
Neçayev Dönüyor (Nétchaev est de retour, Jorge Semprun)
Sünger Avcısı, (Le Pêcheur d’éponges, Panait Istrati)
Banyo (La Salle de bain, Jean-Philippe Toussaint)
Mösyö (Monsieur, Jean-Philippe Toussaint)
Son Sürgün (Le Dernier exilé, Dragan Babi?)
Eski Kız Kardeşim (La femme sans tête, Marlène Amar)
Halkın İçinde (Maksim Gorki)
Değirmen (Stoyan Daskalov)

Previous Story

Belleğini Yitirmeyen Şair? Kemal Özer – Mustafa Özmen

Next Story

Turuncu Eleni – Mustafa Balel

Latest from Mustafa Balel

Ressamın Kedisi – Mustafa Balel

Kentin yoksul ama hayat dolu mahallelerinden biri. Ressam Şeremet, kendine bir atölye tutarak bu eski mahallede çalışmaya başlar. Rastlantıyla bir yavru kediyi atölyesine alınca,

Bizim Sinemamız Var – Mustafa Balel

Günümüz Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden usta öykücü ve romancı Mustafa Balel gençler için kaleme aldığı bu romanında bir okul gösterisinde öğretmenin Fransız konsolosunu

Kurtboğan, Mustafa Balel

Mustafa Balel’in ilk öykü kitabı Kurtboğan 1974’de yayımlandı. “Mustafa Balel’İn yalın dili, sıcak ve candan anlatımının, toplumcu özle bütünleştiği “Kurtboğan”, çetin doğa koşullarının daha
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ