İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi Amed Gökçen’in ‘Kara Kitap Kara Talih’ adlı yeni kitabı, Ortadoğu’nun kara talihli toplumu Ezidilere odaklanırken, bu toplumun Irak, Almanya, Suriye, Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’daki yolculuğuna odaklanıyor. Saner Şen’in fotoğrafladığı bu çalışmadan bölümler aktarıyoruz.

Tarih, tekrar etmesiyle ünlüdür. Mezopotamya’nın kadim halklarından Ezidilerin bugünlerde yaşadıkları, son yüzyıllık süreç içerisinde yaşadıklarıyla birlikte düşünüldüğünde, tarihin bu özelliği sık sık akla geliyor. Ezidilerin neredeyse tamamı, sadece yüzyıl öncesine kadar, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşıyordu, bugün ise Irak, Suriye, Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Almanya’ya dağılmış durumdalar…

12. yüzyılda Şeyh Adi bin Musafir’in tarih sahnesine çıkmasıyla yeni bir inanç ve kültürel birliktelik sağlamaya gayret eden Ezidi topluluğunun yapısı 1877 ve 1925 yılları arasında dağıldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında, Osmanlı’nın gazabına uğrayan Ezidilerin bir kısmı Çarlık Rusya sınırlarına geçti; 1915 Ermeni Soykırımı’yla birlikte, özellikle Doğu Anadolu’daki Ezidiler, Rus topraklarına geçti; Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin Irak ve Suriye’yi kaybetmesiyle birlikte, Ezidiler artık Kafkas devletleri, Türkiye, Suriye ve Irak arasına dağılan bir topluluk haline gelmiş oldu. 1970’li yıllardan sonra ise Ezidi toplumundaki bu farklılaşmaya, Avrupa ülkelerine göç dalgası eklendi. Tarihin tekrar özelliğine bir daha değinirsek: Bugün Irak ve Suriye’deki Ezidi toplumu, başta İslam Devleti (İD) olmak üzere köktenci Müslüman grupların hedefinde olduğu için tekrar bir göç dalgasının içine girmiş bir durumda…
İşte, İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi Amed Gökçen’in ‘Kara Kitap Kara Talih’ adlı yeni kitabı, Ortadoğu’nun kara talihli toplumu Ezidilere ve Ezidi inanışına odaklanıyor. Kitap, dışlanan, baskı altında tutulan, hor görülen, İslami kaynaklara göre ‘şeytana tapanlar’ diye yaftalanarak haklarında ölüm fermanları çıkarılan Ortadoğu’nun kadim topluluklarından Ezidileri anlama ve anlatma çabasının bir ürünü. Gökçen de çaba adına yollara düştü ve kitabı için Irak, Almanya, Suriye, Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’da yürüttüğü saha araştırmalarında sözlü kültüre ait bilgileri topladı. Fotoğrafçı Saner Şen de gittikleri bölgelerdeki Ezidileri fotoğrafladı.
Gökçen, kitabının son bölümünde ‘Yeniden Kutsanan Coğrafyalar’ başlığıyla Ezidilerin dağıldığı Türkiye, Ermenistan, Suriye, Irak ve Almanya’yı mercek altına alıyor. Gökçen’e göre, 1877’ye kadar sadece Osmanlı siyaseti ve onun geliştirdiği politikalara uyum sağlamaya çalışan, bunlara göre siyasi ve askeri bir duruş belirleyen Ezidi toplumu, artık farklı devletlerin siyasetlerine uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Bu siyaset değişikliğinin en iyi göstergesi de Ezidilerin Türkiye, Suriye, Irak ve Ermenistan’da yerleşik hayata geçmesini sağlamaya dönük geliştirilen askeri ve siyasi politikalardır. Vergi sisteminin düzenlenmesi, askerliğin zorunlu ve düzenli bir sisteme oturtulması gibi ulus-devlet pratikleri, Ezidiler gibi göçebe ve heteredoks gruplarla merkezi otorite arasındaki uyuşmazlığı daha da görünür kılmıştır.
Gökçen’in, Ezidilerin yaşadığı bölgelerde yaptığı saha çalışması sonunda elde ettiği verileri aktarıyoruz.

Terk edilmiş yüzlerce Ezidi köyünden biri (Mardin-Midyat, 2004)

Türkiye: Kayıp cemaatin ülkesi
Ezidiler Türkiye sınırları içinde Diyarbakır (Merkez ve Bismil, Çınar ilçeleri), Batman (Beşiri), Mardin (Nusaybin, Midyat – yaş ortalaması oldukça yüksek olan bu iki ilçeye son yıllarda Ezidiler geri dönmeye çalışmaktadır), Şanlıurfa (Viranşehir), Gaziantep, Siirt, Van, Ağrı, Kars, Erzincan, Erzurum ve Tunceli illerinde yaşamıştır. Son bir asırda Türkiye’de gelişen siyasal ve ekonomik olaylar sebebiyle Türkiye’deki Ezidi nüfusu 500 kişiye kadar düşmüştür. Türkiye’deki aileler ise Diyarbakır (Bahçecik köyü – köyde altı kişi yaşamaktadır), Batman (Beşiri – Beşiri’de yaşayan Ezidilerin büyük çoğunluğu Oğuz, Uğrak ve Kumgeçit köylerinde yaşamaktadır), Mardin (Nusaybin, Midyat), Şanlıurfa’da (Viranşehir) ikamet etmektedir. Viranşehir, Türkiye Ezidilerinin en fazla nüfusa sahip oldukları yerdir. Türkiye Ezidilerinin bugün büyük bir kısmı, gerek resmi makamlarca tanınmamaları, gerekse de farklı dinlerden toplulukların Ezidilerle olan husumetleri ve en önemlisi de ekonomik sebeplerden dolayı, başta Avrupa ülkeleri (Almanya, İsveç, İsviçre) olmak üzere Suriye, İran, Irak ve Ermenistan’a göç etmişlerdir.
Öte yandan, Cumhuriyet Dönemi’nde zorla Müslümanlaştırma politikası sürmemekle birlikte “Yezidilik” bir din olarak resmen kabul edilmemektedir. Ne yazık ki bugün Ezidilerin kimliklerindeki din hanesine bazen çarpı işareti “X” konmakta, bazen de “bilinmeyen din” ibaresi düşülmektedir.
Topluluğa yapılan saha çalışmalarında görülmüştür ki, Ezidilerin neredeyse tamamı 20. yüzyıl başlarına kadar göçebe bir hayat sürmektedir. Yerleşik hayat öncesi yaşama dair olan sözlü gelenek birçok yönüyle kahramanlık, cengaverlik menkıbeleri ve aşk hikayeleri ile bezelidir. Ezidiliğin Kürtlerin tarih öncesi inanç sistemini temsil ettiğine dair var olan inanç ve Ezidi inancına has mitolojik anlatılar birçok Kürt siyasi hareketinin politikasına destek olacak bir yapıya sahiptir. Bu siyasi tutum “yerlilik”, “kadimlik” tezleri üzerinden bir coğrafyanın en sahibi ve en haklı sahipleri oldukları iddiasından beslenir.
Günümüz Türkiyesi’nde Ezidiliğin dini ve kültürel izlerini bulmak oldukça zordur. Yok edilmiş ve hatta oluşturulmasına dahi izin verilmemiş bir tarihsel algının ve virane köylerin göründüğü resimler dışında elle tutulur bir bilgiye ulaşmak da mümkün değildir.

Sen Xuda’sın, ben Ezda
Kürtçeye uygun olarak Tanrı, “Xuda” olarak adlandırılır. “Xu” Kürtçede “kendi” anlamına gelir; “da” ise vermek, yapmak, oluşturmak anlamıyla eşittir. Dolayısıyla Kürtçe anlamıyla Tanrı kendini yaratan, kendini oluşturan, kendini var eden’dir. Yaradılış anlatısında yer alan Tanrı ve Melek Tavus’un üçüncü karşılaşmalarında Melek Tavus’un Tanrı’ya söylediği “Sen Xuda’sın, ben Ezda; sen yaradansın, ben mahlukat,” sözleri ise topluluğun kendisini adlandırırken kullandığı “Ezidi” tanımının da kaynağını oluşturur.
Ezidiler kendilerini Ezidi, dinlerini ise Ezdiyati veya Êzdîti olarak adlandırır. “Ez” Kürtçede ben anlamına gelir, “da” ise yukarıda belirtildiği gibi vermek, yapmak, oluşturmak anlamındadır. Dolayısıyla “Ezda” yaratılan, var edilen, mahlukat anlamına gelir. Topluluk, Ezidi adıyla, kökenini ilk yaratılmış olan’a ve Âdem’in ilk oğlu Seyyid bin Car’a dayandırır.
Suriye: Biraz Türkiye, biraz Irak
Gerek Irak gibi dini bir merkeze, gerekse de Türkiye gibi ciddi bir nüfusa sahip olamamasından dolayı hakkında en az bilgiye sahip olduğumuz Suriye Ezidilerinin tam olarak hangi tarihlerde Suriye’ye yerleştikleri bilinmemektedir. Belirlenmeyen bir tarihte bu topraklara yerleşen ilk grubun ardından ikinci göç kafilesi 20. yüzyılın ilk yarısında Türkiye’den ayrılanlar oluşturmaktadır. Öncelikle Efrin ve Kamışlı’ya yerleşen Ezidiler 2000’li yıllardan sonra ekonomik sebeplerle –-özellikle genç nüfus– Halep ve Şam’a göç etmiştir. İkinci göç dalgasının önderleri yine Şerkî aşiretidir.
Suriye Ezidileri diğer devletlerde yaşayan Ezidilerin aksine sadece Müslümanlaştırılmak için zulme uğramazlar, ayrıca Kürt oldukları için de vatandaşlık haklarında mahrum tutulurlar. Müslümanların arasında Ezidi, Araplar arasında ise Kürt olarak dışarıda tutulan Suriye Ezidileri cemaatin en yoksul grubunu oluşturur. Bu sebeple son yıllarda özellikle İsveç, İsviçre ve Almanya’ya göç etmektedirler. Gerek kullandıkları Kürtçe, gerekse de kültürel değerler açısından cemaat üyelerini Türkiye Ezidilerinden ayırmak neredeyse imkansızdır.

Ermenistan Ezidileri diğer Ezidi topluluklarından neredeyse her konuda ayrışıyor. Bunun görünür örneği ise cenaze törenleridir.

Ermenistan: İlk kırılma
Bir asır öncesine kadar dünyadaki genel nüfuslarının neredeyse tamamının Osmanlı sınırları içende yaşadığı bilinen Ezidi topluluğunu göç etmeye –veya göçebe bir şekilde yaşamaya– zorlayan etkenlerin başında özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Osmanlı yönetiminin ve İslam şeriatının “fırka-i dâlle” (sapkın topluluk) olarak adlandırdığı Ezidileri zorla Müslümanlaştırma ve askere alma politikasıyla “ıslah” edip, merkezi iktidarın egemenlik alanına ve dolayısıyla vergi sistemine dahil etme çabası gelmektedir.
1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında, asıl amacı Müslümanlaştırma olan farklı dayatmalara rağmen, yüzyıllarca sınırlı bir bölgede yaşayan Ezidi aşiretleri ilk defa Osmanlı sınırları dışına, –bugünkü Ermenistan sınırlarına– ve sonrasında farklı Kafkas ülkelerine göç etmiştir. Rus ordusunda yer alan Ermeni komutanlarla kurulan ilişki Ezidilerin kısmen de olsa Rus askerlerini desteklemesini sağladı. Rus sınırındaki Ermenilerle kurulan ilişki sadece Osmanlı-Rus Savaşı sırasında değil, Ermenilerin 1915’te Osmanlı topraklarını terk etmeye zorlanmasından sonra da devam etti. Ermenistan, Gürcistan ve Rusya’da mevcut olan Ezidilerin neredeyse tamamı bu tarihler arasında ve sonrasında Osmanlı topraklarını terk etmiştir.
Osmanlı-Rus Savaşı Ezidi tarihinin en önemli kırılma noktalarından biridir. Savaşan tarafların hiçbiri kadar büyük planları olmayan bu cemaat savaş sonrasında belki de geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. 1877 yılına kadar küçük gruplar halinde Rus topraklarında yaşayan cemaatin nüfusu savaş sonrasındaki ciddi şekilde artmıştır.
Neredeyse tamamı Türkiye’nin Erzurum, Erzincan, Tunceli, Van ve Kars illerinden göç eden Ezidiler, önce Ermenistan’a; 20. yüzyılda büyüyen ekonomi krizler sonrasında öncelikle Rusya ve Gürcistan’a göç etmiştir. Ermenistan nüfusunun ikinci büyük grubunu oluşturan Ezidiler doğal olarak siyasi partilerin de gözdesi durumundadır. Ezidilerin yaşadığı diğer bölgelerin aksine siyaset Ezidiliğin her alanına sinmiş ve etkin bir role sahiptir.

Ezidi erkekleri kadehlerini askere gidecek olanın sağlıkla geri dönmesi için kaldırıyor (Ermenistan, 2011)

Ermenistan Ezidilerini beş farklı başlık altında toplamak mümkün:
1- Bu gruptakiler için Ezidilik ve Kürtlük tarihsel olarak birbirine bağlıdır ve birbirinden ayrı düşünülemez. Bu birliktelik politik bir sebepten dolayı değil, daha çok geleneksel öğretiler üzerinden şekillenir. Çünkü önceki kuşaklardan öğrenilen her şey Ezidilik ve Kürtlüğün ayrılamayacağını vurgular. Bu birliktelik, ibadetlerin Kürtçe yapılmasından ve Tanrı’nın da Kürtçe konuşuyor olduğuna dair var olan inançtan beslenir.
2 – Ezidilik ve Kürtlük birbirinden ayrılmaz bağlara sahiptir. Fakat Ezidilik Kürtlere özel bir dindir ve bu sebeple öncelikle Kürt kimliğinin vurgulanması gerekir. Bu fikri savunanlar kendilerini “Ezidi” olarak değil, “Ezidi Kürtler” (Kurdên Êzîdi) olarak tanıtır. Öte yandan başka bir dine ve inanca sahip Kürtler de olabilir. Tarihsel bir gerçeklik olarak Kürtler bir bölümünün belirli bir tarihe kadar Ezidi/Zerdüşti inancına bağlıydı. Kürtlerin bir kısmı Müslüman aşiretlerin baskıları ve misyoner çalışmaları sonrasında dinlerinden ayrılmışlardır. Bu grup içinde değerlendirebileceğimiz ve daha politize olan kişiler Müslüman Kürtlerin tekrardan Ezidi olmasına da sıcak bakmaktadır.
3- Özellikle Kürt siyasi partilerinde görev alan Ezidiler için önemli olan Kürt olmaktır. Bu gruba dahil olanlar Hıristiyanlığa geçen Ezidilerle de evlenmekte sakınca görmez.
4 – Kürt kimliğinin önemli olduğuna vurgu yapan Ezidilerin bir kısmı son yıllarda Protestan misyonerlerinin etkisiyle Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Kendilerini “Xwedê Nas” olarak tanıtan ve Kürtçe İncil okuyan bu kişiler için de dini ayrımların önemi yoktur, asıl önemli olan Kürt olmaktır.
5- Osmanlı Devleti’nin 1915’te sürgüne gönderdiği yüz binlerce Ermeni’nin yollarda ölmesinde/öldürülmesinde Kürt aşiretlerinin oynadığı rol umulmadık bir şekilde Ermenistan’da farklı bir şekilde etkisini gösteriyor. Müslüman Kürtlerle herhangi bir şekilde ortaklaştıracak her türlü dini ve kültürel öğeyi reddeden bu fikrin sahipleri için Ezidilik Kürtlükten tamamen farklı bir yapıdadır. Yine bu görüştekiler için Kürtler 1000 yıl önce geri dönüşü olmayacak bir şekilde Ezidilikten ayrılıp Müslümanlığa geçmiştir. Bu süre zarfında da Müslümanlık ve Kürtlük birbirinden ayrılamaz bir kültür oluşturmuştur. Dolayısıyla artık Kürt kimliği ile Ezidilik arasındaki tek ortaklık Kürtçedir. Şayet Kürtçe gündelik hayattan çıkarılırsa Kürtlerle olan tüm bağ koparılacaktır. Bu sebeple, Ermenistan Ezidilerinin bir bölümü Ezidiliğin var oluş dayanaklarından biri olan Kürt kimliğini tamamen reddedip kendisini “Êzîdî”, konuştuğu dile de “Êzdakî” olarak adlandırmaktadır. Fakat bu teorinin pek de hayata geçirilebildiğini söyleyemeyiz. Çünkü Kürtçe Ezidilerin neredeyse tamamı tarafından konuşulmaya devam ediliyor. Yapılan tek değişiklik Ezidilerin konuştuğu Kürtçenin Kurmanci lehçesini “Êzdakî” olarak adlandırmaktadır.
Ermenistan Ezidileri sadece siyasi olarak değil, dinin tanımlanmasında da birbirinden ayrılırlar. Ezidilerin yaşadığı her coğrafyada değişmez şekilde uygulanan şeyh, pîr ve mürid arasındaki dini ayrım birçok Ezidi tarafından uygulanmamaktadır. Dini yapılandırmada yer alan şeyh, koçek, feqîr, ve qewal’lar cemaatin bir bölümü tarafından önemsenmemektedir. Şeyh Adi’den önce olduğu gibi, yani sadece pîr ve müridden oluşan bir dini ve kültürel yapının olduğu görülmektedir.
Irak: Dinî merkez
Dini yapının mitolojik anlatılarla süslenmiş yeryüzündeki tezahürüne ise Laleş ev sahipliği yapmaktadır.

Laleş vadisinin her köşesinde özel bir sebep veya özel bir kişiye istinaden fitiller yakılır (Irak, 2011)

Tanrı tarafından Ezidilerin ibadet etmesine uygun bir şekilde var edildiğine inanılan Laleş, Şeyh Adi’den günümüze kadar kutsal bir mekan olarak var olmuştur. Bu vadiye atfedilen kutsiyetin farklı sebepler üzerine temellendirildiği söylenebilir. Şeyh Adi ve halefleri dışında neredeyse Ezidi dini anlatısını oluşturan tüm dini ve geleneksel yapının üretildiği, değiştirildiği veya yenilendiği –dolayısıyla tüm bunları mümkün kılan– tek mekan yine Laleş’tir. Öte yandan Ezidi topluluğu açısından sembolik değere sahip olan Laleş’in Ezidi toplumun dini merkezi olması, Ezidilerin Müslümanlaştırılmasına ilişkin sürdürülen politikaların da Laleş odaklı sürdürülmesine yol açmıştır.
Bu sebeple Laleş’in de bağlı olduğu Musul’dan Hakkari’ye kadar uzanan bu coğrafya Ezidiliğin kuruluş evresinden de bağımsız düşünülemez.
12. yüzyılda Şeyh Adi bin Musafir’in Sincar Dağları’nı mekan edinmesi sonrasında Laleş, büyük bir bölümü Kürt müridlerden oluşan cemaatin hem dini hem de 12. yüzyıldan günümüze kadar sürecek olan tartışmaların ve katliamların merkezi haline gelmiştir. Ezidi mitolojik anlatıları mabedin tarihsel dönüşümüne ilişkin ilahi bir çerçeve çizse de, Laleş’in bir Keldani manastırının temelleri üzerine kurulduğuna ilişkin iddialar, Irak Hıristiyanlarınca sıklıkla dile getirilmektedir. Laleş’in Ezidi toplumunun dini merkezi olması Ezidiler üzerinden sürdürülen Müslümanlaştırılma politikalarının da merkezi olmasına yol açmıştır.
Sincar’da bulunan Laleş etrafında şekillenen dini ve kültürel yapının tüm Ezidi cemaatine ulaşması her tarihte belli zorluklara bağlıydı. Fakat Türkiye, Irak ve Suriye arasındaki sınırların net bir şekilde çizilmesi ve de Ezidilerin bir kısmının Kafkas ülkelerine göç etmesiyle birlikte topluluğun dini merkez olan Laleş’le kurdukları bağ belli bir şekilde zayıflamıştır.
Laleş, Irak Ezidilerinin çoğunlukla ikamet ettiği Şeyhan (Welatşêx), Baaşîk – Behzan ve Şengal’e bağlı köylerde yaşayanlar için halen kutsal bir yer olarak görülse de Irak dışında yaşayan Ezidiler için kültürel bir simge veya gidilmesi pek de gerekmeyen kutsal bir hac mekanına dönüşmektedir. Cemaatin birbirinden uzak ülkelere -özellikle Avrupa’ya- dağılması, cemaat içindeki siyasal görüş farklılıkları ve de en önemlisi Avrupa’da ve Kafkaslarda yaşayan Ezidiler kültürel olarak farklılaşması bu otoritenin dağılmasında etkin bir yol oynamıştır. Öte yandan okuma yazmanın yakın zamana kadar cemaatçe yasaklanmış olması Laleş’i zorunlu dini merkez haline getiriyordu. Fakat bu yasağın kalkmasıyla beraber özellikle Ezidi gençleri farklı (yazılı) bilgi kaynaklarını kullanmaya başlamıştır.
Almanya: Son kırılma
Türkiye Ezidilerinin neredeyse tamamına ev sahipliği yapan Almanya, son yıllarda Ermenistan, Rusya, Suriye ve Iraklı Ezidilerin de öncelikli olarak göç ettiği ülkedir. Ezidiler hem kültüre farklılıklar sebebiyle ortaya çıkan iç sorunları çözmeye hem de kendilerini Avrupa kültürünün genişlemeci zihniyetine karşı korumaya çalışmaktadır. Farklı ülkelerden gelen Ezidi topluluklarının bir araya gelmesi Ezidi toplumunun da birbirinden farklı kültürel yapılara sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu kültürel farklılığın önemli göstergelerinden birisi Türkiye ve Iraklı Ezidilerin farklı bölgelerde yaşamayı tercih etmesidir. Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri, Ezidiler için adı konulmamış bir sınav gibidir.
Kişinin bireysel özgürlüğünün ön plana çıktığı, Avrupa’daki kültürel yapının Ezidilik gibi gerek dini gerekse de kültürel hayatın tüm alanlarının birbirinden ayrılmaz bir şekilde organize edildiği bir oluşumu etkilemesi mümkün değildir. Dolayısıyla farklı ülkelerde ikamet eden Ezidilerin yaşadığı yerel çelişkilerin tamamını sonraki yıllarda göç ettikleri Avrupa ülkelerinde görmek mümkündür.
Günümüz Ezidiliğinin yaşadığı dini ve kültürel sorunlar özellikle Almanya’da yaşayan Ezidiler tarafından aşılmaya çalışılmaktadır. Belirli sorunların aşılması için oluşturulan dini ve siyasi bazı kurumlar –öyle görülüyor ki– Ezidiliği içinden çıkılması neredeyse imkansız bir yere getirmiştir.
Çünkü çözüm için oluşturulan kültürel kurumlar zamanla siyasi bir güç haline gelmiştir. Fakat Ezidiliğin tüm siyasal yapısı zaten yüzlerce yıldır Mîr ailesi tarafından belirleniyordu ve var olan kurumlarda bu görüşe göre Mîr’e bağlı. Bu olmalıydı; fakat böyle olmadı. Yakın tarihlere kadar Ezidilerin okuma yazma bilmesi yasaktı. Bu yasağın doğal bir şekilde işlevsiz hale gelmesiyle, özellikle mürid çocuklarının neredeyse tamamı eğitim görmeye başladı. Kast sınıfının en altında bulunan müridlerin okuryazar olması ve hatırı sayılır görevlerde yer almaları Ezidiliği kökten saracak bir dalgaya yol açtı. Bu grup içinde yer alanlar için dini bilgi eskisine oranla bir kıymet ihtiva etmediği gibi, bu kulağı Ezidiliğe bağlayan tek şey anne ve babalarının inançlarına duydukları hürmet ve toplumsal baskıdır. Dini ve kültürel olarak bağlılığını, kısmen de olsa, yitiren bu kulağın yarattığı dalga Ezidilerin yaşadığı tüm topraklara yayılmış durumda.
Dernek ve kültür kurumlarıyla organize olan Ezidilerin asli amacı sadece siyasal bir güç oluşturmak değildir. Asıl amaç kuşaklar arası farklılıklardan doğan kültürel ayrıştırmayı oradan kaldırmak ve Ezidilikten ayrılma/kopma noktasına gelen binlerce genci cemaatin içinde tutmaktır. Ezidiliğin Avrupa’da yaşadığı sorunların neredeyse tamam Avrupa’da doğan genç kuşak Ezidilerin etrafında şekillenmektedir. Çünkü belirli bir yaştan sonra Avrupa’ya göç eden Ezidiler hem kültürel hem de dini olarak kendisini Ezidiliğe ve doğduğu topraklara bağlı hissediyorken, Avrupa’da doğan son kuşak Ezidiler için bunu söylemek mümkün değildir.
Belli bir yaştan sonra Almanya’ya göç eden Türkiye Ezidiler için Kürtlük ve Ezidilik birbirinden ayrılamazken, Avrupa’da doğan gençler için sorun bu kadar da basit değildir. Ezidiliği günümüz koşullarına uygun bir din olarak görmeyen bu kuşağın üyeleri için ne Kürtlük ne de Ezidilik önem taşımaktadır. Dini hissiyatları zayıflayan Ezidileri cemaat içinde tutan tek yapı kültür kurumlarıdır. Öteki haliyle Avrupa Ezidileri, değişmeyen bir dini örgütlenmenin Avrupa karşısında tutunamayacağının ve zamanla yok olacağının farkındadır. Almanya bu sebeple Ezidilerin en politik olduğu yerdir.

ÖZGÜN ÇAĞLAR
http://www.agos.com.tr/, 02 Ekim 2014

(Fotoğraflar: SANER ŞEN)

Ezidiler Kara Kitap Kara Talih
Amed Gökçen
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları / Tarih Dizisi
Sunuş : Murathan Mungan
Fotoğraflar : Saner Şen
Editör : Fahri Aral
İstanbul, 2014
211 s

Previous Story

Talip Apaydın çiftçisiydi umudun

Next Story

Sevgili annemiz Platonov – Ahmet Büke

Latest from Tarih

16.Yüzyılda İstanbul – Köleler ve Esir Pazarı 

Türkler için köleleri, sahip oldukları zenginliklerin başında gelirdi. Kölelerin büyük çoğunluğunu Hıristiyan Çerkezler oluştururdu. Diğerleri Gürcistan ’dan, Eflak ’tan, Sırbistan ’dan, Bosna ’dan, Transilvanya
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ