Faşizmin Fantezisi – Erdoğan Özmen

erdogan-ozmenGenel olarak biliniyor artık. Kabaca söyleyecek olursak: Ortalama nevrotik birey bir tür tatminsizlik hissiyle, onu tatmin olmaktan alıkoyan bir şey nedeniyle terapiye başlar. O şey semptomdur. Semptom ( isteksizlik, uykusuzluk, konsantrasyon güçlüğü, hissizlik, mutsuzluk, fobi, obsesyon.. her ne ise artık), tatminkar bir hayat sürmenin, zevkin önündeki engel gibi işlev görür.

Yine bu bağlamda, terapist bildiği varsayılan; semptomun çekirdek bilgisini, sırrını bilen özne olarak konumlandırılır. Nevrotiğin, demek tipik, ortalama bireyin umudu, beklentisi şudur: Söz konusu bilginin uygun bir biçimde kendine aktarılmasıyla semptom ortadan kalkacak, böylece engelsiz bir biçimde ve özgürce zevk sürebilecek, eksik olan tatmine kavuşacak, dolu dolu bir hayat yaşayacaktır.

Bu tabloda gözden kaçan nokta, bizzat semptomun bir tatmin, Freud’un “ikame tatmin” dediği şeyi sağladığı gerçeğidir. Dışarıdaki bir gözlemci, hatta semptomun külfetini de çektiğinden hastanın kendisi için kavranması güç olsa da, durum budur: Nevrotiğin bütün çabası, her şeyin olduğu biçimde devam etmesine yöneliktir. Semptomundan vazgeçmek, deyim yerindeyse ortalığı velveleye vermek istemez. Bu yüzden şöyle söyleyebiliriz: Nevrotik öznenin terapi arayışını başlatan şey, hakiki bir değişim arzusu değil, bir tür tatmin krizidir. Semptomun hayatın bütün veçhelerine yayılarak bireyin takatini kesmeye başladığında ortaya çıkan bir kriz. Dolayısıyla terapideki temel amaç, semptomun yol açtığı (ve tatmin kaynağı olan) kesinti/sekteyi tümüyle ortadan kaldırmak değil, öznenin onunla ilişkisini değiştirmektir. Çünkü öznenin öznelliğini en derin düzeyde kuran şey o sektenin/yarılmanın ta kendisidir. Psikanalitik düşünce ve pratiği genel olarak tıptan ve psikolojideki diğer iyileştirme pratiklerinden ayıran can alıcı noktadır bu: Onların tümünde semptomlar, tecrit edilebilir ve genelleştirilebilir olan bir rahatsızlığa işaret eder. Semptomun değeri asıl hastalığın bir kanıtı olduğu ölçüdedir. Semptomu ortadan kaldırmak için, altta yatan o rahatsızlığı tedavi etmek gerekir. Merkezlerindeki temel “araç” dinlemeye karşıt olarak bakıştır, vb., vb…

Psikanalitik düşüncede de semptom şüphesiz alttaki rahatsızlığın gösterenidir. Ancak esasen bir gösteren olması bakımından anlamını ve işlevini bağlamdan, Öteki ile özgül ilişkilerden edinir. Dolayısıyla burada dinleme ve yorumlamanın esas olduğu bir pratik söz konusudur. Ve semptom diğer yandan ve daha önemli olarak, öznenin ruhsal varoluşunun birleştiği, kaynaştığı düğüm noktasıdır. Terapideki nihai noktanın formülasyonunun “ben buyum”/”bu benim”/”olduğum şey bu” gibi bir şey olması demektir bu.

***

Bireysel semptoma benzer şekilde toplumsal semptom da zevk karşısında bir engel gibi görünür. Toplumun dengeli ve uyum içindeki hayatını bozan, bünyeye yabancı unsurdur o. Kapitalist toplum için söz konusu semptom Yahudi figürüdür. Toplumun istikrarlı işleyişini bozarak raydan çıkmasına neden olan; fesada, yozlaşmaya, kötülüğe yol açan aşırılığın ete kemiğe bürünmüş hali. Yahudi figürü en başta olsa da, herhangi bir toplumsal kimlik aynı pozisyona kolayca yerleştirilebilir. Japonlar, Çinliler, vb…

“Gerçek” Yahudilere ilişkin algımız daima toplumsal antagonizma ile baş etmeye çalışan simgesel-ideolojik yapı ile dolayımlanmış haldedir: Yahudinin “gerçek” sırrı bizim kendi antagonizmamızdır. Günümüz Amerika’sında, örneğin, Yahudinin rolüne benzer bir rolü giderek artan ölçülerde Japonlar oynamakta.”[1]

Yahudi figürüne atfedilen aşırılık ve düzensizlik sistemin kendi aşırılığı ve düzesizliğidir. Tam da Yahudi figürünün varlığı yüzündendir ki, kapitalizmin herhangi bir aşırılığa düşmeden işleyeceği, aşırılığı olmayan bir kapitalizmin mümkün olduğu inancı kendi gerekçe ve dayanağına kavuşur. Faşizm işte bu aşırılığı olmayan kapitalizm inancının en has politik temsili, en dolaysız ifadesidir. Yahudi figürünün cisimleştirdiği aşırılığı yok etme hareketidir. Yahudi figürünün ortadan kaldırılmasıyla kapitalist sistemin denge ve uyumuna kavuşacağı, geleneksel toplumun değerleri ve istikrarı ile kapitalizmin mütemadiyen gelişmesi ve yenilikçiliği arasındaki çatışmasız birliktelik ve ahengin kurulacağı tezine yaslanır faşist ideoloji. Buradaki açmaz şudur: Yahudi figürünün yok edilmesi projesi kapitalizmin kendi içindeki bünyevi dengesizlik ve aşırılığa çarparak dağılır. Çünkü söz konusu figürün imhası ne denli başarılı olursa olsun, bu en nihayetinde dengeli ve stabil bir kapitalizmle sonuçlanmaz. Faşist programın niçin asla başarılı olamayacağının ve bir sonuca ulaşamayacağının sebebidir bu. Faşist projede tarif edildiği biçimiyle başarı yapısal olarak imkansızdır.

Demek ki şu vardır: Faşizm yok etmeye çalıştığı figürün yok olmasına müsaade edemeyen bir dinamikle, o dinamik sayesinde var olabilir ancak. Tersinden söyleyecek olursak, başarılı bir faşist toplum, çoktan faşist olmaktan çıkmış bir toplum olabilir ancak demektir bu. O halde, Yahudi figürü aynı zamanda onun zevklenmesinin/tatmin bulmasının aracıdır. Kendi tatmininin, zevkinin önündeki nihai engel gibi gördüğü Yahudi figürü, aslında tam da o zevki/tatmini mümkün kılan şeydir.

“Anti-Semitik kapitalistin Yahudi nefreti kapitalizmin kendisine yönelik olan ve onun bünyevi antagonistik tabiatının ürettiği aşırılıktan nefret değil midir aslında? Kapitalizmin Yahudi nefreti onun kendi en derin, en asli özelliğinden nefret değil midir? Bu nedenle ırkçının Ötekisinin bizim kimliğimize nasıl bir tehdit sunduğunu belirtmek yeterli değildir. Bunun yerine önermeyi tersine çevirmemiz gerekir: Ötekinin büyüleyici imgesi bizim kendi en derin bölünmemizi, “bizde bizden fazla olan şeyi” cisimleştiren ve böylece bizi kendimizle tam bir özdeşleşmeden alıkoyan şeydir. Ötekinden nefret kendi zevkimizin aşırılığına duyulan nefrettir.”[2]

Faşizmin daima bir iç düşman kategorisi yaratmasının ve o iç düşmanın bir bütün olarak toplumsal bedenin zararına ve bütün gayri-meşru yolları kullanarak zevk süren bir grup/topluluk olarak resmedilmesinin gerisinde bu vardır. Faşizmin zevk süren, sefahat içindeki ötekini yok etme programı, herhangi bir zevk lekesiyle kirlenmemiş saf bir toplum yaratma girişimidir. Zavallıca sürdürülen bir saflık arayışıdır faşizm. Tamamıyla meşru, eksiksiz ve nihai zevke/tatmine izin verecek bir saflık. Faşist kendi zevkini/tatminini deneyimlemesi tam da düşmanı olan o öteki aracılığıyladır.

Hakiki hiçbir gayesi olmayan, memleketin hiçbir gerçek meselesine temas etmeyen ve aşırı bir hınç ve nefretle ortaya atılan “boğazda viski içip HDP’yi destekleyen hainler” suçlamasını, ve olabilecek en ilkel, en kaba ve en çirkin biçimlerde telaffuz edilirken her türlü aşırılığın hakkını veren “Kürt düşmanlığını” asıl bu bağlamda, libidinal ekonominin terimleriyle düşünmeliyiz belki de. Onu da eklemiş olalım: Yeni-Osmanlıcılık fantezisinin gerisinde de aynı libidinal ekonomi iş başındadır.

Yoksa, çıplak gerçeğin, bu toplumun en derin antagonizmasının, tam kalbindeki yarığın gelip düğümlendiği yer; oğlunun tabutuna sarılmış “Affet beni oğlum, 18 bin liram yoktu” diye ağlayan ananın kahrı, çaresizliği, yoksulluğu, kimsesizliği değil midir?

[1] S. Zizek, Tarrying With The Negative, Duke Uni. Press, 1993, s. 205.

[2] Age, s. 206.

Erdoğan Özmen
10 Ağustos 2015 http://www.birikimdergisi.com/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir