Felsefenin Temel İlkeleri – 5. Ders: Diyalektiğin dördüncü çizgisi; karşıtların savaşımı (I) Georges Politzer

Felsefenin Temel İlkeleri, Georges Politzer’in 1935-1936 ders yılında İşçi Üniversitesi’nde verdiği derslerin, öğrencileri olan Guy Basse ve Maurice Caveing tarafından geliştirilerek ve onun imzası altında Principes fondamentaux de philosophie (Editions Sociales, Paris, 1954) adıyla yayınlanmıştır.
Beşinci Ders
Diyalektiğin Dördüncü Çizgisi; Karşıtların Savaşımı (I)
I . Karşıtların savaşımı her değişikliğin devindiricisidir. Bir örnek.
II . Diyalektiğin dördüncü çizgisi.
III . Çelişkinin nitelikleri.
a) Çelişki içtedir.
b) Çelişki yenileştiricidir.
c) Karşıtların birliği.

I. Karşıtların Savaşımı Her Değişikliğin Devindiricisidir. Bir Örnek
Biz gördük ki, bütün gerçek, harekettir ve bu hareket evrenseldir, kendi aralarında zorunlu olarak bağlantı bulunan nicel ve nitel olarak iki biçime bürünmüştür. Peki ama hareket niçin vardır? Değişikliğin, özellikle niceliğin nitelik haline dönüşünün, bir nitelikten yeni bir niteliğe geçişin devindiricisi nedir?
Bu soruyu yanıtlamak, diyalektiğin dördüncü çizgisini, diyalektiğin temel yasasını, bize hareketin nedenini veren yasayı açıklayıp anlatmaktır.
Pek somut bir ömek bu yasayı ortaya koyacaktır.
Marksist felsefeyi, diyalektik materyalizmi inceliyorum. Bu, ancak, aynı zamanda, hem bilgisizliğimin bilincinde (sayfa 104) isem, ve hem de bu bilgisizliğimi yenmek ve bilgiyi elde etmek iradesine sahipsem olanaklı olabilir. İncelememin devindiricisi, incelemedeki ilerlemenin mutlak koşulu, benim bilgisizliğim ile onu yenme isteğim arasındaki savaşımdır, bu benim bilgisizliğim konusundaki bilincim ve bu bilgisizlikten kurtulmaktaki iradem arasındaki çelişkidir. Bu karşıtların savaşımı, bu çelişki, incelememin dışında değildir. Eğer ben ilerleme gösteriyorsam, bu, bizzat bu çelişkinin durmadan kendisini ortaya koyuşu ölçüsündedir. Elbette ki, incelemenin ilerleyişini belirleyen kazançların her biri, bu çelişkinin çözülmesidir (bugün, dün bilmediğimi biliyorum); ama her bir çözülmenin arkasından, bildiğimle bilmediğimin bilincinde olduğum arasında yeni bir çelişki ortaya çıkar ve buradan incelememde yeni bir çaba, yeni bir çözülme ve yeni bir ilerleme oluşur. Her kim ki her şeyi bildiğini sanır, hiçbir zaman ilerleyemeyecektir, çünkü bilgisizliğini gidermeye, yenmeye çalışmayacaktır. Bu hareketin ilkesi, incelemedir, daha az bir bilgiden, daha büyük bir bilgiye dereceli olarak geçişin devindiricisidir, şu halde, karşıtların savaşımı, (bir yandan) benim bilgisizliğim ile (öte yandan) bilgisizliğimi yenmek zorunda olduğumun bilinci arasındaki savaşımdır.

II. DİYALEKTİĞİN DÖRDÜNCÜ ÇİZGİSİ

“Diyalektik, metafiziğin tersine, doğadaki nesnelerin ve olayların iç çelişkiler içerdikleri, çünkü hepsinin olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişleri ve bir gelecekleri olduğu, hepsinin yokolup giden ya da gelişen öğeler taşıdıkları görüşünden yola çıkar; karşıtların savaşımı, eski ile yeni arasındaki, ölen ile doğan arasındaki, yitip giden ile gelişen arasındaki savaşım, işte bu, gelişme sürecinin, nicel değişmelerin nitel değişmelere çevrilmesinin içindeki içeriktir.”[51]
Gelişmenin ilkesi olarak çelişkinin incelenmesi, şu başlıca nitelikleri ortaya çıkarmamıza olanak sağlar: çelişki (sayfa 105) içtedir; çelişki yenileştiricidir; karşıtların birliği vardır.

III. ÇELİŞKİNİN NİTELİKLERİ

a) Çelişki içtedir.

Her gerçek, harekettir, bunu gördük. O halde, hiçbir hareket yoktur ki, bir çelişkinin, bir karşıtlar savaşımının ürünü olmasın. Bu çelişki, bu savaşım, içtedir, yani ele alınan hareketin dışında değildir, onun esasıdır.
Bu, keyfi bir olumlama mıdır? Hayır. Biraz düşünme gösterir ki, gerçekte de, dünyada hiçbir çelişki olmasaydı, dünya değişmeyecekti. Eğer bir tahıl tanesi yalnızca bir tane olsaydı, sonsuza dek hep tahıl tanesi olarak kalacaktı; ama, o, mademki bir bitki olacaktır, değişme gücünü kendinde taşır. Bitki taneden çıkar, ve başverip ortaya çıkması, tanenin ortadan kaybolmasını içerir. Bu, her gerçek için böyledir; eğer gerçek değişiyorsa, o, özünde, aynı zamanda hem kendisi ve hem de kendisinden başka bir şeydir. Niçin yaşam, çiçeklerini ve meyvelerini verdikten sonra ölüme doğru yönelir? Çünkü yaşam, yalnızca yaşam değildir. Yaşam ölüme dönüşür, çünkü yaşam bir iç çelişki taşır, çünkü yaşam ölüme karşı gündelik savaşımdır (her an bir kısım hücreler ölür, başkaları onların yerini alır, ta ki ölüm onlara da üstün gelinceye kadar).. Metafizikçi, onların derin birliğini, karşıt güçlerin birliğini görmeksizin, yaşam ile ölümü iki mutlak gibi birbirinin karşısına koyar. Mutlak olarak her türlü çelişkiden arınmış bir evren, kendi kenndini yinelemeye mahkum olurdu: hiçbir zaman, yeni bir şey.ortaya çıkmazdı. O halde, çelişki, her değişmenin içinde vardır.
“Şeylerin gelişiminin ana nedeni, dışta değil, içte, yani şeylerin iç çelişkilerindedir. Şeylerin hareketleri ve gelişimleri, içlerinde bu gibi çelişkilerin varlığı nedeniyle olur. Bir şeyin içindeki bu çelişki, gelişmenin ilk nedeni olup …”[52] (İtalikler bizim, -G.B.-M.C.) (sayfa 106)
Lenin de “Gelişme, karşıtların ‘savaşımı’dır.”[53] diyordu.
Gene incelemekte olan adam örneğini alacak olursak, bu adamın, aynı zamanda, hem bilisiz olduğu ve hem de öğrenmeye gereksinme duyduğu doğru değil midir? İncelediği sürece bu iki karşıt gücün savaşımıdır o. İşte incelemekte olan adamın özü budur (öz: derin doğası anlamında).
Eğer geçen derste incelediğimiz süreci: suyun gerek buz, gerek su buharı haline dönüşümünü yeniden ele alacak olursak, böyle bir değişmenin de bir iç çelişkinin varlığıyla açıklandığını saptarız: bir yandan, su moleküllerinin yapışma (cohésion) kuvvetleri ile, öte yandan, her moleküle özgü hareket (molekülleri dağılıp-saçılmaya iten kinetik enerji) arasındaki çelişki; yapışma kuvvetleri ile dağılma (dispersion) kuvvetleri arasındaki çelişki. Elbette ki, suyu yalnız sıvı haliyle, yani 0 derece ile 100 derece arasında ele almakla yetinilirse, bu savaşım kendini göstermez, her şey dingin ve durgun gibidir. Görünen, sıvı durumun kalımlılığıdır. Görünen yön (görüngü) derin gerçeği, özü, yani yapışma kuvvetleri ile dağılma kuvvetleri arasındaki savaşımı gizler. Bu iç çelişki, işte sıvı durumun gerçek içeriği. Ve işte bu çelişkidir ki, sıvı suyun birdenbire katı su ya da su buharı haline dönüşmesini açıklar. Yeni bir duruma nitel geçiş, karşıt kuvvetlerden birinin öteki üzerinde zafer kazanmasıyla olanaklıdır ancak. Sıvı durumundan katı duruma geçişte yapışma kuvvetlerinin zaferi, sıvı durumdan gaz durumuna geçişte dağılma kuvvetlerinin zaferi. Bu zafer, karşıt kuvvetleri yok etmeyen, ama onların bir bakıma “bellilik”ini değiştiren bir zaferdir: katı durumda olumsuz (ya da ikincil) yön, moleküllerin hareketidir; gaz durumunda olumsuz (ya da ikincil) yön, yapışmaya doğru olan eğilimdir.
Şu halde, o andaki durumu ne olursa olsun, iç kuvvetlerden olan karşıt kuvvetlerin savaşımıdır ? ve suyun dönüşümleri bununla açıklanır.
Bu, dış koşullar, çevre koşulları hiçbir rol oynamaz demek midir? Hayır. Diyalektiğin birinci yasasının (her şey (sayfa 107) birbirine bağlıdır) incelenmesi, bir gerçeği, hiçbir zaman kendisini kuşatan koşullardan yalıtmamak gerektiğini bize göstermişti. Su olayında, durum değişikliği için zorunlu olan bir dış koşul vardır: bu, ısının yükselmesi ya da azalmasıdır. Sıcaklığın yükselmesi, moleküllerin kinetik enerjisinin artmasınğ, yani onların hızının artmasını olanaklı kılar. Soğumanın, ters etkisi vardır. Ama unutmamak gerekir ki, eğer ele aldığımız nesne içinde (bu durumda: su) iç çelişkiler olmasaydı ?daha yukarda da gördüğüz gibi? dış koşulların etkisi bir sonuç oluşturmayaktı. Onun için diyalektik, iç çelişkilerin, incelenen sürecin ondan ayrılmaz bir parçasını oluşturan ve bu sürecin özgüllüğünün anlaşılması için zorunlu olan iç çelişkilerin aranıp bulunmasını esas olarak kabul eder.
“Bir şeyin içindeki bu çelişki, gelişmenin ilk nedeni olup bir şeyin öteki şeylerle ilişkileri ?bunların iç bağları ve birbirleri üzerine etkileri? ikinci derecede bir nedendir.”[54] (İtalikler bizim, -G.B.-M.C.)
İşte, metafizik düşünüşün kabul edemediği de budur. Metafizikçi, gerçeği oluşturan ve bütün nitel değişikliğin devindirici gücü olan iç çelişkilerden habersiz olduğu için, bütün değişiklikleri dış müdahalelerle açıklamak zorundadır. Yani, ya doğaüstü “nedenler”le (tanrı, yaşamı, düşünceyi, krallıkları “yarattı”), ya da yapay nedenlerle şeyleri değiştirmek gibi gizemli bir gücü ellerinde tutan ayrııcalıklı kimseler vardır; devrimi “yapanlar”, “başkaldırma tohumları saçanlar” birtakım “elebaşılar”dır vb., vb.. Bunun gibi, bazı gerici ideologlar, 1789 Devrimini, birkaç kötü önderin belalı eylemine bağlarlar. 1917 Sosyalist Devrimi için de durum aynıdır. Tersine, diyalektik, toplumsal gelişmenin karşısına çıkan sorunların çözümü için, bir iç çelişki, bu toplumu oluşturan uzlaşmaz karşıt sınıflar arasında çelişki varolduğu sürece, devrimci çıkış yolunun kaçınılmaz olduğunu bilimsel olarak gösterir. Devrim, çeşitli aşamalardan geçen bu çelişkinin ürünüdür; devrim ne tanrıdan, ne de şeytandan gelir. (sayfa 108)
İç çelişkilerle (temel nedenlerle) dış koşulların (ikincil nedenlerin) karşılıklı rolü, akılda tutulmalıdır. Gerçekten de bu rol, “devrimin ihraç edilmediğini” anlamaya olanak verir. Hiçbir nitel değişme, bir dış müdahalenin doğrudan doğruya ürünü olamaz. Bunun gibi, Sovyetler Birliği’nin varlığı ve ilerlemeleri, kapitalist ülkelerde proletaryanın genel savaşım koşullarını değiştirdi. Ama Sovyetler Birliği’nin ne varlığı, ne de ilerlemeleri, öteki ülkelerde, sosyalizmi yaratmak gücüne sahip değildir: ancak her ülkeye özgü olan sınıf savaşımının gelişmesi, kapitalist ülkeleri niteleyen iç çelişkilerin gelişmesi, bu ülkelerde devrimci değişiklikleri oluşturabilir. Stalin’in sık sık yinelenen: “Her ülke, eğer istiyorsa, kendi devrimini kendisi yapacaktır; eğer devrimi istemiyorsa, devrim olmayacaktır.” sözü, bundan ileri gelir. Tıpkı küçük çocuğun durumu gibi: siz, onu yürütmek için istediğiniz çareye başvurun, onun iç, organik gelişmesi yürümesine izin verinceye kadar hepsi boşuna olacaktır.
Görülüyor ki, Stalin’in dördüncü çizginin anlatımında ısrarla üzerinde durduğu çelişkinin iç özelliğinin çok önemli bir pratik anlamı vardır.
b) Çelişki yenileştiricidir

Eğer Stalin’in bu yasayı açıklamasını ele alacak olursak, karşıtların savaşımının “eski ile yeni arasındaki, ölen ile doğan arasındaki, yitip gitmekte olanla gelişmekte olan arasındaki savaşım” olarak değerlendirildiğini görürüz.
Karşıtların savaşımı, gerçekte, zaman içinde gelişir. Ve (üçüncü derste) tıpkı toplum gibi, tıpkı canlı doğa gibi fizik evrenin de bir tarihi olduğunu gördük. Nitel değişiklikler, tarihsel sürecin belirli bir anında eskiye karşı kazanılan zaferin ürünleri olan yeni yönler ortaya çıkarırlar. Ama bu, ancak, yeni güçler, eskiye karşı ve bizzat eskinin bağrında gelişmiş oldukları için olanaklıdır. Kapitalist toplumu ortaya çıkaracak olan yeni üretici güçler ve onlara uygun düşen üretim ilişkileri, eski feodal toplumun bağrında ve ona karşı (sayfa 109) gelişirler. Aynı şekilde, delikanlı, çocukta ve ona karşı büyür; ergin de, delikanlıda ve ona karşı olgunlaşır.
Demek ki, çelişkinin iç niteliğini saptamak yeterli değildir. Bu çelişkinin, eski ile yeni arasında savaşım olduğunu da görmek gerekir. Yeni, eskinin bağrında doğar; eskiye karşı büyür. Çelişki, yeninin kesin olarak eskiye üstün geldiği zaman çözülür. O zaman iç çelişkilerin yenileştirici niteliği, verimliliği ortaya çıkar. Gelecek, geçmişe karşı savaşımda hazırlanır. Savaşımsız zafer yoktur.
Metafiziçi, çelişkinin yenileştirici gücünü değerlendiremez. Ona göre çelişki, iyi hiçbir şey getiremez. Evrenin dural (statique), durağan olduğu görüşüne sahip olduğu için, varlığın (doğanın ya da toplumun) her zaman özdeş olmasını istediği için, çelişki, metafizikçiye göre saçmalıkla eşanlamlıdır. Bütün gücüyle onu uzaklaştırmaya çalışır. Bu yüzden, ekonomik bunalımlar, diyalektikçiye göre, kapitalizmin temel iç çelişkilerinin açık belirtileridir, metafizikçi için geçici sıkıntılardır. Bunun gibi sınıf savaşımı, “elebaşılar”ın kötü niyetinden ileri gelen cansıkıcı bir musibettir.
Diyalektikçi bilir ki, bir çelişkinin geliştiği yerde, verimlilik, yeninin varlığı ve yeninin zafer vaadi vardır. Sınıf savaşımı, yeni bir toplumu müjdeler. Her ortam ve durumda, diyalektikçi bu verimli savaşım için elverişli koşulları yaratır; geçmişin güçlerinin direnişi, onu hiç de korkutmaz, çünkü, bütün işçi hareketi tarihinin tanıklık ettiği gibi, geleceğin güçlerinin, savaşım içinde çelikleştiğini bilir. Tam tersine, devrimci güçleri savaşımdan döndürmek sosyal-demokrasinin başlıca görevidir; sosyal-demokrasi devrimci güçleri savaşımdan döndürerek bozmaya, yozlaştırmaya çalışır.
Bilimler ve sanatlar tarihi, çelişkinin verimliliğini parlak bir şekilde gösteren örnekler bakımından çok zengindir. Büyük buluşlar, eski teoriler ile yeni deneysel olgular arasındaki korkusuz bir çelişkinin ürünüdür. Örnek: Torricelli deneyi, gerçekliği ortaya konan bir olay ile: (civa ile dolu bir kaba başaşağı daldırılan bir tüp içindeki civa, deney yerinin (sayfa 110) yüksekliğine göre değişen belirli bir düzeye kadar iner; civanın üstünde boşluk vardır) her tarafta öğretilen eski fikir (“doğa boşluktan nefret eder”) arasında yaratıcı bir çelişkiyi ortaya çıkardı. Eski fikir, gerçekte, tüp içindeki civa düzeyinin neden yükseklikle değiştiğini açıklamakta güçsüzdür. Çelişkiyi atmosfer basıncının bulunuşu çözmüştür.
Her nitel değişiklik, bir çelişkinin, verimli bir çözülmesidir.
Çelişkinin verimliliği Gorki’nin kitaplarında da çok güzel ortaya çıkar. Gorki’nin Ana’sında, zora, kadere boyun eğmiş yaşlı bir kadın, önyargılarına karşı savaşım vererek bir devrimci haline gelir, değişir. (Dış koşullar sayesinde gelişen iç çelişki: devrimci bir savaşçı olan oğlunun örneği.) Gene aynı, 1902 yılı 1 Mayıs gösterisini Sormova’da ilk başlatan, Gorki’nin kitabının kahramanı Pier Zalomov, çarlık mahkemesine gururla açıklar:
“Özlemini çektikleri yaşamla, bugünkü toplumun kendilerine hazırladığı yaşam arasındaki uyumsuzluk yüzünden kıvranan, işkence çeken işçiler, mevcut düzenin kusurlarının kendilerini mahkum ettiği tiksinti verici durumdan kurtulmak için çareler aramaya yönelirler.”[55]
Ve Pier Zalomov umutsuz bir emekçiyken, bu çelişkinin üstesinden gelmek için yaptıkları inatçı bir savaşımdan sonra, nasıl yeni bir adam, bir devrimci haline geldiğini anlatır.
Bu dersin başlangıcında, bilimi inceleyen bir adamın bizzat incelemenin ortaya koyduğu çelişkileri durmadan çözerek ilerlediğini söylemiştik. Aynı şekilde, çelişkinin verimli gücünü bilen devrimci bir savaşçı, Maurice Thorez’nin, “Eleştiri ve özeleştiri, bunlar bizim günlük tayınımızdır” diyen bilge sözüne sahip çıkar. Yoldaşların yaptığı bir işin eleştirisi (eleştiri). Ve gene herkesin, kendi yaptığı işi eleştirmesi (özeleştiri). Sosyal-demokrat ideolojinin etkisi altında bulunan bir emekçi, özeleştiriyi onursuzluk ve yerlere kapanmak sanır. Oysa özeleştiri, bilimsel bir devrimci anlayıştan ileri gelir, özeleştiri yoluyla, savaşçı, kendi öz bilincinde, (sayfa 111) kendi günlük eyleminde eskiye karşı yeninin utkun savaşımına elverişli koşulları yaratır. Özeleştiri yapmayı kabul etmemek, onurunu korumak değildir: ilerleme olanaklarını bozmak, kendi kendini gerilemeye mahkum etmek, kendi özvarlığını aşağılamak demektir. Lenin’in Komünist (Bolşevik) Partisini güçlendiren, bilimsel sürekli eleştiri ve özeleştiri pratiğidir.[56] Eleştiri ve özeleştiriyledir ki, Maurice Thorez, 1930 yıllarında Fransiz Komünist Partisini Barbé-Celor grubunun sürüklediği bataktan kurtarmıştır. [57]
c) Karşıtların birliği

Çelişki, ancak en az iki güç arasında savaşım varsa, vardır. O halde, çelişki, zorunlu olarak birbirlerine karşı olan iki ucu içinde saklar: çelişki, karşıtların birliğidir. Bu, çelişkinin, üçüncü niteliğidir. Bunu daha yakından inceleyelim.
Metafizikçiye göre, karşıtların birliğinden sözetmek saçmalamaktır. Örneğin: metafizikçi, bilimi bir yanda, bilgisizliği öte yanda sayar. Oysa gördük ki, bütün bilim, bilgisizliğe karşı savaşımdır. Lenin, “bilmenin konusunun tükenmez olduğunu” gösteriyordu. Öyleyse mutlak bilim yoktur: her zaman daha öğrenilecek bir şey kalır. Şu halde, her bilim bir yandan bilgisizliği de içinde taşır. Ama, aynı şekilde, mutlak bilgisizlik de yoktur: en bilgisiz bir kişinin bile duyumları vardır, belirli bir yaşam alışkanlığı, ilkel bir deneyimi vardır (aksi halde yaşamını nasıl sürdürebilirdi?). İşte bu, bilim tohumudur.
Karşıtlar, birbirleriyle savaşırlar, ama birbirlerinden ayrılamazlar. Kendiliğinde bir burjuvazi yoktur. İlkin feodal toplumun bağrında, feodal sınıfa karşı burjuvazidir. Sonra, kapitalist toplumda (daha feodal toplumun bağrında iken de) proletaryaya karşı burjuvazidir. Karşıtlardan biri, öteki olmaksızın, birbirlerinden ayrı ayrı yerlere konamazlar. Proletarya, sömürülen sınıf olarak ortadan kalkinca, burjuvazi de (sayfa 112) sömürücü sınıf olarak ortadan kalkar.[58]
Karşıtların bu ayrılmazlığı, metafizikçinin yadsıdığı nesnel bir olaydır. Bunun içindir ki, burjuvazi, ömeğin tüm burjuvaziyi muhafaza ederek “proletaryayi yok etmeyi” (özellikle “sermaye-emek ortaklığı”yla) öne süren metafizik görüşleri besler. Sanki kendisi için çalışan bir proletarya olmaksızın, kapitalist bir burjuvazi olabilirmiş gibi.
Diyalektikçi, karşıtları hiçbir zaman ayırmaz, onlan çözülmez birlikleri içine koyar.
“Yaşam olmaksızın ölüm olmaz; ölümsüz de yaşam olmaz. ‘Üst’ olmadan ‘alt’ olmaz, ‘alt’ olmadan ‘üst’ olmaz. Talihsizlik olmazsa talihlilik olur mu? Talihlilik olmazsa talihsizlik olur mu? Kolaylık olmaksızın zorluk olmaz; zorluk olmaksızın kolaylık olmaz. Ağa olmazsa yarıcı olmaz; yarıcı olmazsa ağa olmaz. Burjuvazisiz proletarya olmaz; proletaryasız burjuvazi olmaz. Ulusların emperyalistler tarafından sömürülmesi olmasa, sömürge ve yan-sömürgeler olmaz; sömürgeler ve yarı-sömürgeler olmasa, ulusların emperyalistler tarafından sömürülmesi olmaz. Bütün çelişik yönler, belirli koşullar nedeniyle özdeş değil diye nitelendirilir ve bunların çelişik olduğu söylenir. Ama, bunlar, aynı zamanda özdeşlikleriyle de nitelendirilir ve birbirlerine bağlıdırlar.”[59]
Bu karşılıklı bağlantı, A karşıtının B karşıtı üzerindeki etkisinin, B karşıtının A karşıtı üzerindeki etkisiyle aynı ölçüde olduğu; ve B’nin A üzerindeki etkisinin, A’nın B üzerindeki etkisiyle aynı ölçüde olduğu anlamına gelir. Böylece, (sayfa 113) karşıtlar, biri değişebilirken öteki değişmeden kalabilecek şekilde birbirleri yanısıra, sıralanmış değillerdir. Bunun içindir ki burjuvazinin her kuvvetlenişi, onun karşıtının, proletaryanın zayıflaması demektir. Proletaryanın her kuvvetlenişi de karşıtının, burjuvazinin zayıflamasıdır. Aynı şekilde, sosyalist ideolojinin her güçsüzlüğü burjuva ideolojisinin bir ilerlemesidir ve tersine. … O halde, proletarya burjuvaziye karşı aralıksız olarak savaşım vermediği zaman da onun zayıflayacağını sanmak baştanbaşa yanılsamadır; bu durumda asıl kuvvetlenen burjuvazidir, zayıflayan da proletarya. Onun için Marx, eğer işçi sınıfı, durumunu iyileştirmek için bütün fırsatları yakalamasaydı “ezilmiş, artık hiçbir umudu kalmamış, ömür boyu açlık çeken yaratıklar yığınından başka bir şey olmamak durumuna düşerdi.”[60] diye açıklıyordu.
Karşıtların bu birliği, karşıtların bu karşılıklı bağlantısı, özellikle sürecin belirli bir anında karşıtlar birbirinin yerini almak üzere birbirlerine dönüştükleri zaman, önemli bir anlam kazanır. Gerçekten, belirli koşullarda, karşıtlar, birbirlerine dönüşürler. O zaman, karşıtlar arasındaki karşılıklı bağlantı, karşılıklı dönüşüm olur, bir nitel değişiklik oluşur, ve işte bu aynı dönüşüm “nitelik” kavramının bilimsel olarak tanımlanmasına izin verir.
Örnek: Burjuva-proletarya karşıtlarının savaşımının belirli bir anında, karşıtlardan her biri öteki durumuna geçer: hükmeden sınıf olan burjuvazi, hükmedilen sınıf haline gelir; hükmedilen sınıf proletarya, hükmeden sınıf olur. Aynı şekilde, öğrenmekte olan bilisiz adam kendi karşıtına değişir, bilen adam olur; ama o hale gelip de her şeyi bilmediğini anlayan bilgin adam da kendi karşıtına, yani yeniden öğrenmeyi isteyen bilisiz adam olarak değişir.
“Nesnel şeylerdeki çelişik yönlerin birliği ya da özdeşliği ölü ve katı olmayıp, yaşayan, koşullara bağlı, değişebilir, geçici, bağıntılı bir durumdur. Bütün çelişik yönler, belirli (sayfa 114) koşullar altında karşıtlarına dönüşürler. İnsan düşüncesinde yansıyan bu durum, marksizmin materyalist diyalektik dünya görüşüdür. Yalnızca geçmişteki ve bugünkü gerici egemen sınıflarla bunların hizmetindeki metafizikçiler, karşıtları birbirlerine dönüşebilen, yaşayan, koşullara bağlı, değişebilir şeyler olarak görmeyip, ölü, katı şeyler olarak görürler ve halkı kandırarak egemenliklerini sürdürebilmek için bu yanlış görüşü yaymaya çalışırlar.”[61]
İşte böylece, eskinin feodal sınıfı gibi bugünün kapitalist burjuvazisi de, kendi üstünlüğünün sonsuz olduğunu öğetir; diyalektik bilime uygun olarak karşıtların karşılıklı dönüşmesini, yani ezilen proletaryanın kendini, sömürenler üzerindeki önüne geçilmez zaferini öğreten marksist-leninistleri kovuşturur.
Bununla birlikte, karşıtların bu dönüşümünün mekanik bir yorumunu yapmamak eksiklik olur. Karşıtların birbirine dönüştüğünü söylediğimiz zaman, bununla, basit bir sıra değiştirmeyi, yani birinden ötekine geçiş bir kez olduktan sonra, gene de hiçbir şeyin değişmemiş olacağı bir sıra değiştirmeyi anlamıyoruz. Hükmeden sınıf olan burjuvazi, hükmedilen sınıf haline gelir; hükmedilen sınıf olan proletarya, hükmeden sınıf olur. Ama proletarya burjuvaziden tamamen farklı bir sınıf olmaya devam eder, çünkü burjuvazi sömürücü bir sınıftır, oysa proletarya kendi iktidarını yürütürken hiç kimseyi sömürmez, sosyalist kuruluşun koşullarını yaratır. Başka bir deyişle, karşıtların karşılıklı dönüşmeleri nitel bakımdan yeni bir durum yaratır; aşağıdan yukarıya bir geçiş, bir ilerleme oluşturur.
Bu durumda, sosyalizm, sömürücü sınıf olarak burjuvaziyi ve sömürülen sınıf olarak da proletaryayı tasfiye ettiğine göre karşıtların dönüşümü onları yokolmaya götürür. Sosyalist toplumun niteliği gereği, yeni çelişkiler ortaya çıkar, ama burjuvazi-proletarya çelişkisi aşılmıştır.
Öte yandan ve en önemlisi, karşıtların birliğinin (ve karşılıklı birbirine dönüşümlerin), bu birliğin özü olan (sayfa 115) karşıtların savaşımına göre, ancak bağıntılı bir anlamı vardir. Şu halde, eğer bir dönüşümün koşulları gerçekleşmemişse, karşıtların karşılıklı dönüşümünü keyfi olarak gerçekleştirmeyi istememek gerekir. Daha yukarda aldığımız metinde Mao Çe-tung, karşıtların birbirine “belirli koşullar altında” değiştiğini söylüyor. Neyle belirlenmiş? Savaşım ile, ve savaşımın ayırdedici somut nitelikleriyle. O halde karşıtların birliği, ve onların karşılıklı birbiri haline geçmeleri savaşıma bağlıdır, yani onun alt sırasındadırlar. Bu birlik kopar, nitel bakımdan yeni bir birlik ortaya çıkar, ama bu sürecin her anı savaşım ile açıklanır.
“Karşıtların birliği … koşullara bağlı, geçici, süreksiz, görelidir. Birbirlerini dıştalayan karşıtların savaşımı, tıpkı gelişme ve hareketin mutlak oluşu gibi mutlaktır.”[62]
Kısaca, karşıtların birliğinin savaşım yoluyla olduğunu, sürdürüldüğünü ve gözüldüğünü unutan bir kimse, metafizik içinde kaybolup gider. (sayfa 116)

YOKLAMA SORULARI

1. Niçin karşıtların savaşımı, bütün değişikliğin devindiricisidir?
2. Çelişkinin niteliklerini kısaca anımsayınız.
3. Dersimizdeki 3-a, 3-b, 3-c bölümlerini, örneklerle açıklayınız.
4. Çelişkinin iç niteliği, devrimin “ihraç edilmez” oluşunu anlamaya nasıl olanak sağlar?

________________________________________
Dipnotlar

[51] Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 656.
[52] Mao Çe-tung, “Çelişki Üzerine”, Teori ve Pratik, s. 27.
[53] V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 413.
[54] Mao Çe-tung, “Çelişki Üzerine”, Teori ve Pratik, a. 27.
[55] La Famille Zalomov, Editeurs Français Réunis, s. 221.
[56] Bkz: Histoire du parti communiste (bolchévik) de l’USSR, Sonuç, 4. nokta, s. 398-399-400.
[57] Bkz: Maurice Thorez, Fils du Peuple, bölüm II.
[58] Marksist ekonomi politik, karşıtların birliğini irdeleme bakımından son derece değerlidir, çünkü bu birlik, ekonominin tüm düzeylerinde görülür. Örnek: Meta, karşıtların birliğidir. Bir yandan bir kullanım-değeri (tüketilebilir bir ürün), öte yandan bir değişim-değeridir (değişilen bir ürün). Bir ürün ancak tüketilmiş olmadıkça değişileceğine ve ancak değişilmiş olmadıkça tüketileceğine göre, bunlar, gerçekten karşıt şeylerdir. Marx, diyalektiğin baş yapıtı olan Kapital’de, bu içsel çelişkinin tüm sonuçlarını dahice açıklamıştır. Gözlem: Kapitalizmi devirli olarak vuran bunalımlarda, karşıtların bu birliği kendisini açıkça gösterir: Yığınlar kendi öz ürünlerini tüketemezler, çünkü bu ürünler, kapitalist duzende, metadırlar, ve öyleyse tüketebilmek için satın almak, yani parayı ürün ile değişmek gerekir.
[59] Mao Çe-tung, “Çelişki Üzerine”, Teori ve Pratik, s. 54.
[60] Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye – Ücret, Fiyat ve Kâr, Sol Yayınlan, Ankara 1992, s. 126.
[61] Mao Çe-tung, “Çelişki üzerine”, Teori ve Pratik, s. 56-57.
[62] V. İ. Lenin, “Diyalektik Sorun Üzerine”, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, s. 414 (aktaran: Mao Çe-tung, “Çelişki Üzerine”, Teori ve Pratik, s. 59). Ayrıca bkz: V. İ. Lenin, Marx-Enge1-Marksizm, Ankara 1976, s. 337.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir