Tiyatro dünyasının üretken ismi Ferhan Şensoy, edebiyat alanında yapıt vermeyi sürdürüyor. Şensoy; kitapları, yayımlanmamış oyunları, şiirleri, TV skeçleri ve 35 yıla sığdırdığı yazı çalışmalarını tarayarak FerhAntoloji?yi oluşturdu. Bu dev antoloji, sanatçının okurları için yeni bir kitap, ilk defa okuyacaklar için de iyi bir fırsat. Ferhan Şensoy?dan özgeçmişsel ferhangi bir serüven…

Ferhangitoloji – Doğan Hızlan
(15 Kasım 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi)
Ferhan Şensoy’un FerhAntoloji’si, sıkılmadan, mizahın zeki kıyılarına vurmuş şiir ve düzyazı örneklerini okuyabileceğiniz bir seçmeler kitabı.
Bütün eserlerinden seçimi kendi yapmış, ??biraz da özgeçmişsel Ferhangi serüveni”.
Ferhan Şensoy gibi oyun yazarlığıyla, oyunculuğuyla zirvede olan sanatçıları hepimiz tanırız, seyrederiz, okuruz da, yaşam öykülerini es geçeriz.
Oysa onların yaşamlarıyla örtüşen sanatlarını birlikte, sarmal biçimde okuduğumuzda, onu anlamanın daha lezzetli bir çaba olduğunu hemen seziveririz.

Tersinden başladım okumaya.

İlk yazı: Ferhan Şensoy Yıldökümü.

1951’de doğan Şensoy’un lise yıllarından bugüne gelen çizgisindeki renkleri, gökkuşağı olduğu zamanları, sıkıntının kararttığı yılları okumak bana ayrı bir tat verdi.

Tiyatro yazarının, tiyatrocunun dil ustalığında ben her zaman onu çeşitlendiren geleneksel üslubu ararım.

Ferhan Şensoy’un tiyatrosunda, yazısında bunu bulduğum için severim.

Anı kırıntılarında, muziple müzik kavramları arasında dolanan bir çocukluğu, öğrenciliği, bildiğini-sevdiğini sahneye getiren bir tiyatrocuyu bulacaksınız.

Bazen gülerken, birden kendinize güldüğünüzü fark ediverirsiniz, ben o zaman daha çok gülüyorum.

Hepimizin başına gelmiştir, Bodrum’daki bir yemek daveti sırasında, katamaranda tiyatro yapılması tartışmalarındaki ince alayı ben en güzel sosyete eleştirilerinin yanına koydum.

Herkes katamarandan konuşuyor ama Ferhan Şensoy daha bunun ne olduğunu bilmiyor.

Rum Memet’te düşmanlıklarımızın, dostluklarımızın yanlış buluşmalarını, ince bir duyarlıkla anlatır. FerhAntoloji’deki Ay Suya Düştü’yü okuyun.

Bugün popülerlik oranı düşünüldüğünde, onu yazarlığından çok tiyatroculuğuyla tanıyorlar.

Oysa bilmeyenler bu kitaptan öğrenecekler ki, o 1968’de Yeni Ufuklar ve Soyut dergilerinde şiirler, öyküler yazdı.

Profesyonel tiyatroculuğa 1971’de Grup Oyuncuları’nda başladı.

Oyunlarından seçmeler size bir bellek tazelemesi getirecek. Seyrettiğiniz, beğendiğiniz, hoşlandığınız oyunu bir kez daha okuyup yaşamanın benzersiz bir zevki vardır. Yeniden anımsamak, o sahneyi yaşamak.

Demek ki önce yazar ve şair, sonra tiyatrocu. Alanımıza çekmekle, onun seyircilerine ihanet mi ediyorum, yoksa bir meslek bencilliği mi yapıyorum.

Onun yazarlığını, benden çok önce öykünün, tiyatro oyunlarının büyük ustası Haldun Taner onaylamış:

??Yazgıdaşları imişçesine yansıttığı KAZANCI YOKUŞU’nun insancıklarını da, bu külfetsiz anlatısı içinde bizlere sevdiriyor.

Bu insancıklar nasıl ezildiklerinin tortusunu günlük yaşam sevinci içinde unutuyorlarsa, yazar da sanki onlardan biriymiş gibi toplumsal ukalálıklara, yazarca bilgiçliklere yeltenmeden anlatısının tadını çıkara çıkara onlara ayna tutuyor.”

Ferhan Şensoy lezzetini yaşayacağınız bir hoş antoloji.

KİTAPTAN

Baba Tahir emretti: Günlük tutun mollalar!

Tahir Alangu ile edebiyat başladı. Başlayacak yani, heyecanlıyız. Tahir Baba deniliyor ona okulda. Neresi baba? Ne kadar baba? Kaz Cemal’e de ‘baba’ deniyor okulda… Hatta kimi öğretmenler, sınıfa ilk girdiklerinde bana ??Baba Bilmemkim derler” diyerek bu ismi edinmek istiyor, öyle bir isme yatay geçiş yapmak istiyor yani, ona daha önceki öğrenciler ??Bok Şakir” demişler, o bize kendini baba diye tanıtarak bu isimden kurtulacağını sanıyor… Yemezler Bok Şakir! Tahir Alangu öyle değil, ona herkes Baba Tahir, diyor… Koridorda görmüşlüğümüz var. Tahta bir ağızlıkla sigara içiyor. Pek kimseyle konuşmuyor. Siyah ya da kahverengi çizgili takım elbise ve yelek giyiyor. Çantasını hiç elinden bırakmıyor.

Derken bir gün zart diye giriyor sınıfa, gözünde şişe dibi gözlükler, elinde tahta ağızlığı, dolma parmakları sıkı sıkı tutuyor ağızlığı, ağır ağır yürüyor kürsüye, saçı epeyce dökülmüş, kararlı dev adam. Kırlaşmış pos bıyıkları gülümseyen ağzını saklıyor.

-Oturun! diyor, isteksizce, yarım göt ayağa kalkmış ve gereken suskunluğa henüz ulaşamamış olan bizlere. Şöyle bir bakıyor sınıfa. Biz de ona bakıyoruz. Sırıtıyor. Biz de sırıtsak mı acaba?

-Mollalar, o önünüzdeki, üstünde ‘Edebiyat’ yazan kitap okunmayacak! Ananıza babanıza söyleyin, size birer Sait Faik külliyatı alsın… Haftaya edebiyat! Bu ders serbestsiniz, ne isterseniz yapın! diyerek çekip gidiyor sınıftan. (…)

-Açın ‘Semaver’ hikáyesini! Sen oku! diyor parmağıyla Nedim’i göstererek. Nedim sesi kısık ve titreyerek başlıyor okumaya. Kitabı edinebilmiş olanlar kitaptan da izliyor, kitabı olmayan Nedim’i dinliyor. Güzel okuyor Nedim. Duygulu okuyor, zaman zaman ağlayacak gibi düğüm oluyor gırtlağında heceler, öykünün sonunda bütün sınıf ağladı ağlayacak bir haldeyiz, hepimizin gözü yaşarıyor. Gözümüzün yaşarmasına çok keyifleniyor Alangu, gülümseyerek gidiyor o gün… (…)

Sonra bir gün içimizden birilerini dolma parmaklarıyla göstererek:

-Sen! Sen! Sen! Sizler yazar olacaksınız, bu işin peşini bırakmayın… Çok okuyun! Günlük tutun mollalar! diyor. Tahir Alangu’nun parmakla gösterdiğinde, utanarak önüne bakan, yüzü kızaran bu küçük çocuklar, Nedim Gürsel, Selim İleri, Mahir Şaul, Engin Ardıç, İzzet Yasar, Ferhan Şensoy…

KİTAPTAN
Yağmur
(Soyut, Kasım 1968; Düşbükü, 1988)
Gürledi gök. Duraklarda eli çiçekli bekleyenleri düşünmeden sallandı kalın sap, ince sap titredi, sarsıldı tekzir, tüveyç ve keis yaprakları arasında gururlu. Ürpertiler başladılar yarış atları gibi koşuşmaya sülükçüğün içinde.
Dişi spor hücrelerinde başladı hummalı bir çalışma, kromatik dönüşümler, bölünmeler gırla. Açılan polinik bölmelerden muz gibi çıktı tetrad taneleri. Önce yağmur başladı, ardından hücum.
Sular akıyordu. Belki arap kızları camdan bakmıyordu ama kabul olunmuştu tekzirlerin yağmur duası, tüm erkeklikleriyle sarsılıyorlardı alımlı.
Son haddini bulmuştu heyecan raketleri, beyaz şort ve fanilaları tanımayan tenis uzuvlarında. Dayanamadı ibre:
?? Gelmeyecekler mi yoksa??
Yumurtalık da meraklandı:
?? Yollayın bezlerimden birini çiçeksel toplanma yerine. Sorsun durumu kalın sapa!?
Hızla atıldı bezlerden biri. Ölesiye koşuyordu. Koşmalıydı. Bu anı beklemişlerdi epeydir. Ne olacaksa olmalıydı artık. Acaba nasıl olacaktı? Gene gök gürledi. Pistil?le sapın birbirinden bu denli uzak olabileceğini hiç aklına getirmemişti. Sonunda ufukta gördü bir gazoz ağacı.
?? İşte bu, bu olması gerek? diye mırıldandı. Sap uzaktan bağırdı, gök gürlemesine karıştı sesi:
?? Ne var??
Yumurtalık bezi ezildi, büzüldü. Konuşabilmesi için ütülediler ve kendine gelince konuştu:
?? Yumurtalık yolladı beni, soruyor kendisi, acaba çıktılar mı yola pollen taneleri??
?? Ne aceleci karılarsınız! Çıktılar? diye gürledi sap.
?? Peki, dedi sevinçle, peki peki? ve geldiği yolun ucunda yitip gitti. Koştu durmadan koştu. Geldiğinde yumurtalık öbür bezlerin çevresinde dört dönüyordu terler alnında boncuk boncuk, onu görünce sordu:
?? Nerde kalsın kancık?… Konuş, konuş n?olursun…?
Yumurtalık bezi çok buruşuktu, bitkindi. ?Evet? dedi ve öldü. Öylesine sevinildi ki buna, yumurtalık bezinin ölümü unutuldu bir anda. Koşuştular yeniden aynalara. Kasılmaktan iç bükey ve dış bükey görüntülerde don ve sütyenlerini yırttılar dev aynalarında. Birbirleriyle karşılaştırıp hiç birbirlerine çaktırmadan birbirlerini ve bir yerlerini, mutlandılar.
Dölyatağı saçlarını topuz yapmıştı. Bir başka güzeldi bugün. Lihaflar eğilmiş kulak kulağa dedikodu ediyorlardı. Sessizlikleri yarıyordu dişi kahkahalar ve salt bu gülmeler, gülüşmeler dolduruyordu tohum gözünden mikropile dek tüm yumurtalığı. Berber Nuh?u tanımıyorlardı ya eşşekler gibi taranıyorlardı ve bir kenarda Ferid Edgü düşünüyordu eşşeklerin nasıl tarandığını. Taranıyordu tüm organlarıyla pistil.
Gök gürledi. Bir pollen tanesi daldı içeri düşünceleri kendinden ıslak. Koştu yumurtalığa doğru, daldı. Oosferin önünde eğildi:
?Aç aç kolların…?
Açtı çırılçıplak. En büyük adımını attı pollen tanesi, yaşamının en büyük adımını. Yumurtalık bir yorgan gibi örtüldü üstlerine ve yorganın altından bir ses geldi:
?Veni vidi?viçi?

Kitabın Künyesi
FerhAntoloji
Ferhan Şensoy
Yapı Kredi Yayınları / Antoloji
Kapak Tasarımı : Nahide Dikel
Editör : Murat Yalçın
İstanbul, 2003, 1.Basım
773 sayfa

Previous Story

Harika Hayvanlar – Afrika (Ciltli) – Ant Parker, Tony Mitton

Next Story

Şehre Göçen Eşek / Popüler Kültür ve Tarih – Levent Cantek

Latest from Antoloji

Klasik Akım, Antoloji – Erdoğan Alkan

16. yüzyıl Avrupa’da Rönesans’ın, Reform’un, Din Savaşları’nın yüzyılıdır. Bu devingen ve hızlı yaşam Avrupa yazının ortaçağdan koparıp antikçağa götürür. İlk kez İtalyanlar ulusal bir

Bin yıllık şiir antolojisi

Tarihi bin yıldan uzun bir süreye dayanan Anglo-sakson şiir antolojisi “The Exeter Book” (Exeter Kitabı), Unesco tarafından “Ingiliz edebiyatının temel kitabı” olarak tescillendi. 970

İran Şiir Antolojisi – Mehmet Kanar

‘İran edebiyatı, daha doğru bir ifadeyle Fars edebiyatı iki bin beş yüz yıllık kültür hazinesi içinde doğup gelişmesini sürdüren şiir üstüne kurulmuştur. Şiirsiz bir
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ