Fethi Naci’nin Hayatı. Eleştirinin emekçisini saygıyla anıyoruz.

Eleştirmen, yazar ve yayıncı İsmail Naci Kalpakçıoğlu, Fethi Naci adını 1953’ten sonra yazdığı eleştirilerde kullanmaya başladı. 3 Nisan 1927 tarihinde Giresun?da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Giresun ve Erzurum?da tamamlayan Naci, 1949 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu. 1940 yılından itibaren çeşitli ve dergilerde, şiir ve öyküleri yayımlandı. Çok sevdiği babaannesinin ölümü üzerine kaleme aldığı ilk yazısı 1943 yılında Erzurum gazetesinde yayımlanan Naci?nin Behçet Necatigil?in ilk kitabı “Kapalı Çarşı” üzerine yaptığı ilk eleştiri yazısı, 1945-46 kışında Aksu dergisinde yayımlandı.
Kurucuları arasında bulunduğu Yüksek Tahsil Gençlik Derneği yöneticiliğinden dolayı 1951 yılında tutuklanan Naci, 1,5 ay kadar Sultanahmet Cezaevinde kaldıktan sonra salıverildi. Naci, Dost dergisinin düzenlediği soruşturmada 1960?ın en beğenilen eleştirmeni seçildi. 1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne giren Fethi Naci, Vatan Gazetesi ve Sosyal Adalet dergisinde siyasal yazılar yazarak edebiyatla siyaseti yan yana yürüttü. Bu yılların en etkili siyasal dergilerinden “Yön” ve “Ant” ın sanat sayfalarını yönetti. Uzun süre İstanbul?da bir fabrikada muhasebecilik yapan Naci, 1965 yılı Nisan ayında görevine son verilince Gerçek Yayınevini kurdu. Yayımladığı ilk kitap kendi yazdığı Azgelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm ‘di. Ardından başlattığı “100 Soruda” dizisiyle siyasal ve kültürel uyanışa katkılar yapan önemli kitaplar yayımladı. DİSK’te eğitimci olarak çalıştı ve yıllar boyu sendikalı işçilere ekonomi politik dersleri verdi.

1980’lerde roman eleştirmeni kimliği öne çıktı. 1981’de yayımladığı Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme adlı incelemesi, toplumsal değişim süreçlerinin çağdaş romanımıza nasıl yansıdığını göstermesiyle benzersiz bir örnek olarak edebiyat tarihimizde yerini aldı. 2000 yılında genişleterek 100 Yılın 100 Romanı adını verdiği bu anıt çalışma yanında Reşat Nuri, Yaşar Kemal, Sait Faik üstüne de kapsamlı inceleme kitapları yayımladı. Dergilerde yayımladığı “Eleştiri Günlüğü” ile edebiyat sorunlarını canlı tutan, tartışan eleştirmen olma özelliğini hep korudu.

“Eleştiride 40 Yıl” (1993) adlı yazısını, bütün yaşam ve edebiyat mücadelesini özetledikten sonra şöyle sonlandırıyordu:
“Kırk yılın sonunda şöyle bir durup düşündüğümde…
Sosyalizmin insanoğlunun yaratabildiği en güzel gerçekleşebilir düş olduğuna, dünyanın gençliği olduğuna inanıyorum. Reel sosyalizmin çöküşünün nedenlerini açıklayabiliyoruz. Burjuva demokratik özgürlüklerin, evrensel özgürlükler olduğunu artık biliyoruz.
Edebiyata, eleştiriye gelince…
Böylesine batakta, böylesine çürümüş bir toplumda öbür toplumsal etkinlikler ne durumdaysa edebiyat da o durumda…”
22 Temmuz 2007 seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi, kendisini memleketi Giresun’dan aday gösterince, yine o düşün peşinde memleketine gidip kahve toplantıları düzenlemiş, sokaklarda bildiriler dağıtmıştı.
Eleştiri tarihimizde Fethi Naci, öznel yargılarla nesnel tutumu bir arada kullanabilmesiyle de önemli bir yere sahiptir. Düşüncelerinde son derece tutarlı, ödünsüz bir eleştirmen olmasına karşın dili günlük yaşamın neşesiyle tatlanmıştır. Bu yüzden bir eleştirmenden çok, tiryakisi olunacak bir deneme yazarı gibi okuru kendine bağlar. Bir kitap üstüne yazarken, o gün yediği bir yemekten, yüzdüğü denizden, sokakta rastladığı birinden de söz açarak hayatla edebiyat arasındaki o hep süregelen canlı bağı diri tutar.

Yazar, ilk yapıtıyla toplumcu sanatın ilkelerini koymaya çalışan ve bilimsel bir tutumu benimseyen bir eleştirmen olarak tanındı. Fethi Naci 23 Temmuz 2008 tarihinden İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.

Fethi Naci?nin ölümü, edebiyat çevrelerinde derin üzüntü yarattı. Edebiyat örgütleri yaptıkları açıklamada, Naci?nin ölümünü Türkiye için büyük bir kayıp olarak değerlendirdiler. Edebiyat örgütlerinin açıklamaları şöyle:

Dünya Yazarlar Birliği (PEN) Türkiye Merkezi Başkanı Tarık Günersen:
Fethi Naci, hayatını büyük bir ciddiyetle Türkiye?de roman sanatının gelişmesine adamış bir şahsiyetti. Doğurgan bir kışkırtıcılığı vardı. Eleştirileri tekrar tekrar okunacaktır. Kendinse şükran borçluyuz.”

Türkiye Yazarlar Birliği Genel Başkanı Doç. Dr. Hicabi Kırlangıç:
?Türkiye için büyük bir kayıptır. Eleştirinin tam olarak kurumsallaşamadığı bir ülkede çok önemli görevler üstlenmiş biriydi. Eleştiriye yön veren bir isimdi ve herkesimden insan onun eleştirilerine bakmak zorunda idi. Bizim için ani ve zamansız bir ölüm oldu, o açıdan çok üzgünüz. Edebiyat camiasına başsağlığı ve ailesine sabırlar diliyorum.

Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Başkanı Enver Ercan:
Türk edebiyatında özellikle roman ve öykü alanında sözünün ağırlığı olan etkili bir eleştirmendi. Hemen hemen her yazar onun yazdıklarını dikkate alırdı. Bana göre Nurullah Ataç ekolünden gelen, nesnel ölçütlerden hareket etse de öznel bakış açısı daha öne çıkan bir eleştirmendi. O eleştirici çizgisinin son büyük temsilcisiydi.

Semih Gümüş’ün Radikal Gazetesi’nde Fethi Naci üzerine 20.04.2007 tarihinde yazdığı yazı
“Fethi Naci hem ne dediği her zaman merak edilip sözü dinlenen, hem yazdıklarını herkesin kendi payına düşürmek istediği az bulunur eleştirmenlerden oldu. Edebiyatımızın bir dönemi şu ya da bu biçimde Fethi Naci’ye borçlu sayılır. Onun çağdaş Türk romanı üstüne yazdıklarını ve edebiyatımızın yüz yılını kuşatan sabrı ve emeğiyle yaptığı katkıyı tek tek örneklere bakarak değerlendirmek yeterli olmaz.
Göz önünden ayırılmaması gereken asıl önemli yanı, olumlu ve olumsuz bütün değerlendirme ve yargılarıyla edebiyatımızın sık sık kendine dönüp bakma gereksinimi duymasına etkisidir.
Burada hemen, ‘Eleştiri ne işe yarar?’ sorusu gelirse akla, verilecek somut yanıtlar bulmak kolay değildir. Yaratıcı yazarlara göremediklerini göstermek, yol açmak, iyiyle kötüyü ayırt etmek, kitapla okur arasında köprü kurmak, yeni yazarları değerlendirmek gibi görevleri olduğu sanılıyorsa eleştirinin, bir kez daha düşünmeliyiz. Yararlı bir edebiyat türü de sayılmaz, ama somut yarar aramak yerine uzun erimli işlevi merak edilirse, anlamına yaklaşılabilir. Uzun zaman içinde oluşan bütüncül bir yararı vardır eleştirinin ve bu anlamda, okuma kültürünün yükselmesine kendiliğinden katkıda bulunur.

Emektir eleştiri
Fethi Naci’nin, iki bin sayfayı aşan yazılarının toplamı düşünülürse, yazmaya başladığı 1950’lerden bugüne yarattığı birikim ve bıraktığı tortuyla edebiyat kültürümüzün düzeyinin yükselmesine ne denli önemli bir katkıda bulunduğu ve bakış açısıyla okurun bakış açısına sağlam bir sezgi ve yazınsal duyarlık kazandırdığı açıkça görülür. Tahsin Yücel, Fethi Naci’nin sağlam bir iç çağrısı olduğunu ve o iç çağrının kendisini baştan düşündüğü eleştiri anlayışına getirdiğini belirtiyor ki, o iç çağrıyı okura geçirmek de Fethi Naci’nin amaçlarından olmuştur.
Gözüpek denir onun için: incelediği romanlar için ulaştığı yargıların en olumsuz olanlarını bile sakınmadan dile getirişi yüzünden. Doğrusu, yaşadığımız dünyaya dönüp baktığımızda, eleştirmen için en zor olan, kendi kuşağından yazarlar hakkında sert yargılar öne sürmektir. Fethi Naci’nin bu eğilimin dışında kalışı mizacından da gelir belki, ama Ataç’tan alınmış bir eleştiri anlayışının Marksizmle buluşması gerilimi daha yüksek bir enerji çıkarmıştır ortaya. Aynı kuşağın tartışma ve eleştiri anlayışının bütün taşları ortaya dökmeye yatkın oluşu da göz önünde tutulmalı. Fethi Naci’nin yargıları serttir de, Memet Fuat ya da Asım Bezirci’ninkiler esnek midir, sorusuna yanıt vermek için dönemin tartışmalarına yakından bakmak yeterlidir.
Bugünkü tartışmalarımız o zamanların gözüpekliğini taşımıyorsa, bunu eleştiri anlayışının bütün bütüne değişmeye başlamasına bağlamak daha doğru olur. Bugün niçin Ataç yok? sorusundan sonra zaman zaman da, Fethi Naci de yok! denmiştir. Son kerteye çıkarılmış bireyliklerin kendi adalarına çekildiği, ortalama değerleri koruyan zırhların güçlendirildiği bugünün parçalanmış zamanlarında Ataç’ın olamayacağı, olsa da Ataç olmayacağı totolojisine bakarak, Fethi Naci’nin eleştiri anlayışının da karşılığını bulamayacağı söylenebilir.
Eleştirinin en çok zaman gerektiren tür, dolayısıyla zaman karşısında en pahalı uğraş olduğunu yeri geldiğinde belirtmekten yanayım. Fethi Naci uzun yıllar içinde klasikleri okurken eleştirinin gerektirdiği kuramsal donanımı tamamlamış, nitelikli bir eleştirmenin kendini yetiştirmek için zorunlu olduğu yollardan geçerek kendini var etmiştir. Kendini bu yetiştirme sürecinin sonunda kabul edilir ki, Fethi Naci’nin örnek bir Türkçesi vardır ve hem kendi üslubunu oluşturmuş, hem de Türkçeyi doğrudan anlama dönük bir yalınlık içinde yaratmayı sorun etmiştir.
Fethi Naci edebiyatımızda eleştirinin sözgelimi romandan daha geride olduğunu kabul etmemiş, ama bunu açıkça dile getirmemiştir. Haklı olarak şunu düşünüyordu ki, edebiyatın bileşenleri arasında eşitsiz gelişme değil, birbirine bakışımlı bir gelişme vardır. Özellikle son yarım yüzyıl içinde. Demek ki eleştirinin durumu romanın da aynasıdır. Edebiyatın bütününün düzeyi çok yukarıdayken eleştirininki çok aşağıda olamaz ya da tersi… Üstelik eleştiri yazarlarının gitgide azınlıkta kalışı son yıllarda onların düzeyini yukarı çıkarırken bütünün ortalaması aşağı çekilmektedir.
Fethi Naci romancının, öykücünün ya da şairin üstüne çıkma güdüsünü hep taşımıştır. Pek çoklarından yukarıda durduğunu biliyordu, dile getirmeden. Yoksa kendine baskın çıkan yazarların karşısında benzersiz bir özgüvenle yazması olanaksızlaşırdı. En yakınındaki arkadaşlarından kendini bağımsızlaştıran ödünsüz tutumu, Marksizmle iç içe oluşan eleştiri anlayışında da öteki kuramcılardan kendini bağımsız tutmayı sağlamıştı. Geniş bir bakış açısı edinmişti, ama başkasına bağlı tutmadan kendini, tek bir anlayışa koşullanarak: kendi anlayışına.
Yüzyılın 100 Romanı’nda topladığı yazılarının bütünü bir arada okunduğunda, ne gerçekçiliği başlangıç dönemindeki yazılarına egemen olan katı gerçekçilik çizgisine oturtulabilir, ne de başka herhangi bir eleştiri anlayışına bağlanabilir. Tümü de kendi kurduğu eleştiri anlayışına bağlı yazılar yazdı. Her durumda doğrularla yanlışları birbirinden ayırarak göstermeye çalışması, bazen yapıtın önüne yazarı geçiren tutumu tartışılabilir, ama yakın okumalar sırasında gösterdiği keskin gözlemleri öğreticidir.
Fethi Naci’nin kitaplarını birbirinden ayırmak kolay değil. Eleştiride Kırk Yıl, Dönüp Baktığımda adlarındaki anı kitapları onun bir edebiyat adamı olarak ne denli önemli olduğunu gösterdiği gibi, Yüzyılın 100 Romanı da daha uzun yıllar boyunca başucundan ayrılmayacak bir temel edebiyat kitabıdır. Sait Faik’in Hikâyeciliği, Yaşar Kemal’in Romancılığı ve Reşat Nuri Güntekin’in Romancılığı kitapları da Fethi Naci’nin edebiyat anlayışının ve beğenilerinin duyarlığını gösterir.
Eleştirmenin öznelliği onu kimi yazarlara ötekilerden daha çok yaklaştırır. Fethi Naci için de Sait Faik ve Yaşar Kemal’in yerleri apayrıdır. Bunu bu iki büyük yazar için yazdığı yaratıcı eleştirilerle de gösterdi. Ahmet Hamdi Tanpınar sık sık adını andığı romancılardandır ve iki romancımızın adını vermesi istenirse, Yaşar Kemal ile Tanpınar’ı anacaktır. Aslında emektir eleştiri yazarını kimi yazarlara yaklaştıran.
Bazen uzun süren araştırmaların ardından, bazen de rastlantılarla seçilen yazarlar üstünde ne denli yoğunlaşırsa eleştirmen, o yazarlarla arasındaki bağlar ötekilere göre daha güçlenir. Aynı mekânı paylaşmak gibidir bu ilişki.

Önyargısız ve yansız
İki eleştirmen arasında kurulan büsbütün farklı ilişkilerinse, yaşanmadan anlaşılabileceğini sanmıyorum. Birinin ötekine bağımlılığı, sözgelimi kuşak farkına göre ayarlanır, ama kendiliğinden karşılıksız ilişkiler içinde oluşan ilişkilerin düşünsel bağlarla birbirine geçmesi nedeniyle iki eleştirmen arasındaki ilişki bir romancıyla eleştirmen arasındaki ilişkiden farklıdır. Fethi Naci ayrıca genç bir yazarı yaşlı bir yazardan ayırmadan ilişki kurmuştur. Onun için düşünsel ayrımlar da önemlidir ve dünya görüşü kendisine ters yazarlarla ilişki kurmaya pek yanaşmaz, ama her şeyden önce yazarın yazdıklarının “iyisi-kötüsü” vardır ve bunun dışındaki ayrımlar sonra gelir.
Edebiyatımızın geçen dönemlerinde romancılar kadar tanınıp okunan tek eleştirmen Fethi Naci’ydi. Bunun bir eleştirmen için ne denli güç olduğu bilinir. Eleştirmenin çok okunmasının nedeni merak edilmesidir elbette; meraksa, yazılanların sertlik katsayısıyla doğru orantılıysa, bunu eleştiri adına olumlu saymalı mıyız? Her zaman değil. Ama Fethi Naci’nin önyargısız ve yansız oluşu sertlik katsayısını düşüren bir etki de yaratmıştır. En azından, öyle düşündüğü için öyle yazdığına inanılmıştır.
Fethi Naci son yıllarında eleştiriden uzaklaşmaya başlamıştı. Onunki sezgiseldi sanırım, edebiyatın günümüzde eleştiriyi gereksinmediği düşüncesi yer etmişti onda da. Yaşadığımız zamanların kaçınılmaz biçimde değerleri yıprattığı düşünülürse, ilkin eleştiriden kaçılacağı da anlaşılır. Eleştiriden kaçan edebiyatın yolu nasıl çizilir, o ayrı. Sanırım Fethi Naci kimliğinde bir dönemin eleştiri anlayışı da ömrünü tamamlamıştır. Düşüncenin donması olanaksızsa, yeni eleştiri, yeni düşünceler içinde oluşumunu sürdürecek, örneklerini verecektir.
Eleştiri gitgide küçülen bir azınlığın etkinlik alanı içinde kaldığı için, düzeyi de kendiliğinden yükseliyor. “

Yapıtları
* İnsan Tükenmez (1956)
* Gerçek Saygısı (1959)
* Azgelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm (1965)
* Emperyalizm Nedir? (1965)
* Azgelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi (1966)
* Kompradorsuz Türkiye (1967)
* 100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri (1968)
* On Türk Romanı (1971)
* Edebiyat Yazıları (1976)
* 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme (1981)
* Eleştiri Günlüğü (1986)
* Bir Hikâyeci: Sait Faik-Bir Romancı: Yaşar Kemal (1990)
* Gücünü Yitiren Edebiyat (1990)
* Roman ve Yaşam (1992)
* Eleştiride 40 Yıl (1994)
* 40 Yılda 40 Roman (1994)
* Reşat Nuri’nin Romancılığı (1995)
* 50 Türk Romanı (1997)
* Şiir Yazıları (1997)
* 60 Türk Romanı (1998)
* Kıskanmak (1998)
* Sait Faik’in Hikâyeciliği (1998)
* Yaşar Kemal’in Romancılığı (1998)
* Yüzyılın 100 Türk Romanı (1999)
* Dönüp Baktığımda (1999)

Haluk Şahin’in Fethi Naci’yi kaybetmemiz üzerine 25.07.2008 tarihinde Radikal Gazetesi’nde yazdığı yazı
Edebiyatımız niçin eleştirmen yoksuludur? Bu soru yalnızca edebiyat dünyamızı değil genel olarak kültür hayatımızı ilgilendiriyor.
Olaylara tüm tepkilerin mensup olunan entelektüel çetelere göre ayarlandığı, insanların kendi adlarına düşünmeye korktukları ve hep tarla fareleri gibi kafalarını çıkartarak havayı kokladıkları bir ortamda eleştiri gelişip güçlenebilir mi?
Elbette güçlenmez.
Kültürlü olacaksın, çalışkan olacaksın, cesur olacaksın, özgün olacaksın. Bıkmadan usanmadan, ısrarla yazacaksın. Gerekirse kavga edeceksin.
Bu cümlede andığım nitelikler Fethi Naci?nin nitelikleriydi. Kültürlü, çalışkan, cesur ve özgün. Ve tabii, zaman zaman da kavgacı.
Cumhuriyet dönemi edebiyat tarihimizde onun yanına koyabileceğimiz bir ikinci ad, olsa olsa Ataç?tır.
Fethi Naci eleştiri bayrağını Ataç?ın bıraktığı yerden almıştır diyebiliriz. Ataç, iyi anlamda bir Kemalist (Batıcı, Aydınlanmacı, sentezci, Anadolucu), Fethi Naci ise gene iyi anlamda bir Marksist idi.
Yıllarca siyasi ve iktisadi yorumlar yazdığını günümüz kuşakları bilmezler. O, damgasını eleştirmen olarak bastı.
Bir şans eseri Bursa?da Kutluk Kitabevi?nde ilk kitabı ?İnsan Tükenmez?i almış okumuştum. 1956 imiş. Demek lise bir öğrencisiymişim.
İçindekileri ne kadar anladığımı hatırlamıyorum ama, beni en çok kitabın adı düşündürmüştü: ?İnsan Tükenmez!?
Ne demekti bu? İnsanın insana bu kadar çok kötülük yapabildiği bir çağda durmadan tükenmiyor muydu insan?
Evet ama, bir yandan da direniyor, güzellik, adalet, özgürlük arayışından vazgeçmiyordu bazıları…
O dönemin Marksistlerinde, ağır baskılara rağmen, böyle bir romantik iyimserlik vardı.
Fethi Naci, asıl uğraş alanı olarak kendisine romanı seçti. Bu kuşkusuz tarihsel koşullardan soyutlanabilecek bir tercih değildi: O dönemin gözdesi ?köy romanı? hızla kentlileşen Türkiye?ye dar geliyordu. Yeni bir romanın arayışı başlamıştı.
Fethi Naci romanı, edebi ölçütlerin dışında, yaşanan sosyal gerçekliği araştırıp görülür kılmasındaki başarısıyla da değerlendiriyordu.
Romanımız ve romancılarımız ondan çok şey öğrendi.
1970?li yıllarda Naci ile dost olduk. Hilmi Yavuz, Mehmet Doğan, Ülkü Tamer gibilerle birlikte Politika?da Mustafa Gürsel?in yönetimindeki sanat sayfasında yazıyordu.
Karısı ile çok sevdiği kızı Deniz?in trafik kazasında öldüğü gece gazetede nöbetçiydim.
O kara haberi ajanstan ilk okuyan ben oldum.
Naci?yi sanırım Papirüs?te bulup söylemek de bizimkilere düştü.
Naci çok sarsıldı ama bırakmadı.
Daha sonraki yıllarda sohbetler var: Cağaloğlu?nda, Çiçek Pasajı?nda ve bir ara
sıkça geldiği Bozcaada?da.
Bir ara ona roman yazdığımı söylemiştim. ?Roman zordur, altı okka haya ister,? demişti. Sözümona, romanı bitirince ilk ona gönderecektim. Olmadı, ilerleyemedim.
Acaba bitirebilseydim ne derdi?
Önemli eleştirmeni ötekilerden ayıran iki soru şudur: ?Acaba O okur mu? Acaba
?O? okuyunca ne der??
Son yarım yüzyıldır ?O? Fethi Naci?ydi!

Fethi Naci için
Fethi Naci artık yok. Cenazesinde bulunamadım. Ağır topumuzu gömdüler. Birkaç yıl önce hastalığının ilk ciddi belirtileri ortaya çıktığında ?Eyvah? demiştim, ?en güçlü dayanağımız çöküyor!? Bir süre sonra sustu. Ölümse bizi ondan cismen ayırdı.

Ölenin ardından genelde iyi şeyler söylenir. O tüm bu iyi sözleri hak etmesine ediyordu da, niye hak ettiğini somutlamak gerekir. Her şeyden önce bazı iyi ve sağlam insanları nitelerken kullandığı tabirle ?adam gibi adam?dı. Eleştiride sertti, ama iyi kalpli bir insandı. Haksızlık etmekten korkardı, haksızlık edenden hoşlanmazdı. İyi bir insandı.

Bir eleştirmen olarak yazarlarda, şairlerde de iyi insan nitelikleri arardı karakter olarak. Ama onların yazdıklarında bu niteliklerin yansıtılmasını daha çok arardı. Edebiyatın insanlardaki iyilikleri anlatmasını, bunları yüceltmesini zorunlu sayardı.

İyi iyi deyip duruyorum, nesnelliği öne çıkaran okur sabırsızlanmaya başlayarak soracaktır, nedir bu iyi? Günlük yaşamda, işte, aşkta, ailede, siyasette, toplumda iyiliğin ne olduğu pek de soyut ölçekli değildir aslında ya, iyi edebiyat bu ?iyi? kavramına doğrudan bağlıdır bir bakıma, o yüzden hem somuttur anlayana, hem soyuttur anlamayanına. Yine de somutlayalım daha da.

Fethi Naci romanlarda kapitalizmin övülmesine katlanamazdı örneğin. Teknik yönden güçlü bazı yazarları sırf bu yüzden defterden silmişti. Ona göre kapitalizmi üstü kapalı dahi olsa meşru gören bir edebiyatçı iyi bir edebiyatçı olamazdı. Bu kadar kesin. İşini iyi yapmayan, savsaklayan, dile önem vermeyen, kurgu üstünde ince ince çalışmayan biri, iyi edebiyatçı sayılamazdı. Piyasa için, çok satmak için yazan iyi edebiyatçı sayılamazdı.

12 Eylül sonrası bir on yıl kadarlık dönem, solun en yüksek dayanışma gösterdiği, en masum yıllarıydı. O yıllarda Fethi Naci?nin değeri daha bir anlaşılmaya başladı. Ne ki, yıllar geçtikçe 90?lardan 2000?lere doğru grupçuluk yine hortladı, milliyetçilik, ardından gizli gizli büyüyen liberalizm, sağlıklı düşünmeyi, okumayı yeniden engeller hale geldi. Ben onu çok geç tanıdım. Onun ve onun sevdiği edebiyatın ?gücünü yitir?meye yüz tuttuğu yıllarda. Ama hala etkiliydi. Fakat bu etki liberal, liberal-sol kanatça yıl be yıl azaltıldı. Onun sevdiği edebiyat artık piyasanın yeğlediği edebiyat değildi.

Fethi Naci Marksistti, sosyalistti, aydınlanmacıydı. Edebiyatta ve düşüncede post-modern ve liberal dalgaya karşıydı. Nefret etme derecesinde karşıydı. Başlangıçta sevdiği bazı yazarlardan kimi sola küfrettiğinden, kimi post-modernizme kaydığından, kimi kapitalizmi övdüğünden birer birer soğudu. Okumaktan çok yorulduğunu söylüyordu son yıllarında. Bunda beyinsel yorgunluk kadar ve belki ondan da öte iyi yapıtlarla giderek daha seyrek karşılaşması rol oynuyordu. Edebiyatta devir hızla değişiyordu ve o bu yeni devre asla ayak uydurma niyetinde değildi. Post-modernizme öylesine sinir oluyordu ki: Kuş Bakışı adlı romanımı ona dosya halinde verdiğimde iki gün sonra aradı. ?Kusura bakma, otuz sayfadan fazla okuyamadım, çünkü beni çok sıktı? dedi. Sorup anladım ki, romanın başlangıcında post-modern etkiler görmüş. (Bana göre modernist tekniklerdi bunlar.) Eğer beğenmezse babasının oğlunun romanı olsa, onu övmezdi. Övdüğü yazarlardan hiç mi hiç karşılık beklemezdi. Kendine büyük yararları dokunacağını bilse dahi kötü esere iyi demezdi. Yetkesini birkaç yıl piyasa için kullansa zengin olurdu. Mütevazı bir yaşam sürdürdü, para sıkıntısından hiç kurtulmadı.

Bazı eleştirmenler kendileri rahat rahat eleştirirler, ama eleştirilmekten hoşlanmazlar. Aynı düşünmediğimiz konulardan ötürü alınganlık büyültmedi, eleştirilerimden ötürü düşmanlık geliştirmedi. Romanımı beğenmişse ne kadar beğendiğini ifade etmekten kaçınmadı.

Onu daha soldan eleştirenleri bir dereceye kadar anlarım. Ama kendini daha sol zannedip onu karalamaya kalkışan birçok zibidi de çıktı. Bunların pek çoğu sapına kadar liberal, sapına kadar piyasacı oldular.

Kızı için yazdığı o müthiş makalesi gibi bir ağıt değil bu yazı. Naci abi işlevini yerine getirdi ve gitti. Yine de iki yıldır onu özlüyorduk, şimdi daha çok özleyeceğiz. Bu nahoş kitap piyasasında edebiyatımızı yetim bıraktı, ama yapıtları yaşıyor.” Kaan Arslanoğlu http://haber.sol.org.tr/yazarlar/2088.html

Fethi Naci’ye Dair
?Eleştirmen Fethi Naci?ydi o. Edebiyatımızın temel taşlarını değerlendirmeyi üstlenmekle kalmadı, eleştirmenleri büyük edebiyat ordusunun nöbetçilerine benzeten Longfellow?un dediği gibi hemen her yeni yazara da ?Dur!? deyip kimlik sordu

Fethi Naci, edebiyat eleştirmeni
Fethi Naci?yi, ilk kez, üniversiteye başladığım 1967 yılında Fikir Kulüpleri?nin Aksaray?daki lokalinde tanımıştım. Fikir Kulüpleri henüz Dev-Genç?e dönüşmemişti. Edebiyat Fakültesi?nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü?ne girer girmez, Edebiyatlılar Fikir Kulübü?ne katılmıştım. O sıralar satranç bile oynanırdı Aksaray?daki lokalde. Fethi Naci ise, yanılmıyorsam cumartesi günleri, ekonomi dersleri veriyordu. Ama, ekonomiden söz ederken, edebiyatın, sanatın farklı sularına açılmaktan da kaçınmadığını anımsıyorum. Sözgelimi, Türkiye?nin kırsal alanlarındaki kapitalist gelişmeden söz açtığında, Orhan Kemal?in Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanından örnekler verebilirdi. Sonradan anladığım kadarıyla, Türk edebiyatını nerdeyse salt toplumsal gerçekçi eleştiri anlayışıyla değerlendirdiği bir evreden, edebiyatın ölçütlerini daha geniş bir alanda arayacağı bir evreye geçmekte olduğu bir dönemdeydi.
Evet, o günlerin hemen ardından, özellikle Yeni Dergi?de yayımlanan Yaşar Kemal incelemeleri geliyor şimdi aklıma. Ortadirek ve Ölmez Otu incelemeleri. Sonradan Yaşar Kemal?in Romancılığı (YKY) başlığı altında bir kitapta toplanan bu yazılara yeniden bakıyorum. Fethi Naci, 1968?de, yani bundan tam kırk yıl önce kaleme aldığı yazısında, Ortadirek?in, o güne dek okuduğu en yetkin Türk romanı olduğunu söylemiş: ?Hiçbir romanımızda, belirli şartlar içinde yaşayan, belirli bir tarihsel ve sosyal zamanın ?Türk insanı?nın böylesine somut, böylesine derinliğine; tabiatın böylesine zengin, canlı, kıpır kıpır verildiğini hatırlamıyorum…? Ardından, çoğu ?köy romanları?nda önceden tasarlanan kaba şemaların yalınlaştırdığı, akla kara haline getirdiği kişilerin, Ortadirek?te, bütün ilkelliklerine, cahilliklerine karşın, öfkeleriyle, sevinçleriyle, umutlarıyla, umutsuzluklarıyla, düşleriyle, hataları ve sevaplarıyla insan olmanın karmaşıklığı içinde olduklarını vurgulamış. Giderek, dönemin romanına ilişkin bir sonuca varmış:
?Romancılarımız, toplumsal gerçekliğe, genellikle, iki yöntemle yaklaşıyorlar: Ya Yaşar Kemal gibi yaşantısından ve tanıklığından, yani insanlardan yola çıkarak, ya da kimi romancılarımız gibi tarihsel araştırmaları, birtakım eserleri inceleyerek. Kitaplardan yola çıkmanın da bir yararı var elbette: Sağlam verilere dayanmak, yorum yanılgılarından kaçınmak, vb. Ama bu yarar, genellikle, bir zararı da sürüklüyor kendisiyle birlikte. Bakıyorsunuz, edebiyatın kendine özgü ifade aracı olan imajın (geniş anlamda ?imaj?) yerini toplumsal bilimlerin ifade aracı olan kavramlar alıvermiş; imaj alıp başını gitmiş romandan, imajlarla birlikte insanlar da. (Son zamanlarda memleketimizde böyle eserlere ?Roman değil? denmiyor da, ?Türk romanı? deniyor. Ve romandaki ?insansızlık?, romancının işinin üstesinden gelemeyişiyle açıklanmıyor da, ?Bizde Batı?daki gibi bireyler yoktur ki!? denerek toplumsal şartlarla açıklanıyor! Zavallı ?toplumsal şartlar?; çekmedikleri kalmadı ?toplumcu?larımızın ellerinden!)
?İnsanlardan yola çıkan romancı, ?yaşantısını ve tanıklığını? sağlam bir dünya görüşü ve usta işi bir roman tekniğiyle birleştirebilirse ortaya olumlu bir bileşim çıkıyor. ?Ortadirek? gibi…?
Şimdi bakıyorum da, Fethi Naci?nin, edebiyatta yerel ölçütlere değil de evrensel ölçütlere öncelik tanıyan bu değerlendirmesinden, yalnızca romancılığımızın o günlerdeki eğilimlerini bilenler, anımsayanlar değil, dönemin ağır basan eğilimlerinden habersiz olanlar da çok şey öğrenebilir diye düşünüyorum.

Bıkmadan usanmadan okudu
O günlerden son yıllara kadar, bıkmadan usanmadan hep edebiyatımızı okudu, yazdı, inceledi, yorumladı, değerlendirdi Fethi Naci. Öncelikle de romanımızı. Reşat Nuri Güntekin?in, Sait Faik?in, Orhan Kemal?in, Yaşar Kemal?in, Orhan Pamuk?un, daha birçoklarının yapıtlarını değerlendirirken, romanın toplumsal değişim karşısındaki konumunu, yaşamımızdaki yerini, edebiyatın hızlı değişim karşısında gücünü yitirip yitirmediğini, çok genel anlamda toplumcu bir dünya görüşüyle, ama her zaman tümüyle kendine özgü bir yaklaşımla sorgulamaya, aydınlatmaya yöneldi. Bu kendine özgülük, kuşkusuz, yoğun bir öznelliği içeriyordu; ama bir dönem kendi öznel değer yargılarıyla edebiyat eleştirisinin baş yetkesi sayılan Ataç?ın beğeni öznelliğini toplumcu değerlerle bütünleştiren bir eleştirmen kişiliği geliştirdi Fethi Naci.
Yazdıklarının, edebiyatı yakından izlemeye çalışan okuyucuya yakın ya da çekici gelmesinin bir nedeni de, sanırım, ele aldığı kitabı bir anlamda okurla birlikte ve okur için okur gibi didik didik etmesiydi. Kuşkusuz, sıradan okurun göremediklerini görerek, dikkatsiz bir okumada gözden kaçanları yakalayıp açığa çıkararak, ama hep okurla birlikte satır satır yeniden okuyormuşçasına.
Hiç kuşku yok ki, Fethi Naci?nin 1965?ten sonra yıllarını verdiği Gerçek Yayınevi?ndeki yayıncılık uğraşını, bugün hâlâ anımsanmakla kalmayıp aranan ?100 Soruda? dizisini, siyasal ve toplumsal düşüncelerini dile getirdiği Gerçek Saygısı, İnsan Tükenmez gibi deneme kitaplarını da unutmamak gerekir. Ama baştan beri dediğim gibi, her şeyden önce, ?Eleştirmen Fethi Naci?ydi o. Edebiyatımızın temel taşlarını değerlendirmeyi üstlenmekle kalmadı, eleştirmenleri büyük edebiyat ordusunun nöbetçilerine benzeten Longfellow?un dediği gibi hemen her yeni yazara da ?Dur!? deyip kimlik sordu. Eleştiriden nefret edilen, yalnızca övgü beklenen bir ortamda, kimi zaman kırıcı olmayı, dahası yanılmayı da göze alarak hep düşündüğünü yazdı. Hep Fethi Naci oldu…

CAMEKÂN
Burgazada?dan Atina?ya ?Kestane Karası?
?Ada?nın Rum cemaati, Noel?i kutlama hazırlıklarına başlamıştı. Andrea, Noel eğlencelerinin yapılacağı meyhaneye, kocaman bir çam ağacı getirmiş, onu incik boncukla süslemişti. Noel gecesi için de bir cazbant ile anlaşmış, dükkânın en görünen penceresine de ilanını asmıştı. Yemek salonu ise, krapon kâğıtları, rengârenk balonlar ve fenerlerle süslenmişti?
Yazın İstanbul?da cumartesi ya da pazar günleri vapurlara doluşup Adalar?a giden, Kınalıada, Burgazada, Heybeliada ya da Büyükada kıyıları ve sularını günübirlik tükettikten sonra yeniden vapurlara tıkışıp kente dönen, Bostancı, Kadıköy ya da Kabataş iskelelerinden kentin binbir semtindeki evlerinin ve tekdüze yaşamlarının yolunu tutan insanların çoğu, Engin Aktel?in ?Kestane Karası? adlı romanından aktardığım yukarıdaki satırlarda anlatılanların, çok değil, elli yıl kadar önce, o gittikleri adalardan birinde, Burgazada?da geçtiğine zor inanır.
İstanbul?un İstanbul olmaktan çıkması, farklı dillerin, kültürlerin, dinlerin, müziklerin, seslerin tek bir dile, kültüre, dine, müziğe, sese indirgenmesi, çoğuldan tekile dönüştürülmesi çabalarıyla başladı sanırım. Çocukluk ve ilkgençlik çağlarımın geçtiği Büyükada?da ya da Burgazada?da yaşamış Rumların, onların çocukları ve torunlarının büyük çoğunluğu yıllardır Atina?da ya da Yunanistan?ın başka yerlerinde. Gazeteci Engin Aktel?in 1940?ların sonlarında Burgazada?da geçen romanı, yakında onlarla Atina?da buluşacak. Üç yıl kadar önce Evrensel Yayınları?ndan çıkan ?Kestane Karası?, şu sıralar Yunancaya çevriliyor; kitap, Yunanistan?ın en önemli yayınevlerinden Kastaniotis tarafından yayımlanacak.
Bazen, ?Edebiyat ne işe yarar?? diye sorarlar. Bana sorsalar, ?İşte tam da bu işe yarar!? derim. ?İnsanlar arasındaki kardeşlik bağını daha da güçlü kılar; yalnızca zamanın ve mekânın sınırlarını aşarak değil, milliyetçiliğin ve bağnazlığın da zincirlerini kırarak, insana, insanlığın ortak yaşantısının bir parçası olduğunu duyumsatır, bu duygunun her kuşakta yenilenerek sürmesine katkıda bulunur.?

Celal Üster’in 01.08.2008 tarihinde yayımlanan bu yazısı, Radikal Gazetesi Kitap Eki’nde alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir