Francisco Sanctis’in Uzun Gecesi – Humberto Costantini

Arjantinli şair ve yazar Humberto Constantini, ülkesindeki politik baskılar yüzünden 1976 yılında ükesini terk etmek zorunda kalmıştı. Yazarın ilk olarak 1984 yılında yayımlanan bu romanı, politik gerilim unsurlarının kuruluşuyla dikkat çekiyor. Evli, üç çocuklu, klasik müzik tutkunu, kendi halinde bir muhasebecinin hayatı, eski bir kız arkadaşından aldığı telefonla değişir. Telefonun peşinden Buenos Aires’in uykusuz barlarına ve işçi mahallelerine giden muhasebeci, burada hem bir kahraman olacak hem de tekdüze, sıradan hayatıyla hesaplaşacaktır.

Latin Amerika’nın Ağır Gerçekliği – Fatih Balkış
(02.03.2007 tarihli Radikal Kitap Eki)

Constantini’nin ‘Francisco Sanctis’in Uzun Gecesi’ romanını başyapıt yapan, Arjantin’in karanlık dönemleriyle ilgili söz söyleme cesaretidir.
Latin Amerika edebiyatının politik kanadının önemli temsilcilerinden Humberto Costantini’nin Francisco Sanctis’in Uzun Gecesi adlı romanının dilimize çevrilmesi başlı başına bir edebiyat olayıdır. Arjantinli yazar Costantini’nin Peron döneminde sürgünde geçen yaşamı, çok yönlü yazarlığı ve etkin bir politik duruşa sahip oluşu, tüm dünyada yapıtlarına gösterilen ilginin nedenlerinden birkaçıdır. 1984’te yayımlanan Francisco Sanctis’in Uzun Gecesi’ni onun başyapıtı yapan şey ise, kahramanın iç yaşamını patolojik boyutlarda irdelemesi, edebiyatın yeni anlatım olanaklarıyla desteklemesi ve Arjantin’in karanlık dönemleriyle ilgili söz söyleme cesaretidir.

Sanctis’in karşı koyamadığı ve hedefe ulaşmaktan kendini alamadığı bu itki yıllardır içinde hissettiği suçluluk duygusunun yeniden açığa çıkmasında aranabilir. Tanrısızlıkla sonlanmış bir din eğitimi, devrimcilikle yarım bırakılmış tıp öğrenimi ve derken dikiş tutturulamamış bir iş yaşamı Sonctis’in kısa süre öncesine kadar geride bıraktığı ve hepten unuttuğu bir yaşamı betimler. Sonunda bu başarısızlık sezonu kapanmış, mutlu bir evlilik ve güvenceye alınmış bir iş ve düzenli bir hayat, kendine özgürlük alanları yaratabilecek kadar sağlıklı bir yaşam kurulmuştur. Biriktirdiği klasik müzik plakları ve onları dinlediği pahalı setiyle Sanctis, geçmişten gelen ve bir anlamda yarım bıraktığı her şeyi simgeleyen o sesin peşinden gitmeden edemeyecektir. Tüm yaşamını simgeleyen elindeki alışveriş poşetleri ve özgürlüğünün ifade aracı Isaac Stern plağıyla birlikte on yedi yıl öncesinden çıkıp gelen sese kayıtsız kalamaz.

Modern çağ trajedisi
Artık Sanctis için hem yıllardır geride bıraktığı günlerle hesaplaşması, hem de duyarsız kalamadığı ülkesinin politik durumuna müdahale etme şansı bulmuştur. Evet, bu bir fırsat olabilir. Tekdüze süren bir yaşam ve yeniden kahraman olma duygusu içinde gerçekten de bir şeyler yapabilir. Dünyayı değiştirmek, ülkesini değiştirmek çok geç olsa bile, bildikleriyle hiç değilse iki kişinin yaşamını kurtarabilir.

Costantini bir anlamda modern çağ trajedisi yazmaya girişmiştir. Oidipus’un Apollon tafarından ‘bilmek’le cezalandırılması gibi, Sanctis’in hikâyenin sonuna kadar engel olamadığı olaylar zinciri onu yazgının oyuncağı haline getirir. Ancak bir anlatıcı olarak yazarın sesinin sık sık araya girmesi ve olaylara, okurun algısına ‘ey okur’ cümlesiyle müdahale etmesi de bize Cervantes’ten gelen o ironik anlatım biçeminin ardıllığını verir.

Bu öykünün gerçekle olan bağlantısı ne kadar sağlam olursa olsun, kurmaca boyutu ve edebi yönü ağır basmaktadır. Yazarın sesi yükseldikçe, özdeşleşme engellenir. Çünkü Sanctis’in bu döngüden kurtulması için gereken bütün kapılar, Costantini tarafından tek tek kapatılır. Ne psikolojik bir öykü ne de eğlenceli bir olaylar dizisi bekler okuru. Yazarın bu uyarıları eşliğinde başlayan roman, uzun bir gecenin sonunda belki de sezilen ve kimi uyanık okurlar için tahmin edilebilen sonundan çok daha öte anlamlar taşır. Çünkü hikâye bittiğinde gerçeğin, bu öykünün altını ve üstünü kaplayan o katı, tatsız şeyin varlığı okurun yüzüne tokat gibi çarpar.

Heiner Müller buna şok dramaturji, diyordu. Oyunun başında ya da sonunda öyle bir şey olmalıydı ki, izleyici bütün inandığı şeylerden ve o inançların doğurduğu acıma duygusundan kurtulmalı ve bununla yaşamı sarsılmalıydı. Costantini’nin yaptığı da budur. Aşırı duygusal, ajite ve önünde sonunda yaşanacak olan bir katarsisi engellemek için basit ama çok etkili bir belgeyi öykünün sonuna ekler. Romanın yalnızca bu boyutuyla bile yeterince etkili olduğunu düşürken, anlatım tekniklerine, sıradan insanın güvenli yaşamına nasıl usulca saldırdığını görmezden gelmek aptallık olur.
Humberto Costantini’yi hem Arjantin edebiyatının -Borges, Cortazar gibi- bilindik isimlerinin yanında, hem de bütün Latin Amerika edebiyatının önemli bir parçası olarak görmek gerekir, çünkü ‘Harikulâde Gerçeklik’ denen olgu onunla birlikte ‘Ağır Gerçekliğe’ dönüşmüştür.

Bir Okurun Devrim Muhasebesi – Arzu Kayhan
(1 Ekim 2007 tarihli www.sol.org)

“Çünkü, sirenlerin söylediği bir şarkı için mücadeleyi bırakmak, korkaklık edip kaçmak (evet korkaklık dedim yanlış duymadınız) kendimi, ruhumu, hayallerimi her şeyi şeytana satmak olacaktır.”

Okuduğum romanlara politik-eleştirel bir bakışla yaklaşmak benim işim değil ancak, okuduğunu anlamak kadar anlatabilmektir marifet. Paylaşmadıkça ne anlamı olacak? Paylaşırken eleştirme hakkını da kullanmalı. Ancak öyle sırça köşkünde oturup kule manzarası seyrederek ya da bir mahalleden hızlı adımlarla geçip sonra ?sokaklara indim ve gerçekleri gördüm? bilgiçliğinden de bahsetmiyorum. Yok daha neler. Şimdi bu da nereden çıktı dedirten, eleştirmenlere eleştirel bu bakışın, gerçekte eleştirmenle bir alakası yoktur. Olsa olsa eleştirmenle okuru birbirinden ayıran ve onu okur ile yazarın ortasındaki tek bacaklı sandalyeye hapseden anlayışın suçu ve payı vardır bu serzenişte. Halbuki ben okurum. Ara sıra da yazar, yazmış ya da yazacak olan bir eylemlilik hali benimkisi. Neyse, yazar olmak değil okur olmak bu sayfada bu satırları okumanızı sağlayan tarafım. Eleştirmenin en güzel yanı, konuşmaya veya yazmaya başladıkça ?utanma, sıkılma, kırmaktan ve gelecek tepkilerden korkma? halinin giderek yok olması. Bir kez ipler elime geçmişse beni kim susturabilir ki!

Ya dışındasın ya içinde; yoksa Francisco Sanctis olacaksın!
Okur ile yazar arasında sıkışıp kalmaktan veya okur-yazar olmaktan sıkılanlar için, ya okur ya da yazar olmak, Francisco Sanctis gibi hayatında ya devrimci ya da evine bağlı sadık koca olmak arasında sıkışıp kalmak gibi bir şey. Çünkü salt okur ya da yazar olmaya çalışmak, sonunda hiçbir şey olamayan Sanctis?in aslında ?bir şey? olduğunu ispatlamaya çalışırken verdiği mücadele gibi sonuçsuz, dahası acı bir sonla noktalanabilir.

Kahramanımız Francisco Sanctis, aklına güvendiği için ipleri eline bıraktığı güzel karısı ve çocuklarıyla, bir yanda kendisine bahşedilmiş mütevazi işinin verdiği durağanlık, diğer yanda kontrolünün dışında gelişmekte ve giderek kapitalistleşmekte olan dünya düzeninin ortasında, bir zamanlar uğruna mücadele verdiği devrimci günlerinden oldukça uzakta yaşamaktadır. Ta ki bir akşamüstü gelen telefonla hayatı bütünüyle değişene kadar. Eski devrimci günlerindeki gibi gizem dolu bir buluşmanın ardından Sanctis, iki adresi ezberlemek ve Hava Kuvvetleri İstihbaratı?nın öldüreceği söylenen bu adresteki iki devrimcinin hayatını kurtarmak göreviyle yola çıkmak zorundadır. Bütün gece süren mücadelesinde Sanctis, geçmişini, devrimi, mücadele ateşini ve birden bire çıkagelen bu görevi düşünerek ilerler. Sonunda adreslere ulaşır. Mücadelesi öyle zorludur ki kitabın sonunda biz de onun kadar yorgun düşmüşüzdür. Onun kadar çabuk kanmamışız, ipuçlarını ondan daha iyi değerlendirmişiz fakat sonunda biz de Sanctis?le aynı sona mahkum olmuşuzdur.

Bir kitabı okurken içindeki dünyaya daldığı kadar bittiğinde bir de dışarıdan göz atanlar, Francisco Sanctis?in Uzun Gecesi romanındaki olayların bir kaçan-kovalanan ilişkisinden daha derin izler taşıdığını fark edeceklerdir. Sanctis?in uzun gecesi sırasında, geçmişine dönük geriye dönüşlerle devrim mücadelesinden yorgun düşen, daha doğrusu hayatın sıradan adımlarını takip ederek devrimi kendiliğinden olacak ya da başkaları tarafından yapılıp takip edilmesi gereken bir reçete gibi görmeye başlayan Sanctis?in yıllar itibariyle karışan aklına da şahit olmaktayız.

Bir kayboluş romanı
Arjantinli şair ve yazar Humberto Costantini bizi 1977 Buenos Aires?ine götürüyor. Çoğu Arjantinli sanatçı gibi politik baskılar yüzünden 1976 yılında ülkesini terk etmek zorunda kalan Costantini, on altı kısa bölümden oluşan romanda bizlere Francisco Sanctis?in bir cuma akşamüstü başlayan ve sabahın ilk ışıklarıyla sona eren uzun gecesini anlatıyor. Okuma sırasında bölüm içerikleri hakkında bilgi sahibi olabilmemiz için bölüm başına birkaç satır ekleyen yazar, bir yandan da Sanctis?in başına geleceklere dair ironik ipuçları sunuyor. Daha önce de belirttiğim gibi, romandan anladığımı herkesle paylaşmak gayesi gütmekteyim. Roman, bir görevi yerine getirmek için koşturan Sanctis?in uzun koşusunu anlatırken, devrimci mücadelenin temellerine dair sizleri düşünmeye sevk etme gayesi haricinde bir amaç gütmüyor.

Costantini sanki bir kamera ile Sanctis?i takip ediyormuşuz hissini veriyor. Yazarın satır aralarındaki müdahaleleri gösteriyor ki Sanctis?in geçmişine dair bütün bilgiler doğrudur ve bir şekilde kanıt ve şahitleri mevcuttur. Ancak o gece meydana gelen olaylar sırasında Sanctis?in aklından geçenler hakkında o kadar da emin olmayınız. On yedinci bölüme geldiğinizde ve romanı bütünüyle bitirdiğinizde, Sanctis?in gece sona ererken kafasından gerçekten neler geçmiş ve geçiyor olabileceğine dair düşüncelerinizin sadece bir tahminden ibaret olabileceği gerçeğiyle buluşabilirsiniz. Üstelik yazar da sizinle aynı durumdadır.

Devrim komşuda pişer, bize de düşer mi?
Seçimlerini yapıp bireysel radikalizmine takma isimler bulabilmişler için her yol devrim! Peki ama ne zaman yapılır bu devrim? Bir sabah uyanınca olunuyor mu devrimci? Şöyle en ateşlisinden, bayrağı eline alıp çıkılınca sokağa, oluyor mu? Ya da ne bileyim, araya yıllar ve yollar girse değişir mi bir devrimcinin insanlığa ve geleceğe bakış açısı?

Bir devrimcinin en büyük günahı ataletidir. Ya da bir devrimcinin başına gelebilecek en büyük hastalık. ?Önce kendimizden başlamalı?, ?yaş kemale erdi biraz da gençler uğraşsın? tavrı giderek kendini, ?herkes kendi kapısının önünü süpürse? devrim oluverecekmiş umuduna bırakıverir. Romanın içeriğine dair bilgiden sonra, gençlik yıllarının en ateşli olmasa da hararetli devrimcisi Francisco Sanctis?in ya da böylesi bir devrimci anlayışın gençlikten orta yaşa doğru evrilen sakinleşme sürecini de masaya yatırmak gerekir. Bugünün Türkiyesi?nde buna ihtiyaç var.

Devrim inancı ve isteğinden vazgeçmenin bin bir türlü bahanesi vardır. Zaman değişir, politikalar değişir, insanlar da. Zaten kapitalizm almış başını gitmiştir. Büyük Sam Amca yaşlandıkça dikelmiş ve kaslarını şişirerek ağzından alevler çıkartmak suretiyle üstümüze saldırmıştır. Kim durdurabilir? Üstelik bizim süpermenimiz değil, kitleselliği yeren, bireysel güce önem veren gazı alınmış gazmanlarımız vardır. Yaşımız otuzlara tırmanırken ve sonrasında, ufaktan vazgeçilir bu sevdadan, hani başımıza da bir şey gelmesindir. Artık evde bekleyenlerimiz vardır. Hem sonra giderek demokratikleştiği iddia edilen ülkemizden binlerce kilometre uzakta, daha adını bile telaffuz edemediğimiz beş Kübalı adam için imza vermek de ne demektir? Dünyayı olsa olsa güzellik kurtaracaktır, imzalar değil.

Beterin beterinden çıkarılacak dersi, taşın altında kanayan ele sormalı. Dedim ya bin bir türlü bahanesi var devrimden soğumanın ve hatta tabanları yağlayıp kaçmanın. Son dönemde vizyonlarımıza girmiş 12 Eylül veya 27 Mayıs döneminin dizi ve filmlerinden akıllarımızda kalan da tahammülü zor işkence sahneleri değil midir? Hangimiz Deniz Gezmiş?in savunmasında yaptığı konuşmayı merak ediyoruz mesela? Ama yeşil parkalı resminden masaüstü deseni yapanlarımız da olacaktır, olmuştur. Bazıları kapısının önünü böyle süpürüyor.

Klasik müzik dinlerken devrim yapılabilir mi? Devrim, düşünerek mi olur düşüncelerden mi çıkar? Klasik müzik dinlerken değil ama dinledikçe devrim yapılabilir kanımca. Hatta bence devrim Şostakoviç dinlerken yapılmalı. Konumuza dönelim; bu romanı okumadan geçecekler olacaksa, ?okusaydı acaba neleri kaçırmamış olacaktı?nın cevabı olarak…

Sanctis?in devrim muhasebesi
Ya dışındasın ya içinde, çaresi yok kardeşim, her akşam böyle içip kederlenip Francisco Sanctis olacaksın. Çaptan düşeceksin, çemberden çıkacaksın.

?Bir okur bu kitabı okuyunca sayfaları arasında bunu bulmalıdır? denilecek mesaj bu mudur? Hayır, zaten olmamalı da. Bu kitabın verip verebileceği en önemli mesaj, geç kalmadan hayat muhasebesini yapmak ve ipleri elde tutmak gerekliliğidir. Anlayan için.

Komşularımın plak dinlemeye bana geleceği veya elimdeki torbalarla sokakta nasıl göründüğümü düşünmek zorunda kalacağım bir akşamüstü, benim için hiç yaşanmamış bir akşamüstüdür. Bu anlamıyla Francisco Sanctis, Elena?dan talimat aldığı saatlerde değil, aynı gece sabaha karşı o kapıyı çaldığında daha çok ?yaşamıştır? benim için. Ancak, yaşamak için bazen geç kalınır. Tıpkı devrim mücadelesinde, ?bazı kriterler sağlansın, bazı dinamikler harekete geçsin bak hemen yapıveririz devrimi? anlayışında olduğu gibi. Gençler örgütlenip sokağa çıktığında orta yaş bunalımının kıyısında gezinenlerin tamamının yapmak isteyeceği gibi, Francisco Sanctis de bir işaret bekleyip durmuştur. Hatta bir keresinde arkadaşının oğlunun yüzünde aramıştır o devrimci ateşi, ancak genç tarafından muhtemelen ajan sınıfına sokulmuştur ve kaçılmıştır kendisinden. ?Devrim sana gelmezse sen devrime git? sözünü unutmuştur Sanctis.

Devrimciliğin ortasından dışsal bir bakış
Bir kitabın karakteri olarak kitabı okumak çok zahmetli bir iş. Roman okurken kapılıp o mekanda o insan olarak buluveririm kendimi çoğu zaman. Sıkı bir devrimcinin okurken ?böyle olunmamalı? diyeceği romanda, Sanctis?in kişisel dönüşümü ve iç hesaplaşmasının yanı sıra, devrimden uzaklaştıran toplumsal bütünün analizi de yapılıyor. Gençlik yıllarından kalan mücadele ateşini yıllar sonra nasıl alevlendireceğini kestiremeyen Sanctis?in hatası, bence, hayatın gerçekleri ve gerektirdikleri karşısında kendini bir özne olarak tarif edememekti.

Okur aforizmaları
İki satırda yazılmış, kırk katıra razı gelinmiş bir hayatın, iki satır arasına sıkışmış adreslerle başlayan ölümcül temposu… Devrimden devşirilmiş devrik düşünceler arasında tek gecede devrilen bir hayat… Kitap, seni beğendim. Bitip tükenmiş, devrik bir hayatın son çırpınışındaki çaresizliği, hesap kitap muhasebesizliğini değil de bir yola çıkış öyküsünü okumuş olmayı tercih edecekler için son söz: Kazanmak için gereken içsel bütünlüğün nasıl dengede tutulacağı gerçeği, hep kazananların değil, bazen de kaybedenlerin öykülerinde gizli olabilir. İşte bizim ihtiyacımız olan da biraz bu aslında. Ayağa kalkmamız için, kronikleşmiş liberal hıçkırığımızın geçmesi için, biraz da bir kez kaybedince aslında neleri kaybedebileceğimiz konusunda ödümüzün koparılması için kesekağıdından daha etkili bir şeyler gerek.

Tanıtım Yazısı
“Francisco Sanctis’in Uzun Gecesi”, soğukkanlı bir ustalıkla kaleme alınmış, müthiş bir politik gerilim romanı.
Cunta sonrasındaki yıllarını sürgünde geçiren Arjantinli yazar Humberto Costantini, oldukça kuşkulu ve asla beklenmedik bir görüşmeden yola çıkarak; okurlarını, Buenos Aires’in ışıklı caddelerine, uykusuz barlarına, korkunun kol gezdiği işçi mahallelerine sürüklüyor. Kahraman olmayı aklından bile geçirmeyen “kahramanımız”la, bu dev labirenti bir geceliğine arşınlarken, amansız bir ikileme, bir iç hesaplaşmaya da tanık olacaksınız.
Evli, üç çocuklu, klasik müzikten başka tutkusu olmayan, kendi halinde bir muhasebecinin hayatı, on yedi yıldır görmediği bir kız arkadaşından gelen telefonla nasıl değişir?

Kitabın künyesi
Francisco Sanctis’in Uzun Gecesi
Özgün Adı: La Larga Noche De Francisco Sanctis (1984)
Humberto Costantini
Çeviren: Alaz Pesen
Yordam Kitap
Baskı Tarihi: Şubat 2007
158 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir