Franz Kafka, 1883 yılında Prag’da doğdu. Taşralı Çek proletaryasından gelip zengin bir tüccar konumuna yükselmiş bir baba ile zengin ve aydın bir Alman Yahudi’si annenin çocuğu olan Franz Kafka’nın, içedönük ve huzursuz kişiliğini büyük ölçüde annesine borçlu olduğu söylenir. Ailenin en büyük çocuğu olan Kafka’nın iki erkek kardeşi küçük yaşta hayatlarını kaybettiler. Kız kardeşleri Elli, Valli ve Ottla ise Nazi Almanyası’nın organize ettiği Yahudi katliamı Holocaust’da hayatlarını kaybettiler. Kafka, çeşitli ailevi ve toplumsal sebepler yüzünden çevresine yabancılaşarak büyüdü. Ailesinin Prag’daki Alman toplumuyla kaynaşma çabaları sonucunda Alman okullarında okudu.
1893 yılında öğrenim görmeye başladığı Avusturya Lisesi, yalnızlığını ve kendi içine kapanmasında büyük etken oldu. Çek kökenli bir aileden geldiği halde Almancayı anadili olarak kullandığı için tam bir Çek sayılmayan Kafka’yı, Almanlar da tam anlamıyla kendilerinden görmediler. Ufak yaşlarda da Çekçe konuşan Kafka gittiği Alman okullarının da etkisiyle Almancada ustalaştı.
1901 yılında Altstädter Gymnasium lisesini bitirdikten sonra Prag’daki Karl Ferdinand Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’ne girdi. Buradaki eğitimi sırasında Alman edebiyatı derslerini takip etmeye başladı. Öğrenciliği sırasında Yiddiş tiyatro çalışmalarında yer aldı ve bu çalışmalara destek verdi. Kafka ilk eseri olan “Bir Savaşın Tasviri” adlı öyküsünü bu dönemde yazdı.
1902 yılında Max Brod’la tanıştı. Max Brod, Kafka’nın yaşamında önemli rol oynayan isimlerden biri olacaktı.
1906 yılında hukuk öğrenimini doktora ile tamamladı ve bir yıl süren avukatlık stajını yaptı.
1907’de Sigorta Şirketi’nde memur olarak çalışmaya başladı. Gündüzleri sigorta şirketinde sürdürdüğü çalışma hayatının yanı sıra geceleri ölümden bile daha derin bir uykuya benzettiği yazma işine yoğunlaşıyordu. Aynı yıl “Taşrada Düğün Hazırlıkları” adlı öyküsünü kaleme aldı.
1912 yılında nişanlısı Felice Bauer’le tanıştı. Onunla ilişkisini, üç kez ayrılıp yeniden nişanlanarak, 1919’a kadar sürdürdü. Evlenmemesine neden olarak hastalığını gösteriyordu. Oysa güncesinde evliliği bir burjuva bağı olanak nitelendirmiş ve edebiyat hayatını sürdürebilmesi için yalnızlığa ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. Nişanlısıyla bu ilişkisinden geriye beş yüzün üzerinde mektup kalmıştır. Bunlar, Kafka’nın ölümünden çok sonra 1967’de “Felice’ye Mektuplar” adıyla yayınlandı.
1917’de Kafka, verem olduğunu öğrendi.
1919 yılında geçirdiği ağır gripten dolayı hastaneye kaldırıldı.
1920 yılında Milena Jesenska ile tanıştı. Mektuplaştığı dört kadın arasında en ciddi ve önemli olan Milena Jesenska’ydi. Milena’yla mektuplaşmaları önce bir arkadaşlık gibi başladı, daha sonra tutkulu bir aşka dönüştü. Fakat Milena evli olduğundan bu mutsuz ve imkânsız ask Kafka’yı derin acılara sürükledi. Mektuplaştıkları üç yıl boyunca sadece iki üç kez görüşebildiler ve bu görüşmeler Kafka’yı üzmekten başka bir işe yaramadı, yine de onun yaratıcılığını olumlu yönde etkilediği rahatlıkla söylenebilir. Daha sonraları edebiyat tarihinin güzide eserlerinden biri sayılacak olan “Milena’ya Mektupları?nda Kafka şöyle dile getirir durumunu;
“En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki…”
Milena bu mektupları 1939 yılında yayınlaması için yakın arkadaşı Willy Haas’a verdi ve kendisi 17 Mayıs 1944’te Almanya’da toplama kampında öldü.
1922’de emekli oldu, maddi durumu kötüydü ve sağlığı gittikçe bozuluyordu.
1923’de ailesinin etkisinden kaçmak ve yazmaya yoğunlaşmak için Berlin’e taşındı, orada da Dora Dymant adında bir sevgilisi oldu. Dora, Milena`dan daha şanslıydı Nazi Almanya’sına direndi ve 1952`de Londra’da öldü.
1924 yılı 3 Haziran gecesi, 1917 senesinde kaldırıldığı Viyana yakınlarındaki Keirling sanatoryumunda hayata gözlerini yumdu.
Kafka’nın eserlerinin hepsinde görülen yabancılaşma olgusu, onun kendi yaşamında da belirgin bir biçimde izlenir. Ona göre ne kadar küçük ve basit bir yaşamı olursa o kadar mutlu ve sorunsuz olacaktır. Nazilerin Çekoslovakya’yı işgali sırasında Kafka ile ilgili birçok belge yok edildi. 20 yıl süren dostluklarının sonunda Kafka bütün yazdıklarını ölümünden sonra yakması için Max Brod’a vermişti. Yazdıklarının gereğinden fazla kişisel ve değersiz olduğunu düşünüyordu. Tabii Max onunla ayni fikirde değildi ve Kafka’nın ölümünden sonra, karışık halde bulunan binlerce sayfa metni toplayıp düzenleyerek yayınladı.
Yaşamının ve yapıtlarının ortak yani, Camus’nün dediği gibi, “her şeyi göstermek ve hiçbir şeyi teyit etmemektir”.
Çünkü yaşamayı bir savaş, ama önceden yitirilmiş bir savaş olarak görür. Çünkü bir insan olarak yaşamak ve doğru yolda ilerlemek hemen hemen olanaksızdır.
Şöyle söyler : “Doğru yol yerden bir karış yüksekte bulunan gergin bir ip gibidir. Fakat bu ip, üstünde yürümek için değil de insanın ayağının takılıp tökezlenmesi için vardır ancak.”

“Bir aziz değildi Kafka, aziz olmanın çok ötesindeydi: Bir büyük yazardı. Eserleri de bir çağın son modası olmanın çok ötesindedir; doğrudan dünya edebiyatıdır” Ernst Fischer
Yaşamı ve eserleri simgesel bir nitelik taşıyan Kafka; varoluşu daha başından kaybedilmiş bir savaşım olarak ele alırken; kimi tarihçiler tarafından dışavurumculuğun temsilcileri arasında sayılmıştır. Kafka’nın topluma bakışı onlara yaklaşırsa da, alaycı karamsarlığı; dışavurumcuların yergisinden çok daha katıdır.Franz Kafka? nın yazmış olduğu Değişim adlı roman ilk defa 1915 yılında basılmıştır.
3 Temmuz 1883’te, taşralı bir Çek proletaryasından gelip, zengin bir tüccar konumuna yükselmiş bir baba ile, zengin ve aydın bir Alman yahudisi annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kafka; çeşitli ailevi ve toplumsal nedenler yüzünden çevresine yabancılaşarak büyüdü.
Kafka’nın babasıyla ilişkisi tüm ilişkilerine ve eserlerine bir temel oluşturur. İnsanın, çarkların nasıl işlediği anlaşılamayan ve amacının benimsenmediği bu toplumsal ve siyasal düzenek içerisinde; peşin bir suçluluk duygusu taşıması kaçınılmazdır. Dillerin anlaşılmaz olduğu, davranışların ise belli kalıplara sıkışıp kaldığı insan ilişkilerinde, tamamen aynı olan hareketler ve aynı kelimeler tekrarlanırken, Kafka daha o zamanlar, kitle iletişim araçlarının oluşturduğu evrende hakim olacak iletişimsizliği sezmiştir. Babasına yazdığı 100 sayfalık Babaya Mektup; hiçbir zaman adresine ulaşamayacaktır. Bu mektup; Kafka’nın babasını hem küçümsediğinin hem de ona hayranlık duyduğunun belgesidir. Dava’nın son kelimelerini, yine bu kaybedilmiş baba oğul ilişkisinden yola çıkarak yazacak, babasına ve kendisine duyduğu güveni kaybettiğini; “… sanki utanç onun ardından da varlığını sürdürecekti” cümlesiyle ifade edecekti. Değişim’in kahramanı Gregor Samsa ise; üç şeye karşı çıkmaktadır: baba otoritesinin baskısına, duygusal yaşamın yok olmasına ve ekonomik sömürüye.
Gregor Samsa, babasının iflas etmesi sonucunda yıkıma uğrayan ailesine yardım etmektedir. Karabasanlarla dolu bir gecenin sonucunda, dev bir hamam böceğine dönüşen Samsa, aile bireyleri için bir tiksinme ve utanç kaynağı olmuştur ancak insan gibi hissetmeyi ve düşünmeyi sürdürmektedir. Nihayet, bir gece kız kardeşinin çaldığı kemanın sesine kapılarak saklandığı delikten çıkar, ailesinin arasına katılmaya çalışır, ancak oradan dövülüp kovulduktan sonra, bir köşede ölüp gider. Kalıntılarının hizmetçi tarafından sanki bir çöp yığınıymışçasına süpürülüp atılmasıyla sona eren “Dönüşüm”, Kafka’nın hissettiği ümitsizlik, işe yaramama ve aile bireyleri tarafından küçümsenme duygusuna açıklık getirmektedir. Böcek Samsa bir süre utanç dolu ve anlamsız bir yaşam sürdükten sonra pis ve yalnız bir şekilde ölür. Kafka bu tür bir ölümün kendisi için de olası bir son olduğuna inanır. Hayvanların ağzından anlattığı birçok öyküde kendi komplekslerini ve korkularını yansıtır. İnsan olmanın korkutucu yönlerini anlatır. Bir Akademi İçin Rapor’ adlı öykü bir maymunun ağzından anlatılır. Maymun nasıl insan olduğundan bahsederken bunun hiç de zor olmadığını söyler ve hayvanat bahçesindeki kafesinden insanları izlerken şöyle düşündüğünü anlatır; “Demek bu adam ya da adamlar serbestçe hareket etmekteydiler. Hiç kimse, eğer kendileri gibi olursam demir parmaklıkların açılacağına ilişkin söz vemıiyordu bana.. ama… insanları taklit etmek ne kadar kolaydı! Daha ilk günlerde tükürmesini öğrenmişti…”
Eserlerinde sık sık bürokrasiyi, insanın yalnızlığını, güçsüzlüğünü ve boyun eğmişliğini ele alan Kafka’nın özgünlüğü, iç sıkıntısının artışını ruhbilimsel çözümlemelerle değil, gerçeği beklenmedik bir açıklamayla aydınlatarak, somut nesneleri ve gündelik ilişkileri fizik ötesi kuşkunun bir göstergesi biçiminde ele alarak çağrıştırmasından kaynaklanır.
Kafka’nın yapıtları , yalnızca insanlık durumunun genel ve örnek bir görünümünü veren “düşkırıklığıyla son bulmuş bir tasarı” olarak değerlendirilemez . O? nun öyküleri , romanları ve güncesi aynı zamanda bir korku , sıkıntı , dehşet dünyasının yaratılmasıdır.
Börünümleriyle güven verici olan insanların ve nesnelerin oluşturduğu gündelik dünya , Kafka’da , gerçek sandığı dünyanın bir kabusa dönüştüğünü gören , korkuya kapılmış bir kahramanın gözleri önünde gizemli tehditlerle , anlaşılması güç güvensizliklerle dolar.
1917 Ağustosu’nda başlayan kanlı öksürükler Franz Kafka’ yı yedi yıl sonra Viyana yakınlarında bir sanatoryumda öldürdü. Ölürken tuhaf bir huzur içindeydi. Belki de yanında kendisinden oldukça küçük bir kadın olan Dora Diamant olduğu içindi bu, öyle ya ilk defa mektup yazmadan konuşabileceği bir kadına sahipti ama ne acı ki ölmek üzere olan bir adam için bunun fazla bir değeri yoktu.

Eserleri;
Bir Savaşın Tasviri (1909)
Yargı (1913)
Gözlem (1913)
Değişim (1915)
Ceza Sömürgesi (1919)
Açlık Sanatçısı (1922)
Şarkici Jozefin ya da Fareler Ulusu (1924)
Dava (1925)
Şato (1926)
Amerika (1927)
Çin Seddi (1931)
Babaya Mektup

Açlık Sanatçısı;
Bir trapez sanatçısı -çok iyi bilinir ki; çalışmaları büyük varyete tiyatrolarına ait kubbelerin yükseklerinde yapılan bu sanat, insanoğlu tarafından en zor kazanılan sanatlardandır- trapeze her çıkışında aynı cesareti gösterebilmek için, önce mükemmellik adına bir çaba, sonraları ise zorba bir alışkanlık olarak, hayatını bütün gün ve gece boyunca trapez üzerinde kalabilecek şekilde düzenlemişti. Zaten son derece ikincil olan bütün ihtiyaçları da onu aşağıdan seyrederek nöbetleşe çalışan ve gerekli olan her şeyi yukarıya gönderip almak için yapılmış özel bir kutu kullanan yardımcılar tarafından karşılanırdı.

Aforizmalar;
Bu kitapta “Günah, ıstırap, umut ve doğru yol üzerine aforizmalar” ve “O: 1920 günlüğünden aforizmalar” başlıklarıyla iki ayrı bölümde yayınlanan aforizmaları Franz Kafka, Ekim 1917 ile Şubat 1920 arasında, kısa süre iki yaratıcılık döneminde yazmıştır. O tarihlerde Kafka’nın iç dünyası büyük yıkımlarla karşı karşıyaydı: vereme yakalandığını daha yeni öğrenmiş; uzatmalı nişanlısı Felice Bauer’den ayrılmış; 1908’den 1922’ye kadar çalıştığı İşçi Kaza Sigortası Şirketi’nden hastalandığından ötürü uzun süreli bir izin almış ve ‘tek oğullarının’ ailesine ne evliliğini ne de ünlü bir yazar olarak kabul edildiğini görme mutluluğunu tattıramayacağını artık kabullenmişti.

Akbaba;
Kafka’daki yüceltim, yaratısından daha az hayranlık uyandırıcıdır. Yapıtlarında tek bir insan türü vardır: Homo Domesticus. Hem Yahudi hem de Alman olan bu insan, ne kadar alçakgönüllü de olsa, herhangi bir dizgide yer almaya can atar; evrende, bir bakanlıkta, bir tımarhaneden ya da bir hapishane. Yalnızca amaç ve doğal çevre vazgeçilmezdir; ne masalın yüceltileri ne de ruhbilimsel irdeleme. Bu nedenle öyküleri romanlarından üstündür; bu nedenle, elimizdeki öykü seçkisinin, bu esişiz yazarın değerini tam olarak kavramamızı sağladığını söylemek doğru olur.

Amerika;
Varoluşu, doğuştan yitirilmiş bir savaşım olarak gören Franz Kafka için yazma eylemi, kutsal bir börev, bir tür tapınma gibidir. İktidarın her türüyle çatışmayı yapıtlarının eksenine oturtan yazar, kendi varlığını ona kabul ettirmeyi de yansılar yapıtlarında. Rüyalar, simgeler, bilinçaltının işleyişi, ustalığının ortaya çıktığı ruh bilimsel alanlardır; yalnızlık, suçluluk duygusu, kişilik kaybı gibi haller, onun oluşturmaya çalıştığı bir tür İnsanlık Komedyasının bileşenleridir. Kayıp (Amerika) adlı anlatısı bu örgelerin uygulaması, bir tür “keşif” olarak da görülebilir.

Babama Mektuplar;
Çok sevgili babacığım! Bana son günlerde bir ara, senden korktuğum gibi bir savı hangi nedenle ileri sürdüğümü sormuştun. Her zamanki gibi bir yanıt bulup verememiş, bu da işte biraz yine senden korkmamdan, biraz senden korkmamın nedeninin pek çok ayrıntıyı içermesinden, dolayısıyla bunları yarı buçuk da olsa sözle belirtemeyeceğimden kaynaklanmıştı. Şimdi sana yazıyla yanıt vermeye kalkıyorsam, bu yanıtta da yine pek çok boşluk kalacak, çünkü söz konusu nedeni kaleme alırken, senden duyduğum korku ve bunun yol açacağı sonuçlar sana karşı özgür davranmaktan beni alıkoyacak, konunun büyüklüğü belleğimle zekâ gücümü enikonu aşacaktır.

Bir Köpeğin Araştırmaları;
Uzun süre insanların etkisi altında kaldığı için gerçek köpeklere nerdeyse yabancılaşmış bir köpeğin gözünden anlatılır.

Bir Köy Hekimi;
Yeni bir avukatımız var: Dr. Bucephalus. Uzaktan bakıldığında Makedonyalı İskender’e yardım etmiş bir savaş atını andıracak tek özelliği yok. Fakat bu adı bilenler, avukatın görünüşünde kimi özellikler bulabilir yine de. Örneğin, geçen gün adliye sarayının dışındaki merdivenlerde akıldan yana şansı olmamış bir mübaşir gördüm: Dr. Bucaphelus, ayaklarını alışılmıştan yukarı kaldırıp mermerde çın çın öten adımlarla basamakları tırmanırken, mübaşir, at yarışlarını kaçırmayan bir küçük uzmana has bakışlarla, hayranlıkla onu izliyordu.

Ceza Sömürgesi;
Kafka külliyatından seçilen biri kısa dört öykü, okuru, yazarın metaforlarla döşeli labirentler dünyasında heyecanlı ve alışılmadık bir okuma serüvenine davet ediyor. Okur, gerçek hayat ile Kafka öykülerindeki metaforların, imgelerin arasında yayılmış geniş bir derin uçurumda, her iki yanı birbirine bağlayıp bir anlam kurmaya çalıştıkça okumanın da bir ’emek’ işi olduğunu fark ediyor. Ödülü büyük bir emek işi.

Dava;
Gerçekdışı niteliğiyle Kafka’nın şaşırtıcı yapıtları arasında çok önemli bir yeri olan Dava, tamamlanmamış bölümleriyle birlikte yazarın ölümünden iki yıl sonra, 1926’da yayımlanmıştır.
Bir sabah ansızın tutuklandığını, ama normal yaşamına devam edebileceğini öğrenen Josef K. neyle suçlandığı bildirilmediği için önce bunu bir şaka sansa da, kısa sürede durumun ciddiyetini kavrar. Ancak ne mahkemeye çıkarılır ne de savcılarla görüşebilir. Çalıştığı bankada, kaldığı pansiyonda, gittiği yerlerde herkes, anlaşılmaz bir biçimde bu davadan haberdardır.”Yitirmişliğin yazarı Kafka; var oluşun kendisini alaycı bir umutsuzlukla, yenilgiyi baştan kabullenerek karşılar; çünkü o, yitmişlik ve yitirmişliğin yazgı ortağıdır da; Hıristiyan diyarında yaşayan bir Yahudi’dir, sanat sevmez bir aileden geliyordur; ana dilini konuşamadığı bir ülkede yaşıyordur…
Yazarın Dava adlı bu yapıtı da bir yitirilmişliğe ayna tutarak, gücü ellerinde bulunduranların bir yaşamı sessiz ve rahatça ortadan nasıl kaldırıldığını yansılar: Keskin alaycı, umutsuz.

Dönüşüm (Değişim);
Yaşamın sorgulama gereği duyulmayan kemikleşmiş kurallarına, insan ilişkilerindeki kalıpsallığa bir başkaldırının öyküsü Değişim. Gregor Samsa’nın, bilincini yitirmeden, sadece görünüşte bir böceğe dönüşmesi, fakat hala kendisi olduğunu bir türlü ailesine ve çevresine anlatamamasının tragedyası. Eleştirmeyen, teslimiyetçi birey kimliğine açık bir başkaldırı. Değişim, 37 yaşında ölen Kafka’nın yaşarken birçoğunu yaktığı, ölürken de dostu Max Brod’a kalanların yayınlanmamasını vasiyet ettiği kitapları yanında güvenle yayınladığı, dünya klasikleri arasında tereddütsüz yerini alan dev eseri.

Duruşma;
Bu zorlayıcı ve isabetli roman, modern bürokrasinin anlamsızlığını ve gelmekte olan totalitarizmi anlatıyor. Mordecai Richler

‘Birisi Joseph K. ile ilgili olarak yanlış bir suçlamada bulunmuş olmalıydı, çünkü yanlış bir şey yapmamasına rağmen bir sabah tutuklandı.’ Bu ilk cümleden itibaren, terörü diğerlerinden daha iyi algılayan bir romanda, K. var olma hakkı için yargılanmaktadır. Bu romanın İngilizce çevirisini yapan İdris Parry, yazdığı giriş bölümünde Duruşma ile Kafka’nın Felice Bauer’le bozulan nişanı arasındaki ilişkiyi işaret etmektedir.

“Bu eserin kaderi ve belki de büyüklüğü, her şeyi sunması, ama hiçbir şeyi teyit etmemesinde yatmaktadır.” Albert Camus

Günceler;
Kafka’nın günceleri 1910?1923 (40 yaşında öldüğü tarihten bir yıl öncesi) tarihleri arasını kapsamaktadır. Günceler, bize yaşamış olduğu olağanüstü iç dünyasını yansıtırlar. Belki de ondan yarattıkları acıdan kurtulmak amacıyla burada, korkularını, yalnızlığını, düş kırıklıklarını, suçluluk duygularını, dışlanmışlık duyumsamalarını açıklamıştır. Aralarda gerçek yaşama atılan kısa bakışlar, taptığı babası ile ilgili anılar ve evlenemediği kadınlar yer alır. Ve bu kişisel yaşam kaydıyla, Kafka; bir yazar olarak, gerçek ifade biçimini aramakta ve deneylemektedir.
Belki de çağının en ilginç yazarıydı.
Garip ve insanı şaşırtan bir dahiydi!

Mavi Oktav Defteri;
Her insan içinde bir oda taşır. Bunu işitme duyusuyla bile kanıtlamak mümkündür. Diyelim ki gecedir, dört bir yanda sessizlik hüküm sürerken biri seri adımlarla ilerlemektedir; bir kulak kabartan çıkarsa, duvara tam tutturulmamış bir aynanın takırdamasını işitebilir örneğin.

Metamorfoz;
Franz Kafka, en kişisel engellemelerini, kaygılarını ve fantezilerini, zamanın çok ötesinde yaratıcı hikâyeleri romanlarına taşıyarak, şaşkın ve korkmuş yirminci yüzyıl insanlarının evrensel sözcüsü olmuştur.
O, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir sömürge karakolu olan Prag’da yaşayan biri, Bohem dili konuşulan Prag’da Almanca konuşan topluluğun bir üyesi, Almanca konuşanlar arasında bir Yahudi, Yahudiler arasında da tam bir bireyciydi. Ama kendisi dâhil olduğu bütün azınlıkların konumunun üstündeydi. Bu kitaptaki beş hikaye, Kafka’nın dorukta olduğu dönemde yazılmıştır; hepsi o hayattayken güvenilir versiyonlarla yayınlanmıştır. Bu hikâyelerin her biri, onun düşüncesinin birçok yönünün, başlıca konularının ve tarzlarının, sürekli saplantılarının tam anlamıyla birer örneğidir.

Milena’ya Mektuplar;
Çek asıllı yazar Franz Kafka 1883 yılında Prag’da doğdu. Ana dili Almanca olduğu için tüm yazılarını Almanca yazıyordu. Milena?da Kafka’nın yazılarını Çekçe’ye çeviriyordu. Tanışmaları bu sayede oldu. İlk başlarda arkadaşça mektuplaşmaya başladılar ama bu arkadaşlık zamanla büyük bir aşka dönüştü. 2 âşık sadece 2 ya da 3 kez görüşebildiler.
Bu kitapta Kafka’nın Milena’ya yazdıkları mektuplara yer verildi. Çünkü Milena’nın Kafka’ya yazdığı mektuplar hiç ele geçmedi ve ne oldukları da asla bilinemedi.

Ottla’ya Ve Ailesine Mektuplar;
Kafka, kız kardeşi Ottla’ya (ve diğer aile bireylerine) yazdığı bu mektuplarda sevecen, yardımsever, şakacı bir ağabey ve bulunmaz bir arkadaştır. Hartmund Binder’le Klaus Wagenbach tarafından baskıya hazırlanan bu kitapta; Kafka’nın alçakgönüllülükle gururu, fedakarlıkla bağımsızlığı, ürkeklikle cesareti şaşmaz bir denge içinde kendisinde barındıran saf, dürüst ve tutarlı bir insan olarak gördüğü kız kardeşi Ottla’ya 25 yıl boyunca yazdığı mektuplar ve kartlar yer almaktadır.
Kafka, zaman zaman kaçıp sığındığı, sırdaşı olan ve yaşamı Auschwitz Toplama Kampı’nda sona eren kızkardeşi Ottla’ya yazdığı bu mektuplarda sıcak ve sevgi dolu bir ilişkinin, dostluğun örneğini vererek biraz daha yaklaşıyor bize

Sevgili Felice’ye Mektuplar;
“O kadının kim olduğunu fazla merak etmiyordum, onu hemen olduğu gibi kabul etmiştim. Kemikli ve anlamsız yüzü, anlamsızlığını hemen ortaya koyuyordu. Boynu çıplaktı. Bir bluzu öylesine giyivermişti. Çok evcimen görünüyordu…” Bu, Kafka’nın, arkadaşı Max Brod’un Prag’daki evinde, 13 Ağustos 1912 yılında Felice Bauer’i ilk gördüğünde edindiği izlenimdi. İlgi duymamış olmasına rağmen, güncesini ilgi çekici bir notla tamamlıyordu: “Ona ilk kez dikkatli olarak otururken baktım, oturduğumda ise sarsılmaz bir fikre sahip olmuştum.”
Idris PARRY

İki kez nişanlandığı Felice Bauer, Kafka’ya Duruşma adlı romanını yazmasında ilham kaynağı olmuştur. İlginçtir ki, Kafka aşk ateşiyle yanarken edebi kimliğinin en üst noktasına ulaşmış ve bu gücü kaybedeceğinden korktuğu için de çoğu zaman ilişkisini bir evliliğe götürmemek için çeşitli ‘gerçek bahaneler’ ortaya koymuştur. Kafka’nın edebi kimliği, ancak günceleriyle ve mektuplarıyla tam anlamıyla kavranabilir.

Şarkıcı Josefine Yada Fare Ulusu;
Yaşamının ve yapıtının ortak yanı, Camus’nün dediği gibi “her şeyi sunmak ve hiçbir şeyi doğrulamamak”… Biraz da yaşamayı, bir savaş, ama önceden yitirilmiş bir savaş olarak görmek… Yazılarının büyük bir bölümünü yarım bırakması bunun bir göstergesi olabilir mi? Peki, kendi açık isteğine rağmen yapıtlarının tanınması ve bunca sevilmesine ne demeli?
Franz Kafka’dan içinizdeki donmuş denizin buzlarını kırıp parçalayacak 28 öykü…

Şato;
Egemenliğin kurumsallaşmış alanı olan bürokratik düzeneğin dişlilerine takılıp kalmayı, ileriye doğru bir adım bile atamamayı görünürleştiriyor Şato ile Franz Kafka; sınırlarının genişliği kestirilmeyen bir yerleşimde, “Yeryazımcı” kahramanıyla, statükoyu kırmayı, iktidarın nerelere kadar yayılıp örgütlenebileceğine ilişkin bir taslak çıkarmak deniyor; olanca mutsuzluklarına rağmen, özgürleşemeyen, belki de özgürleşmek istemeyen köylüleri o bildik, acılı alaylı biçemiyle okurun bilincine kazıyor.

Taşrada Düğün Hazırlıkları;
Antreden gelip büyük kapı boşluğuna ayak atan Eduard Raban baktı ki, yağmur yağıyor. Ufak ufak serpiştiren bir yağmur.

Hemen önündeki yaya kaldırımdan değişik adımlarla pek çok insan geçiyordu. Bazen aradan biri çıkıyor, yoldan vurup karşıya seğirtiyordu. Küçük bir kız, yorgun bir köpekçik taşıyordu ileriye doğru uzanmış ellerinde.

Kafka’yla ilgili diğer yazınsal çalışmalar;

Kafka’da İnanç Ve Umutsuzluk
Romancı ve denemeci olan Max Brod, Kafka’nın yakın dostuydu. Kafka’nın yaşam öyküsü ve Kafka üzerine birçok denemeyi kaleme aldı. Nazilerin Çekoslovakya’yı işgali üzerine, Telaviv’e yerleşti. “Kafka’da İnanç ve Umutsuzluk”, Max Brod’un Kafka üzerine yazdığı öznel düşüncelerinden oluşuyor. Bu düşünceler, doğru ya da yanlış olmalarından öte Kafka tartışmalarında önemli tezlerden birini oluşturmalarıyla değer taşıyor.

Kafka İle Söyleşiler;
Gustav Janouch’un yirmili yıllarda Kafka ile yaptığı bu söyleşilerde, sanatçının dinsel, yazınsal ve kişisel konular üzerine görüşleri yer almaktadır.

Aforizmaları
“Çevremizdeki acıları bizim de çekmemiz gerekmektedir. Hepimizin ortak bir vücudu yoktur, ama ortak bir büyümesi vardır: bu ise, şu ya da bu biçimde acılar içinden çekip götürür bizi. Nasıl ki çocuk belli bir gelişim sonucu yaşamın tüm evrelerinden geçer(her evrede, istek ve korku bakımından bir önceki için erişilmez görünür aslında), yaşlanır ve sonunda ölürse, biz de bunun gibi(insanlıkla aramızdaki bağ, kendimizle aramızdaki bağdan güçsüz değildir) yaşadığımız dünyanın tüm acılarından geçerek gelişiriz. Bu konuda adalete yer yoktur, acılardan ürkmeye ya da acıları üstünlük diye yorumlamaya yer yoktur.”

“Yok, edilmez bir tek şeydir; her insan tek başına bu yok edilmezdir; beri yandan, bütün insanlarda ortak özelliktir yok edilmez; dolayısıyla, insanları birbirine bağlayan eşsiz bir bağ bulunmaktadır.”

“Doğru yol gergin bir ip boyunca ilerler; yükseğe değil, yerin az üzerine çekilmiştir ip. Üzerinde ilerlemekten çok insanı çelmelemek için çekilmiş gibidir.”

“Kusurların hepsi, sabırlı olamamak, çalışılan İşteki kurallara uymaya İŞİ başarmadan önce boş vermek ve çıkacak dertleri sözde bir barikatın ardına hapsetmektir.”

“İnsanın asıl olarak iki günahı vardır, diğer günahlar bunlardan kaynaklanır: Sabırsızlık ve tembellik. İnsanlar sabırsızlıklarından dolayı Cennet’ten atıldılar, geri dönemeyişleri de tembelliklerinden. Günahlarının sayısı tektir belki: Sabırsızlıktan atıldılar, yine sabırsızlıktan geri dönemiyorlar.”

“Ecel köprüsünden atlayanların çoğunun gölgeleri, ölüm ırmağının çırpıntısına dokunup geçer; neden denirse, ırmak bu dünyadan öte yana doğru akar ve hala bu dünya denizlerinin tuzunu taşır. Irmak İğrenerek kabarır birden, akıntı tersine döner, ölüler yaşamın İçine kusulur. Ne var ki, ölüler mutludur, öfkeden kudurmuş ırmağı teşekkür ezgileriyle, yumuşacık severler.”

“Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır. Erişilmesi gereken nokta da, orasıdır.”

“İnsanın gelişiminin son noktasına varacağı an, daima bir yinelenme içindedir. Devrimci öze sahip düşünsel devinimlerin, geride bırakılan her şeyin anlamını yitirdiğini söylemeleri, bu yüzden doğrudur, çünkü o anda bile, gelişimini tamamlayan tek bir şey yoktur.”

“Savaşmaya davet, Kötü’nün sahip olduğu en çekici silahtır. Bu kadınla savaşmaya benzer, sonu yatağa çıkar.”

“Sayısı belirsiz itin anası, çocukluğumda en değerli şeyim olsa da şimdi az çok çürümüş bedenli, hala peşimden bağlılıkla seğirten, onu tekmelememek için yavaş adımlarla geri kaçtığım, nefesinin kokusuna bile katlanamadığım berbat kokan bir kancık; ne var ki, zıddına davranamadığım sürece, şekilsiz bir gölge olarak serpildiğini izlediğim kuytuya çekiyor, paramparça ediyor beni, üzerime çıkıyor ve artık üzerimde, bunu bir onur saymaktan emin olamasam da, dili elimde, bende sona eriyor.

“Burnu Kaf dağında A’nın, İyi’nin peşinde epeyi yol aldığı zannında, neden denirse, çekiciliğinin her geçen an arttığına inandığından, her geçen an daha çok ayartıyla karşılaştığını duyumsuyor, üstelik bu ayartıların şu ana dek hiç bilmediği köşelerden saldırdığını sanıyor. Nedir, asıl neden, içine yerleşen büyük şeytan ve onun hizmetine koşuşturan sonsuz küçük şeytanların varlığıdır.”

“Bir elma, biri diğerinden değişik görünümlere sahip olabilir: Kafasını uzatıp masanın üzerindeki elmayı görmeye çalışan çocuğun görüşü ve bunun yanında, hiç sakınmasız, elmayı yanındakine verebilen evin efendisininki.”

“Ölüm arzusu, bilgeliğe kavuşulduğunun ilk belirtisidir. İçinde bulunulan yaşam katlanılmazdır, başka bir yaşam ise, ulaşılmaz. Ölmek isteğinin eklentisi utanç biter artık; nefret edilen eski hücreden alınıp, ilk iş olarak nefret edeceği yeni hücresine geçmeyi arzular, bunun için yalvarır. Eski inançların tortuları da bu düşüncede etkilidir; yeni hücreye nakledilirken efendi ortaya çıkacak, mahkûma göz ucuyla bir bakacak ve karar verecektir: ”Bu adamı yeni hücreye götürmenize gerek yok, artık benim yanıma geliyor o.”

“İlerlediğim yol dümdüz olsaydı, ilerlemek için tüm çabalarıma rağmen geriye doğru hareket etseydim, çaresizlik bu olurdu; ama sen, aşağıdan da ayırtına varabileceğin gibi, dik bir yokuşu çıktığına göre, adımlarının geri geri gitmesi, kayman, tırmandığın yerin dikliğinden kaynaklanabilir, eğer böyleyse umutsuzluğun zamanı değildir.”

“Sonbaharda yollar gibi: Süpürüp temizliyorsun, az sonra kurumuş yapraklarla kaplanıyor üzeri.”

“Bir kafes, kuş aramaya çıkmış.”

“Buraya ilk kez geliyorsun: Alınan nefes bile değişik, yanındaki yıldız, güneşten bile çok ışıldıyor.”

“Eğer üzerine çıkmadan inşa edilebilseydi, belki de, Babil Kulesi’nin yapılması yasaklanmazdı.”

“Kötü, sizi ondan gizli saklı bir şeyler kotarabileceğinize inandırmasın.”

“Sunağa saldıran parslar, kutlu şaraptan içiyorlar; durmaksızın yineleniyor bu; sonunda beklenen bir olaya dönüşüyor ve ayinin bir parçası oluyor artık.”

“El, yapabildiğince sıkı tutar taşı. Olabildiğince uzağa atabilmek için sıkıca kavrar. Yol, işte o kadar uzağa götürür insanı.”

“Ders sensin, ne yazık ki, etrafta öğrenci yok.”

“İçinize sonsuz cesaret dolduran, gerçek düşmandır .”

“Üzerinde durduğun alanın, iki ayağınla bastığından geniş olamayacağını bilmek, mutlulukların en büyüklerindendir.”

“Alelacele koşup yaşama sığınmıyorsa insan, yaşamdan zevk alabilir mi?”

“Siperler sonsuz olsa da kurtuluş yolu tektir. Yinede kurtuluş olasılıkları siper sayısı denli çoktur”

“Bir amaca rağmen, yol yok; yol diye adla duraklama anı.”

“Kötü davranmak bizden istenir; iyi davranmak ise, zaten içimizdedir.”

“Kötü’ye bir kez yol verdin mi, artık kendisine inanılmasını beklemez.”

“Seni Kötü’ye yol vermeye yönelten art niyetler sana ait değildir. Kötü’nündür.”

“Hayvan, kamçıyı efendisinin elinden öfkeyle kapar ve kendi efendisi olabilmek için kendi kendini döver, bilemediği, bunun efendisinin kamçısının ucundaki yeni düğümün gördürdüğü bir rüya olduğudur.”

“İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir.”

“Arzulanma gem vuracağım diye çabalamıyorum. Arzulara gem vurmak, ruhumdan yayılan sonsuz ışık demetinin rast gele seçilmiş bir tanesinde etkin olma arzusudur. Eğer çevremde buna benzer yörüngeler çizmek zorundaysam, yapacağım en doğru şey, hiç harekete geçmeksizin, ağzım hayretten açılmış, büyük düzeni izlemektir sadece ve bu hareketsizliğin bana kazandıracağı econtrarioi güçten yararlanmak.”

“Kargaların savı, tek bir karganın tüm gökyüzünü yok edebileceğidir. Kuşkulanmak yersiz, nedir, bunun göklerle ilgili bir şey anlatmadığı kesindir, gökyüzü kargaların yokluğu demektir çünkü.”

“Din uğruna kendilerini feda edenler bedeni yadsımaz, zıddına, çarmıha layık görerek şereflendirirler; bu yüzden, düşmanlarıyla aynı biçimde düşünmektedirler.”

“Yorgunluğu, bir gladyatörün ölümcül kavgasından sonra yaşadığı yorgunluğu andırıyor , bir memurun odasının tek bir duvarına beyaz badana çekti.?

“Var olan sahip oluş değildir, sadece oluş, nefesini teslim etmeyi, boğulup gitmeyi uman oluştur.”

“Sorularımın neden yanıtsız kaldığına şaşardım eskiden, artık soru sorabileceğime olan güvenime şaşırıyorum. Nedir, gerçekten güvenmiyordum, sadece soruyordum.”

“Sahip olabildiklerin var, ne yazık ki, kendi varlığın yok iddiasına savunma olarak titriyorsun ve yüreğin atıp duruyor sadece.”

“Sonsuzluk yolunda bu denli hızlı ilerleyişine şaşan biri vardı, aslında yokuş aşağı son hız yuvarlanmaktan gayrisini yapmıyordu.”

“Kötü’ye borcunuzu taksit taksit ödeyemezsiniz, nedir, hep denenir bu. Büyük İskender, pek gençken ulaştığı utkulara, kurduğu yenilmez orduya, içinde büyüyen, dünyayı değiştirecek güce sahip olduğu duygusuna, tüm bunlara rağmen, Çanakkale’de durup boğazın beri yanına asla geçemeyebilirdi. Ne korkudan durmuş olurdu, ne kararsızlıktan ne de istencinin zayıflamasından, bunu yerçekiminin varlığıyla bile açıklayabilirsiniz.”

“Yol sonsuzdur, ne kısaltabilir ne de uzunluğuna yeni metreler ekleyebilirsiniz, yine de herkes çocuk kadar elini kullanarak ölçmeye çalışır onu. ”İlerlemen gereken yol, gerçekten de bu karış kadardır, senin hakkındır bu.?

“Sadece zamanı kavrayabilme yetimiz yüzünden Kıyamet Günü diyoruz o güne; aslında sıkıyönetim mahkemesidir o.”

“Şükrediyorum ki, dünyanın uyumsuzluğu, aritmetik uyumsuzluğa benziyor.”

“İğrenen ve nefret eden bir başı önüne eğmek”

“Köpekler bahçede oynuyorlar şimdi, fakat avları, şu anda ormanda istedikleri denli hızlı koşsunlar, avlanmaktan kaçamayacaklar.”

“Gülünç olan, bu dünya için koşum takman.”

“Araban, ona koştuğun at ile doğru orantılı olarak, daha hızlı gider, bütünün köklerinden koparılması demek değildir bu, bunu söylemek olanaksızdır; ne var, koşumların parçalanması, işte o gerçekten özgür ve şen bir yolculuk olasılığıdır.”

“Almancada ”Sein”in iki anlamı vardır. “Var olmak” ve ”Onun” olmak”

“Seçim hakkı tanınmıştı onlara: Kral ya da kralın habercisi olabilirlerdi. Her çocuk gibi, haberci olmayı seçti hepsi. Sadece haberciler vardır bu yüzden, dünya üzerinde gezer, kalmayan krallara ulaşamadıkları için, artık anlamsızlaşmış haberleri birbirlerine iletirler. Sefil yaşamlarına son vermeyi canı yürekten isterlerdi elbette, nedir, ettikleri bağlılık yemini ellerini kollarını bağlıyor.”

“İlerleme düşüncesine inanmak, gerçekten ilerlendiğine inanmayı gerektirmez. İnanabilmek için yetersiz olurdu bu.?

“A. büyük bir ustadır, tanığı Tanrı.”

“İçinde yok edilmesi mümkün olmayan bir şeye inanmadığı sürece, insan yaşayamaz; bu yok edilmesi mümkün olmayan şey de, ona duyulan inanç da daima gizli kalabilir. Kişisel bir tanrıya inanma, bu süreğen gizliliğin kendini gösterme biçimlerindendir.”

“Yılan aracılık etmeliydi: Kötü insanı ayartsa da, onun yerine geçemez.”

“Dünya ile savaşta, dünyanın tarafını tut.?

“Kimseyi kandırmamalı, giderek dünyayı kandırıp onu olası bir utkudan uzaklaştırmamalı.”

“Ruhsal evrenden başka bir dünya yoktur; duyular evreni diye adlandırdığımız şey, ruhsal evrenin kötülüğüdür ve o kötülük dediğimiz şey, sonsuz ilerleyişimizde bir anın zorunluluğudur sadece.”

“Dünya çok güçlü bir ışıkla eritilebilir. Zayıf gözlere katı gözükür dünya, daha zayıflara yumruk gibi, çok daha zayıflara ise utangaç; buna kanıp bakmaya kalkışanlara vurur ve devirir onları.”

“Her şey yanılsamadır: Olabildiğince az yorulmaya çabalamak, alışılmış olanın dışına çıkmamak, en aşırının peşine takılmak. İlk durumda, insan ona ulaşmanın yollarını kolaylaştırarak İyi’yi ve elindeki silahlan güçsüzleştirerek Kötü’yü aldatır. İkinci durumda, bu dünyanın işlerinde bile ele geçirilmeye değer bulmayarak aldatılır iyi. Son durumda, İyi ondan mümkün olan en uzak yere kaçınarak ve Kötü son noktasına dek ulaşılarak zayıflatılacağı umularak aldatılır. İçlerinden en yeğlenesi seçenek ikincisidir; çünkü her üç seçenekte de iyi aldatılırken, bu seçenekte, görünüşte de olsa, Kötü aldatılmamaktadır en azından.”

“Doğamız bizi onlardan uzağa atmasaydı eğer, asla başa çıkamayacağımız sorunlar vardır”

“Olgular evreninin dışındaki şeyler için, dil ancak ima edebilir, nedir, az çok kesinlik taşımasa bile, asla kıyas yapamaz; çünkü, dil, olgular evreninde kaldığı sürece, mülkiyet ilişkilerini anlatır sadece.”

“Ancak ne kadar az yalan söy1erse, o kadar az yalan söylemiş olur insan, az yalan söyleme olanağı bulduğunda değil.”

“Üzerine yeterince basılmadığı için bel vermemiş bir merdiven basamağı, basamağın kendisi açısından, kimsesiz çatılmış bir tahta parçasından gayrisi değildir .”

“Kendini bu dünyadan uzağa sürgün eden herkes ötekileri sevmelidir, ötekilerin dünyasından da sürgüne gitmektedir çünkü. Gerçek, bu yolla insan, doğasının derinliklerini kavramaya başlar, elbette sevilir insan, fakat tek koşulla: Terazide sevilenle eşit çekmek”

“Bu dünyada hemcinsini seven, sadece kendini sevene kıyasla, ne az ne de çok yanlışa düşer. Sorulması gereken tektir: İnsan hemcinsini sevebilir mi ?”

“Ruhsal bir evrenden ötesinin hiç olduğu düşüncesi umudumuzu söndürür , ne var ki, bize kesinlik de sağlar.”

“Sanat, Gerçek’in gözümüzü almasıdır: Geriye kaçan hilkat garibesi maskelere düşen ışıktır gerçek, ondan ötesi değil.”

“Cennet’ten atılma, aslında sonsuzluktur: Demem o ki, Cennet’ten atılma geri dönüşsüzdür, yeryüzünde yaşamaktan kaçış yoktur, yine de eylemin sonsuzluğu, sürekli Cennet’te kalabilme umudumuzu yenilemekle yetinmez, aynı anda, belki de oradan hiç ayrılmadığımız anlamını da taşır; bunu bilsek de bilmesek de.”

“Özgür ve yeryüzünde kendini güvende duyumsayan bir yurttaştır 0, dünyanın her yerine erişmesini sağlayacak uzunlukta bir zincire bağlıdır çünkü nedir, hiçbir şeyin onu yeryüzünün sınırlanandan öteye sürüklemesine izin vermeyecek uzunluktadır zincir. Fakat aynı anda, özgür ve gökyüzünde kendini güvenlikte duyumsayan bir yurttaştır 0, çünkü ilkinin benzeri, göksel bir zincire de bağlıdır. Yeryüzüne inmeye çalışınca göksel zincirin tasması asılı tutar onu, gökyüzüne çıkmaya mı kalkıştı, bu kez yeryüzü zinciri tutar. Ne var, tüm bunlara rağmen, elinde tüm olanaklar vardır ve 0, bunun ayırtındadır; giderek bu zincirlenişi, zincirle ilk tanışmasındaki hatasına bağlamayı yadsır.”

“Patenle kaymanın acemileri gibi koşuyor gerçeklerin peşinden, bu yetmezmiş gibi yanlış yerde alıştırma yapıyor.”

“Hane halkını kollayan bir tanrıya inanmaktan daha rahatlatıcı ne olabilir?”

“Kuramsal olarak tam bir mutluluk şansı var: İçimizde yok edilmesi mümkün olmayan .bir varlığa inanmak ve ona ulaşabilmek için çabalamak.”

“Yok, edilemeyen tek olandır; tek tek her insan yok edilemeyendir, nedir, tüm insanların ortak paydası da yok edilemezliktir; işte bu nedenle, insanları birbirine bağlayan, başka şeye benzemeyen bir bağ vardır.”

“Birbirlerine benzememelerine rağmen aynı insanda buluşan öyle algılar bulunur ki, aynı nesneye yönelirler; bundan çıkarılabilecek tek sonuç, aynı insanda değişik öznelerin bulunduğudur”

“Kendi sofrasının kırıntılarıyla besleniyor; kendini doymuş duyumsuyor bir süreliğine, ne yazık ki, sofrada nasıl karın doyurulduğunu unutuyor, sonunda yerde yenecek kırıntı da bulamıyor.”

“Yok, edilmesi mümkün olanlar sadece Cennet’te yok edilebiliyorsa, bunun kesinliğine inanamayız; tam zıddına, yok edilemiyorsa, yanlış bir inanca saplanmışız demektir.”

“Sınavını insanlığa bakarak ver Şüphe edenin şüphesini. , inananın inancını besler bu.”

“Burada demir atmayacağım” demek ve o anda kabarıp, İnsanı kuşatan deli dalgalan duyumsayış”

“Birden değişim. Y anıt sorunun yörüngesinde biraz korkak, her an kaçmaya hazır fakat umutla dönüyor, sorunun yanına yaklaşılmasını engelleyen, umut kırıcı yüzüne bakıyor, en sapa yollarda peşinden gidiyor, yanıtlıktan giderek uzaklaştığı yollarda.”

“İnsanlarla içli dışlı olmak insanın kendi kendisini göz hapsine almasını getirir peşi sıra.”

“Ruh, payanda olmaktan kurtulunca özgürleşebilir ancak.”

“Tensel istek tanrı sevgisine körleştirir, nedir, bunu tek başına beceremez, içinde tanrı sevgisinden de bir şeyler taşıdığı için yapabilir.?

“Gerçek parçalanamaz ve bu yüzden kendini tanıma olanağından yoksundur; onu tanımak isteyen yalana dönüşmekten gayrsını yapamaz.”

?Dönüp dolaşıp kendisini zarara uğratacak şeyleri kim ister? Bunu isteyen insanlara rastlanıyorsa, hatta her insanda bu durum biraz gözüküyorsa, bunun nedeni, insanın içindeki iki kişiden birinin kendisi için yararlı olanı isterken, eyleme geçmek için yan düşüncesine başvurulan ötekine zarar vermesidir. Karara varırken değil, henüz en başta ikincinin yarı-düşüncesine değer verilirse, karar konusu olacak istek de silinip gider.?

“Daima ilk Günah’tan şikâyetimiz neden? Cennet’ten atılmamızın nedeni ilk Günah değil, meyvelerinden uzak duralım diye uzaklaştırıldığımız yaşam ağacıdır.”

“Günahkârlığımızın nedeni Bilgi Ağacı’nın meyvelerini yememiz değil sadece, Yaşam Ağacı’nın meyvelerini yemediğimiz için de günahkârız. İçinde yaşadığımız andan dolayı günahkârız, İlk Günah’ın günahı yok.”

“Biz Cennet’te yaşamak üzere yaratıldık ve Cennet de bizim yaşamamız için yaratıldı. Bizim yazgımız sonradan değiştirildi, nedir, Cennet’in yazgısı değişti mi, bilen yok.”

“Kötü, kimi değişim anlarında insan bilincinden yayılan bir ışındır. Bir bütün olarak duyular evreni değil, ondaki Kötü görünüşten ibarettir; yine de bu, bizim görebildiğimiz duyular evrenini oluşturur.”

“İlk Günah’tan şu ana dek, İyi ve Kötü’yü birbirlerinden ayırabilme yetimiz eşittir, nedir, bu konuda hemcinslerimizden üstün olmayı arzularız. Gerçekte ise, İyi ve Kötü’nün çok ötesinde başlar farklılıklar. Bunun alışılmadık bir durum olmasının nedeni şudur: Sadece bilmek kimseyi doyurmaz, bilmesine koşut davranabilme isteği de buna eklentidir. Ne yazık ki, böyle davranabilme yeteneği kimseye bağışlanmamıştır, herkes kendi kendini yok etmeye yazgılıdır, bunu başaracak güce sahip olamama olasılığı kimseyi bu yoldan döndürmez, son denemeye kalkışmaktan gayrisi gelmez elinden. Bilgi Ağacı’nın meyvelerini yemenin cezasının ölüm olmasının anlamı budur belki, en başta, eceliyle ölümün anlamı da bu olabilir. Şu anda, ufak bir devinimdir yapmaktan çekindiği, bunu yapmaktansa, İyi ve Kötü’nün bilgisinden olmayı bile yeğler. İlk Günah kavramının kökeninde bu korku yatar. Ne var ki, bir kere olandan geri dönülemez, belki anlamı bulandırabilir; bu yüzden bahanelere sığınılır. Tüm dünya bu bahanelerle do1udur; bu bir anlık olsun huzur arayan insanın kendini haklı görebileceği tek yöntemdir belki: Bilginin önceden verildiği gerçeğini görmezden gelme, bilgiyi ulaşılması gereken uzak bir nokta olarak gösterme.?

“Giyotin denli ağır, onun denli de hafif bir inanç.”

“Sınıfın duvarına asılı İskender’in Savaş resmi taklidi gibi önümüzde ölüm. Bize düşen, davranışlarımızla, henüz yaşamdayken bu resmi karanlıklara itmek, giderek ortadan tümüyle yitmesini sağlamaktır.”

“Tutulabilecek iki yol; kendini son noktaya dek ufaltmak ya da sonsuz ufak olmak. İlki devinimsizlikten çıkan mükemmellik, ikincisi eylem anlamına gelen bir başlangıçtır.”

“Sözcüklerin karmaşasından kurtuluş yolu: Eyleme geçilerek yok edilecek olanın sımsıkı tutulması gerekir; ufak parçalara bölünen dökülür gider, nedir, yok edilemez.”

“Putlara öncelikle nesnelerden korkudan tapıldı, ne var ki, bunun sonucunda nesnelerin gerekli oluşundan korkudan tapıldı ve bunun sonucunda nesnelere karşı sorumlu olmaktan korkudan tapıldı. Bu sorumluluğun varlığı öylesine katlanılmazdı ki, insan onu tek bir üstün-insanın sırtına yüklemeye kalkışamadı, çünkü bu aracı üstün- insan da sorumluluğu azaltmayacaktı; sadece bu aracı varlıkla ilişkide olmak, insanın sırtındaki yükü arttıracaktı zıddına. Tam da bu yüzden nesnelerin sorumlulukları kendilerine verildi, hatta nesneler insanlardan daha çok sorumlu oldular.”

“Yaşama başladığın anda iki görev: Sınırlarını her an daraltmak ve bu sınırlan aştığın anlarda da gizlenmeyi başarıp başaramadığını her an sorgulamak.?

“Kimi anlarda, Kötü insanın kullandığı aletlere benzer; ayırtına varılsın varılmasın, insan, amacı buysa, bir kenara atılmasına karşı durmaz.?

“Bu yaşamdan aldığımız mutluluklar, yaşamın kendi mutlulukları değildir, şu andakinden daha iyice bir yaşama ulaşma korkumuzdan.?

“Kaynaklanan mutluluklardır; bu yaşamın bize çektirdikleri de yaşamın kendisinin değildir, yine bu korkudan dolayı kendimize çektirdiklerimizdir.”

“Sadece şu anda, çektiklerimiz ıstıraptır. Burada ıstırap çekenlerin, başka yer ve zamanlarda çektikleri ıstıraplar için ödüllendirileceği anlamına gelmez bu; bunun anlamı, şu anda ve burada çekilen ıstırabın başka yer ve zamanda değişmeyip, sadece içerdiği karşıtından özgürleşeceği ve mutluluğa dönüşeceğidir.”

“Evrenin sonsuz büyüklükte ve sonsuz zenginlikte düşünülmesi, zorlu bir yaratılış sonucunda özgür bir içe bakışa kavuşan insanın, bunu en aşın noktaya vardırmasının sonucudur.”

“Sonsuz yaşamın bir an için bile olsa sürdürülebildiğine ait, zamana bağımlı kalışımızı katlanabilir gösteren en zayıf inanç bile, günahkârlık batağına daldığımıza ait, şuandaki acımasız inancımızdan daha az iç karartıcıdır… Nedir, tüm anlığıyla ikincisini de içeren ilk inanca katlanma yeteneğimiz, inancımızın sınırlarını da çizer.”

“İlk büyük yalandan sonra, kişisel durumları için özel, küçük yalanların düzenlenebileceğine, yetmezmiş gibi, bu yalanın onların çıkarına yapıldığını sanır çoklan. Örneğin sahnede oynanan bir aşk oyununda, sevgilisi rolündeki erkeğe yapmacık bir gülüş atan kadın oyuncunun, aslında üst galeride onu izleyen gerçek sevgilisine sinsice gülümsediğine inanır; bu durmaksızın yinelenir .”

“Şeytana ilişkin bilgi olabilir fakat o bilginin içinde inanç olamaz; çünkü görünür olandan daha şeytani bir şey bulunamaz.”

“Günah hep göstere göstere gelir ve o anda duyularımızla kavranabilir. Kökleri üzerinde ilerler ve ayrımına varabilmek için bu köklerden sökülmesine gerek yoktur.”

“Yakınımızda olup biten acıların hepsine ortak olmamız gerekiyor. Hepimize ait ortak bir beden yok fakat ilerleme yolumuz ortak, bu yol, seçtiği istikamet ne olursa olsun acılar içinden götürür bizi. Bir çocuk gelişimi için nasıl belli aşamalardan geçerse ve her aşama istekler ve korkular açısından bir öncekine kıyasla nasıl ulaşılmaz görülürse, kişi nasıl yaşlanarak ölüme varırsa, insanlıkla bağımız dünyayla bağımızdan zayıf olmadığı için, biz de bu yolla dünyanın acıları arasında ilerleyerek gelişiriz. Bunun adaletle ilgisi yoktur, acılardan korkmaya ya da bundan üstünlük olarak görmeye de gerek yoktur.”

“Dünyanın acılarından uzakta kalmakta özgürsün, doğanın seçimine bağlıdır bu, nedir, kaçabileceğin tek acı da bu kendini uzaklaştırmandır.”

“İnsanın iradesi üç açıdan özgürdür:

İlk olarak, şimdiki yaşamını seçtiği anda özgürdü; elbette şu anda geriye dönemez, çünkü o zamanlar seçtiğini yaşıyor olsa da, şimdiki yaşamını ilk seçtiği andaki kişi değil artık.İkinci olarak, yaşamı süresince ilerleyeceği yolu ve ilerleme tarzını seçmesi açısından özgürdür.

Üçüncü olarak, dünyaya bir kez daha geleceğini sanarak, bu yaşamın tüm koşullarına rağmen kendine ulaşan yolu bulmayı istemesi açısından özgürdür. Nedir, bu bir seçim sorunu olmasına rağmen, girilen yol yaşamın ayak basmadık tek noktasını bırakmayan bir labirent olacaktır.”

“Özgür irade bu üç açıdan görünür fakat üç görünüm aynı anda var olduklarından bir bütün oluştururlar; bu temelde öyle bir birliktir ki, özgür olsun olmasın bu birlikte iradeye yer yoktur.?

“İçinde yaşadığımız dünyanın baştan çıkarma yollan ile içinde yaşadığımız dünyanın sadece bir geçiş yolu olduğuna inanç, aslında birdir ve aynı şeydir. Böyle olması gereklidir, dünya bizi sadece, tek bir yolla yaratabilir; bu yol da gerçeğe karşılık düşer. Ne yazık ki, baştan çıkarmalar başarılı olunca, inancımızdan vazgeçeriz; İyi bizi kandırıp Kötü’nün eline bırakır, tıpkı kadının yatağa bekleyen çağrısı gibi.”

“Tek başına umutsuzluğun acısını çeken de içinde, insanla hemcinsleri arasındaki en güçlü ilişkiyi alçakgönüllülük sağlar; tek koşul, bu alçakgönüllülüğün eksiksiz olarak sonuna dek götürülmüş olmasıdır. Bu mümkündür, çünkü tapınma dili tam da budur, tapınmanın dili olduğu kadar bir araya gelmelerin en güçlüsüdür. İnsanın hemcinsiyle ilişkisi ile tapınmayla ilişkisi birbirlerine benzerler; insanın hemcinsleriyle ilişkisi çaba gerektirir, bu çabayı ancak tapınmanın verdiği güç sağlayabilir.”

“Yanıltmaktan başka bir şey bilebilmen mümkün mü? Yanıltma ortadan kaldırılsa da, geri dönüp o noktaya bir kez daha bakmamalısın, bakarsan bir tuz sütununa dönersin”

“İnsanlar A.’ya saygıyla davranıyor. Sıradan oyuncuların oynamasına izin verilmeyen ve titizlikle korunan mükemmel bir bilardo masasında oynamayı hak eden büyük oyuncu geldiğinde masanın zeminini nasıl inceler, oyunda zamanından önce yapılan hatayı nasıl affetmez fakat ıstaka kendisine geçtiğinde nasıl her densizliği yapacak denli küstahlaşır ya; işte böyle saygı gösteriliyor ona”

”Nedir, sonra olan biten tek şey yokmuş gibi işinin başına geçti.” Belki hiçbir öyküde geçmiyor, fakat eski öyküler yığınından kulağımıza aşina gelen sözler bunlar.”

”İnançtan yoksun olduğumuz söylenemez. Yaşamamız bile tek başına bir inanç değeridir.”

”Bunda inanç değeri ne arasın; yaşamamak mümkün mü ?”

”İnancın insanı deliliğe sürükleyen gücü, işte bu ‘mümkün mü’ sözünde gizlidir, ancak bu olumsuzlamada kendini açığa vurur.”

“Evden çıkman, uzaklaşman gereksiz. Masanda otur ve söyleyeceklerimi dinle. Dinlemesen de olur, beklemen yeterli.”

“Beklemesen de olur, hiç ses çıkarma ve tek başına ol. Dünya maskesini düşürmen için sana gelecektir; yapabileceği başka bir şey yoktur, ayartıya kapılmış, ayaklarının altında kıvranıp duracaktır.”

“Ve son olarak, ruhbilim”

*Avusturyalı yazar, roman ve öykülerinde insanın adı bilinmeyen, içyüzü anlaşılmayan güçlere teslim olmasını işlemektedir. Max Brod Kafka’nın son arzusuna karşı gelerek yapıtlarını ölümünden sonra yayınlanmak suretiyle Kafka’nın dünya çapında ünlenmesini sağladı.
Kafka Alman asıllı Yahudi bir tüccarın en büyük oğlu olarak Prag’da dünyaya geldi. Öğrencilik yıllarında bile içine kapanık olan bu çocuğun yaşamında yazı yazmasının özel bir yeri vardı.
15 yaşındayken yazdığı ilk öykülerini sonradan imha etti. Kafka liseyi bitirdikten sonra 1901’de kimya okumaya başladıysa da, sonradan Alman filolojisiyle sanat tarihi bölümlerine geçti ve en sonunda annesiyle babasının isteğine uyarak hukuk eğitimi aldı.
1902: Max Brod ile Tanışması 1902 yılında tanıştığı Max Brod, Kafka’yı Prag’ın edebiyat çevrelerine tanıttı ve hayat boyu arkadaşı oldu. Kafka 1906’da hukuk doktoru olduktan sonra bir yıl mahkeme stajı gördü. 1908 ortalarında Bohemya Krallığı İşçi Kaza Sigortaları Kurumuna hukuk danışmanı olarak girdi. Brod ile birlikte aralarında Paris, Weimar ve Zürih kentleri de olmak üzere, büyük yolculuklara çıktı ve böylelikle bir aşk/nefret ilişkisiyle bağlı bulunduğu, doğduğu kente en azından zaman zaman sırtını çevirdi. 1912’de tanıştığı Berlinli sekreter Felice Bauer ile iki kez nişanlandı (1914 ve 1917).

1912: Dikkate Değer Öyküleri 1912 yılında Kafka en çok tanınan öykülerinden ikisine imza attı. Bir baba ile oğlu arasındaki çelişkileri konu alan Dos Urteil (Yargı) adlı öyküsünü bir gecede yazdı. Oğul, düğünü arifesinde ruhsal açıdan babasına bağımlı olduğunu kabullenmek zorunda kalır ve babasının kendisi için verdiği ölüm kararına isteyerek boyun eğer. Die Venvandlung (Değişim) adlı öyküsünde de ailenin yıkıcı gücü konu alınmıştır. Gregor Samsa bir gecede çok ayaklı bir böcek haline gelir. Kendi kabuğuna çekilir ve yıllarca saçını süpürge ettiği ailesinin kendisiyle hiç ilgilenmediğine tanık olur. Bunun üzerine besin almayı reddeder ve babası tarafından da yaralanınca, ölür. Kafka 1912 yılında aynı zamanda, ölümünden sonra Amerika (1927) adı altında yayınlanan Der Verschollene (Yitik) adlı romanını yazmaya başladı. Bu yapıt, ABD’de tutunma çabaları sonuç vermeyen 16 yaşındaki Kari Rossmann’ın başından geçenleri anlatır.

1914: Der Prozess 1914’te yazılıp 1925’te yayınlanan Kafka’nın en tanınmış romanı Der Prozess (Dava) hiçbir neden gösterilmeksizin dava edilmek üzere tutuklanan banka memuru Josef K.’yı konu alır. Her ne kadar tutuklanma nedenlerini araştırırken karmakarışık yargı mekanizmasını iyice tanısa da davasını yürüten yargıcı hiçbir zaman göremez. Davası bir yıl sürdükten sonra K. bir taş ocağında öldürülür. Bu yapıt, insanın adı belli olmayan otoritelerce güvensizliğe itilişini göstermektedir.

Yine 1914’te In der Strafkolonie (Ceza Sömürgesi) adlı öyküsünü yazdı. Burada bir bilim adamı, kendisine ne gibi suçlar yüklediğini anlatan darbelerle yaralana yaralana korkunç bir biçimde öldürülür. Kafka 1917’de yavaş yavaş insana dönüşerek gelişmelerini anlatan bir maymunun öyküsü olan Bericht für eine Akademie (Bir Akademiye Rapor) adlı yapıtını tamamladı. Aynı yıl içinde akciğer tüberkülozuna yakalandı. İki yıl sonra da bir ayakkabı tamircisinin kızı olan Julie Wohryzek ile kısa süreli bir nişanlılık dönemi yaşadı.
1919’da kaleme aldığı Brief an den Vater’de (Babaya Mektup) aşırı taleplerinden ömür boyu rahatsızlık duyduğu otoriter babasının baskısından kurtulmayı denedi. Ne var ki bu mektubu babasına hiçbir zaman postalamadı. Buna karşılık evli bir gazeteci olan Çekoslovakyalı Milena Jesenska ile 1920-23 yılları arasında çok sık mektuplaştı ve kendisine güncelerinin tümünü verdi.

1929’dan Sonra: Das Schloss Sağlığı giderek bozulan Kafka 1922 ilkbaharında malulen emekli edildi. Yazar bu tarihten sonra üçüncü romanı olan Dos Schloss (Şah) üzerinde çalışmaya başladı. Hiçbir zaman tamamlanamayan bu romanı 1926’da yayınlandı. Burada K. adlı adam arazi ölçüm işleri için şatoya çağrılmakla beraber önceleri muhatap olabileceği hiç kimseyi bulamaz. Sonunda şato sekreterine ulaşabildiğinde yapılan görüşme sırasında yorgunluktan uyuyakalır. Birkaç defa sanatoryumda tedavi gördükten sonra Kafka, 1923/24 kışını sevgilisi Dora Diamant ile birlikte Berlin’de geçirdi. Ein Hungerkünstler (Açlık Cambazı) adlı öykü kitabının düzeltmelerini yaparken (1924) hastalığı şiddetlendi. Kafka aynı yıl içinde, 40 yaşında Aşağı Avusturya Klosterneuburg yakınlarında bir sanatoryumda yaşama gözlerini yumdu. Çoğu yayınlanmamış yapıtlarının ölümünden sonra yakılmasını vasiyetnamesinde istemesine karşın Max Brod yazarın bu arzusuna uymadı. *Kaynakça: Yüzyılın 100 Yazarı (Yeni Binyıl)

Previous Story

SUAT PARLAR

Montesquieu
Next Story

Montesquieu’nün siyaset felsefesi

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ