Geriye Kalan Ağıttır! – Uğur Beydili

“Geçmiş gelecekten çok daha belirsizdir!”
Bu söz ideolojik duruşların, taraf tutmanın ve iktidarların tarihe yaklaşımını çok iyi özetlemektedir.
 Dersim meselesi yakın tarihin sırlarından biri(ydi). Gündeme düşmeden kimsenin daha o tarihte ne olduğunu tam bilmediği bir sırdı Dersim. Üzerinde daha önceden yapılan araştırmalara yeni araştırmacılarda eklenince ortaya bir hayli “Dersim meselesi hakkında” bir yığın araştırma çıktı. Herkesin aydınlanma dediği şey aslında bir ironiyi doğurmuştu. Ortaya çok fazla bilgi çıkınca Dersim bir kere daha kirletilmiş, karartılmış oldu. Bu seferde ortaya her ideolojinin bir Dersim’i, bir Seyit Rıza’sı ortaya çıktı.
Bugün Dersim hakkında bir araştırma yapmak hiç zor değil! Bir kere zaten birikmiş bir hayli kaynak var. Dersim hakkında tarihsel, antropolojik veya kültürel çalışmalar yazıladursun edebiyatın da hiç suskun kalmadığını söylemek gerekir. Daha önceden Muzaffer Oruçoğlu, Munzur Çem, Celal Yıldız, Kemal Bilbaşar… ile yazılan romanlardan (Bu romanların çoğu ideolojik bir bakışın kurgusuydu. yazarların önceliği edebiyat değildi) sonra meseleye en taze bakan roman Haydar Kataraş’ın yazdığı On İki Dağın Sırrı.

On iki dağın sırrı adlı roman “Dersim” odaklı daha önceki romanlardan oldukça farklı bir yerde duruyor. Zaten bu farklı bakış, duyarlılık, hassasiyet meselesi bu romanı önceki romanlardan ayırıyor. On iki dağın sırrı romanının önceliği o tarihte neler oldu, neler yaşandı soruları değil, İlk satırdan son satırına dek kitabın ana meselesinin dil olduğu, nasıl bir dil kurmak gerektiği satır aralarında kendini gösteriyor. İyi bir edebiyatın önceliğinin bu olduğuna da hiç şüphe yok!
ilk romanı Gece kelebeği’nde 938 sonrası yaşananları ve geride kalanları bir çocuğun gözüyle anlatılıyordu. Bir çocuğun gözüyle anlatılığı için geride kalanlar ve yaşananlar oldukça canlı bir şekilde anlatılıyordu. Yargılayıcı, politik bir bakış veya ideolojik bir kaygı söz konusu değildi. Her türlü kimliğin dışlandığı bu çocuksu bakış aslında okurlara da bir hayli şey anlatıyordu.
On iki dağın sırrı adlı roman yazarın ilk romanına göre oldukça farklı. Mekan aynı ama zaman 938 öncesi. Ve kuşkusuz bu romanı ayrıksı bir yere koyan kullandığı masalımsı, büyüleyici ve destansı dili. Yazar bu dili kullanmakla oldukça doğru bir iş yapmış. Sözlü kültürün zengin ama yazılı kültürün hiç olmadığı bir Dersim’de yazarın bu isabetli dili kurması bir zorunluluk gibi görünse de aslında öyle değil. Çünkü bu dil okura karşı değil, edebiyatın gereği hiç değil sadece ve sadece o tarihte yaşayan insanlara bir saygının gereği olarak kullanılmıştır. Belki de ilk defa bir Dersim romanında o dönemde yaşamış bir insanın sesini canlı bir şekilde duyabiliyoruz. Dile bu kadar vurgu yaşananları perdelemiyor. Dil özenli ve doğru olunca her şey ama her şey sanki kendiliğinden dile geliyor.

Bu dil ile açılan Dersim coğrafyasında o dönemde yaşayan insanları, feodal ilişkileri, evlat acısının her dönem aynı olduğunu, ölüm kokusunun her yerde aynı yaşandığını, çocuk dünyasının her dönem aynı kaldığını okuyoruz. Bir Dersimlinin doğaya bakışını ve bölgenin çok kültürlülüğü okuyabiliyoruz.

Herkesin birbirine sorduğu “8”de ne oldu?” sorusunun cevabını aslında satır aralarında buluyoruz. İnsanların huzursuzluğu, telaşı ve aceleciliği ilerde olacaklara dair bir önsezi niteliğindedir.
Romanın ilk satırlarında duyduğumz yazarın sesi sonraki sayfalarda sessizce aradan çekilmekte ve yerini karakterlerin konuşmasına bırakmaktadır.
“On iki dağın sırrı” romanı zaten bir bilgi kirlenmesinin var olduğu Dersim meselesi hakkında tertemiz bir sayfa açıyor.
Doğrusu, yanlışı, eksiği ve fazlasıyla Dersim söze dökülmüştür.

Uğur Beydili

Kitabın Künyesi
On İki Dağın Sırrı
(Bir Göz Ağlarken)
Haydar Karataş
İletişim Yayınevi / Çağdaş Türkçe Edebiyat Dizisi
Uygulama : Nurgül Şimşek
Kapak : Suat Aysu
Editör : Levent Cantek
Düzeltmen : Ayten Koçal
İstanbul, 2012, 1. Basım
296 sayfa

Tanıtım Bülteninden
Bir göz ağlarken diğer gözün güldüğü görülmüş müdür?

Dünya kaç köşeymiş uzun uzun konuşan, konuştuklarını tekrar eden, saplantıyla özlemlerini, evveliyatlarını anlatan Dersimliler. Küçük, sıradan, kayıp giden hatıralar, garezler, kibirlenmeler… Yanlışın, kahırla ufalan hayatın farkında olan Zazalar, Kürtler, Ermeniler, Kızılbaşlar… Candarmalar, paşalar, hükümetler, aşiretler, metruk evler, boşalmış ovalar, inatla geleneğe sarılan köylüler, atlılar, tüfengler…

Gece Kelebeği yeniden kanat çırpıyor…

İlk kitabın öncesine gidiyor. Eprimiş bir rüyayı pastoral ve masalsı bir üslupla, kederle resmediyor. Zor diyorsun, yazık! Hepsinin bir hikâyesi vardı.

“Haydar Karataş canavarcasına yazar damarı olan birisi. Hayvani bir yazar, bunu olumlu anlamda söylüyorum. Yaşar Kemal’de de böyle doğadan kaynaklanan bir güç vardır.” -Murathan Mungan-

“… Haydar Karataş yeni dönem yazarlar arasında kendine has sese sahip ender isimlerden… Onun cümlelerine alışanlar hep aynı tadı arar.”
-Burhan Sönmez-

“Bu derece mükemmel bir Türkçe nasıl olabilir?”
-Kaan Arslanoğlu-

“Haydar Karataş, Dersim’in acılı müziğini kendine özgü, soluk kesen, masalsı anlatımıyla kulaklarımıza ulaştırıyor yine.”
-Gün Zileli-

Haydar Karataş Hakkında Bilgi
1973 yılında, Tunceli’nin Hozat ilçesine bağlı Haçeli köyünde doğdu. Köyünde okul olmadığından, henüz altı yaşındayken, babası onu sırtına alıp, 1938 yılında asken kışla olarak kullanılmış bir binada bulunan yanlı okula götürdü. O zamana kadar yalnızca Zazaca konuşan Karataş, burada Türkçe öğrendi. İstanbul, Kocasinan Lisesi’nde okudu. Bir yandan da lokantalarda bulaşıkçılık, tekstil atölyelerinde çıraklık yaptı. Aynı yıllarda sol fikirlerle tanıştı ve dört kez gözaltına alındı. 1992 yılında tutuklanarak Türkiye’nin çeşitli hapishanelerinde on yıl, dört ay hapis yattıktan sonra, 2002 yılının Haziran ayında, Gebze Cezaevi’nden tahliye edildi ve ülke dışına çıktı.

2003 yılından beri İsviçre’de yaşamaktadır. Fribourg Üniversitesi’nde bir yıl, lise denklik eğitimi gördü. Daha sonra Zürih Üniversitesinin Psikoloji Bölümü’ne kaydoldu, ancak ekonomik nedenlerle okulu bırakmak zorunda kaldı. Hamallık, temizlikçilik, yoksul ülkeler için kullanılmış giysi toplama gibi işlerde çalıştı. Halen Luzern Yüksek Okulu’nun Sosyal Kültür Bölümü’nde okumaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir