körleşmeNazilerin Avusturya’yı işgal etmek üzere olduğu dönemde kitaplarından başka bir şeyle ilgilenemeyecek kadar kendini dış dünyadan soyutlayan Prof. Kien’in ‘çok açıklı’ hikâyesi, Therese Krumbholz’u işe almasıyla başlar. Elias Canetti, profesörün başına gelenleri trajik bir komedi gibi anlatsa da Kien’in körleşmeye uzanan hikâyesi aslında tepkisizliğin düşüreceği durumun betimlenmesidir. ‘Körleşme’ çağımıza dahi bir eleştiri olarak düşünülebilir.

“Çağımızın vebası” yabancılaşma, hiç şüphesiz özünde bir körleşmeyi barındırır: Birbirimizi, etrafımızdakileri ya da olan biteni görmeyi “engelleyen” ya da görmek konusunda aciz olmaya sebep olan bir körleşmedir bu. Varoluşsal sorunlar kendine yabancılaşmayı beraberinde getirebilirken, topluma ve yaşananlara karşı bir şey hissedilememesi, giderek duyarsızlaşma yine kişinin kendisine döner. Olup biteni görmemek için gözlerini kapatana sıra gelince malumdur ki gözler (bu defa başkalarınca) kapanır/kapanabilir. Aslında en iyisi bu körleşmeyi baştan yaşamamak için gözlerini her daim açık tutmak olsa da suya sabuna dokunmadan “fildişi kulelerde yaşamak” daha kolay gibi görünür. Ancak çevresine yabancılaşmak, olan biteni görmezden gelmek ya da bilinçli körleşmek -bireyin toplumun bir parçası olmasından sebep- bireysel bir yıkımı kaçınılmaz kılar.

Toplumdaki her bireyden/kişiden bu “duyarlılık” beklenmez elbette. Güncele ilgili veya -gerekiyorsa- tepkili olması gelenler listesinin ilk sıralarında yer alır aydınlar. “Aydın” olmalarını sağlayan melekelerinden olsa gerek yaşananlar karşısında susmaları onları “aymaz” aydınlar arasına yerleştiriverir. Yarattıkları camdan evrende yaşamayı tercih etseler de aymazlıkları bir yerde karşılarına çıkar. Tıpkı Sinelog (Çin Bilimleri Uzmanı) Prof. Peter Kien’in karşısına çıktığı gibi…

Prof. Kien, Elias Canetti’nin henüz 26 yaşındayken sekiz cilt olarak yazmayı tasarlamasına rağmen sadece bir cildini yazabildiği, dünya edebiyatında oldukça mühim bir yere sahip olan -yazdığı tek- romanı; başyapıtı “Körleşme”nin başkarakteri/roman “kahramanı”/anti kahramanı/pasif kahramanı. 1930’larda geçmesine rağmen günümüz “aydın”larında da görebileceğimiz özelliklere sahip Prof. Kien; köşesine çekilmiş, sadece kendi çalışmalarıyla ilgilenen, dünyada olup bitene karşı ses çıkarmayan -hatta bunlarla ilgilenmeyen-, dış dünyaya yabancılaşırken kitaplardan kurduğu dünyanın içine “gömülen”, insanları hakir gören, aşağılayan biri. Kitabın 1935 yılında yazıldığını göz önünde bulundurarak İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermek üzere olduğu düşünüldüğünde bir aydının olan bitene sessiz kalması körleşmeye giden yolun nerede başladığını gösterir nitelikte. Gerçeklik karşısında körleşen Prof. Kien’in körmüş gibi davranmak zorunda olacağı zamanlara neden geldiğinin de yanıtı aynı zamanda.

Nazilerin Avusturya’yı işgal etmek üzere olduğu dönemde Viyana’da on binlerce kitabından başka bir şeyle ilgilenemeyecek kadar kendini dış dünyadan soyutlayan Prof. Kien’in “çok açıklı” hikâyesi, çok değer verdiği kütüphanesine bakması için Therese Krumbholz’u işe almasıyla başlar. Özellikle kadınlardan nefret eden Prof. Kien’in, sırf kütüphanesine iyi bakıyor diye Therese’yle evlenmesiyle başlayan yıkım, kurtulma çabalarıyla birlikte giderek büyür. Rüyasında kütüphanesinin yandığını görüp, hazinesine ancak Therese’nin bakabileceğine inanmasından kütüphanenin Threse tarafından ele geçirilmesine kadar uzanan süreç, Prof. Kien’i gönüllü körleşmeye ve sokaklara sürükler. Canetti, profesörün başına gelenleri trajik bir komedi gibi anlatsa da Kien’in körleşmeye uzanan hikâyesi aslında tepkisizliğin düşüreceği durumun betimlenmesidir.

Körlüğü, “zamana ve mekânı alt etmeye bir silah” olarak nitelendiren Canetti, Prof. Kien’in “düzen”den kaosa ve ardından kaostan yine düzene giden hayatını üç bölüm altında inceler. Birinci bölüm yani Dünyasız Bir Kafa, Prof. Kien’in fildişi kulesinden sokağa sürüklenişini ele alır. İkinci bölüm olan Kafasız Bir Dünya’da Kien, sokakta yani dünyadadır. İnsanların arasına karışır, onlarla tanışır -ama ne tanışma! Birinci bölümde dış dünyaya karşı yaşadığı körlüğü artık kendisi konusunda yaşar; körlüğüne rağmen sokakların gerçek yüzünü görür. Kafadaki Dünya adını verdiği üçüncü bölümde ise hiç görüşmediği kardeşi devreye gire ve Prof. Kien’in bir iç hesaplaşma yapması gerektiğini ona hatırlatır. 2 bölümdeki dünyaya karşın çok daha “haşmetli” görünen kendi dünyasına dönmek isteyip istemediğini sorgulamasını sağlar. Kitapları kafasının içinde taşımaya başlayan Prof. Kien’in ne yapacağı sorusunun yanıtını ancak “Körleşme”yi okuyacaklar bulabilir. Prof. Kien’in çağını kurtaramadığını söylemek bu sorunun yanıtına giden yolda iyi bir ipucudur.

Canetti’nin Prof. Kien’le ve Therese’yle imlediği çeşitli metaforlar aslında dönemin kaotik ortamına bir tepkidir. Descartes, Kant, Berkeley, Spinoza ve Spinoza gibi filozoflardan etkilenen ve zaman zaman onları yeren Canetti’nin romanı, herkesin kendine göre yorumlayabildiği bir özelliğe sahip olduğundan Alman edebiyatında postmodernizmin başlangıcı olarak varsayılır. Cervantes, Dostoyevski, Bühner, Gogol gibi isimler olmasa bu kitabı yazamayacağını söyleyen Canetti’nin bilinç akışı yöntemini kullanarak yazdığı “Körleşme”, çağımıza dahi bir eleştiri olarak da düşünülebilir.

Körleşme

Yazarı : Elias Canetti
Çeviri : Ahmet Cemal
Yayınevi : Sel Yayıncılık

Kaynak: https://kultursanat.halkbank.com.tr

Previous Story

Sait Faik Abasıyanık’ ın Hayatı

Next Story

Neden Yazmak – Süleyman Deveci

Latest from Elias Canetti

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ