Gözlerini kaçırmadan, sözlerini sakınmadan? – Ali Mert

Yapmacıksız, dosdoğru, gözü pek, sözü de pek, denebilirse ?sert? bir roman bu.

Kitaplarını ve yazılarını düzenli takip edecek, ondan hep yenilerini bekleyecek, denebilirse ?tiryaki bir okur kitlesi? yaratmayı ilk romanıyla başaran bir yazarın, ikinci romanı.

Irmak Zileli, ?Eşik?ten? sonra ?Gözlerini Kaçırma?yı yazdı.

Bir aile çevresinde ördüğü, kuşaklar boyunca akan ilk romanından sonra; aile kurumunu sorgulayarak ördüğü, kuşaklara da arada tokat çakan ikinci romanı geldi.

İlki gibi hakiki/harbici bir roman. Sanırım içinde (yine) yaşanmışlıkların payı da olan.

Sahi, yazdıklarıyla yaşadıkları arasındaki ilişki nedir yazarın? Hep aklımızda olan bir soru değil midir bu? Birebir örtüşme bekleyen olmasa da, roman dediğiniz temelde ve genelde kurgusal olsa da, öyle olsa da, böyle olsa da? belli bir sahicilik/otantiklik payıyla düşünülür hep. Bu pay yüksekmiş geldi bana yine nedense.

Bilemiyoruz tabii aslını astarını. Ama şunu biliyoruz; doğrudan yaşadıklarının, sıyırıp geçtiklerinin, potansiyel olarak yaşayabileceklerinin, farklı olasılıkların ve hatta ?yazar biliciliği? ile ileride yaşayacaklarının üzerine cesaretle gitmek, zor mesele.

Bilemiyoruz dedim ama ?anne ile kız? ilişkisinin de anlatıldığı romanın yazarını arada ?ana-kız ilişkisi içinde? görme şansım da oldu doğrusu. Yok, doğrudan tanışıyor, görüşüyor değilim. E, bir şekilde dikizci de değilim! Ama sima olarak belledikten ve aynı bölgede oturuyor olmanın ?avantajı?ndan yararlandıktan kelli, denk geldim işte! Benzer bir çocuk oyalama meşgalesinin içinde, İstanbul Göztepe Özgürlük Parkı ve Kadıköy Yoğurtçu Parkı?nda kızını salıncakta sallarken, ?sıkılırken? gördüm kendisini. (Nedense, şairimiz Akif Kurtuluş?un ?Tören Provası? adlı şiir kitabının başındaki ithaf hep aklımdadır, arada tekrarlarım? ?Falancaya? Törenlerde hep sıkılırken gördüm? diye düşülmüş bir not bu. Düğünleri, cenazeleri, kutlamaları ve sıkıntıları özlü bir şekilde ifade ettiğinden herhalde kazınmış aklıma. Çocuk büyütmenin belli anlarında da böyle bir ?tören hali? var sanırım ve ?sıkılırken gördüm? yazarımızı!)

Neyse, kişisel rastlaşmaları, yanlış bir izlenim de barındırabilecek ?o rastlaşma anının fotoğrafı?nı değil, romana ve çağrıştırdıklarına dair bir şeyleri anlatmaya çalışacağız. Devam edelim. En son, çocuk büyütmenin sıkıntısı mı demiştik:

Evet, farklı yaş dönemlerinde şiddeti ve yoğunluğu değişmek üzere, geçici sıkıntı ve sevinçlerin yaşanabildiği, aşırı yüklere ve yük boşaltmalara tanık olunabilen bir süreç zaten (daha çok) annelik ve (duruma göre bazen de) babalık. Yazarın da bu süreçte, her tür gerilimi yaşayıp tecrübe ettiğini, tecrübelerinin ötesini de öngörebildiğini hissediyorsunuz zaten satır aralarında.

Keskin, yalın ve çıplak bir dili var bu doğrultuda. Hakikatin kendisi gibi. Çevresinde dolanmadan, kıvırmadan, kandırık yapmadan? ham gerçeği dile getiren.

?Biliyoruz ama söyle(ye)miyoruz? ya bazı şeyleri, tüm has yazarlar gibi buna hiç prim vermeden, söyleyiveren?

Söylediklerinin etkisini artıracak şekilde, konuyu çok dolandırmadan kısa cümlelerle söyleyen. Böylece ana karakterimizin radikal düşünüş biçimini de destekleyen.

Ana karakterimiz mi? Gözümüz Didem. Aynı zamanda genç annemiz. Arkeolog (Biliyorsunuz, yazı, aynı zamanda geçmişimize dönük bir kazı). Babasız çocuk yapmayı ve büyütmeyi tercih eden ?cesur? biri. Annelik ?müessesesi?ne, diğer kurumsallıklara ve ?kutsal?a dokunmak için ideal bir tercih tabii ki.

Verili toplumsallıkta, ahlak, namus, kıskançlık, ?iyi bir evlat?, ?harika bir anne? türünden balçıklara saplanmadan arzu ve meraklarının peşinden gidebilme özgürlüğünün zorluklarına dalıp çıkıyorsunuz zaten kitap boyunca. Yazarın sorduklarına paralel, kendinizce yeni sorular çıkarıyorsunuz. Bu arada, unutmayın, meseleleri ?kendi çözümleri?ne daraltmayan geniş ve açık bir roman okuyorsunuz.

Kadınca bir roman olduğunu ek olarak belirtmeye gerek yok herhalde.

Alice Munro?nun öykülerinden sonra okumuş oldum tesadüfen. (Ah, hep şu rastlantılar!) Benzer feminist duyarlılıkların, ?kadınlık halleri?nin paylaşıldığını fark ederek. Özgürlükçü soluklarını hissederek.

Munro geçmiyor içeride ama sağlam edebi referansları var Zileli?nin. Çehov, Gary ve Proust bu romanın sayfaları arasında göze çarpanları.

Gözlerinizi kaçırmadan okuduğunuzda, aile müessesesine (böyle ?müessese? gibi sözcüklerden uzak durmaya), anne-baba ve çocuğun gizli ilişkilerine, sevgili olma hallerinin farklı yüzlerine, terk etme/terk edilme süreçlerine, cinselliğe ve sekse, kadının ve erkeğin zevk alma biçimlerine, mastürbasyona, yasaklara ve genelde ?ahlaka mugayir? midir nedir, işte ona dair ne varsa hepsinin üstüne üstüne ve açıklıkla gidildiğini göreceksiniz bu eserde? Kadınca değil de ?erkekçe? olsa, zamane diliyle, ?Henry Miller stayla? derdik belki de!

Her neyse, karakterlerimizde kalmıştık galiba. En önde anne Didem var, kızı da Rüya. Yanlardan alalım biraz da: Büyükanne Kâmile Hanım?la dede Namık Bey?e uzanan ve anne Hicran?ı da içine alan akrabalar bir yanda; gerçek dostluk ilişkisi kurulabilmiş ama sonradan kopmuş bir arkadaş olan psikolog Burcu, annelik vazifesine yoğunlaşan diğer arkadaşlar Aynur ve Zühal ile hem anne hem de annelikten muzdarip yazar statüsünde ?zoraki? bir arkadaş olarak Özlem ve son olarak da, ev arkadaşı, öğrenci ve bir bakıma bakıcı Gülçin gibi kız arkadaşlar diğer yanda; arada da Selçuk, Murat, Fırat gibi sevgililerle birlikte (yan) kahraman çok burada? Sonuncusu aynı zamanda Zühal?in de eşi, yani bir ?aldatma? meselesi de, biten ilişkilerin gerçekliğinin deşilmesi de var buralarda!

Kalabalık gözüküyor ama hepsi ana eksene, ilişkilerin, rollerin ve ailelerin sorgulanmasına bağlanıyor bir şekilde.

Yine de kızıyla ilişkisine ve yaşadığı ?son olay?a (kızını öldürdü ve üçüncü sayfaya gerçekten haber oldu mu acaba?) odaklanmasını bekliyorsunuz romanın en başında. Bunu beklerken, annesine, anneannesine, üç kuşak annenin ortaklaşan ve ayrışan yönlerine, babasına, sevgililerine, kadın ve erkek arkadaşlarına ?dağılması?, ilk başta biraz hayal kırıklığı yaratıyor sanki. Ama ilkinden sadece bir öykü çıkardı. İkincisinden, farklı karakterleri, ilişkileri, aile mefhumunu vb. deşen esaslı bir roman çıkıyor ortaya.

Ayrıca her bir karakterin romana sızan kendi ?öyküleri?nde, romanın ana motifini oluşturan ?aile ve ilişkiler dünyasının iç gerilimleri?ne dair bir şeyler var. ?Ev, aile, aşk, sevgili, çocuk, bağlılık, özgürlük?? konularında her bir (yan ve yeni) kahramanın ve yaşadıklarının kattığı ve romanı finale doğru sürükleyen bir şeyler var. Hem ana karakterimizin kendisinde (ve belki de yazarımızda) yan karakterlerden gelen bir şeyler de var!

Ayrıca Rüya ve rüyalarla gelen, yoruma açık, çok katmanlı, gerçeklik/hayal ilişkisini de devreye alan bir anlatım yapısı da var.

Daha ne olsun? Arada dilerseniz kendinizi de sorgulayabiliyorsunuz tabii. (Bütün iyi romanlar böyle bir sorgulamaya alan açmaz mı zaten?) Örneğin, varsa böyle bir özelliğiniz, ?neyse?, ?her neyse? veya ?boş ver? gibi sözleri sıklıkla kullanmanızı, böylece ?bağzı meseleler?i geçiştirme, yanınızdaki biri için önemli bir konunun üzerinden atlama, uzama eğilimine giren konuları kısa yoldan ?bağlama? eğiliminizi değerlendirebilirsiniz.

Her neyse, tiryaki okur hep bu türden ?farkındalıklar? da yaşayacağı yeni eserler bekler!..

Ali Mert

?Gözlerini Kaçırma?, Irmak Zileli, 232 s., Remzi Kitabevi, 2014

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir