Catherine Gehrigin Swinburne Müzesinde çalışan ilk kadın horolojist; zaman ölçerleri, saatleri, otomatonları ve diğer kurmalı motorları restore edip çalışmasını sağlayan bir uzman.

Kırklı yaşlarına merdiven dayamış Catherine, on üç yıllık gizli sevgilisi Matthew Tindall’ın ani ölümü üzerine sarsılacaktır. Acısını ya da sırrını paylaşacağı kimsesisi yoktur. Ne var ki cenaze töreninde sıradan bir arkadaş rolü oynamaya da yüreği elvermez. O da elinde kalan yegane şeye, işine sarılır. Önünde yeni bir proje vardır: bir otomatonu oluşturacak olan vidalar, zemberekler, halkalar, cam çubuklar ve yaylarla dolu bir sandık. Sandığın yanındaysa bir zamanlar bu otomatonu tamir edebileceği umuduyla, İngiltereden kalkıp Karlsruheye giden Henry Brandling’e ait, yüz elli altı yıl önce yazılmış, on bir defter…

Gözyaşının Kimyasında Peter Carey, mekanik bir aletin yapım ve restore çalışmasının iç içe geçtiği bir anlatıda, insanın gizli, derin, mahrem yanını tartışıyor. Henry’nin ümitsizliği, Catherine’in yapayalnızlığıyla harmanlanıyor. Catherine, otomatonun sandıklarda yığılı her parçasını restore ederken, onun paramparça olmuş hayatında sorgulayıcı bir yolculuğa çıkıyoruz.

“Ne benim esrarı, ruhlarla açıklayacak vaktim vardı ne de Matthew’un. Çünkü bizler merak duygusunu ve Vermeer ile Monet’ye hayranlığını yitirmeyen karmaşık, kimyasal makinelerdik. Bedeni tuzlu suda yüzen, batan güneşin karşısında coşku duyan makineler. Fakat şimdi ışığım gitmişti. Bir saat içinde toprağa gömülecekti. Bense sanki bir farenin gazeteden yuvasını eşeliyordum.”
(Tanıtım Bülteninden)

İnsan makineden nerede ayrılır? – Selçuk Uygur
(03-02-2014, http://www.sabitfikir.com/)
Peter Carey?i, Oscar ve Lucinda ile Kelly Gang?ın Gerçek Hikâyesi gibi kitaplarıyla tanıyoruz. J.M. Coetzee ve Hilary Mantel ile birlikte Man Brooker ödülünü iki defa kazanmayı başarmış üç yazardan biri olan olan Avustralyalı edebiyatçının on ikinci kitabı Gözyaşının Kimyası, Ayrıntı Yayınlarınca geçtiğimiz günlerde ülkemiz okuyucusunun beğenisine sunuldu.

Kısaca özetlememiz gerekirse roman, Swinburne Müzesi?nde horolojist olarak çalışan Caterine Gehrig?in uzun yıllardan beri sevgili olduğu, evli bir adam olan Matthew Tindall?ın öldüğünü öğrenmesiyle başlar. Yasak ilişkinin tabiatı sebebiyle acısını dışa vuramayan Catherine, kafasını meşgul etmek için patronu Eric Croft?un kendisine verdiği eski bir kuğu otomatını tamir etmeye girişir. Bu süreçte Catherine, hasta çocuğu için 19. yüzyılda bu otomatı yapmış olan Henry Bradling?in 1854 tarihli not defterlerini ele geçirerek kendini gizemli bir hikâyenin içinde bulur…

Otomatın yapım süreci boyunca hem Henry?nin, hem de Catherine?in ortak bir duygudurumda olduğu göze çarpıyor. Zira bu iki karakterden ilki kaybetmekte olduğu çocuğuna, ikincisi ise kaybettiği sevgilisine dair keder ve sevgiyle tükeniyor. Carey?in aynı halet-i ruhiyelerde birleşen iki insanı zaman ve mekanda ustaca birbirinden ayırdığını söyleyebiliriz. Henry, Karlsruhe?deki ormanın derinliklerinde, gaz lambasından yansıyan loş ışığın altında bakır kabloların uğursuzca parladığı, Grimm Masalları?ndan fırlamış bir 19. yüzyıl Almanyası?ndayken, Catherine ise günümüz Londrası?nda ifade buluyor. Tabii söylemek lazım gelir ki, yazarın Oscar ve Lucinda isimli eserine aşina olun okuyucu, ikisi de kendilerini deliliğin kıyısına kadar sürüklemiş, sanat ve bilimin iç içe geçtiği bir serüvende bulan Oscar ve Henry arasındaki paralellikleri derhal fark edecektir. Ayrıca Carey?e iki defa Man Brooker?ı kazandıran unsurlardan olan betimlemelerdeki çarpılıcılık, kelime kullanımındaki zengin menü ve kelime seçimindeki başarı da bu eserde sıkça göze çarpıyor.

İnsan ruhunun doğasına dair sorular

Gözyaşının Kimyası insan varoluşuna dair geleneksel soruları da içinde barındırmakta. Carey otomat ile karakterler arasında yaptığı karşılaştırmalarla insanlar ile makinalar arasında bir anolojiye kurup, bu bağlamda duygulara, yani insanın gayrı mekanik özelliklerine eğilerek, meseleyi insan ruhunun doğasına dair sorulara getiriyor. Fakat bu soruların ziyadesiyle ve derinlemesine işlendiğini söylemek bütünüyle mümkün değil. Zirâ hem bu sorular metne yedirilmemiş olmasına rağmen kitap sonunda sanki metin boyunca işlenmişler gibi olgunlaşmamış bir yapıyla aniden okuyucunun karşısına çıkıyor, hem de sanki metin boyunca bu sorular ele alınmış gibi bir sona evriliyor.

Jacques de Vaucanson gibi tarihi figürler Henry?nin notları ile birleşince Mise en abyme metoduyla romana tarihi (Viktoryen) bir doku katıyor, fakat bu dokunun kurgunun bütününde yarattığı birtakım zaaflar da mevcut. Hikâyenin en ilgi çekici unsuru olan gümüş otomatımız Catherine?in kendini tekrar eden ağlamaları ve problemleri sebebiyle çoğu zaman gölgede kalıyor. Mezkur karakterin acısının derinleşememesi ve ?Yine ağladım,? şeklindeki giderek tekerrür ederek yüzeyselleşen psikozları çetrefilleşemeyerek bir süre sonra okuyucunun karakterin duygudurumuyla özdeşleşememesine sebebiyet veriyor. Bu noktada Henry ile olan ve çok daha derinlemesine işlenebilecek; 19. yüzyılın tarihi ve felsefi dokusundan nasibini almış bu kısım (ki bu kısmı hazır Vaucanson?dan sözü açmışken, kitabın geneline kıyasla Voltaire?in Vaucanson?un ördeğine biçtiği rolü ifade ettiği bağlama oturtabiliriz: Vaucanson?un ördeği olmasaydı, bize Fransa?nın şanını hatırlatacak hiçbir şey olmazdı) her ne kadar başarıyla oluşturulmuş olsa da, tamamına ermeye bütünüyle muvaffak olamıyor.

Kimi defolarına karşın, Gözyaşının Kimyası teraziye konunca, yine de bu minvalde yazılmış birçok kurgudan (bilim-tarih) çok daha iyi. Hayalgücü zengin hikayesi ve uygun kelime seçimleri (mot juste), ve ustaca dil kullanımı ile Carey, insan olmanın zaaf ve kuvvetlerine dair okuyucusuna gizemli bir yolculuk vaad ediyor.

Kitabın Künyesi
Gözyaşının Kimyası
Orjinal isim: The Chemistry of Tears
Peter Carey
Ayrıntı Yayınları / Edebiyat Dizisi
Çeviri : Gökçe Gündüç
İstanbul, 2013
272 s.

Previous Story

Yalnız Seni Arıyorum (Nahit Hanım’a Mektuplar) – Orhan Veli

Next Story

Tarih onun ayak izlerinde – Ömer Erdem

Latest from Romanlar

Sarsılmak – Zafer Köse

Sarsılmak, derin ve katmanlı bir roman. Gündelik dilin nüanslarını yansıtan akıcı bir dille yazılmış olması da önemli.Zafer Köse sadece bir depremi değil, toplumsal ve
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ