Hayatı boyunca hiç oyuncağı olmamış bir çocuğun öyküsüdür Gülibik. Çetin Öner?in o sizi sarıp sarmalayıveren, sevecen dilinden, bir çocuğun yoksulluğunu ve bu yoksulluk içinde Ali?nin, Gülibik adını verdiği horozuyla kurduğu dünyayı okuruz.
Hayatımızın ta içindendir Gülibik, gür sesiyle hep gözardı edilen yığınların yoksulluğunu , bir çocuğun hayatı üzerinden o kadar güzel anlatır ki, ne zaman yoksul bir çocuk görsem, Gülibik?i hatırlarım.
?Unutkanlar?a inat, biz tüm olanı biteni olduğu gibi, dünyanın tüm yoksul çocuklarını anımsıyoruz ve anımsayacağız. Ne de olsa yalnızca: mutlu azınlığı gören ve hatta bu azınlığın yaşamlarını, biz çoğunluğa, ?imrendirerek? gösterip bizim de bu azınlığa katılarak kurtulacağımızı(!) sürekli olarak yineleyen bir medyamız var. En büyük ihtiyacımız (!)olan dizi, magazin ve kadın programları açığımızı medyamız zaten kapatıyor. Biraz da başka şeylerden konuşalım, değil mi?
Sıra artık ?onlara? geldi: o, doğumu gibi ölümü de anımsanmayan, ?hiçbir şeyden yapılmamış insanlar?a:
Maden ocaklarında ve tersanelerde sözü bile edilmeyecek paralar tutan güvenlik önlemleri alınmadığı için ölen, dersane ücretini veya okul harcını ödeyemediği için intihar eden, hiçbir sosyal güvencesi olmadan kendini unuturcasına çalışan, kendilerine biçilen hayatı sırtlanan insanlara..
Çocuğunun parçalarını toplayan anne babalara..
Ve tabii çocuk işçilere!
Örneğin, 6 Kasım günü Viranşehir?de, abiisiyle birlikte çöp toplarken iş makinesi altında hayatını yitiren çocuk işçi Hüseyin Seyrek?e.
Neydi Hüseyin Seyrek?in hikayesi?
Hüseyin, Viranşehir?de kıt kanaat geçinen bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. Abiisiyle birlikte, evin geçimine yardımcı olmak için çöplerden, özellikle demir ve madeni eşya topluyordu. Abiisi ,Hüseyin?in kendisinden uzaklaştığının farkına varmadan çalışmaya devam etti. Çöpten hayat yaratmak kolay değildi. Bir zaman sonra farketti ki, Hüseyin yanında değil. Hüseyin?i bulduğunda ise artık çok geçti.
Elbette yaşanan, bu kadar basit ve bir çırpıda anlatılabilir değil. Gerçek öylesine üzücü ve derin ki: hayata karşı en meraklı ve istekli zamanında Hüseyin?in neden çalışmak zorunda kaldığına mı; yaşayabileceği onca şey varken kısacık hayatının, çalışırken sonlandığına mı, Hüseyin gibi nice çocuk olduğuna mı ve bu şartlarda nicelerinin olacağına mı üzülmek gerek, bilemiyor insan.
En çok da tüm bu olanların, önemsiz şeylermiş ya da hiç yaşanmamış gibi unutuluşları, bu kadar haksızlığa, büyük bir haksızlık daha eklenmesi, acıtıcı ve isyan ettirici.. O halde yapılması gerekenin, dilimiz döndüğünce, bu tür olayların yaşanmadığı bir hayatı yaratabileceğimizi anımsamak ve anımsatmak olduğu tüm kesinliğiyle karşımızda beliriyor.
Anımsatmaktan kastettiğim ise, bilinen ama giderek silikleşen bir bilgiyi hatırlayıp yinelemek, bir anlamda tekrar üretmektir. Bu durumda, geçiştirilen ya da manipüle edilen verilerin, ?unutturulanın? akılda kalacak bir çarpıcılıkla göz önüne serilmesidir. Anımsatmak, bu anlamıyla siyasal bir eylemdir.
Gününün büyük çoğunluğunu çalışarak geçirip zamanının kalanını, hayat gailesiyle gelen türlü dertleri çözmeye çabalamakla harcayan, gün boyu özellikle internetin etkisiyle yaşanan sonsuz bilgi kirliliğine maruz kalan çağımız insanına, yaşananların kendi hikayesi olduğunu ve başka bir yaşamın kimilerinin iddia ettiği gibi imkansız olmadığını anımsatmak, bugün en önemli siyasal etkinliktir.
Sözün özü: temel haklarımızın sağlandığı ve bunun güveniyle ?gerektiği kadar çalışıp? geriye kalan zamanı dileğimizce geçireceğimiz, dinleneceğimiz, gezip, okuyup, çocuklarımızla vakit geçirebileceğimiz bir hayatı kurmak için verdiğimiz sınıf mücadelesinin temel direği , anımsamak ve anımsatmak , sözü, toplumsal hafızayı sürekli anımsatma içerisinde çoğaltarak kurmak ve korumaktır.
Dolayısıyla sosyalist solun ve özellikle sosyalist aydının, ?anımsatması ?ve toplumsal hafızayı çok çeşitli biçimlerde yeniden üretmesi? , zorunludur.
Bu noktada, insan psikolojisi üzerindeki etkisinden ve anlatım gücünden dolayı sanatın ve sanatın ?hatırlatıcılığının? üzerinde durmak gerekiyor. Çoğunlukla içi boş, kof popüler kültür ürünlerinin kuşattığı ülkemizin, politikleşen iklimin çıktısı olarak soran, sorgulayan, farklı bir sanat dilini, önceki yıllara oranla daha fazla benimsediğini görüyoruz.
Grup Yorum?un 25. yıl konserine gösterilen ilgi; Bandista, Düşbaz vb gibi müzik gruplarının ortaya çıkması ve albümlerinin aldığı tepki, çekilen politik filmlerin çoğalması ,sol hareketlerin tarihini anlatan videoların izlenme oranı vb. şeyler, söylediklerimi destekleyen örneklerdir.
Ali Ağaoğlu, Mustafa Koç, Ahmet Çalık?ın veya bu kişilerin çocuklarıyla Ömer Çetin, Erhan Aba, Mustafa Y. ve adını sayamadığımız diğer çocuk işçilerin hayatları arasındaki farkın, şanssızlık ya da tembellikten değil; sınıflı bir toplumsal sistemden kaynaklandığını ;olmuş/ olmakta olan bütün olaylar ve olguları hatırlatacak, apaçık gözler önüne serecek; yani,asıl anlatılması gerekeni: anlatılmayan-unutturulan tarihimizi gösterecek yeni şarkılar, yeni filmler, yeni şiirler/ öyküler, bu anlamda en az siyaset kadar hatta belki insanları etkilemesi bakımından daha da hayati bir önem taşıyor;sanat, insanı derinden kavrayan bir etkinlik olarak , sosyalist mücadelede ağırlığını hiç olmadığı kadar hissettiriyor.
Elbette ki sanat, yalnızca tarihsel işlevi olan, anımsatma üzerinden tanımlanacak bir üretme durumu değildir; sanatı tartışmak, bir başka yazının konusu olabilir. Söylemek istediğim şey, Tekel işçilerinin direnişiyle birlikte üzerindeki ölü toprağını yavaş yavaş üstünden atan sosyalist mücadele pratiğimizde, sanatın hiç olmadığı kadar etkili olduğudur. Varlığı-yokluğu bir hayatları ?cana getirecek? olan en çarpıcı söz, sanatın söylediğidir.
?Çocuklarını, beş parmağın beşi de bir değil? gibi bir anlayışla büyüten bu topraklar, toplumsal çelişkileri betimleyen, çoğalan sokak tiyatrolarıyla, devrim sonrası Türkiye?yi anlatan filmlerle, işçi şarkıları söyleyen politik müzik gruplarıyla.. birlikte, eşitliğin ne olup ne olmadığını, eşit bir dünyanın anlamını daha iyi kavrıyor. İnsanlığın evrensel değerlerinin, yalnızca ve ancak sınıfsız bir toplumda yaşanabileceğini görüyor. Kısacası Hüseyin ve arkadaşlarının, her gün okuduğumuz ve ertesi gün hatırlamadığımız ?satırlar? olmaktan çıkıp kardeşimiz, çocuğumuz, yeğenimiz gibi birer çocuk olduğunu hatırlıyor. Olanları kadere havale etmenin ya da toplumsal konulardan- başka bir deyişle bu işlerden- anlamamayı düşünmenin yanlışlığını; sosyalizmin, Türkiye?de kurulamayacağının bir dogma, kolaycılık, çözümsüzlük olduğunu farkediyor.
Ve bu sayede eşitsizliği ,çocuk işçileri yaratan sistem, her çocuğun, çocuk gibi yaşadığı bir dünyaya giden yolda hiç olmadığı kadar sarsılmaya başlıyor.
Tabii, sadece Ali?nin oyuncaksız kalmadığı değil, aynı zamanda okullarda yalnızca nehirlerin uzunluklarının, savaş tarihlerinin ezberletilmediği; bir horozu sevmenin de öğretildiği bir dünyaya giden yolda…
Ezgi Tanrıkulu
Kitabın Künyesi
Gülibik
Çetin Öner
Resimleyen: Orhan Peker
Can Yayınları / Çocuk Kitapları Dizisi
Baskı Tarihi: 1999
86 sayfa
Çoooooooooooooooooooooooooooooooooook müthiş bir yazı.Bayıldım.Herkez elindekilerin kıymetini bilmeli.Ben Çetin Öner’in Piyango ve Gülibik adlı kitaplarını okudum. Çok güzeldiiii.