‘Gülün Öteki Adı’: Bahçemizin solmayan gülleri

Mine Kırıkkanat “Gülün Öteki Adı” kitabında, kendini, İslam ve Hıristiyanlık gibi iki büyük İbrahimi dinin heterodoks yorumlarına dayandıran iki büyük mücadeleyi karşılaştırmalı olarak inceliyor. Kitabın alt başlığı gerekli ipucunu da veriyor; “Kathar şövalyelerinden Şeyh Bedreddin yiğitlerine…”

Ezilen sınıfların egemenler ve onların kurduğu ilişkilerle olan mücadelesi insanlık tarihi kadar eskidir ve çok farklı biçimlerle ortaya çıkmıştır. İnsan kendi tarihini bugüne getirene kadar düşünce dünyasını, doğayı ve toplumu algılama biçimini belirleyen farklı ideolojik etkilere maruz kaldı. Bu etkilerden biri de din oldu. Din, gerek insanın çevresini anlama ihtiyacına yanıt olarak, gerekse üstyapı ilişkileri içinde toplumsal yaşama nüfuz etme açısından çok güçlü bir kurumdu. Fakat insanı insan yapan dönüştürücü güç, kendisi dışındaki dünyaya müdahale edebilme yeteneği, eşitlik arayışına kanalize olduğunda hangi dönemde ya da hangi kılıkta olursa olsun karşımıza ilham veren mücadeleler çıkardı.

Mine Kırıkkanat “Gülün Öteki Adı” kitabında, kendini, İslam ve Hıristiyanlık gibi iki büyük İbrahimi dinin heterodoks yorumlarına dayandıran iki büyük mücadeleyi karşılaştırmalı olarak inceliyor. Kitabın alt başlığı gerekli ipucunu da veriyor; “Kathar şövalyelerinden Şeyh Bedreddin yiğitlerine…”

10. yüzyıldan başlayarak 14. yüzyıl başlarına kadar varlığını koruyan Katharlar ile 15. yüzyıl başında çözülen Bedreddin hareketi arasında organik bir bağı kanıtlama değil, coğrafi ve düşünsel benzerliği bulma çabasında Mine Kırıkkanat. Yunanca aslı saf, temiz anlamına gelen “Kathar”lar, daha öncesinde, Balkanlarda “tanrının dostları” anlamına gelen “Bogomil” adıyla anılıyor. Bogomillerin çıkış noktası olan Alaşehir (Philadelphia) yüzyıllar sonra, Osmanlı topraklarına katılmadan önce bir Türkmen beyliği olan Aydınoğulları’nın sınırları içinde kalacak ve Bedreddin yoldaşlarının ilk faaliyet alanı olacak. Bedreddin’in isyanı Balkanlar’da son bulacaktı ama ondan yüzyıllar önce benzer hülyalara sahip Kathar düşüncesi Orta Avrupa’ya kadar ulaşmıştı. Kitaptaki bu yoğun tarihsel bağlantı ve geçişkenliklerin takibi biraz zorluyor insanı.

İki akım da en büyük ortaklığa destekçileri ve karşıtlarında ulaşıyorlar. Nereye varırsa varsınlar, yoksulların ve emekçilerin desteğiyle, bağnazlığın ve servetin vahşetiyle karşılanıyorlar.

Mine Kırıkkanat, konuyu ele almadan önce çizdiği felsefi arka planda özellikle düalist evren anlayışına dikkat çekiyor. Bu anlayışın dinsel köklerini Maniheizme götüren yazar, Katharlara uzanan zincirin ilk halkası olarak İranlı Mani’yi gösteriyor. Hem Doğu hem Batı’da ilerleyen Maniheizm, aynı düalist dünya görüşüne sahip olan ancak eşitlikçi bir toplum kurma ideali de taşıyan Bogomil-Katharlara, Balkan coğrafyasında ve Hıristiyanlık sentezi ile ulaşıyor. Sonraki tarihsel halkayı oluşturan Bedreddin ise düalizmle olmasa bile, eşitlikçi görüşleri sayesinde halkı ile bağdaşabileceği aynı bölgeyi, Balkanları mesken tutuyor. Kitapta da belirtildiği üzere, Bedreddin’den yaklaşık 150 yıl önce, İlhanlı baskısı nedeniyle bazı Türklerin Balkanlara yerleştirildiği ve Sarı Saltık’ın burada faaliyet gösterdiği unutulmamalı. Türkler tarih boyunca İslam ortodoksisine karşı, İslam kökenli İsmaililik, Bektaşilik, Kızılbaşlık gibi batıni yorumlara ilgi duymuş, açık olmuşlardır.

Yazarın bahsettiği Kathar şövalyeleri, Bogomillerin mirasçıları olarak 12. yüzyılda Fransa’nın güneyinde sahneye çıkıyorlar. O dönemki adıyla Oksitanya bölgesinde yoğunlaşan Kathar nüfusu, papalıktan sadece dinsel görüşleri ile değil, ekonomik ve toplumsal yaşantıları ile de ayrılıyor. Dönemin toplumsal koşullarına da değinen Mine Kırıkkanat, kiliseyi “halkın sırtına yapışmış bir sülük” olarak nitelerken, Katharların yaşam biçimlerinin özgür ve nitelikli oluşunu vurguluyor. Kathar toplulukları genellikle köylüler ve zanaatkârlardan oluşmuş ancak bu inanca dahil olan soylular, tüccarlar da var. Bunlar Kathar olmadan önceki kazançlarını ortak kasaya bırakıyor ve emekçi topluluğun kurallarına tabi oluyorlar. Bedreddin ve yoldaşları gibi Katharlar da özel mülkiyet karşıtı, doğadan elde edilen tüm zenginlik eşit olarak paylaşılıyor. Dini görevliler, Roma Kilisesi gibi soygunculuk yapmıyor, vergi toplamıyor. Kadın, erkek eşitliğini gözeten Katharlar, çocuklarını da vaftiz etmiyorlar. Onlara göre din, aileden çocuğa geçen bir miras değil, bireyin bilinçli olarak seçtiği bir inanış olmalı. Bu nedenle çocuklar ergenlik çağına geldiklerinde eğer kendileri seçerlerse Kathar topluluğuna dahil oluyorlar. Yani inanç/inançsızlık özgürlüğü açısından günümüzden daha ileriler. Ayrıca günah çıkarma da dahil papazların tüm görevlerini ve ayin törenlerini yok sayıyorlar. Tek kutsal ayinleri var, “son teselli duası” yani ölmekte olan bir insana edilen veda… Kendi din görevlilerini “kusursuzlar” olarak adlandırıyorlar. Kusursuzlar cinsellikten ve şiddetten uzak durması gereken kadın ve erkeklerden oluşuyor. Ölüm cezasına kesinlikle karşı olan Katharlarda, bir kişiyi öldüren, kalan hayatını “kusursuz” olarak geçirmek zorunda. Bedreddin gibi Katharlar da kıyamete, cennet ve cehenneme inanmıyorlar. İki akım da kutsal kitapların öte dünyada gösterdikleri cenneti yeryüzünde kurmaya çalışıyorlar.

Burada bir parantez açmakta yarar var. Günümüzde de bu radikallikten eser olmasa da benzer iddialarla ortaya çıkan hareketler var. Ortaçağın eşitlikçi hareketlerini günümüzün antikapitalist Müslümanlığıyla bağdaştırmamak gerek. İlk olarak, Mine Kırıkkanat’ın ele aldığı akımlar için ya da Engels’in “Köylüler Savaşı”nda portresini çizdiği Thomas Müntzer için belirttiği gibi, bu hareketlerin öncüleri -tarihsel zorunluluklar nedeniyle- pratikte her ne kadar kendilerini dini bir zeminde tarif etseler de din dışıdırlar. Üç akım da en net şekilde cennet-cehennem inancını reddetmiştir. İktisadi ve dinsel sömürü feodalizm nasıl yekvücut olduysa, muhalefet de aynı bileşiklikle ilerler. Yine “Köylüler Savaşı”nda, Müntzer şahsında bu durum şöyle açıklanır; “[Müntzer’in]…tanrıbilimi, çağın dinsel görüşlerini ne kadar aşıyorduysa, o da var olan toplumsal ve siyasal ilişkileri öyle aşıyordu”. İkincisi, “antikapitalist Müslümanlar” bugünün baskı ve sömürüsünü anakronik bir yorumla burjuvazinin reform, aydınlanma, cumhuriyet gibi ilerici atılımlarının üzerine yıkıp, aynı baskı ve sömürünün farklı şekillerde üretildiği pre-modern ilişkileri mistik bir şekilde sunuyorlar. “Komünist Parti Manifestosu”nun “Feodal Sosyalizm” bölümünde vurgulandığı gibi: “Hıristiyan sosyalizmi; aristokratın öfkesine papazın serptiği vaftiz suyudur yalnızca”.

Kitaba dönersek, sonuçta ne oluyor? Mine Kırıkkanat kitabın bir bölümünü şöyle adlandırmış, yeterince açıklayıcı; “Doğu’da Osmanlı İlmeği, Batı’da Engizisyon Ateşi”.

Taraftarlarının Anadolu’daki, kendisinin de Balkanlar’daki direnişi mağlubiyetle sonuçlanmış, ulemanın fetvasıyla Serez’de asılmıştır Bedreddin. Nazım’ın dizelerinde “Mademki bu kerre mağlubuz…” demiştir. Katharlar da benzer şekilde Haçlı ordusuyla savaşıyor ve karşılarında engizisyon adaletsizliğini buluyorlar. Son direniş kalesi olarak Montsegur’a sığınıyorlar. Katharların Alamut’u oluyor kale. Sarp bir dağın tepesindeki kaleyi Haçlı ordusu teslim alamıyor. Ama umut yok. 200 Kathar’ın olduğu kaleyi 10000 askerle kuşatmış Haçlılar. Teslim oluyor Katharlar, eğer dinlerinden döndüklerini söylerlerse affedilme imkanıyla… Fakat hiçbiri bunu yapmıyor, infaz günü geldiğinde tümü engizisyonun hazırladığı ateşe yürüyor. Bir tanesinin dahi yolundan dönmemesinin verdiği telaşla Haçlı piskoposu sesleniyor, “bir kez daha düşünün” Kusursuzlardan biri yanıtlıyor, “ biz hepimiz kardeştik”

Farklı milliyet ve inanışlardan insanları bir araya getiren, ortaçağ dünyasının imkan verdiği kadarıyla ilerici olan bu hareketlerin iki büyük şanssızlığı vardı. Sınıfsız toplum ütopyasından, bilimsel bir zorunluluk “yaratan” rehberden ve onu hayata geçirecek sınıftan mahrum olmaları. Nazım’ın Şeyh Bedreddin Destanı’nda “önünde kafamla eğilirim” dediği, “tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu”…

Mine Kırıkkanat’ın bu karşılaştırmalı tarih incelemesi birçok disiplinden bilginin paylaşıldığı doyurucu bir kitap… “Gülün Öteki Adı” ile Bedreddin hareketi ve Katharlar arasındaki coğrafi ve düşünsel bağlar gün yüzüne çıkarılıyor, tarihsel gelişimleri ve uğrakları ile ele alınıyor. İki akımın da dinsel öncüllerinin, kökenlerinin araştırılıp derinleştirilmesi, egemen dini akımlarla kurdukları gerilimli ilişki ya da yaşadıkları sınır ihlalleri, kopuşlar da yer alıyor kitapta. Bu yönüyle antropolojik bir bakış da var her iki akıma da. Zaten birçok bilimsel kitaba da referans kaynağı olduğu belirtiliyor. Daha önemlisi, her satırında, baskı, bağnazlık ve sömürünün karşısında hangi biçimde olursa olursun dimdik duran eşitlik ve özgürlük mücadelesi var.

Nâzım’ın dizesinde “bu kerre mağlubuz” demişti Bedreddin, aynı yoldan yürüyecek olanları bilerek ve bir gün galip geleceklerini umut ederek.

Emre Fidan

Gülün Öteki Adı, Mine Kırıkkanat, Kırmızı Kedi, 2014, 120 sayfa

(Kaynak: 19.09.2014, http://ilerihaber.org/ )

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir