Güvenlik Şiddet ve Savaş – Mark Neocleous

Kitap, güvenlik, şiddet, savaş ve devlet arasındaki bağları tartışırken, güvenlik arzusunun bizi götüreceği yeri göstermekle kalmıyor, aynı zamanda liberal tezleri yeniden üretmekle temelde hangi alanı terk ettiğimizi de ısrarla vurguluyor: liberal ideoloji ekseninde güvenliği inşa etmeye çalışan devletin ve sermayenin eleştirisi. Güvenlik, Şiddet ve Savaş, bir taraftan sosyal güvenlik ile ulusal güvenlik, sermayenin güvenliği ile siyasal kuramın gelişimi arasındaki tarihsel bağları ele alırken, diğer taraftan da güvenlik kavramı ile olağanüstü hal ilanı, liberal siyasal kuram, savaş ve uluslararası hukuk arasındaki kuramsal bağları tartışıyor. Neocleous?un kitabı, yukarıda değindiğimiz tabiiyet ilişkisinin farklı labirentlerinde bizlere yön gösterir ve güvenlik endüstrisinin günümüzdeki yükselişini değerlendirirken, bu labirentleri birbirine bağlayan düğüm noktalarında savaş, şiddet ve anti-siyasetin nasıl iç içe geçtiğini ve bu eklemlenmenin kendisini nasıl hem toplumsal ilişkilerin dokusuna hem de kuramsal değerlendirmelere ustaca yerleştirdiğini anlatıyor.

Güvenliğin eleştirisi üzerine – Onur Kartal
(24.11.2012 tarihli BirGün Kitap)
Mark Neocleous?un, güvenlik, şiddet, savaş ve olağanüstü hal temaları etrafında, hem Marksist siyasal iktisada hem de Foucaultcu iktidar analizlerine yaslanarak kaleme almış olduğu makalelerin bir derlemesi olan Güvenlik, Şiddet ve Savaş?ın bizce diğer birçokları arasından öne çıkan iki nedenle oldukça önemli referans noktaları sunduğunu söyleyebiliriz: Bunlardan ilki, özgürlükle güvenlik arasındaki denge mitini değerden düşürerek, liberal siyaset söyleminin kırıntılarından özgür bir dünya inşa etmenin peşine düşenlerin her seferinde neden duvara çarptıklarına tatmin edici bir yanıt sunması; ikincisiyse hukukun askıya alınması üzerinde yükselen olağanüstü hal kuramlarının, hukuka içsel olan baskı ve şiddet mantığını, hukukun sınıfsal tahakkümle yoğrulan hamurunu göz ardı ederek ?hukukun üstünlüğü? masalına olan inancın pekişmesine nasıl hizmet ettiklerini gözler önüne sermesi.

ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK DENGESİ
İlk husustan başlayalım ve Neocleous?un, güvenlik arayışı içindeki devletlerin, vatandaşlarının özgürlüklerini sürekli sınırlaması gerektiği ve ?demokratik toplum?un ancak özgürlük ve güvenlik arasında kurulacak doğru dengenin arayışı içinde olduğu şeklindeki yaygın kanıyı, eleştirisinin merkezine oturttuğunu belirtelim. Neocleous, bu dengenin bir yanına diğer yanından daha fazla ağırlık vermek yönündeki çabaların değil, bu denge mitinin doğrudan ve toptan bir reddinin peşinde. Zira ona göre bu denge etrafında dönüp dolaşan her argüman, diğer birçok işlevinin yanı sıra devletin bir güvenlik aygıtı olarak da tasdik edilmesine ve bu tasdik üzerinden en temel özgürlükleri hedef alan sınırlandırmaların dahi meşru görülmesine kapı araladığı gibi, liberal dil evreninin de sınırları içine hapsolmak zorundadır. Diğer taraftan ve belki de daha önemlisi Neocleous, özgürlük ve güvenlik arasındaki doğru denge arayışının ?liberalizmin gerçek tarihinin bir kısmını belirsizleştirdiği?, asıl temasının güvenlik olduğu hakikatini hasıraltı ettiği ve yegâne kaygısının özgürlük olduğu gibi bir yanılsama yarattığı kanısındadır. Kuşkusuz, liberalizme, özgürlüğün yanında güvenliğin karşısında bir rol veren senaryo, gücünü tarihsel mirasından almaktadır. Güvenliğin filozofu Hobbes?a karşı Locke, ?özgürlüğün keyfi iktidar taleplerine karşı korunduğu bir siyasi duruş?un adı olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte Neocleous, bu senaryoyu reddederken önce Hükümet Üzerine İki İnceleme?nin ayrıntılı bir okumasıyla Locke?un özgürlüğün değil tam aksine güvenliğin önceliğini esas alan liberal bir söyleme hayat verdiğini, bu konuda da yalnız olmadığını, liberal geleneğin Baron de Montesquieu ve Adam Smith gibi kurucu isimlerinin de bahsi geçen dengeyi güvenlikten yana bozduklarını iddia eder. Ardından da güvenliğin eleştirisinin bu ?denge? oyununa katılmayı değil, güvenlikçi söylemin kökten reddedilmesine dayanan radikal bir meydan okumayı gerektirdiğini savunur. Söze güvenlikle özgürlüğü dengelemekle başlayan her tartışma, yalnızca özgürlükten ziyade güvenliğe olan bağlılığın üzerini örttüğü için değil, aynı zamanda güvenliğin ideolojik olarak devlet lehine aşırı yüklenmiş olması sebebiyle terk edilmelidir. Liberalizmin güvenlik söyleminin rüzgârına kapılmak, ??daha çok güvenlik? talep etmek (bir yandan da bu artan güvenliğin özgürlüklerimize zarar vermemesini dilemek) çağdaş siyasetteki otoriter eğilimlere karşı gerçek alternatifler oluşturma imkânına kendimizi körleştirmektir? (s. 46).

HUKUKUN ASKIYA ALINIŞI
Yazının başında dile getirdiğimiz ikinci husus da yine Neocleous?un günümüz siyaset kuramının kemikleşmiş kanılarından birini hedef alıyor: Kalıcı olağanüstü hal fikri. Özellikle 9/11 sonrası ABD?nin ulusaşırı ?hukuk-dışı? savaş politikalarının temelinde yatan mantığı açıklamak için kendisine gönderme yapılan fikir, bizlerin de fazlasıyla aşina olduğu üzere çoğunlukla Giorgio Agamben ve onun da siyaset kuramında çok şey borçlu olduğu Walter Benjamin ve Carl Schmitt etrafında ele alınmakta. Ancak Neocleous?un bu fikir etrafında dönen tartışmaları temelden sarsacak eleştirileri olduğunu söylememiz gerekir. Neocleous ilk elden olağanüstü hal durumuna yakın zamanlarda geçtiğimiz savının naif olduğunu, mevcut siyasal ve hukuksal konjonktürün daha önceki zamanlardan bir farklılık arz etmediğini ileri sürerek, olağanüstü hal durumunun ?olağanüstü? bir gelişme olarak okunmasına karşı çıkıyor. Diğer yandan sıkıyönetim hukukunun eleştirel bir soykütüğünün, kapitalist devletlerde yönetimin doğasına ışık tutması bakımından elzem olduğunu ileri sürerek, sıkıyönetim hukukunun liberalleşme sürecine, pratiklerinin liberal terimlerle rahatlıkla savunulabileceğine, olağanüstü hal yetkilerinin bu pratiklerin uygulanmasındaki yeni hukuksal formlara karşılık geldiğine dikkat çekiyor ve ekliyor: ?Eğer samimi olarak güvenlik politikalarına radikal alternatifler arıyorsak, olağan/olağanüstü hal paradigmasının ötesine bakmamız gerekecektir? (s. 165). Olağanüstü yetkilerin bu perspektiften hareketle yeniden okunması, bir yandan bu yetkilerin siyasal iktisadi değerlendirmesine kapı açarak devlet aygıtının güvenlik mantığının sermayeyle ve sınıf tahakkümüyle ilişkisinin irdelenmesine imkân sağladığı gibi, olağanüstü halin askeri çatışmaların ötesinde, ?barış? zamanlarında ve gündelik toplumsal yaşamda hangi suretlere büründüğünü belirleme fırsatı sunuyor. Tüm bunların ötesinde Neocleous, olağanüstü yetkilerin, hukukun askıya alınması bakımından eleştiriye tabi tutulmasının ardında hukuku ve şiddeti bir karşıtlık olarak konumlandırma ve hukukun olağan işleyişini idealleştirme tehlikesinin yattığına işaret ederek, olağanı olağanüstü halden, hukuku hukukdışı olandan kesin çizgilerle ayıran kuramsal çözümlemelerin derin çatlaklarını ve bu duvarlardan sızan liberal tutumu gün yüzüne çıkarıyor ve yeni bir hareket noktası olarak ?şiddetle baş edebilmek için hukuku nasıl geri getirebiliriz?? sorusunu ?hukuk nasıl oluyor da olağanüstü hal önlemlerinin başarılı olmasına izin veriyor?? sorusuyla ikame ediyor.

Elbette Neocleous?un Güvenlik, Şiddet ve Savaş boyunca yürüttüğü tartışmaları bu kadarıyla sınırlandırmamız mümkün değil. Bu nedenle son noktayı koyarken yapıtın, güvenliğin metalaşmasından ahlakileşmesine, ulusal ve uluslararası boyutları itibariyle savaş ve şiddetle olan ilişkisine dair söyledikleriyle pek çok ufuk açıcı tartışmaya gebe olduğunu, daha derinlemesine bir çözümlemeyi fazlasıyla hak ettiğini söyleyelim.

Kitabın Künyesi
Güvenlik Şiddet ve Savaş
Mark Neocleous
Dipnot Yayınları
Çeviren : Gül Çorbacıoğlu, Ersin Embel
İstanbul, Kasım 2012
316 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir