Güzelin Algılanışı Neden Bizi Mutlu Eder? – Arthur Schopenhauer

Güzelin Algılanışı Neden Bizi Mutlu Eder?
Başeserimde (Piaton’un) idealar öğretisini ve onunla ilişkili olan şeyi, yani saf bilme öznesini yeteri kadar ayrıntılı olarak ele aldığım için, bunun bu anlamda benden önce hiçbir surette ele alınmamış bir değerlendirme olduğu zihnimdeki yerini korumamış olsaydı, burada ona bir kez daha geri dönmeyi gereksiz bulurdum. Bu sebepten ötürü eğer herhangi bir meselenin getirilecek açıklamalarla aydınlığa kavuşturulabilme ve böylece hoş karşılanma ihtimali varsa geri bırakılmaması daha iyidir. Bu çerçeve içerisinde doğal olarak okurun daha önceki tartışmalara aşina olduğunu varsayıyorum.

Güzel metafiziğinin gerçek meselesi şu soruyla gayet basit-bir şekilde ifade edilebilir: Bir obje irademizle herhangi bir ilgi/ilişki içinde olmaksızın bizi nasıl tatmin edebilir ve ondan nasıl haz duyabiliriz?

Nitekim herkes bir şeyin verdiği haz ve tatminin gerçekte ancak irademizle, ya da alışkın olduğumuz bir anlatımla ifade edecek olursak hedeflerimizle ilişkisinden kaynaklanabileceğini hisseder, dolayısıyla (irademizi harekete geçirip) bizi heyecanlandırmayan haz bir çelişki gibi görünür. Ancak güzel bu vasfıyla, kişisel hedeflerimizle ve dolayısıyla irademizle herhangi bir ilişki içinde olmaksızın gayet açık biçimde bize keyif ve haz verir.

(Bu muammaya benim önerdiğim) çözüm şuydu: Güzelde biz her zaman canlı ve cansız doğanın temel ve asli biçimlerini, dolayısıyla Platon’un idealarını kavrarız ve bu kavrayışın içinde onun koşulu olarak bu biçimlerin mütekabili, iradeden bağımsız bilme öznesi, bir başka ifadeyle, amaçları ve tasarıları olmayan bir saf akıl vardır. Bir estetik kavrayış gerçekleştiğinde irade onunla birlikte bilinçten bütünüyle kaybolur. Ama bütün kederlerimizin ve ıstıraplarımızın kaynağı tek başına odur. Güzelin kavramşma eşlik eden tatmin ve hazzın kökeni budur. Bu sebepten ötürüdür ki o ıstırabı mümkün kılan şeyin bütünüyle ortadan kalkmasına dayanır. Eğer o zaman hazzın mümküniyetinin de ortadan kalkacağı yolunda bir itiraz gelecek olursa, hep açıkladığım üzere burada da yinelemeliyim: Mutluluk yahut tatminin menfi bir tabiatı vardır, yani sadece bir ıstırabın sona ermesine dayanır, oysa acı ve ıstırap müspet bir şeydir, bu akıldan çıkarılmamalı dır. Her türlü istemenin bilinçten çıkmasıyla birlikte geriye haz durumu kalır; diğer bir deyişle geriye kalan her türlü ıstırabın hatta onun ihtimalinin bile yokluğudur. Çünkü böylece birey sadece bilen ve bundan böyle istemeyen bir özneye dönüşür; ancak o yine de tam bu şekilde kendinin ve etkinliğinin bilincinde kalır. Bildiğimiz gibi, irade/isteme olarak dünya ilk dünya (ordine prior), tasavvurjtasarım olarak dünya ikinci dünyadır ( ordine posterior). Ilki şiddetli arzulamanın, dolayısıyla ıstırabın ve bin türlü elemin dünyasıdır. Halbuki ikincisi esas itibariyle kendinde acısızdır; ayrıca görülmeye değer. bütünüyle anlamlı, en azından eğlendirici bir manzara içerir. (Bu manzaranın} verdiği zevk estetik hazzı2 oluşturur. Saf bilme öznesi olmak demek kendinden geçmek demektir;3 fakat çoğunlukla insanlar bunu yapamadıkları için şeylerin safi nesnel kavranışına-ki sanatçının yeteneğini ve meziyetini oluşturan budur-muktedir değillerdir.

Ne var ki bireysel irade bir an için kendisine tahsis edilmiş olan tasarım gücünü serbest bıraksın ve varoluşunun sebebi olan hizmetten muaf tutsun, böylece bu güç yegane doğal teması ve dolayısıyla düzenli işi olan iradeye veya o kişiye ilgisini terk etsin, ama enerjik biçimde etkin olmaktan ve sezgisel olarak kavramlabilir olanı açıkça ve neredeyse vecit halindeki bir dikkatle kavramaktan kesilmesin, işte o zaman bu güç derhal bütünüyle nesnel hale gelecek, bir başka deyişle, nesnelerin gerçek aynası, veya daha doğrusu söz konusu nesnelerde kendisini gösteren iradenin nesnelleşmesinin aracı olacaktır. İradenin en derin özü şimdi, sezgisel kavrayış ne kadar uzun sürerse, bu derin özü bütünüyle tüketineeye kadar, tasarım gücünde daha tam olarak ortaya çıkacaktır. Saf özneyle birlikte saf nesne, bir başka deyişle, sezgisel biçimde kavranılan nesnede beliren iradenin kusursuz tezahürü ancak böyle ortaya çıkar; bu tezahür tam da onun (Platonik) ideasıdır. Fakat böyle bir ideanın kavranması bir nesneyi düşünürken onun zaman ve mekan içindeki konumunu, dolayısıyla onun bireyselliğini göz ardı etmemi gerektirir. Çünkü her zaman nedenselIlk yasasıyla belirlenen ve bu nesneyi bir birey olarak benimle bir ilişkiye sokan bu konumdur. Bu yüzden ancak bu konum bir kenara bırakıldığında nesne idea haline gelir ve aynı zamanda ben de saf bilme öznesi olurum. Dolayısıyla her resim gelip geçici anı sonsuza dek sabitleyip onu zamandan koparmak suretiyle bize zaten şu veya bu münferİt şeyi değiL fakat kalıcı olan ve her türlü değişim içinde hep aynı kalan ideayı sunar. Fakat özne ve nesnede talep edilen bu değişim sadece bilgi melekesinin asli köleliğinden (koparılarak) serbest kılınmasını ve bütünüyle kendisine bırakılınasını değil. fakat ayrıca, her ne kadar etkinliğinin doğal mahmuzu, iradenin dürtüsü şimdi eksik olsa da, bütün enerjisiyle etkin kalmasını gerekli kılar. Güçlük buradadır ve bunun bu kadar seyrek rastlanan bir şey olmasının sebebi de burada yatar. Çünkü bütün düşüncelerimiz ve özlemlerimiz, bilumum görme ve işitmemiz doğal olarak her zaman bizim sayısız büyük küçük hedeflerimizin doğrudan veya dolaylı hizmetindedir. Dolayısıyla bilgi melekemizi işlevini yerine getirmeye zorlayan iradedir ve eğer böyle bir dürtü olmasaydı bu meleke hemen yorulup zayınardı. Ayrıca bu dürtü sayesinde elde edilen bilgi pratik hayat için, hatta şeylerin gerçek ve hakiki iç özüne değil, her zaman sadece onlar arasındaki ilişkilere yönelen özel bilim dalları için de mükemmelen uygun ve yeterlidir; ve bu sebepten ötürüdür ki onların bütün bilgisi yeter sebep ilkesinin kılavuz çizgisinde ilerler, ilişkilerin bu unsurunu esas alır. Dolayısıyla sebep ve sonuç ya da illetler ve istidlaller4 bilgisinin söz konusu olduğu her yerde ve dolayısıyla doğabilimi ve matematiğin bütün dallarında, ayrıca tarih, keşifler vb. alanlarda araştırılan bilgi iradenin bir amacı olmalıdır ve o ne kadar büyük bir istekle bunun peşinde koşarsa hedefe o kadar çabuk ulaşılacaktır. Benzer şekilde devlet işlerinde, savaşta, ticari veya mali meselelerde, dolap ve dalaverenin her türünde vb. irade her şeyden evvel arzulamasının hararetiyle zekayı bütün gücünü kullanmaya ve böylece söz konusu meselenin illet ve istidlallerinin tümü için en uygun hal çaresini bulmaya zorlamalıdır. Doğrusu iradenin mahmuzunun burada belli bir zekayı güçlerinin olağan seviyesinin ötesine taşıyabilmesi şaşırtıcıdır. Dolayısıyla bu tür şeylerde kalburüstü başarıların tümü için, sadece keskin veya parlak bir zeka değiL ama aynı zamanda güçlü bir irade de gereklidir. Bunun için iradenin zekayı ilk başta yorucu bir çabaya ve durup dinlenmeyen bir etkinliğe sürüklernesi gerekir. Bunlar olmaksızın bu tür başarılar ortaya konulamaz.

Ama şeylerin (Piaton’un sözünü ettiği) idealarını oluşturan ve güzel sanatlarda her muvaffakiyetin temeli olması gereken nesnel kökensel özünün kavranması söz konusu olduğunda durum tamamen farklıdır. Dolayısıyla orada böylesine gerekli hatta vazgeçilmez olan irade burada bütünüyle bir kenara bırakılmalıdır. Çünkü burada faydası olan tek şeyi zeka kendi başına ve kendi imkanlarıyla gerçekleştirir ve gönüllü bir hediye olarak sunar. Burada her şey kendiliğinden olmalıdır; bilgi tasariamadan faal hale gelmeli ve dolayısıyla iradesiz olmalıdır. Çünkü şeylerin (Piaton’un sözünü ettiği) idealarının kavrandığı saf nesnel sezgisel kavrayış ancak kişinin bireyselliğiyle birlikte iradesinin ve onun hedeflerinin bütünüyle ortadan kalktığı saf bilme durumunda ortaya çıkabilir. Fakat bu her zaman kavramı öneeleyen bir kavrayış, yani ilk ve her zaman sezgisel bilgi olmalıdır. Bu daha sonra hakiki bir sanat eserinin, bir şiirin ve hatta esaslı bir felsefi temellendirmenin gerçek malzemesini ve çekirdeğjni, deyiş yerinde ise ruhunu oluşturur. Dehanın eserlerinde her zaman gözlemlenen bu dolayımsız, tasarlamasız ve hatta kısmen bilinçsiz ve içgüdüsel unsur tam da ilk sanatsal bilginin iradeden bütünüyle ayrı, bağımsız, iradesiz bir bilgi olmasının bir sonucudur. Ve irade insanın kendisi olduğundan böyle bir bilgiyi ondan farklı bir varlığa, dehaya atfediyoruz. Bu tür bir bilginin kılavuz çizgisi hep söylediğim gibi yeter neden ilkesi değildir ve dolayısıyla ilk türden bilginin karşıtıdır. Nesnelliği sayesinde deha düşünceli/dikkatliliğiyleS başkalarının görmediği her �?eyi görüp kavrar. Bu bir şair ya da bir ressam olarak ona tabiatı böylesine açık, hissedilir ve canlı bir şekilde tasvir veya tersim yeteneğini sunar.

Buna karşılık bilinenin iletilmesinin ve sunulmasının amaçlandığı yerde e,serin temsilijicrasıyla irade, sırf bir amaç var olduğu için, tekrar etkin hale gelebilir ve hatta gelmelidir de. Dolayısıyla burada yine egemen olan yeter sebep ilkesidir, sanatın araçları onun sayesinde amacına uygun biçimde yönelir. Nitekim ressam çiziminin doğruluğuna ve renklerin kullanılışma aldırmazlık edemez; şair de zihnindeki tasavvurun tertibine ve ardından ifade ve vezne kayıtsız kalamaz.

Fakat zeka iradeden çıktığı için kendisini beyin, dolayısıyla iradenin nesnelleşmesi olan bedenin bir parçası olarak sunar. Buna uygun olarak zeka köken itibariyle iradeye hizmet etmeye yükümlü olduğundan onun doğal etkinliği daha önce anlatılan türden bir etkinliktir. Bu durumda o bilgisinin yeter sebep ilkesiyle ifade edilen doğal formuna sadık kalır ve onu etkin hale getiren ve etkin halde tutan insandaki ilk ve asli unsur olan iradedir. Buna karşılık ikinci tür bilgi akıl için doğal olmayan sıradışı bir etkinliktir; ve buna uygun olarak onun koşulu, aklın ve onun nesnel fenomeninin, beynin organizmanın kalanına göre belirgin biçimde olağan dışı ve dolayısıyla çok ender karşılaşılan, iradenin hedeflerinin gerekli kıldığı ölçünün ötesinde fazlalığıdır. Aklın bu fazlalığı olağandışı olduğu için bundan kaynaklanan fenomenler zaman zaman çılgınlığı hatırlatır.

Şu halde bilgi burada kökeniyle, iradeyle bağlarını koparmakta ve onu terk etmektedir. Sırf iradeye hizmet etmek için ortaya çıkmış olan ve insanların neredeyse tümünde bu hizmeti sürdüren zeka, böyle bir kullanım ve onun sonuçları hayatlarını yuttuğu için, bütün özgür sanatlarda ve bilimlerde olağan dışı biçimde kullanılır, deyiş yerinde ise kötüye kullanılır; ve insan soyunun ilerlemesi ve saygınlığı bu kullanımda belirlenir. Bir başka durumda o iradeye karşı bile dönebilir ve kutsallığın tezahürlerinde iradeyi kökten ortadan kaldırabilir.

Bununla beraber, ilk ve asli bilgi olarak her sanatsal, şiirsel, hatta saf felsefi kavrayışın altında yatan dünyanın ve eşyanın bütünüyle nesnel kavranışı hem nesnel hem öznel sebeplerden ötürü gelip geçici bir kavrayıştan ibarettir. Bunun sebebi kısmen gerekli çaba ve dikkatin sürdürülememesi, kısmen de dünya ahvalinin bizim, Pythagoras’ın tarifine uygun bir filozof gibi edilgin ve kayıtsız seyirciler olarak kalmamıza izin vermemesidir. Tam tersine hayatın bu büyük kukla gösterisinde herkes rolünü oynamak zorundadır ve neredeyse her zaman kendisini bu oyuna bağlayan ve hareket halinde tutan ipi hisseder.

Arthur Schopenhauer
Güzelin Metafiziği
Sanatta ve Edebiyatta Güzel i n Sırları
Çeviren: Ahmet Aydoğan
Say Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir