Hanefi Yoldaş (Gizli Örgüt Nasıl Çökertilir?) – İsmail Saymaz

“O kitabı; emniyet içerisindeki cemaat örgütlenmesini ele alan “Haliç’te Yaşayan Simonlar”ı yazdığı tarihe kadar dindar kesimin ‘model polis’ şefiydi.

Gülen Cemaati’ne yakınlığıyla biliniyordu.
Ne olduysa, o kitaptan sonra oldu.
Ömrü sol örgütlerle mücadele ile geçen, bu uğurda adı işkenceciye çıkan Hanefi Avcı, birden bire Devrimci Karargâh adlı silahlı sol örgüte yardım etmek iddiasıyla tutuklandı. Ve ardından, eski makam odasından ses kasetleri çıktı.

Bu kavganın özü neydi?
Hanefi Avcı, Devrimci Karargâh ile hangi iddialar çerçevesinde ilişkilendirildi?
Telefonları, IMEI numarasıyla ve bir başka isimle dinlendi mi?
O kasetler odasından mı çıkmıştı?
Önce salıverilmesi istenildiği halde neden yedi gün sonra cezaevine konuldu?
Emniyet, Avcı’nın da takibe alındığını savcılıktan sakladı mı?
Avcı’nın savcılığa teslim ettiği ‘cemaat belgesinin’ akıbeti ne oldu?

MİT’in ve Emniyetin ‘imamı’ kim?
Kitabı hakkında Ergenekon soruşturması başlatıldı mı?
Neden 100 yıla kadar hapis isteniyor?
Açılan 13 ayrı davanın ve 13 idari soruşturmanın gerekçesi ne?

Devrimci Karargâh, nasıl bir örgüt?
Devlet, bu örgütün varlığını, ilk saldırısı ile aynı gün mü öğrendi?
Her köşe başında arandığı günlerde örgüt emniyetin 250 metre yakınında mıydı?
Üyesi olduğu iddia edilen örgütün adını, gözaltına alındıklarında öğrenenler kimlerdi?
Evlerinden tek bir silah bile çıkmadığı halde uçak kaçırmakla, yatları ve otomobilleri yakmakla itham edilen gençlerin asıl ‘suçu’ neydi?

Amirallerine suikastla itham edilen dört teğmenin bu örgütle bağı var mıydı?
Bir yasal parti ve iki yasal platform hangi ‘kanıtlarla’ çökertildi?
Devrimci Karargâh’ı Ergenekon mu kurdu?

Türkiye’yi sarsan Erzincan Davası’nın anlatıldığı ‘Postmodern Cihad’ın yazarı gazeteci İsmail Saymaz, bu soruların yanıtlarını aradı; Hanefi Avcı’yı ve Devrimci Karargâh Davası’nı kaleme aldı.

Basın Özgürlüğü Ödülü’ne hak kazanan İsmail Saymaz, yaklaşık 50 bin sayfayı bulan üç dava klasörünü, onlarca iddianameyi ve ek belgeyi inceledi; Türkiye’nin en garip sol örgüt davasını kitaplaştırdı.”
(Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Künyesi
Hanefi Yoldaş
(Gizli Örgüt Nasıl Çökertilir?)
İsmail Saymaz
Kapak Tasarımı: Semiha Şahin
Kalkedon Yayınları
Mart 2011,
320 sayfa

KİTABIN YAZARI İSMAİL SAYMAZ HAKKINDA BİLGİLENMENİZ İÇİN KENDİSİYLE YAPILAN SÖYLEŞİYİ YAYINLIYORUZ
Saymaz: Gazeteciler korku atmosferinde
(05.04.2010 tarihli haber.sol.org.tr)
Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz soL’a konuştu. Saymaz, gazetecilerin içinde bulundukları korku atmosferini, “gerçekten gazetecilik yapmak isteyen insanların sınır boylarında dolaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Varsa sözü bunun yüzde yirmisini söyleyen ya da onu sakınan bir gazeteci profili var” diye açıkladı.

?Gel de çık işin içinden? başlıklı haberiniz Metin Göktepe Jüri Özel Ödülü’ne layık bulundu. Nasıl değerlendiriyorsunuz, neler hissediyorsunuz?

İsmail Saymaz: Aslında ben Metin Göktepe’ye daha Eminönü gazetesinde muhabirken başvurmuştum. Bir fotoğraf göndermiştim, ödül vermemişlerdi tabii. Kötü bir fotoğraftı bugün düşününce. O zaman vermediler ama üzülmüştüm. Eminönü gazetesinde şey yapıyordum. O zaman Küçük Pazar’da eski yıkık evlerde yaşayanlar vardı. Eski yıkık evlerde kağıtçılar toplanır kalırdı. Orada bir göçük olmuştu mesela. O haberler dikkatimi çekerdi. Yine aynı tarihlerde, Kapalıçarşı’nın çöplerini Belediye almaz, başka bir, çeşitli çöp toplayan gruplar alır. Bir tür mafyatik gruplardı bunlar. Onlar dikkatimi çekerdi. Bizim gazete ekonomi gazetesiydi, esnaf gazetesiydi. Böylesi insan hikayelerine dair, aşağıdan haberlere dair hep bir merakım vardı. Bunun karşılığının Metin Göktepe Ödülü olduğunu düşünmüştüm. Bugün de aynı şeyi düşünüyorum. Aşağıdan gelen hikayelere dair ölçü Metin Göktepe’dir ve onun arkadaşlarıdır diye düşünüyorum. 8 yıl sonra ödül verilmesi sadece benim olgunlaştığımı gösterir. Metin Göktepe’yi şimdi hak ettiğimi gösterir. Benim için şu anda Abdi İpekçi ile beraber bir gazetecilik sınırıdır. Galiba Metin Göktepe ödülü ile birlikte bir sınırı geçtim diye düşünüyorum.

?O tarihlerde İlhan Cihaner, Erzincan’da İsmailağa soruşturmasını yürüttüğü sırada, İstanbul’da ‘bu adam nerede’ diye soruluyordu.?
Biraz da haberden bahsedelim. ?Erzincan’daki askerler, tarikatı soruşturdukları için mi tutuklandı? diye soruyorsunuz. Bu haberin ödül almış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hakkını yemeyeyim; Erzincan’la ilk haberi Cumhuriyet gazetesinde İlhan Taşçı yaptı. Ağustos ayları falandı. Ağustos ayında benim çok dikkatimi çekmişti bu haber. Üstelik hemen arkasından Akşam gazetesi bu savcının Jitem’i soruşturan savcı olduğunu yazdı. Aslında böyle bir savcı olduğunu biliyordum ama o olduğunu bilmiyordum. Biliyordum çünkü o yılın başında tesadüf İlhan Cihaner’in İsmailağa operasyonunun düğmesine bastığı Şubat ayında, Sezgin Tanrıkulu ve Ahmet İnsel Radikal 2’de ?yargı herşeyi biliyor? diye bir yazı yazmış ve bol bol İlhan Cihaner’i övmüşlerdi. Aynı ay bu yazıdan ilham alan Neşe Düzel, Taraf’ta Sezgin Tanrıkulu ile röportaj yapmıştı. O röportajda Tanrıkulu, İlhan Cihaner’den uzun uzun övgüyle bahsetmişti. Neşe Düzel ?sahi bu adam şu an nerede? diye sormuştu, ?biz de bulamıyoruz? demişti Sezgin Tanrıkulu. Bundan bir gün sonra Sabah gazetesinde Mahmut Övür ?Türkiye’de cesur savcılar da var? demişti. O yazıda dört savcıyı övmüştü, ?dört cesur yürek savcıyı? kendi deyimiyle övmüştü. Enteresan olan bu savcılardan ikisi Ergenekon savcısıydı. Biri Zekeriye Öz, diğeri Fikret Seçen. Bir kişi de İlhan Cihaner’di. Geldiğimiz aşamada Zekeriya Öz ve Fikret Seçen’in yürüttüğü soruşturmanın sanığı durumuna düştü İlhan Cihaner.

O tarihlerde İlhan Cihaner, Erzincan’da İsmailağa soruşturmasını yürüttüğü sırada, İstanbul’da ?bu adam nerede? diye soruluyordu. İlhan Cihaner’in Ergenekon’a dönen İlticayla Mücadele Eylem Planı’nı Erzincan’da uygulandığı iddiası ilk kez 21 Temmuz 2009’da Yeni Şafak gazetesinde yayınlandı. Benim dikkatimi çekişi, İlhan Taşçı ve Akşam gazetesi yayınlarından hemen sonra bir dizi AKP yanlısı medyada bu işin Ergenekon’un pratiğine dönüştüğü haberlerine denk düştü. Bu iki olgu arasındaki zıtlık benim çok dikkatimi çekti. Dolayısıyla bu haberle ilgilenmek istedim. İlk bununla ilgili haber yapışım 1 Ekim, İsmailağa duruşmasının ilk kez görüldüğü gün. Sonra Kasım ayında üç asker ardarda tutuklandığında ve o süreçte bir dolu ?İrticayla Mücadele Eylem Planı Erzincan’da uygulanıyor? yönünde haberler Bugün, Star, Yenişafak gazetelerinde yayınlandığında, resmin diğer parçalarıyla birleştirip, aslında bu askerlerin iddia edilen Ergenekon operasyonunu Erzincan’da uyguladıkları iddiasıyla mı soruşturup soruşturulmadıklarını, bu işin İlhan Cihaner’e uzanıp uzanmayacağını sormuştuk. Ödül alan haber buydu. Tarikat soruşturmasında rol aldıkları için mi bunlar tutuklandılar diye merakla sormuştum.

Sizce, Cihaner’i Jitem’i sorgulayan bir savcı olmaktan çıkarıp ?Ergenekoncu? yapan süreç medya açısından nasıl işledi?
Şöyle. İlhan Cihaner’in yürüttüğü soruşturmada 235 şüpheli vardı. Bu soruşturmayı 18 Mart 2009’da Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal’a göndermek zorunda kaldı. Şanal, İsmailağa tarikatının, bir ihbar mektubuna dayanarak, silahlı bir örgüt olduğunu iddia etmiş ve bu soruşturmayı almıştı.

İlhan Cihaner’in Erzurum’a gönderdiği şüpheli sayısı orada 16 sanığa düştü. 16 sanığın dışında kalan şüpheliler arasında Yeni Şafak gazetesinin sahibi Ahmet Albayrak da vardı. Ahmet Albayrak için İlhan Cihaner’in yürüttüğü soruşturmada ve dönüştürdüğü fezlekede ilgili ve cemaatin diğer yasadışı işlerinde rol oynadığı iddiaları vardı. Bu süreçte gerek basına yansımış dinleme kayıtlarından, gerek fezlekeden şunu biliyoruz: Erzurum bu dosyayı 10 Mart’ta Erzincan’dan istediğinde aynı tarihte cemaatle ilişkili ve dolayısıyla Ahmet Albayrak’la doğrudan ilişkili Mehmet Çelik, Ahmet Albayrak’ı ve AKP’li milletvekillerini ve işadamlarını arayayarak ?Burada Tuncelili bir savcı var, bir de asker var. Bunlar Ergenekon’a misilleme yapıyorlar? diyerek Ahmet Albayrak’tan bu soruşturmanın en azından pafize edilmesi için yardım istiyor ve Ahmet Albayrak bununla ilgileneceğini söylüyor.

Basının bu yaşananları bu şekilde işlemesinin organik ilişkilerden kaynaklandığını söyleyebilir miyiz?
Oraya geleceğim. Bu süreç şöyle işliyor. Başlangıç noktası 27 Ekim 2009’da Erzincan’da Çatalarmut Barajı’nda bulunan mühimmatlar gösteriliyor, yani bu soruşturmanın başlangıç tarihi o. Fakat nasıl oluyor da Yeni Şafak gazetesi, bu planın Erzincan’da uygulandığını daha soruşturmadan 3 ay önce 21 Temmuz’da yazabiliyor. Aslında bu ?öngörünün? başka bir nedeni olabilir. Bu öngörünün sebeplerden biri acaba o gazetenin sahibinin İlhan Cihaner’in yürüttüğü tarikat soruşturmasında adının geçmesi olabilir mi?

Beri yandan Erzincan’daki mesele sürerken, Yeni Şafak 3 Aralık 2009’da ?Andıç Bursa’ya da sıçradı? diye bir haber daha yaptı. İddiaya göre Bursa Cumhuriyet Savcısı, İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nı Bursa’da hayata geçirdi. Fakat aslında Yeni Şafak dışında diğer Erzincan’a rağbet gösteren iktidara yakın gazeteler bu iddiaya yüz vermedi. Bu iddiaya yüz verilmemesinin sebebi sonradan anlaşıldı ki, gazetenin sahibi Ahmet Albayrak liderliğinde, orada hazırlanan iddianamaye göre, bir kum yolsuzluğu çetesi söz konusuydu. Bu suç örgütü orada doğa harikası dalyanı yüzlerce kez kaçak kum çekerek tahrip etmişti. Bu çekilen kum da İSTON’a, yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne satılmıştı. Hazır Erzincan davası açılmışken, Bursa da bu kapsama katılmak istendi. Medyadaki böylesi bir algılayışın sebebinin bu olduğunu düşünmek zor değil.

Sadece bundan mı ibaret?
Bir yandan da İlhan Cihaner İsmailağa dışındaki illegal faaliyetler yürüttükleri iddia edilen diğer dini yapılar konusunda da soruşturma başlatmıştı ve bu soruşturma 5 Mayıs’ta Fethullah Gülen cemaatine doğru kaymıştı. Dolayısıyla medyadaki başka bir böylesi bir yorumlayışın temel kaynağı da bu cemaatle ilgili yürütülmekte olan soruşturma olabilir gibi bir izlenim doğuyor.

?İlk haber yaptığımda, bu ödül alan haberi yaptığımda, arayıp bu savcının Ergenekoncu olduğunu, benim de artık dikkat etmemi söyleyenler, iyi niyetle beni uyaran arkadaşlarım da oldu.?

Bu anlattıklarınızdan şöyle bir tablo çıkıyor: Şu anda herkesi Ergenekon’a bağlantılandırmak mümkün hale geldi. İş çığrından çıktı. Ergenekoncuların kene ile suikast yapacakları iddialarını işlediğiniz haberinizi hatırlıyorum da. Ne dersiniz?
Bunu iddia etmek olağan olabilir, bunu ciddiye almak olağan değil. Ben Ergenekon davalarını takip ettiğimde bir dilekçe gelmişti, hiç unutmuyorum. Mahallesinde inşaat yapmak isteyen bir kişi kendisine Ergenekoncular tarafından inşaat yaptırılmadığı gerkekçesiyle mahkemeden talepte bulunmuştu. Hakim de bir hayli gülmüştü diye hatırlıyorum. Bunun ciddiye alınması vahim. Yoksa hemen hemen her olağanüstü dava döneminde tu kaka ilan edilen kesimlere dönük böyle şeyler yaşanır. Derya Çağlar’ın ?Hayali Komünizm? diye bir kitabı vardır. 1950’li, 1960’lı yıllarda anti-komünist propagandanın tahribatlarını anlatılır ki buna benzer bir süreçtir. Her melanetin komünistlere yüklendiği… Öyle ki 6-7 Eylül olaylarında ilk tutuklananların komünistler olduğu gerçeği var. Dolayısıyla enteresan olan ciddiye alınmasıdır.

Bu haberleri yayınladığınızda nasıl tepkiler aldınız? Hep olumlu değildi herhalde.
Hep olumlu değildi. İlk haber yaptığımda, bu ödül alan haberi yaptığımda, arayıp bu savcının Ergenekoncu olduğunu, benim de artık dikkat etmemi söyleyenler, iyi niyetle beni uyaran arkadaşlarım da oldu.

Arkadaşlarınız arasında sizi uyarma gereği duyanlar oldu, öyle mi?
Bunlar doğru değil diye, uyarmak isteyenler oldu. Fakat bilerek, bir şeye dayanarak yapmıyorlar bunu. Nihayetinde ben hayatımın hiçbir evresinde birilerini savunmak adına haber yapmadım. Orada bir hak mağduriyati varsa haber yaptım.

Ben tepkilere geri dönebilir miyim? Bir grup insan yanıldığınızı ima etti. Gazeteciler mi?
Meslekten tanıdığım arkadaşlarım. Gazeteciler, gazeteciler olmayanlar da dahil.

?Ergenekon ithamı böyle bir şey. İnsan evirip çevirip Ergenekoncu değilim demeye getiriyor. Tam da böyle bir histir bu; olmadığınıza dair kendinizi sürekli aklamaya çalışmak.?

Başka nasıl tepkiler aldınız?
Biz haber yaptıktan sonra ardarda Erzincan’da vakıf olamadığımız iddialar ortaya çıkınca ister istemez geri çekilme oldu. Soru işareti hemen hemen herkesin aklına yerleşti. Bu süreçte biz haber yapmayı sürdürdük çünkü elimizde somut bilgiler vardı. Aynı tarihlerde tam o aşamaya gelmese de Ergenekoncu demeye getirenler oldu tabii. Ama böyle denmedi. Benim yanıldığım… Aslında durumun başka olduğu bizim yanıldığımız. Böyle bir şeyi iddia etmeleri mümkün değil. Benim bir haberim yüzümden, Genelkurmay tarafından Radikal’in akreditasyonu askıya alındı.

Hangi haberdi bu?
İbrahim Şahin’in ifadeleri. Akreditasyonumuz askıya alındı. Henüz Ergenekon operasyonu başlamadan ulusalcı yapılanmalarla ilgili, burada garip bir şey var diye benim üç günlük yazı dizisine benzeyen haberlerim vardı. Mersin’in kaşındığı özellikle, Kürt-Türk çatışmasına doğru yol alındığı, ırkçı yapılanmaların toplum yaşantısını tehdit edecek boyuta ulaştığı saptamasına dair bulguların olduğu. Dolayısıyla hem o bağlamda, hem de haber yaptığım diğer konular da düşünüldüğünde bana doğrudan bunun söylenmesi öyle kolay bir şey değil. Kendisini savunmak zorunda… Ergenekon ithamı böyle bir şey. İnsan evirip çevirip Ergenekoncu değilim demeye getiriyor. Tam da böyle bir histir bu; olmadığınıza dair kendinizi sürekli aklamaya çalışmak.

Süreç de biraz öyle bir süreç…
Ben bu töhmetle ilk kez karşılaşmadım. Daha önce Denizli’de İzmir’e alternatif bir İslami yaşamın donatıldığına ilişkin bir haber yapmıştım. Bununla ilgili olarak ulusalcı olmaya doğru yol aldığım yönünde iddialarla karşılaşmıştım. Fakat bu sefer çok kızmadım esasında.

?Benim ilgilendiğim alan insan hakları ihlalleri. Çeperin geniş tutulmasının nedeni mahkeme kararlarından ibaret değil; insanca çalışma hakkından, insanca bir çevrede yaşama hakkkına kadar geniş tutuşum.?

İsmail Saymaz haberlerine gelirken yine baktım neler işlemişsiniz diye. Haberlerinizde ortak bir çizgi hissediliyor. İsmail Saymaz imzası taşıyan haberler ne nitelik taşıyor? Biraz ilkelerinizden, habere bakışınızdan bahseder misiniz?
Benim haber yaptığım alan ?hak haberciliği?. Hak haberciliği medyada kurulu bir müesse değil. Yani polis muhabirliği gibi, adliye muhabirliği gibi, ekonomi muhabirliği gibi değil. Bu bir gelenek olarak var. Celal Başlangıç İstanbul medyasında bu anlamda profesyonel biçimde hayata geçiren kişi. Sonrasında Ahmet Şık. Onun ismini anabilirim. Ankara’da ağırlıklı hukuk haberi yapan arkadaşların da bu alanda haber yapıyorlar. Orada Adnan Keskin’i anmalıyım. Halihazırda Milliyet’te Gökçer Tahincioğlu, Vatan’da Kemal Göktaş. Bu arkadaşların bence çok başarılı haber yaptıkları bir alandır ki hepsi benden önce başlamışlardır. İstanbul medyasında biliniyor olmamın sebebi bu alanda haber yapan tek kişiyim. Bu alanda yanı sıra haber yapan başka kimseler var. Ama ağırlıklı bu alanda haber yapan benim dışımda kimse yok.

Benim ilgilendiğim alan insan hakları ihlalleri. Çeperin geniş tutulmasının nedeni insan haklarını mahkeme kararlarından ibaret değil; insanca çalışma hakkından, insanca bir çevrede yaşama hakkkına kadar geniş tutuşum. Dolayısıyla çok sayıda alana dair haber yapmamın nedeni, aslında birçok konuyu hak ihlali olarak görüyor olmam. Anayasal bir hak olan ücretsiz eğitimden, ücretsiz sağlık hakkına, örgütlenme hakkına, etnik kimliklerin özgürce toplumsal yaşama katılımına, din inanç… Ölçüm hak mağduriyetlerini haberleştirirken temelde bir hak mahrumiyetine sebep olmamak. Örneğin taş atan çocuklar mevzuunda çocuğu, bir ağır ceza mahkemesinde yasadışı örgüt üyesi olma iddiasıyla yargılanmakta olan birini yeniden etiketleyen, yeniden suçlayan ve ikinci bir mağduriyete neden olan herhangi bir habere imza atmam.

Genel olarak medyada ne kadar mümkün bunları yapmak; hak mağduriyetlerini işleyen muhabir olmak?
Bunun alanı dar. Ben Radikal gazetesinde çalışmıyor olsaydım başka gazetede yapabilir miydim?.. Çok az yerde yapabilirdim ya da bu kadar çok haberim girmiyor olabilirdi. Gazetenin hakkını vermeliyim. Başka gazetelerde yapan haklarım var. Milliyet’te, Vatan’da vs. Ama şu olabilir; daha az haber yapıyor olabilirler. Bu böyledir demiyorum, böyle olabilir diyorum.

?Ben bir dönem ÇGD’nin İstanbul Şube başkanlığını yaptım. ÇGD’nin açılımın ‘Çağdaş Girişimciler Derneği’ sanan gazeteciler vardı.?

Hazır muhabirlerin çalışma tarzından bahsetmişken çalışma koşullarından da bahsedelim. Ne koşulda haber yapılıyor?
Bizde Uluslararası Çalışma Sözleşmesi ile örtüşmeyecek ölçüde ağır koşullar var. Bir kez çalışma saatleri çok uzun; günde 15 saati bulabiliyor. Maaşlar düşük. Eğer saat başı ücretlendirme biçiminde bir karşılaştırmaya gidersek, sendikalı bir işçinin çok çok altında ücretlerle geçinmek zorunda kalıyor gazeteciler. Üstelik stajyer adı altında uzun süre çalıştırılıyorlar. Telifli statüde uzun süre, güvencesiz ve sigortasız çalıştırıyorlar. Haftada iki gün izin uygulaması bire düşmüş durumda. Zaten doğası gereği, fazla mesai pratikte uygulanmıyor.

Ama temelde sorun gazetecinin kendisini konumlandırışı. Yani gazeteci kendisini emeği ile geçinen biri işçi statüsünde görüyor mu görmüyor mu, orada düğümleniyor her şey. Benim tanık olduğum kadarıyla gazeteci kendisini emeğiyle geçinen kişi olarak addetmiyor. Bu yanılsamaya sebep bir çok unsur var. Fakat gazeteci kendini imtiyazlı bir meslek erbabı olarak görüyor. Bu imtiyazlar başbakanla aynı uçağa binmeye, bir işadamı ile hasbıhal edebilmeye, bir futbolcu ile bir maç üzerine konuşmaktan, bir mankenle bir şey içebilmeye kadar bir dolu aslında ait olmadığı dünyaya dair imtiyazlarla donatıldığı bir meslek grubunda yer alıyor. Asgari ücretle yaşasa bile o standartlarda hissetmiyor kendisini. Mesleğini kaybetmesi dünyasını kaybetmesi anlamına geliyor.

Çok da meslekle özdeşleşme var değil mi gazetecilerde?
Çok. İşsiz gazeteci bile hala gazetecidir. O, mesleki bir hastalık olarak, yaşam biçimine döndüğü mutlaktır. Bende de izleri vardır onun. Kastettiğim şu gazeteci bulunduğu dünyayı mesleğinin imtiyazları yüzünden göremiyor. Dolayısıyla bir hak arayışına kolay kolay yönelmiyor. Benim gördüğüm gazeteci imtiyazlarından soyunduğu anda dünyanın en çaresiz insanlarından birine dönüşebiliyor.

Sabah-ATV grevinin herhangi bir etkisi oldu mu?
Yok. O yürüyüşleri hatırlıyorum, o yürüyüşlere çok gazeteci gelmedi zaten. Gazetecilerin aktif katıldıkları yürüyüşler daha farklı oluyor, patronların da destek verdiği yürüşüyler olur genellikle. ?Polis şiddetine hayır? yürüyüşü, valiliğe kadar yapılmıştı. ?Yıpranmaya hayır? gibi kitlesel yürüyüşler oldu. O da birebir çalışma koşullarına dair bir konu değildi.

O zaman gazetenin patronuyla karşı karşıya gelinir, değil mi?
Evet öyle bir eşiktir o. Sabah-ATV grevi biraz da onu hatırlattığı için uzak duruldu. O eşik tehlikeli bir eşiktir. Bu da bir bakıma doğaldır. Çok küçük bir sektörde çalışıyoruz. Merter’den kovulan çorap işçisinin Zeytinburnu’nda başka bir tekstil atölyesine girmesine benzemez bu iş. Aynı plazada beş-altı yayın organının birlikte bulunduğu bir iş kolundan bahsediyoruz. Dolayısıyla gazetecinin böyle bir feragatte bulunmasını beklemek…

Zor mu?
Zor. Çünkü uzun süre işsiz kalıyor arkadaşlarımız. Yıllarca iş bulamıyorlar. En ufak hak arayışının bedeli yıllarca işsiz kalmak olabiliyor. En ?demokratımız? Taraf gazetesinde bile hak aramaya kalkan arkadaşlarımız töhmet altında kaldılar. Dolayısıyla çok şeydir… Çocuğunu okutmak zorunda olan, kredi kartı borçlarına boğulmuş, kontör alamayan, kitap okuyamayan… ki benim böyle çok arkadaşım var. Dolayısıyla zor.

Bilinç düzeyinin yüksek olduğu bir alan aslında. Bir fabrikada çalışan bir işçi için bilmiyor diyebilirsiniz, ama gazeteciler…
Gazeteciler de bilmiyorlar. Ben bir dönem ÇGD’nin İstanbul Şube başkanlığını yaptım. ÇGD’nin açılımın ?Çağdaş Girişimciler Derneği? sanan gazeteciler vardı. O dönem girişim dönemi olduğundan böyle anılmasını çok yadırgamadım ama… (Gülüyor) Gazetecilerin bilinç düzeyi yüksek… tartışılır. Ben emin değilim. Böyle bir bilinçlenmenin koşulları da yok.

? ‘Aman adım bir yerde geçmesin’, ‘Aman adım şu dosyanın, davanın şu bilmem nesinde anılmasın’ diye korkuya kapılan ve bu korku atmosferinde bir şeyler yazmaya çalışan bir gazeteci profili var.”

Şu anda yayın organları arasında ciddi bir aynılaşma, gruplaşma var. Mesela yandaş medya var. Gazeteci olarak bir kaygınız var mı, “gün gelecek benim haberimi yayınlayacak bir gazete kalmayacak” diye.
O giderek yaygınlaşıyor. Şundan; özellikle telefon dinleme meselesi çok kişiyi ürkütmeye başladı. Mahalle esnafının bile dinlendiği bir süreçte gazeteci niye korkmasın. Gazeteci rutin alışkanlıklarını yerine getirirken bile böylesi bir töhmetle karşılaşıyor. En son bizim Ankara’daki muhabir arkadaşımız Mesut Hasan Benli, haber amaçlı bir kişiyle görüştüğü ve o kişi de gizli tanık çıktığı için AKP’ye yakın medya organlarında, büyük bir ithamla karşılaştı ve ağır bir şekilde suçlandı, haksızca suçlandı. Sadece bir gazetecilik faaliyeti yapmıştı. Hedef haline getirildi. Bunun şöyle de bedeli var gazeteci için. Acaba ben aradığım da şu kişi telefonuma çıkacak mı? Bu korkuya kapıldığınız anda gazetecilik yapamazsınız.

Şey de giderek yaygınlaşmaya başladı. Benim haberlerim artık girer mi, girse nerede girer? Ben bu haberi nerede yayınlatabilirim? Bu dönem özel bir dönem. Bu dönemin adını koymak gerekir. Ben 90’lı yıllarda politize bir siyasi partinin yayın organı olarak Tansu Çiller’in Öncü gazetesi vardı. Öncü, Doğru Yol Partisi’ni desteklerdi ve az satardı. Bugün doğrudan AKP’yi destekleyen kitlesel yayın organı var. Kitlesel satan değil, kitlesel dağıtılan…. Bu dönemin bir gazeteci profilini saptamak gerekir. Esasında makul dönemlerde verseniz duvar gazetesi çıkarmayacak insanların gazetelerde yazdığı bir dönemi, gazete çıkardığı bir dönemi yaşıyoruz. Dolayısıyla gerçekten gazetecilik yapmak isteyen insanların sınır boylarında dolaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Varsa sözü bunun yüzde yirmisini söyleyen ya da onu sakınan… ?Aman adım bir yerde geçmesin?, ?Aman adım şu dosyanın, davanın şu bilmem nesinde anılmasın? diye korkuya kapılan ve bu korku atmosferinde bir şeyler yazmaya çalışan bir gazeteci profili var. Bu iyi bir şey değil. Buradan ne demokrasi çıkar, ne ifade özgürlüğü çıkar. Ne de iktidarsa, iktidarın sağlıklı işlemesini sağlayan kitle iletişim aracı çıkar. Bu bu ülkeyi faşizme değilse de en az onun kadar yakıcı bir atmosfere sokar.

Çok teşekkür ederiz.

Previous Story

Bilim ve Sanatla Ucubeler Tarih Sahnesinden Silinir – Müslüm Kabadayı

Next Story

Resmi Tarih Tartışmaları 5 (Nutuk) – Fikret Başkaya, Mete K. Kaynar

Latest from İnceleme

Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ