Belaydık. Bitirimdik. Tuttuğumuzu koparırdık. Bazen ödlek kedilerin peşine düşerdik. Nefes nefese kaçacak bir delik ararlardı. Bazen de sokak sokak gezer, “Ne geçiyon la burdan,” diye korkuturduk yabancıları. Betleri benizleri atardı. Onların deyişiyle, itin götüne girmiş gibi olurlardı. Sonuçta insanlarla aramızdaki mesafe açılır ve kimse bir şey vermezdi bize.

Onun adı Mikasa. Melsa’nın âşığı, uzun ince gövdesi, siyah benekleri var, güzel de bir burnu. Makam Dağı’nın, Papaz Gölü’nün adını biliyor. Güneylilerle Kuzeyliler savaşıyorlar, onu da duyuyor. Zamanı söyleyen hikâyeler, kaderi temize çeken melekler, ölmüşlere dualar ve sokakların tarihi…Hiçbiri, Heves Amca’nın Muhterem Nur’u sevdiği gibi Melsa’yı seven Mikasa’yı anlatmıyor. Dağlar gibi hatıralar…Alevli Kalpler Çetesi, Kıtmir Hazretleri, Çavuş Kabba, Burhan Çaçan’ın türküsü, Jandarma Köpek Eğitim Merkezi…Latif Dede, Köpek Cengiz, güzel bir biftek…Teneke çatılar, safralar, tevatürler, mayınlı yollar…Uluyan köpekler ve Adıgüzel, kalplere iyi gelen…Kemal Varol, zamanı aşan bir roman, hüzünlü bir edebiyat bileti sunuyor bize…Haw, sadece yeni değil sıcak ve güzel…
(Tanıtım Bülteninden)

?Burada ruhumuzu bırakmıştık, almaya geldik? – TÜLİN ER
(01.02.2014, http://kitap.radikal.com.tr/)
Kemal Varol, şiir kitaplarının ardından kısa süre arayla iki derleme, iki de roman yayımladı. Bu romanlardan ikincisi olan Haw, geçen günlerde raflardaki yerini aldı. Haw hepimizin halen tanık olduğu bir savaşın romanı ama anlatıcı taraflardan hiçbiri değil. Bu hikâyeyi köpek Mikasa anlatıyor ve insanların birbirinin canına kastettiği zamanlarda doğadaki her canlıya olduğu gibi, o da savaşın rüzgârıyla kendi seçmediği bir yaşama savruluyor?

Haw?da çok iyi bilinen bir öyküyü, alışılmadık bir bakış açısından anlatıyorsun? Romanın kahramanı bir köpek: Mikasa. Seni bu tercihe iten ne oldu?
Bana kalırsa, en iyi savaş romanları doğrudan savaşla ilgili olmayanlardır. Bir savaş romanı, aslında tam da öyle olmadığını bize hissettirdiği ölçüde etkili olur. Doksanlı yıllarda geçen bir hikâye anlatırken pekâlâ savaşın taraflarından birinin bakış açısıyla da yazabilirdim Haw?ı. Kaldı ki gözünü savaş ortamında açmış, savaşın sonuçlarına doğrudan veya dolaylı bir biçimde maruz kalmış biri olarak bunu yapmak benim için çok da zor olmazdı sanırım. Ama çıkmak istediğim yol klişelerle döşenmişti. Bu yüzden uzunca bir zaman bu klişeleri nasıl aşmam gerektiğini düşündüm. Anlatılabilecek sayısız olay vardı; genç bir gazeteciyken tanık olduklarım? Ama beni bildiklerim değil, bilmediklerim heyecanlandırıyordu. Bu yüzden, bütün olanları başka biri anlatsın istedim. Biz-siz ayrımı yapmadan, taraf tutmaya çalışmadan, başka dertleri olan bir canlı. Dünya edebiyatında kahramanı köpekler olan sayısız roman veya film var. Buna sayısız savaş romanını da eklemeliyim. Roman boyunca bir yandan bu roman kahramanlarına göndermelerle hikâyemi anlatırken, diğer yandan dolaylı da olsa savaşı anlatmak istedim. Yine de bir savaş masalından çok bir köpek masalı olsun isterdim kitabın. Ne yazık ki savaşa doğmuş benim gibilerin başka seçeneği kalmıyor çoğunlukla.

Mikasa?nın bakıcısı bir gün onu azat ediyor ve şehirde nereye gideceğini bilemeyen köpek aç biilaç halde sokaklarda dolanıp yine mecburen karakola dönüyor. Özgürlük nedir sorusu geliyor insanın aklına?
O sahnede roman kahramanımı sahiden de karakoldan kaçırmak istemiştim aslında. Ama sonra çaresiz bir şekilde geri döndü. OHAL kalkalı kaç yıl oldu bilemiyorum ama etkileri hâlâ bireyler üzerinde devam ediyor. Bir gün sahiden özgür olduğumuzda da yine tedirgin olacağız sanırım. Ruhumuzu aldılar bizden. Şimdi, olaylar nispeten durmuşken bile kontrol noktalarında ter basıyor insanları hâlâ. Dönüp, ?Biz burada ruhumuzu bırakmıştık, almaya geldik? diyoruz, boş gözlerle bakıyorlar bize. Hepimiz başka ruhlar edindik haliyle. Mikasa?nın yaptığı da bu. O da bilmiyor özgürlüğü. Dışarıdaki tehlikenin ne olduğunu görünce kaçtığı karakola geri dönüyor. Onun sahiden özgür olduğu tek yer hatıralar ve bu yüzden ballandıra ballandıra anlatıyor yaşadıklarını.

Haw?da gazetelerde okuduklarımızdan çok farklı bir manzara var. Yaz günü bol cepli ağır ceketlerle dolaşan çember sakallılar, gündüz vakti sokak ortasında bir kurşunla yere serilenler, elini kolunu sallayarak ?güvenli? bölgelere giden katiller? Böyle bir ortamda yaşamayı biraz anlatabilir misin?
On altı yaşındayken bir ?faili meçhul? saldırıdan son anda kurtuldum. Boynumu hedef alan bir satırla benim aramda beş on adım vardı. Hayatta kaldım. Bir süre uzaklara gönderdiler beni. Geri döndüğüm günün sabahı, sokakta birini vurdular gözümün önünde. Ertesi gün bütün gazeteleri masama yığdım. Tek bir satır bile yoktu. Ben bu kadarını yaşadım ama daha başka neler yaşandı buralarda. Bütün bunlar gazetelerde yer almadı. Roman boyunca Mikasa?nın sık sık gazete haberlerine atıf yapması bu yüzden belki de. Anlatılmayan bu olaylar insan ruhuna sindi. Bakışlara sindi. Hatıralara sindi. Benim kuşağımdaki pek çok yazar arkadaşın yazdıklarına sindi. Yine de bütün bu olanları edebi alana taşımak her zaman güç oldu. Edebiyatın kendi hakikatleri vardır çünkü. Ne kadar acı çektiğinizi istediğiniz kadar anlatın. Soğumadan, unutmadan yazılmıyor bazı şeyler. Unutunca, unuttuğunu sanınca başka bir sorun beliriyor bu sefer: Bütün bunları edebiyatın kendi imkânları içinde nasıl değerlendireceğin sorusu. Doksanlarda Kürt coğrafyasında ilkgençliğini yaşayan bizim kuşağın bir tür ?avantajı? vardı aslında. Yaşayan, olayların mağduru olan biz değil, büyük ölçüde ağabeylerimizdi. Onlar ölümü göze alırken, bize onların hatıraları kalıyordu. Biz nispeten daha korunaklı bir kuşaktık bir bakıma. Edebiyatla ilgileniyorduk üstelik. Onların yaşadıklarını kaydetmek bize düştü. Haw, aslında bir yanıyla izleyen, ne olup bittiğinin kaydını tutan, gördüklerinin dehşetine rağmen serinkanlı olmaya çalışan küçük kardeşlerin kitabı gibi belki de. Hatta zaman zaman savaş gibi hayli netameli bir meselede bile keyifli olmaya çalışan bir tarafı da var.

Mikasa?nın son durağı olan barınakta bile ?ötekilik? duygusu ağır biçimde hissediliyor. Romanın genelinde askerlerden barınak bekçisine kadar pek çok karakterde görülebiliyor bu durum. Ötekileştirilip mağdur edilenin, daha sonra kendine benzer olanı ötekileştirmesi çok acıklı. Bu psikolojiyi biraz açıklar mısın?
Romanda anlattığım barınak aslında memleketin küçük bir hali belki de. Kıskançlıklar, zalimlikler, iktidar savaşları, cinsiyet ayrımları; hepsinin örneklerini bulmak mümkün. Sıkça vakit geçirdiğim köpek barınağında sevdiğim yaralı bir köpeğin, kendisi gibi yaralı başka bir köpeğe yaptıklarını asla unutamadım. Oysa ikisi de yaralıydı. Birbirlerinin yaralarını yalamak yerine kendisinden olana diş bilemeyi tercih ediyorlardı. Oysa bölmenin liderini temsil eden iktidara karşı bir dertleri yoktu. Tıpkı insanlar gibi? Zalimin mağdura şiddeti, evet bunu konuşalım. Ama mağdurun mağdura şiddetini de konuşalım bence.

Haw?daki köpek dünyası çok etkileyici. Bunun için hayli gözlem yapmış olmalısın. Romanın yazım sürecinden bahseder misin biraz da; ne kadar sürdü, nasıl bir yol izledin?
Aslında iki yıl gibi kısa denebilecek bir sürede yazıldı kitap. Ancak uzun yıllardır savaşla ilgili bir roman yazma fikri hep meşgul ediyordu beni. Esas meselem, benim çok iyi bildiğim bir savaşı hiç bilmiyormuşum gibi anlatabilecek bir kahraman ihtiyacıydı. Beş yıl boyunca her sabah beni köydeki okula götürecek bir dolmuş bekledim yol kenarında. Arada sırada yoldan geçen arabalar ve kuş sesleri dışında tek bir ses bile olmazdı. Yol kenarında öylesine beklerken, askerler çıkıp gelirdi sonra. Meraklı mayın arama köpekleri sağı solu tarardı heyecanla. Galiba roman kahramanımın bir mayın arama köpeği olabileceği fikri ilk o zaman oluştu. Sonrasında Diyarbakır?daki köpek barınağına gidip gelmeye başladım sıklıkla. Günün birinde köpek barınağında, iki mayın arama köpeğiyle karşılaştım. Başarısız oldukları için köpek barınağına yollanmışlardı. Mahcup mahcup yere bakıyorlardı. Dünyanın savaşmak istemeyen ilk mayın arama köpeği Mikasa?yla da orda tanıştım.

Kitabın Künyesi
Haw
Kemal Varol
İletişim Yayınevi / Çağdaş Türkçe Edebiyat Dizisi
İstanbul, 2014
230 s.

Previous Story

Yeryüzüne Dayanabilmek İçin – Tezer Özlü

Next Story

Dracula?dan öte bir Stoker – Burcu Arman

Latest from Romanlar

Sarsılmak – Zafer Köse

Sarsılmak, derin ve katmanlı bir roman. Gündelik dilin nüanslarını yansıtan akıcı bir dille yazılmış olması da önemli.Zafer Köse sadece bir depremi değil, toplumsal ve
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ