1870’lerin grev dalgalarıyla sarsılan Amerika Birleşik Devletleri; emekçi hareketinin 8 saatlik işgünü hakkını elde etmek için verdiği kararlı mücadele; büyük gösterilere şahit olan Chicago; 1 Mayıs 1886’da bütün ABD çapında 350 bini aşkın kişinin katıldığı büyük grev; 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda toplanan işçiler dağılmak üzereyken, kalabalığın ortasına ve onların üstüne yürüyen polislere atılan bir bomba; hemen ardından başlayan cadı avında sekiz önderin tutuklanması; Albert Parsons, August Spies, Adolph Fischer ve Georg Engel’in asılarak idam edilmeleri, Louis Lingg’in ağzında dinamit patlatarak intihar edişi…

Amerikalı yazar Martin Duberman, ‘Chicago Anarşistleri’nin en ateşli militanlarından Albert Parsons ile mücadele etme kararlılığında ondan hiç geri kalmayan Lucy Gonzalez’in aşkı etrafında, bütün dünya emekçilerinin birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ın doğuşunu hazırlayan yılların, ABD tarihinin en sert sınıf çatışmasını yansıtan eylemlerin, en çıplak haliyle mülk sahiplerinin çıkarlarına hizmet eden taraflı bir yargıç ve uydurma bir jüriyle, işçi önderlerinin asılması kararıyla sonuçlanan Haymarket Davası’nın hikâyesini anlatıyor…

Osman Akınhay ‘ın 30.04.2004 Tarihli Radikal Kitap Eki’nde Yayınlanan “Şövalye Ruhlu Chicago Anarşistleri” Adlı Yazısı
Tüm dünya emekçilerinin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, Chicagolu devremcilerin hikayesine dayanıyor. Emeğin Şövalyeleri’nin hikayesi ‘Haymarket’ adıyla romanlaştı.
Gün gelecek, bizim sessizliğimiz, bugün sizin boğduğunuz sesimizden daha gür yankılanacak.”
Seneler evveldi; 1 Mayıs 1977’de mahşer yeri kadar kalabalıktı Taksim Meydanı. Coşku içinde şarkılar söyleniyor, sloganlar atılıyordu. Ben üniversiteye yeni girmiştim, İstanbul’a da ilk gelişimdi; akşamüstü, Taksim Gezi Parkı’nın önündeki merdivenlerde, DİSK ve Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasını dinlerken birdenbire iki el silah sesi duyuldu, derken her taraftan ateş edilmeye başlandı. Silahlar sustuktan sonra, gruplar halinde her dönemeçte göz yaşartıcı bombalara maruz kalarak Dolmabahçe Stadyumu’nun yanından inip Beşiktaş’a vardığımızda, bir katliamdan sağ çıktığımızın belli belirsiz farkındaydık. Kanlı bilanço, 34 ölü, onlarca yaralıydı: Esrarı çözülemeyen, Ecevit’in dahi sorumluluğu ‘kontrgerilla’ya yıktığı bir kara tablo.
Ondan sonra, 1 Mayıs’ın doğuşunun, tüm dünya emekçilerinin mücadele ve dayanışma günü olarak ilan edilişinin hikâyesini öğrenmek boynumun borcuydu ve tabii ki bu süreci genel hatlarıyla anlatan birçok kaynağa ulaşmak mümkündü. Yine de, Chicago’lu devrimcilerin şahsi öykülerini hep merak ettim durdum.
Onun için, bir buçuk sene önce Frankfurt Kitap Fuarı’nda, Seven Stories Press’in standında ‘Haymarket’ adlı bir romanın prova baskısını görünce kitabı elime alıp aceleyle göz gezdirerek incelemiş ve orada tanıştığım yayınevi temsilcisi Violaine’le ayaküstü anlaşarak romanın yayın hakkını satın almıştım.
The City University of New York’ta tarih profesörü olan, birçok araştırması ve biyografi kitabının yanı sıra Emma Goldman ve Jack Kerouac için oyunlar da kaleme alan Amerikalı yazar Martin Duberman’ın romanına gelirsek…
1871 ilkbaharı. Albert Parsons, kuzey Texas’ta çiftlikleri dolaşan bir vergi tahsildarıdır. Lucy Eldine Gonzales ise amcasına ait küçük çiftliğin yöneticisi. Bir gün atıyla çiftliğin avlusuna gelen Albert, kendisini ellerini beline dayamış karşılayan ‘bir eski zaman kraliçesi’yle; esmer tenli, kendisi Meksikalı olduğunu söylerken hep zenci muamelesi gören Lucy’yle tanışır. Albert’la Bessie arasında politik sohbet zamanla koyulaşır, derken kader ağlarını örer…
Karışık evliliğin hala suç sayıldığı Texas’ta evlenemeyeceklerini anlayan Albert’la Lucy, ‘şimşek kent’ Chicago’ya giderler. İnsanı ürküten karmaşası, geçinmek uğruna en insanlık dışı koşullara katlanan yoksulları, tehlikeli ve pis sokaklarıyla Chicago, Albert’a ‘adeta bir canlılık katar’. Albert, Chicago Times’da dizgici olarak bir iş bulur ancak birkaç ay sonra, Philadelphia’da Cook and Company’nin batmasından sonra borsanın paniğe kapılmasıyla bir ekonomik kriz patlak verir. İşten çıkarmalar dalgasıyla en büyük bedeli ödemek de tabii yine emekçilerin payına düşecektir.
Lucy, zengin kadınlara elbise dikip aile bütçesine katkıda bulunmaya çalışırken, işini ancak ücretinin aylık 60 dolardan 42 dolara indirilmesiyle kurtarabilen Albert, protesto eylemlerine hazırlanan kişilerle ilişkiye girer; ‘Bir kişiye verilen zarar, herkesi ilgilendirir’ şiarıyla hareket eden Emeğin Şövalyeleri grubuna katılır. O sırada kapitalizmi tümden ortadan kaldırmak isteyen Birinci Enternasyonal de oldukça etkilidir ve zenginlerin ödlerini patlatmakta, hatta sermaye gazeteleri tarafından yeni bir Paris Komünü gibi söz edilmektedir.
Genç çift, Alman göçmenlerin oldukça etkili olduğu, Amerika doğumlu devrimcilere az rastlandığı o günlerde bira bahçelerinde yapılan toplantılarda bir çevre edinmeye başlarlar. Lucy, Lizzie Swank’le yakın bir dostluk kurarken, bir döşemeci dükkanı olan August Spies, taş ocağında çalışan Samuel Fielden onlara katılır. Hepsi de sosyalist ve anarşist yayın organlarını takip edip, sekiz saatlik işgünü için verilen mücadelede yer almaktadırlar.
Albert, katıldığı Emekçiler Partisi’nde de ön saflardadır; partinin gazetesi Der Vorbote’de görev alır, ülkenin her tarafını gezerek konuşmalar yapar, bilhassa demiryolu işçilerini örgütlemeye çalışır, grevlere ve gösterilere destek verir. ‘Vahşi Batı’yla nam salan bir ülke, 1870’lerin sonlarındaki bu eylemlerle, tarihinin en vahşi sınıf savaşına sahne olmaya başlamıştır. Göstericilere insafsızca ateş açılmakta, sokak çatışmaları yaşanmakta, barikatlar kurulmaktadır. Chicago, kızışan sınıf mücadelesinin en hararetli yerlerinden birisidir. Fakat grevlerin bastırılıp eylemlerin kanla ezilmesi, hareketi bir durgunluğa itecektir. Bu arada Parsons’ların bir çocuğu olur, Albert Jr. Dostlarıyla toplantıları, parti çalışmaları devam etmektedir. Gün geçtikçe adı daha fazla duyulmaya başlayan Albert, tehditlere sorgulamalara maruz kalır.

Sekiz saat için 1 Mayıs mitingi
1880’lerin başında bu defa Sosyalist İşçi Partisi saflarındadırlar. George Engel, Adolph Fischer, Michael Schwab ve Oscar Niebe de gruplarına katılmıştır. Louis Lingg de kararlılığı ve katı tutumlarıyla özellikle dikkat çekmektedir. Nihayet, 1886 kışında, uzun zamandır uykuya bırakılan sekiz saatlik çalışma günü hareketi yeni bir kabarışın habercisi olacaktır. Mart ayı sonunda Chicago Belediye Başkanı, 1 Mayıs’tan itibaren, kentteki işçilerin artık günde sekiz saatten fazla çalışmayacaklarını ilan eder. ‘1 Mayıs’, anında bir milli toplantı çağrısı olur. İdeolojik yelpaze içindeki bütün sendikalar, sekiz saatlik işgünü için baskı yapmak amacıyla bir genel grev çağrısında bulunurlar.
O gün, 1 Mayıs 1886’da, ülkenin dört bir yanında 300 bini aşkın işçi yürüyüş çağrısına uyar. Chicago’da 80 bin kişi kent merkezinde toplanır. Sonra, McCormick fabrikasında, en az altı işçinin hayatını kaybettiği bir çatışma yaşanır. Emniyet amiri Jon Bonfield, bu provadan cesaret alarak, adamlarını nihai bir kapışmaya hazırlamaktadır.
4 Mayıs’ta akşam saatlerinde Haymarket Meydanı’nda düzenlenen miting büyük bir sükunet içinde geçmiş ve alanda artık sadece birkaç yüz kişi kalmıştır. August Spies, kalan az sayıda kişiye hitaben yaptığı konuşmasını
bitirmek üzeredir ki, Bonfield adamlarıyla kalabalığı dağıtmaya gelir; o sırada, polis saflarının önünde bir bomba patlar…
Bu provokasyonu tutuklamalar izler; Albert Parsons dışında bütün tanınmış önder ve militanlar yakalanıp hapse atılır ve sırf jüri üyelerinin seçilmesinin ayları bulduğu, siyasi tarihin en düzmece yargılamalarından biri olan Haymarket Davası başlar. Mahkemenin başladığı gün, olay gününden beri saklanmakta olan Albert Parsons, ‘Sayın yargıç, arkadaşlarımla birlikte yargılanmak istiyorum,’ diyerek sanık kürsüsünde yerini almak üzere kendisi teslim olacaktır. ‘Chicago Anarşistleri’ şövalye ruhlarıyla onurlu mücadelelerini mahkemede de sürdürürlerken, taraflı yargıçtan ibretlik bir sonuç bekleyen sermaye sahiplerinin tek arzusu darağaçlarının kurulmasıdır…

Kitabın Künyesi
Haymarket / 1 Mayıs’ın Romanı (Haymarket)
Martin Duberman
Türkçesi: Mehmet Harmancı
Agora Kitaplığı
2. Basım, Nisan 2004
416 sayfa

Previous Story

İşliklerden Edebiyata Celal İlhan…

Next Story

Özgürlüğün İcadı ve Aklın Amblemleri – Jean Starobinski

Latest from Politika

SLAVOJ ŽIŽEK: Tabiat zaten kaotiktir, en vahşi afetleri, anlamsız ve öngörülemez felaketleri yaratmaya eğilimlidir. Bizlerse onun hain kaprislerine acımasızca tabiyiz, bizleri kollayıp gözeten Tabiat Ana diye bir şey yok. Tabiatın dengesini bozuyor filan değiliz, sadece onu sürdürüyoruz.

Sakınmanın Yolları Peki, ekolojik tehditler gerçekten de o kadar başa çıkılamaz mı? Liberal kapitalizmin bazı müdafileri çevreci harekete “XXI. yüzyılın Komünizmi” diye dudak büküyor;
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ