Emile Zola’nın kaleme aldığı en karanlık dramlardan bir olan ‘Hayvanlaşan İnsan’, canlı, keskin ve destansı bir anlatım gücüne sahip.
Paris-Le Havre ekspresinde bir cinayet işlenir. Roubaud, karısının yardımıyla başkan Grandmorin’i öldürür. Makinist Jacques Lantier, önünden geçmekte olan trenin penceresinden cinayeti görür ama taşları yerine oturtamaz. Bu cinayetin ardından daha pek çok kişi öldürülecek, gerçek suçluları ortaya çıkarmak, devletin üst düzey yetkililerine zarar vereceği için adalet yanıltılacaktır. Oysa gerçek suçluları bilenler vardır.
Derin bir saplantının pençesinde sıkışan, öldürme itkisiyle kafası karışmış, sadece lokomotifiyle anlaşabilen bir tren makinisti… Kendisine yaklaşan tüm erkeklere felaket getiren bir kadın… Çıkarları uğruna adaletten vazgeçmeye hazır, önyargılı bir yargıç…
Altın çağındaki demir yolları dünyasında alkolizm, sefalet, kıskançlık ve bedensel doyumsuzluk gibi nedenlerin doğurduğu suçlarla karşı karşıya kalan insanlar…
(Tanıtım Yazısı)

İçinden Tren Geçen Roman – Nalan Söylemez
(03/12/2004 tarihli Radikal Kitap Eki)

İnsan neden cinayet işler? En masum gibi görünenin bile acaba içinde sakladığı bir cani ya da hayvan yok mudur? Çoğunlukla bastırılan, yok sayılan şiddet eğilimi hangi hallerde ortaya çıkar? Ve acaba modernleşen hayat, içimizdeki hayvanı yok etmek yerine onu daha da mı cesaretlendiriyor? Her şeyin normal göründüğü, sakin hayatların yaşandığı Rouen’de patlak veren cinayetler ve kazalar, bu sorulara Zola’nın kaleminden cevap aramakta. Gerçek ya da mecazen raydan çıkan hayatların anlatıldığı ‘Hayvanlaşan İnsan’da, karakterlerin ilkel ya da saplantılı tutkularının; değişimi ve ardından gelen felaketi nasıl kaçınılmaz kıldığına dikkat çekilmekte.
Çağın en yeni icatlarından trenin ve tren yolu çalışanlarının dünyalarında meydana gelen bir dizi olayın anlatıldığı ‘Hayvanlaşan İnsan’, Emile Zola’nın Rougon-Macquart dizisinin on yedincisidir. Romanın baş kahramanı Jacques, Gervaise Macquart ve Auguste Lantier’in (Meyhane-L’Assomoir) oğludur. Soya çekimden ve yine aileden gelen alkolizm sorunundan dolayı hoşlandığı kadınları öldürme arzusu içinde kendini güçlükle kontrol edebilmektedir. Yazar, Jacques’ın bu sapkın hastalığı ile Londralı kadın fahişelerin ünlü katili Karındeşen Jack arasında bir paralellik kurmaktadır. Genç adamın öldürmek istemeden birlikte olabildiği tek kadın Severine ise, kocasının işlediği bir cinayete yardımcı olmuştur. Olayın uzaktan da olsa tek görgü tanığı olan Jacques, belki de sırf bu yüzden bu kadına karşı kendini yakın hissetmekte, onu imrenmeyle karışık yüceltmektedir. Jacques’ın en yakın arkadaşı ise Lison Hanım adını verdiği lokomotifidir. Yıllarca zarar vermek istemeden dokunabildiği tek kadın olarak kişileştirdiği bu lokomotifle çok özel bir bağı vardır. Ancak yaşlı Lison’un sonunu hazırlayan kaza, Jacques’ın da yaklaşan sonunun habercisi olur.
Her zamanki olağan hayatlarını sürdüren Havre Garı sakinleri yaşanacaklardan habersiz, günlük işleri ile meşgul olmaktadır. Ta ki sessiz ve aniden ortalığa yayılan cinayet haberi kasabanın gündemine düşünceye dek. Öyle ki tek bir cinayet daha pek çok kişinin hayatına mâl olurken, art arda gelen felaketler sonrasında roman adeta, evrimleşen insanın nasıl bir hayvana dönüştüğüne sahne olur.

Kişilik erozyonu
Çocuk yaştan beri babalığının tacizine uğrayan Severine’in gizli ilişkisini öğrenen kocası Roubaud, kıskançlık bunalımına girerek karısının da dahil olduğu bir cinayet planı yapar. Cinayetin ardından başlatılan soruşturma kısa sürede kapatılır. Bu aynı zamanda karı kocanın yaşayacakları değişimin de başlangıcıdır. Bu olaydan sonra evli çift birbirine yabancılaşır. Genç kadın teselliyi makinist Jacques’ın kollarında bulurken, kocası ise alkole ve kumara yönelir. Sonunda Roubaud insanlıktan çıkarken Severine ise kocasını öldürme planları yapmaya başlar.
Her türden kişilik erozyonunun yaşandığı romanda yan karakterler ise; kıskançlık, para hırsı ve karşılık bulamadıkları aşkları yüzünden başkaca cinayetler işlerler. Yozlaşmanın toplumun en alt tabakasından en üst tabakasına kadar her kesiminde görüldüğüne dikkat çeken Zola, adalet sisteminin bozulan çarkına da eleştiri getirir.
Demir yolu dünyasını ve raylar üzerindeki yolculukları tüm ayrıntıları ile anlatan Zola, bu romanı yazmadan önce Paris ve Montes arasında sefer yapan bir lokomotifte makinistin yanında yolculuk eder. O dönem her ne kadar bu davranışı tuhaf bulunsa da onun bu gayreti romanına kattığı inandırıcılıkla değer kazanır.
Modernleşmenin getirdiklerine ve götürdüklerine de dikkat çeken yazar; insanın çevresine ve kendisine duyduğu yabancılaşmayı, küreselleşmeyi kaçınılmaz kılan teknolojik gelişmeleri Phasie ananın ağzından şöyle aktarıyor, “… artık kimse ülkesine kapanıp kalmıyor ve dedikleri gibi, yakında tüm halklar tek bir halka dönüşecekti. İlerleme buydu işte; herkes kardeş olacak, hep birlikte düşler ülkesine yol alınacaktı.” Ama tüm bu akıp giden kalabalık kendisinin orada ölümle yüz yüze olduğunu hiçbir zaman bilmeyecekti. Rayların üzerinden hızla geçen insan yüzleri birbirine karışırken, sonunda her bir yüz diğerinin aynıymış gibi bulanıp kayboluyordu. Bu güzel icat sayesinde insanlar çok daha hızlı gidiyor ve daha çok şey biliyordu. Ama daha iyi makineler de icat etseler yabaniler yabani olarak kalmaya devam edeceklerdi.

Kitabın Künyesi
Hayvanlaşan İnsan
Özgün Adı: La Bete Humaine
Yazar: Emile Zola
Çeviren: Alev Özgüner
Yayınevi: İthaki Yayınları

2004 Yılı
Sayfa Sayısı: 431 sayfa

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Büyüyen Eller / Bütün Yapıtları ? Sait Faik Abasıyanık

Next Story

Newton ve Gök Mekaniği – Jean-Pierre Maury

Latest from Emile Zola

Therese Raquin – Emile Zola

Emile Zola, bilimsellik hırsına rağmen her şeyden önce bir romantiktir. Onun yoğun ve çarpıcı betimlemelerle dolu romanları şiir gibi okunur. Gözü ya da kalemiyle
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ