Hem zamanın tanığı hem de eylemcisi halk şairi: Ali Çuhadar – Müslüm Kabadayı

ali çuhadarHalk şairleri, halk edebiyatımızın sözlü geleneğinde daha çok tarihe tanıklık ederler. Kendileri zamanın yaratıcı eylemcisi ve şiiriyle yönlendiricisi olanlar da vardır. Pir Sultan Abdal, Köroğlu ve Dadaloğlu bunlardan en çok bilinenleridir. Bilinmeyenler ise çoğunluktadır. İşte tarihe tanıklığı yanında zamanının yaratıcı eylemcilerinden olup geniş kitleler tarafından bilinmeyen halk şairlerinden biri de Ali Çuhadar’dır.

Ali Çuhadar 1932 yılında, Fransızların işgali altındaki Yayladağı’nın Kışlak köyünde dünyaya gelir. Taha ve Zeynep Çuhadar’ın çocukları olarak işgal yıllarının acı ve zorluklarına tanıklık eder. Babası, Fransız işgaline karşı topraklarının bağımsızlığı için mücadele yürütenler arasındadır. Bu dönemde tanıştığı yurtsever halk önderleri ve aydınlarla gençlik döneminde ilişkilerini geliştirir. Özellikle 1950’li yıllardan itibaren gerek emek gerekse siyasi çalışmalarında onların desteğiyle geniş çevre edinir.

İlkokulu Kışlak’ta okuduktan sonra ortaokulu Maraş Ortaokulu’nda tamamlar. Antakya Lisesi 1. sınıf öğrencisiyken babasının çiftliğin başına geçmesini istemesi üzerine öğrenimi yarıda kalır. Bunun acısı, belleğinde derin iz bırakır. Bir anısında bu derin yarayı şöyle anlatır: “1950’lerde bir gün Antakya’daki Kurtuluş Caddesi’nde işlerimi hallettikten sonra Fransızlar zamanında yapılan hastaneye doğru gidiyordum. Lisede Kimya dersimize gelen Kâmil Gülçat hocamız da o cadde üzerinde otururdu. Karşımdan geliverdi. Hemen ellerine sarıldım. Çok değerli, bütün öğrencilerin sevdiği bir hocamızdı. Beni yanaklarımdan öptükten sonra, ‘Evladım, hangi fakülteyi bitirdin?’ diye sordu. ‘Okuyamadım hocam,’ dediğimde ‘Senden umutluydum be evladım!’ şeklinde tepki verdi. O anda gözyaşlarıma hakim olamadım.”

Köyünde tarım ve hayvancılıkta bilimsel ve teknik çalışmalar yürüterek köylüye örnek olmaya çalışır. Hayatını Ayşe Bişkin’le birleştiren Ali Çuhadar, yaşamını kentte sürdürmek ister. Bu amaçla 1959’da Mersin’de polisliğe başlar. Ancak, yine babasının baskısına dayanamayarak köyüne dönmek zorunda kalır. Kızılgöl’deki çiftlikte en iyi tarım ve hayvancılık üretimini gerçekleştirmeye çalışır. Köyündeki tarımda gübreyi ilk kullanan kişidir. Yöresinde en çok tütün üretenler arasında yer alır. Hatay’ın değişik köy ve kasabalarından getirdiği meyvelerin ve sebzelerin ekimini gerçekleştirerek köylünün gözünü açar. Aynı zamanda CHP Yayladağı İlçe Yönetiminde yöneticilik yapar. Merkez Genel Kurullarında delegelik yapar. İsmet İnönü’yle aynı karede yer alır.

Köyünde ilk kez bağlama çalan şairdir. Bir yandan tarım emekçisi olarak eşi ve çocuklarıyla yaşamını kazanırken, diğer yandan ülke siyasetine kendi görüş ve düşünceleriyle katılır. Kırsal kesimdeki çekemezlik ve aile içindeki mülkiyet çelişkileri nedeniyle sorunlar yaşamaya başlayınca 1980’li yıllarda İskenderun Aşkarbeyli’ye taşınır. Burada bahçesinde sebze-meyve üretimi yanında besicilik yaparak yaşamını eşi ve çocuklarıyla kazanmaya devam eden şair Ali Çuhadar, bu kez İskenderun’da sosyal ve siyasi faaliyetlerine ağırlık verir. 1990’lı yıllarda Yayladağı-Altınözü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin başkanlığını yürütür. İskenderun’daki çevre konusuna da duyarlık gösteren Ali Çuhadar, Çevre Koruma Derneği’nin faaliyetlerine destek verir.

Yaşam deneyimlerini ve şiirlerinden örnekleri, İskenderun’daki Ayna Kültür Derneği’nde düzenlenen bir programda, kentin aydın ve sanatçılarıyla paylaşır.

85 yaşına ayak basan şair Ali Çuhadar’ın özetlemeye çalıştığımız yaşamının, şiiri için ne kadar zengin bir birikim sağladığı açıktır. O da, halk şiirimizin koşma, türkü, destan, semai ve varsağı nazım biçimlerinde bu birikimini işler. Bunda el aldığı Mullamusalıların kızı olan babaannesinin de payı büyüktür. Yörede hem halk hekimliği hem de halk edebiyatının birikimlerini ustaca kullanmasıyla tanınan babaannesinden el alması da ilginçtir. Dokuz yaşındayken annesi Zeynep Hanım’ı kaybeder. Annesinin cesedi teneşirdeyken babaannesi Fatma Hanım, kardeşi Cihan’la kendisinin elinden tutarak cenazenin başına getirir ve şu dörtlüğü söyler:

“Neler gördüm neler gördüm
Baş bağrımı deler gördüm
Anasını kurtlar yemiş
Yavruları meler gördüm”

Bundan çok etkilenir ve kendisi de acılarını, sevgi ve aşkını, doğadan ve toplumsal olaylardan öğrendiklerini şiirleştirmeye başlar. Bu el almanın ilginç ve güzel bir yanı da, erkek halk şairleri, bir başka erkek halk şairinden el alırken o, bir kadını kaynak kişi olarak benimsemiş olmasıdır.

Ali Çuhadar, halk şairliğinin yanında babaannesinden dinlediği Çuhadar ailesinin tarihini, büyük dedelerinin Maraş’tan Kışlak’a geliş hikayelerini, Osmanlı döneminde “Kaplan Ali” olarak bölgede yiğitliği ve dürüstlüğüyle ün salan Ali dedesi hakkında yazdığı çalışmayı da gün ışığına çıkarma uğraşına girer.

Onun çocukluk ve gençlik döneminin biçimlendiği Kızılgöl toprakları, Antakya-Yayladağı karayolu üzerindeki yayladadır. Burada Kışlaklılar, geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılık yanında meşe kömürü de yaparlar. Dolayısıyla hiçbir zaman aklından çıkmayan anılarla yüklü bu topraklarla ilgili yazdığı 11 dörtlükten oluşan “Kızılgöl Çiftliğinde Bir Çoban” şiiri, yöreye özgü söz varlığını da içermektedir. Hatay’daki birçok endemik bitkinin de yetiştiği bu yayladaki bir çobanın gözünden betimlenen doğal hayat, birçok yönden zengin malzeme sunmaktadır. Bu şiirde boğumcuk ve yer çayları, menekşe, sümbül ve karanfiller benzetmelerle betimlenirken keçiler yılanlar da kişileştirilir. Ayrıca şairin bazı dörtlüklerde farklı dize kuruluşlarına başvurduğu görülür. Örneğin, bu şiirin 10 dörtlüğü yanında 7. kıtası beşlikten oluşmaktadır. Bazı dörtlükler aaaa gibi düz uyaklıyken, bazı dörtlükler aabb gibi mesnevi tarzıyla uyaklanmıştır. Genellikle 11’li hece ölçüsünü kullanan şairin bazı şiirlerinde dizedeki hece sayısı 26’ya kadar çıkar. Bazılarında da dizelerdeki hece sayıları değişir. Hece ölçüsünü tutturmakta özensizlik görülür.
Şairin yüzlerce şiirinden, şiir anlayışını yansıtan 7 şiiri örneklemek istedim. Onun tüm şiirlerinin kitaplaşması dileğiyle kendisine sağlıklı ömürler diliyorum.

KIZILGÖL ÇİFTLİĞİNDE BİR ÇOBAN

Sabahın seherinde sağım yapılır keçi koyun
Azığım beline bağlar öğleye olsun diye öğün
Çıkar büyük kapıdan bir sürü keçi koyun
Dalar Örensekisi’nden Aladağ yamaçlarına değin

Mevsim bahar mayıs haziran hava serin
Çiğ yağmıştır otlar üstüne damla damla yerlerin
Islanır ediğim tuzlu menekşe çiçeklerindeki çiğler
Mis gibi kokar her taraf çiğli tuzlu menekşe çiçekleriyle

Koyunlar keçiler ara ara bağrışır meleşirler
Aralıklarda bazen ayrılır bazen de birleşirler
Arasından geçerken çalıların çiçeklerin otların
Çiğ yağmış sular ile ıslanır bacakları karınları onların

Her çiçekten bin bir türlü gıda alır bedenleri
Yediklerindendir mis gibi kokar etleri ve sütleri
Sürü dağılır kokar otlağı Aladağ eteklerine
Çoban gözetlemeye çıkar bir taşın zirvesine

Meneviş çalılarını sarmıştır haylinler sarmaşık gibi
Yayılan keçilerin boynuzlarını sarar ip gibi
Kurtulmak için bazen çobana yardım diye çağırır
Sesi duyan çoban geliyorum diye keçisine bağırır

Güneş yükselmiş hava ısınmış çiğ kurumuştur artık
Bu dağların yılanları zehirlidir soktuğu olur sık sık
Çalılar arasından bir hışırtı duyulur fışşş diye ses vererek
Belli ki geçiyordur ya küfküfü ya zehirli engerek

Bazen köpek çabuk çabuk ses verir bir kayanın dibinden
Karayılan kıvrım kıvrım toplanmıştır üşüdüğü için çiğden
Gözleri yıldır yıldır dilini uzatır ses verir korkusundan
Salıveririm karayı gider çünkü o sevilir fareleri yediğinden
Boz yılanı küfküfüyü engereği affetmem öldürürüm ben

Aladağ’da bir ot vardır hububat yaprağına benzer
Mis gibi kokar baharat yapardı nenem karanfil gibi ezer
Bütün Kızılgöl dağlarında mor menekşe sümbül çok olur
Kırmızı topraklı bu bölgede kan kırmızısı lale bulunur

Düdenardı Kuyubaşı Killik Kızan mevkii kıraçlarında
Lezzetine doyum olmaz kök çayı bulunur buralarda
İyi yıkanırsa lezzeti hiçbir çayda bulunmaz rayihalı
Bütün sinir marazına ilaçtır boğumcuk çayının çiçekli tohumları

Kilisenin üstü Kuyubaşı Kızan sekileri Mazılık arası
Meşhur çakşır güç verici bitkisinin yetiştiği yerdir burası
Tanrının verdiği kudret ve hikmeti anlatmaya hacet yoktur
Kızılgöl’de benim bilmediğim mucizat daha çoktur

Anlatmaya çalıştım size Kızılgöl’ün nimetlerinden binde birini
Anlattıklarını yaşayarak burda geçirmiştir Çuhadar genç ömrünü
Hepsini yazmaya benim ne nutkum ne kalemim kafi gelmez
Kızılgöl’ün nimetleri çoktur saymakla yazmakla bitmez

GELİNCİK KUŞLARINA

Bu dünya çakır dikenidir her kuş konamaz
Her konan pembe çiçeğinden murat alamaz
Her kuşun kurduğu yuva sağlam olamaz
Sağlam yuva dişi kuşun emeğiyle kurulur

Bir erkek bir dişi gelincik kuşu
Çakır dikenine yuva kurmuşlar
Bir de yumurtlayıp yavrulamış
Bilesiniz yuvası kan emekle yoğrulur

Üveyik de iki çöp çatıp yuva kurar
Çöp çatan yuvada yumurtlayıp yavrular
Eser hafifçe bir yel yuvayı sallar
Yere düşen tüysüz yavruları yer karıncalar

Dinlen beni siz gelincik kuşları
Annen babanın yavrulamakla bitmez işleri
Yavrular uğruna hep ağarır saçları
Uçmayan uçurmayan da yuvadan tat alamaz

Çuhadar der yine duygulandım bu gece
Yuvadan sesler yükselsin hep ince ince
Gelincik kuşları mutlu olasınız ömür boyunca
Bilesiniz yavru yuvasız hayata tutunamaz

MAĞRUR MAKAMLARA ZENGİNLERE

Mevkiine varlığına güvenip
Bana yükseklerden bakıcı olma
Bilinçliysen önüme düş bana da öğret
Hor görüp gönlümü yıkıcı olma

Sen somyada ben mevzide yatarım
Silahım elimde nöbet tutarım
Bu toprağa al kanımı urdum deyici olma
Gel hakkımı inkar edici olma

Vatanın güzide yerleri senin
Be zalim onun bekçisi benim
Bir gün yakandan tutar ellerim
Bana öyle mağrur bakıcı olma

Seversen beni maksatlı değil
Uğrunda ölmeye eyleyim meyil
Doğruyu söylemek dinde ar değil
Sakın ha yutturdum deyici olma

Bir gün olur iyi kötü aklanır
Hizmet veren gönüllerde saklanır
Zincir bile halka halka eklenir
Sakın halkaları küçümseyici olma

Çuhadar der bunu böyle bilesin
Ağa mısın paşa mısın padişah mısın
Varlığın burda kalacak götüremezsin
Bilesin ki ahrette hakkımı alacağım
Sakın hakkımı inkar edici olma

NASIL OZAN OLDUM

Be hey felek sana nettim neyledim
Sırdaşımsın diye sırlarımı söyledim
Ahdi vefasız olduğunu bilmedim
Saklamadın sırrımı ifşa eyledin beni

Yuva kurdum Kaşdağı’nda Kızılgöl’ün döşüne
Göğsüm gerdim zalim kara kışına
Peşim bırakmadın hep karıştın işime
Emeklerim heba oldu sefil eyledin beni

Hicret ettim kervanımı kaldırdım
Dedelerim mekanına yönüm döndürdüm
Dostlarım ağlatıp düşmanlarım güldürdün
Aşkarbeyli deresine kondurdun eni

O gündür bugündür bırakmadın peşimi
Hiç dumansız bırakmadın dertli başımı
Dindirmedin gözlerimin sel eyledin yaşını
Bir gün sinene sarıp güldürmedin beni

Bir saz aldım derdime ortak olsun deye
Bırakmadın sazı sana edem hediye
İstemedin düzenini bozup telini kırdın
Kalem verdin zorladın yaz diye beni

Meğer ki muradın bu imiş senin
Sırrı aleme dağılsın gör Çukadar’ın
İstemedin olsun köşküm sarayım
Sen isteyerek ozan eyledin beni

AŞIKLAR KALESİ
Aşıkları gördüm bir kaleye meraklı
Bütün yaşamları karalı aklı aştım
Birçoğu aşikar binde biri de saklı
Yardım etmezsem gönlüm rahat etmiyor.

Fethedem dedim şu aşkın kalesini
Sur ile çevrili kapısı merdiveni yok
Bin bir çaba ile surları aştım
Gördüm ki sırada bekleyenler çok

Anladım kalenin burcunda imiş sevda
Sırada bekleyenler hep düşmüş derde
Düşünen gözünü kaplıyor bir kara perde
Aşıkından başka hiçbir şey görmüyor

Adem ile Havva bu sırrın öncüsü olmuş
Leyla ile Mecnun kuma gömülmüş
Ferhat ile Şirin dağları delmiş
Aşık Kerem ile Aslı ateşe yanmış
Bütün bekleyenler yansa sonu gelmiyor

Anladım bu ateşi söndürecek yar imiş
Burçta yaşayan o yâre ulaşması zor imiş
Sırada duranların hepsi yollarda kalmış
Atılan oklar hiç hedefi vurmuyor

Çuhadar anladın lakin çok geçti zaman
Beni de yaktı kül etti vermedi aman
Sevdiğim karşıma çıktığı her an
Küllerim bir anda aleve dönüşüyor

DEDEDEN TORUNA
Tanrım feza içinde dünya yaratmış
Ovaları tepeleri dağları gör Mehmet Ali
Doruklardan doğan billur nehirleri görüyorsun
Bu nimetlerden ibret al Mehmet Ali

Billur suların toplandığı denizler
Hayat kaynağıdır bil Mehmet Ali
Çeşitli canlının barındığı bu umman
Yunusun barınağıdır bil Mehmet Ali

İçlerinde inci mercan taşıyan
Her mahlukat ile olasın sen aşiyan
Her diyarda ışıl ışıl ışıyan
Karanlığı aydınlatan ol Mehmet Ali

Enginlerden geniş ufuk görünmez oğlum
Güçlükten korkma tırman yükseklere sen
Yükseldikçe başın ersin göklere
Korkma dua ediyor sana deden
Her yerde Allah’a hamdeyle Mehmet Ali

Bir elin kazansın bir elin versin
Yükseldikçe gözün çevreyi görsün
Mazluma yardım et emeğin yesin
Mutluluğa böyle er Mehmet Ali

Dilerim Allah’tan rızkın bol olsun
Dürüst çalış oğlum ambarın dolsun
Unutma sen bir Çuhadar oğlusun
Mazlumun elinden tut Mehmet Ali

Mehmet Ali deden cömert insanmış
Her gittiği yerde eser bırakmış
Onun adını Ali deden sana takmış
Deden için yoksula ver Mehmet Ali

ÖMRÜN SONBAHARI
Sonbahar mevsiminde girdim bağlara
Üzüm istedi bizim gönül beyimiz
Gördüm asmaların yaprakları dökülmüş
Üzümler toplanmış dallar kalmış boş

Hazan yeli esmiş gencecik asmaları
Hüzün düşmüş o güzelim bağlara
Bülbül yuvaları çoktan bozulmuş
Küllenmeler yapışmış güllerin dallarına

Görem dedim bağın haşmetli sarayını
Tutayım dedim pencereden bakan ağını
Gördüm ki güzel ayın penceresi boş
Dolunay gitmiş pencere nahoş

Bağ tahtına baykuş gelmiş oturmuş
Bülbül konup öten güller hep talan olmuş
Anladım o güzellik bahardaymış yazdaymış
Acep kimse bir gününde kalır mı hoş

Çuhadar ömrünü bağ ile anlatıyor
Ömrün sonunu bozulan bağa benzetiyor
Kış ayında bağda üzüm olur mu
Gençlik çağı hiç kimseye kalır mı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir