“Her taşın altından bir kişilik çıkar.” Kadir Özer’le Söyleşi: Elif Şahin Hamidi

İnsanoğlu hayatı boyunca farklı dönemlerde farklı sorunlarla, çeşitli yaşam sıkıntılarıyla boğuşup durur. Kimileyin panik atakla baş etmeye çalışır, kimileyin kedi, köpek ya da daha başka canlılarla ilgili fobisinin üstesinden gelmek için didinir. Ve kimileyin de depresyona yenik düşer. Kısacık yaşamına türlü türlü mutsuzluk tabloları yerleştirir. Peki tüm bu varoluşsal sancıların ortak paydası ne olabilir? 30 yılı aşkın bir süredir klinik psikologluk yapan Kadir Özer, ?Kişiliğin mi Var Derdin Var? adlı son kitabında bu soruya cevap arıyor. Özer, ortak payda olarak gördüğü ?kişilik? meselesini, kişilikli olmak adına verilen imkânsız ve bedeli ağır olan varoluşsal uğraşı birçok örnek eşliğinde masaya yatırıyor.

Elif Şahin Hamidi: ?Kişilikli? ve ?kişiliksiz? yaşama cesareti gösteren tüm insanlara adadığınız kitabınız ?Kişiliğin mi Var Derdin Var? nasıl doğdu?

Kadir Özer: Bir klinik psikolog olarak 30 yılı aşan bir dönem içinde yürüttüğüm psikoterapi çalışmalarımda birbirinden çok farklı görünen yaşam sıkıntılarıyla karşılaştım. Mutsuzluklar tablosu karşısında zaman içinde daha geriye çıkarak ve ormanı görecek şekilde kendime sorduğum temel soru şu oldu: Gelişimi, süresi ve bireyin yaşamını etkileme biçimi böylesine farklı olan bu varoluşsal sancıların ortak paydası ne olabilir? Mesleki yaşamımda çok önemsediğim bu soruyla ilgili bulabildiğim yanıtları aslında bu kitaptan önce kaleme aldığım ve yine Remzi Kitabevi?nden çıkan ?Var Olmak Cesaret İster? kitabımda etraflıca işlemiştim. O kitapta en önemli ortak payda olarak gördüğüm ?kişilik? meselesine ayrı bir bölüm ayırmıştım. Ancak ?kişilikli? olmak için verilen ve bedelleri ağır olan bu var­oluşsal uğraşın bir bölümle sınırlanamayacak kadar önem­li olduğuna inanıyorum. Görüşüm o ki, her taşın altından bir kişilik çıkar.

Elif Şahin Hamidi: O zaman öncelikle şu ?kişilikli? olmak meselesi üzerine konuşalım mı biraz? Kişilikli olmak neden dert?

Kadir Özer: Sorunuza şöyle bir soruyla giriş yapalım: Yerleşmiş düşünce biçimlerimize göre ?kişilikli? olmak, tutarlı bir şekilde davranış sergilemek anlamına gelir. Örneğin başarılı bir öğretmen, hekim, avukat, ebeveyn vs. olmak, tutarlı bir şekilde başarılı performans sergilemeyi gerektirir. Ters açıdan bakacak olursak, başarısızlığı sıfırlamayı zorunlu kılar. O zaman, örneğin benim başarılı bir psikoterapist olabilmem için başarısızlık olasılığını sıfırlama uğruna sıkı bir mücadele vermem gerektirir. Bu benim için büyük bir dert anlamına gelir; çünkü başarısızlık olasılığından korkmaya ve çok temel bir insan gerçeğimle kavga etmeye başlayacağım demektir…

Elif Şahin Hamidi: Hangi insan gerçeği? Bu ?gerçek? nedir?

Kadir Özer: Hangimizin bireysel tarihine bakarsak bakalım aynı temel gerçeği görürüz: Hepimiz yalan söylemişizdir ama dürüstlük de yapmışızdır; başarılı işler çıkarttığımız gibi başarısızlık da sergilemişizdir; güçlü ve de güçsüz davrandığımız olmuştur; korkak ve cesur davranışlar her birimizin geçmişinde kayıtlara geçmiştir.

Ben burada size daha nice birbirinin zıttı olan sıfatlar sıralayabilirim. Hiç kuşkusuz her bir sıfat çerçevesinde bireysel tarihimizde yeri, zamanı ve ortamı gayet açık kayıtlar vardır. Her bir davranış türüne ayrı bir renk vererek bireysel tarihimize bakacak olursak rengârenk, bir ?kişilik ailesi? olarak bugünlere dek yolculuk yaptığımız çok açıktır. Elbette bu aileyi oluşturan alt kişiliklerimiz, yani sergilediğimiz davranış açısından farklılıklarımız vardır. Örneğin, sizin yalan söyleyen kişiliğiniz benimkinden çok daha az sahne almış olabilir veya sizin başarılı işler çıkartmış ?Elif?iniz? benim kişilik ailemde yer alan başarıdan sorumlu alt kişiliğimden daha sık kayda geçmiş olabilir. Davranış temelindeki farklılıklarımıza rağmen her birey ?çoklu-kişilik? gerçeği bağlamında birbirinden farklı değildir. Bir başka deyişle, her birimizin tarihine, örneğin, başarılı performanslar ne kadar yakışmışsa, başarısız olanlar da o kadar yakışmaktadır. İşte ne zaman ki birey rengârenk bir kişilik sülalesine sahip olduğu gerçeğinden düşünce temelinde kopar ve tek kişilikliymiş gibi yaşama eğilimine girer, dertleri o zaman başlar. Yani çoklu-kişilik gerçeğine körelerek tek kişilikli, tek renkli bir insan olmaya soyunur. Ben başarılı bir psikoterapist olabilmek için başarısızlık yapabilecek ve kişilik sülalemin demirbaş üyesi olan alt kişiliğimi sülaleden atma ve onu kendime yakıştırmama gibi kaygılı ve imkânsız bir uğraşa soyunmuş olacağım…

Elif Şahin Hamidi: İmkânsız derken neyi kastediyorsunuz? Neden imkânsız?

Kadir Özer: İnsan gerçeğimiz, kutuplu veya karşıt nitelikli çoklu kişilik gerçeğine dayalıdır. Bu bence yapısaldır, yani doğamız gereğidir. Böyle olmasaydı yaşama, yaptıklarımıza veya başkalarının yaptıklarına anlam yüklememiz mümkün olamazdı. Her birimizin tokluk gibi bir yaşantıya tanım getirerek anlam verebilmemiz için açlık yaşantısına ihtiyacımız vardır. Aslında her yalan söylediğimizde dürüstlüğü, her başarısızlıkla başarıyı, her güçsüzlükle güçlü durabilmeyi vs. tanımlamış oluruz.

Kişilik yapımızın çoklu ve kutuplu olması bir anlamlar sistemi oluşturmamız için yapısal bir gerekliliktir. İşte bu nedenle ?başarılı? bir insan olmak için başarısızlığı sıfırlama çırpınışı imkânsız bir gayrettir…

Elif Şahin Hamidi: O zaman sizin renk benzetmenizden yola çıkarsak ?kişilikli? olmak tek renkli bir insan olma çabasıdır diyebiliriz. Temel önermeniz de böyle bir insan olunamayacağı. Doğru anlamış mıyım?

Kadir Özer: Tam bunu ifade etmeye çalıştım. Ben genelde başarılı performanslar sergileyebilen bir psikoterapist olabilirim; bu gayret etmeye değer bir hedeftir. Ancak başarılı bir psikoterapist olamam. Çünkü bu başarısızlık kutbumun elimine edilmesi anlamına gelir ki buna nöropsikolojim asla izin vermez.

Elif Şahin Hamidi: Ama kitabınızın temel tezi yine de bireylerin böyle bir imkânsızlığın peşine düşmelerinin ödettiği bedeller üzerine.

Acaba biraz bu bedellerden bahsedebilir miyiz?

Kadir Özer: İnsanları, yaptıklarına bakıp değerlendirme yanılgısı sanal bir insan borsası olduğu varsayımını da beraberinde getirir. Daha önceki örneğe dönelim. Ben başarılı bir psikoterapist olunabileceğine inanmışsam, psikoterapistler borsasında iyi bir yer alabilmenin yaptıklarımın değerinden geçtiğine de inanmış olurum. Yani birileri benim psikoterapi performansıma bakarak değerlendirecek. Diyelim ki ardı ardına birkaç performansım gayet başarılı oldu ve çevrem bana ?başarılı psikoterapist? etiketini yükledi ve tabii onlarla birlikte ben de kendimi öyle tanımlamış oldum. Elbette böyle bir etiketin hoşluğuna kapılarak başlarda mutluluk yaşayabilirim. Ancak zaman içinde içimde korkuya çok benzer bir duyguyla tanışmaya başlarım. O duygunun sesi, başarısızlık yapmamam gerekliliğini vurgulamaya başlar. Başarılı performans çıkartan alt kişiliğimin öbür ucunda oturan başarısızlıktan sorumlu alt kişiliğim düşman ilan edilir. Başarılı kişilik etiketine hizmet vermek başarısızlığı kendime yakıştırmamak anlamına gelir artık. Böylelikle başarısızlık yapma olasılığını düşündüğüm her seferinde etiketimi yitirme çağrışımı da yapmış olurum. İşte bu çağrışımın yaşattığı duygu olan kaygı, ödenen en ağır bedeldir. Bir başka deyişle borsadaki yerimi koruma baskısıdır kaygı. Borsadaki başarılı psikoterapist değerimi koruma adına kaygılar eşliğinde performans sergilemeye devam ederken yetersiz kalıp başarısız performanslar sergilediğimde kendime karşı geliştirdiğim suçlayıcı duygu olan öfke ise bir başka bedeldir. Eğer öfkeme rağmen başarısızlıklarımın sayısı artar ve başarılı değerimi yitirdiğim, yani psikoterapistler borsasının dibine çöktüğüm sonucuna varırsam ödeyeceğim bedelin adı bu kez depresyon olacaktır. Depresyon bir yerde kaygılanmaktan vazgeçme duygusudur…

Elif Şahin Hamidi: ?Olmayan ama olduğu varsayılan bir insan borsasının çok ağır faturalarından biridir bireyin kendi canına kıyması? diyorsunuz kitapta?

Kadir Özer: Canına kıyma noktasına gelen birisi artık kendini insan borsasında mücadele etmeye değer görmemeye başlar. Borsanın dibine çökülmüştür. Borsa savaşlarını kaybetmiştir. Onun için borsa ne varsayılandır ne de sanal… Varsayım gerçekmiş gibi kabul edilir. Biliyorsunuz, asırlar önce insanlık dünyanın gerçeği yuvarlak iken onu düz varsaymıştı. Dünya kafalarda düzleşmişti. Ama o günlerden kalan yazıtlardan öyle anlıyoruz ki dünyanın kenarından düşme gibi bir korku yaşarmış bazı insanlar. Yorumlar ve varsayımların gerçekmiş gibi gelmesi belki de insan olmanın en tehlikeli yanı. Kendini öldürmeye kalkışmak bunun en hüzünlü temsilcisi olsa gerek. Hiç unutmam; intihar girişiminde bulunmuş ama başarılı olamamış birisiyle sıcağı sıcağına bir görüşme yapmıştım geçmişte. Şu cümlesi hâlâ kulaklarımdadır: ?Bir solucan kadar değerim yok. Onlar hiç değilse balık tutmaya yarıyorlar!? Oysa onun da bireysel varoluş tarihine bakıldığında o çok kişilikli, çok renkli insan gerçeği apaçık ortadaydı.

O da değerli-değersiz, yeterli-yetersiz, önemli-önemsiz, başarılı-başarısız, sevilen-sevilmeyen vs. birçok davranış sergileyerek kendini var etmişti. Yani herkes gibi bir kişilik sülalesi olarak gelmişti bugününe. Ancak gerçeği bu iken, yorumuyla kendini tek renkli ve tek kişilikli ilan etmişti. Hem de sanal borsada hiç de cazip olmayan tek renkli bir insan olarak. Yuvarlak olan bir dünyayı kafada düzleştirip bunu gerçek sanma misali…

Elif Şahin Hamidi: Çocukluktan itibaren pek çok konuda değer biçmeyi ve ?insan borsası?nın kurallarını öğrendiğimizi, bir örnek vaka üzerinden resmediyorsunuz. Akıllı, tembel, inatçı, sevilmeye/sevilmemeye aday çocuk vs. olarak çocuk borsasında yer edindiriyoruz çocuklara. Rol model olan yetişkinlerin tüm ?ben?leriyle barışık çocuklar yetiştirebilmesinin yolu nereden geçiyor?

Kadir Özer: Biliyorsunuz bu kitapta insan borsasının birçok sektörü olduğundan bahsedilir. Bu sektörlerin içinde sorunuzla en bağlantılı olan ebeveynler sektörüdür. Öncelikle ebeveynlerin ?nasıl bir anne/babayım?? yerine ?nasıl bir annelik/babalık yaptım?? sorusunu sormaya başlamaları önem taşır. Çocuklarına yeri geldiğinde farklı ebeveynlik yapabilme cesaretine sahip olduklarını göstermeleri çoklu kişiliklerinin yansıması olacaktır. Kendini tüm renkleri ve kişilikleriyle kabul etmiş bir ebeveyn, çocuğunu da tüm çocukluklarıyla kabul etmiş bir ebeveyndir.

Elif Şahin Hamidi: İnsan borsasında yer alan sektörlerden en önemlisinin ?cinsiyet kimliği? olduğuna dikkat çekiyorsunuz. Namus cinayetleri ve erkek kimliğinin borsa değeri arasında nasıl bir ilişki var?

Kadir Özer: Hatırlayacaksınız daha önce ?kişilikli? olmanın en vahim bedellerinden birisinin öfke olduğunu belirtmiştim. Erkekliğini insanlığının tek değeri olarak gören birisi onu savunma adına bir başka canı yok etme noktasına kadar gelebiliyor. Kendince erkek oluyor ama insan olamıyor…

Elif Şahin Hamidi: ?Kimliklerin nöbet değişimleri, bireysel varoluşumuzun olmazsa olmaz uyum mekanizmasıdır? diyorsunuz. Bu nöbet değişimi ve uyum mekanizması üzerine konuşabilir miyiz?

Kadir Özer: Hatırlayacaksınız, daha önceki konuşmalarımızda çoklu ve kutuplu kişiliğimizin yapısal, nöropsikolojik bir zorunluluk olduğunun altını çizmiştik. Bu zorunluluğun temel işlevlerinden birisini bireyin bir anlamlar sistemi oluşturmasındaki rolüyle ifade etmiştim. Kişilik yapımızın birçok alt benlikten oluşmasının bir başka işlevi ise bireyin fiziksel varoluşunun devamlılığı, idamesiyle ilgilidir. Bu denli büyük bir kişilik sülalesine sahip olmasaydık çok uzun yaşayamazdık. Kişilik sülalesinde yer alan her bir alt kişiliğin sahne alması öncelik taşıyan ortamlar vardır. Örneğin ?tedbirli? kişiliğimizin sahne aldığı yerlerden birisi trafiğin yoğun olduğu bir caddeden karşıya geçme anıdır. Orada tedbirsiz ve aldırmaz davranabilen kişiliğimizin sahne almasını hiç istemeyiz! Dürüst davranmayı önemseyebiliriz ve o kişiliğimizi olabildiğince yaşama geçirme gayreti gösterebiliriz.

Ancak öyle durumlar olabilir ki yalan söyleyen kişiliğimiz öncelikli seçenek haline dönüşebilir. Örneğin karşımızdakinin üzülebileceğini veya bize saldırabileceğini tahmin ettiğimiz durumlarda yalan söyleyen kişiliğimiz sahne alabilir. Bir başka örnekleme şu olabilir: Hepimizin kişilik sülalesinde planlayan ve bunun öbür ucunda da doğaçlama yapabilen kişiliklerimiz yer alır. Bir an için planlayan kişiliğimizin yok olduğunu düşünelim. Yani sadece doğaçlama yapabiliyoruz! Ne dersiniz? Çok fazla yaşayamayız değil mi? Gelecekte olabilecekleri tahmin etmeyi ve tedbir almayı beceren planlı kişiliğimiz olmadığı için bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda doğaçlama yapan kişiliğimiz çok fazla bir şey yapamayabilir. İşte her birimizin tarihinin böylesine farklı renklerde kişilik icraatlarıyla bezenmiş olması fiziksel idamemiz için bir zorunluluktur. Önemli olan geçmişte hem yaşama anlam kazandırmak hem de idame edebilmek için sahne verdiğimiz kişiliklerin her birisini kendimize yakıştırma cesaretini kaybetmemektir.

(Remzi Kitap Gazetesi, Ağustos 2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir