Bu slogan, 9 Kasım’da Derelerin Kardeşliği Platformu tarafından Trabzon’da düzenlenen “Karadeniz Kararmasın, Geleceğimiz Solmasın” mitinginde kitlerin dilinde sürekli yinelendi.

Sloganlar, kalabalıkları coşturmak ve alanlardaki diriliği yüksek tutmak için etkilidir. Topluluğu “gaza getirmek” gibi de bir işlevi vardır. Bazı sloganlar haykırıldığı alanlarda kalır, herkes işine gücüne döndüğünde ise unutulur gider.

Ama…

Başında keşanı, belinde peştamalı yetmişlik Fadime Ana; yumruk yapıp hıncını, sesinin elverdiği oranda bu sloganı haykırıyorsa, o HES’leri gerçekten yıkacaktır yapanların başına. Bundan hiç kuşkumuz yok. Gözlerindeki HES nefreti ayaklarına güç vermiş, kararlı adımlarla yürüyordu celladının üzerine üzerine. Bugüne kadar öyle olmadı mı? HES’lere karşı tavırlarını en içten koyanlar, yaşlılar ve kadınlardı. İş makinelerinin önüne ilk onlar attılar kendilerini. Çünkü onların su ile ilişkisi çok daha eski, çok daha canlı ve çok daha gerçekçi.

Yani diyeceğim o ki, bu sloganı kimse boşuna haykırmadı o gün.

Çünkü vadilerinin, derelerinin ve köylerinin yağma edileceğini iyi biliyorlar.

Çünkü göçe zorlanacaklarını, yersiz yurtsuz kalacaklarını hissediyorlar.

Çünkü siyanürle zehirleneceklerini, nesillerinin sakat doğacağını öğrenmişler.

Çünkü paraya iman edenleri ve onların açgözlü işbirlikçilerini tanıyorlar.

Bu yüzden gözünü budaktan sakınmayacak kadar diriydiler o gün.

Kararlı ve öfke doluydular…

***

Kızılderili Reisi Seattle’in o ünlü mektubunu bilirsiniz.

ABD Başkanı Franklin Pierce, kıtaya gelen yeni göçmenlere toprak bulmak amacıyla şefe bir mektup yazar ve ondan toprak talep eder, karşılığında da rahat ve huzurla yaşayacakları başka bir bölge önerir.

Bunun üzerine Reis Seattle, insan ve doğa ilişkisini en iyi özetleyen o tarihi konuşmasını yapar. (Daha sonraları metinleştirilerek mektup haline getirilmiştir)

Topraklarının her karışının onlar için kutsal olduğunu, üstündeki her canlıyı kardeş saydıklarını ve toprağın insanı sarıp sarmalayan sıcaklığını anlatır. Bu sıcaklığın da asla satın alınamayacağını ders verir gibi tekrarlar ve şöyle der:

“Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var; beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı gösterecek. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları, sadece eğlenmek için… Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlarız buffaloları. Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölmez mi?”

Nitekim bu büyük öngörü sahibinin kaygıları, beyaz adamın parasıyla birer birer hayata geçirildi. Dünyanın her yerinde, sömürgeci ellerin uzandığı her kara parçasında, çok uluslu şirketler zaman içinde kapsamlı bir doğa yağmasına giriştiler. Irmaklar kurudu, ağaçlar yok oldu, balıklar öldü. Çünkü beyaz adam doğanın dostu değil hep düşmanıydı.

İşte o gün binlerce Kızılderili, Trabzon Atatürk Alanı’nda toplandı.

Çok şey mi istediler?

Hayır!

İnsanoğlunun sağlıklı ve mutlu yaşaması için yaşam alanlarının temiz kalmasını, kirletilmemesini…

Çocuklarının gülerek büyümesini, bu güzel topraklarda sağlıklı ve güzel çocuklar yetiştirmeyi…

Doğadaki tüm canlılar, derelerdeki balıklardan, ağaçlardaki kuşlara kadar, hepsi canımızın çekirdekleridir dediler.

Bir kuşun havalanışını görmek, bir balığın yüzüşüne tanık olmak istiyoruz dediler.

Doğanın bütün renklerini kucaklamak, bütün seslerini içlerine çekmeyi istediklerini söylediler…

Kısacası:

Dağa taşa, suya ağaca ses ettiler, seslerinin yankısını görmeye geldiler.

***

ve neşeli bir ıslık
tutturmuş şimdi doğa
nice acıya karşılık
aşkı savunmada doğa

Ahmet Telli ne de güzel betimlemiş, “neşeli ıslık tutturmuş doğa” dizesiyle doğanın var oluş nedenini. Evet, doğa bütün sesleriyle kalbimize ve ruhumuza neşeli müzikler çalmaktadır. İnsana sesleniyor doğa, diyor ki: Bunalırsan, sıkılırsan gürültüden ve karmaşadan, bana gel, bana sığın. Öyle değil midir? Taze bir soluğa gereksinim duyduğumuzda ya da içimizi bir huzura teslim etmek istediğimizde kaçıp sığındığımız tek yer doğanın kalbidir.

Şimdi o kalbe iş makineleriyle saldırıyorlar, karnını deşiyorlar ve içerisindeki bütün canlıları öldürüyorlar.

Ve ne yazık ki, hukukun arkasından dolanarak çıkarttıkları yasalarla bu ölümleri meşru kılmaya çalışıyorlar. Öyle ki çıkardıkları bütün yasalar, bu talanı biraz daha kolaylaştırmak üzerine.

O gün o mitingde binlerce insan, “yaşam çığlığı” attı.

Başta Trabzon, Rize, Giresun, Artvin, Ordu, Samsun, Sinop olmak üzere ülkenin birçok yerinden insan koşup gelmişti. Omuz omuzaydılar ve hep bir ağızdan deresini, vadisini, köyünü ve yaylasını savundular. Börtü böceğini, kurdunu kuşunu, çiçeğini ağacını savundular.

Sonra…

Yırca’da zeytin ağaçlarını korumak için mücadele eden köylülere selamlarını yolladılar.

Son derece sinirliydiler:

“HES yapma boşuna, yıkacağız başına!”

Ömer Turan
11/11/2014 http://haber.sol.org.tr/

Previous Story

Sinemanın Güney’i – Güney Özkılınç

Next Story

Çok su içmek cildi güzelleştirir mi? Bilimsel veriler var mı?

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ