Hiç-Bir-Şey ? Nejdet Evren

Kullanıldığı yere göre ?hiç? bir sığınak, bir soluklanma, bir zaman kazanmadır. Bu gün parçacıklar arasında bir boşluk olduğu düşünülmektedir. Ve bu boşluk tanımlanmamış olmasına göre bu bir ?hiç? olduğu varsayımına dayanır. On-üzeri çok sayıdaki rakamlarla ifade edilebilen mikro düzeydeki alan bilgisi, gözle görülen alan bilgisinden daha küçük değildir. Mikro ölçeklerle makro düzeydeki alan ölçümlenmeye, tanımlanmaya çalışıldığına göre, bunun tersinin de mümkün olması gerekir. Boşluk bir ?hiç? ise bunun hem mikro hem de makro ölçeklerde gösterilebilmesi/kanıtlanması gerekir. Doğrusu kozmolojinin geldiği düzey açısından bilginin devasa büyüklüğü ve çokluğu sonsuzluk karşısında bir nokta kadar olsa gerek. Bu tanımlamanın ürpertici olduğunu söylemek mümkündür. Sonsuzluğu bir işaret olarak ifade etmek/çağrıştırmak olanaklı ise de, sonsuzluğun resmini çizmek, onu tüm ögeleriyle tanımlamak olanaklı değildir. Bu belirleme ile belki de tersinden sonsuzluğun tanımı yapılmış olacaktır. ?hiç? yoktur. Yoktan hareketle var olan tanımlanamaz.

?Hiç? yalın olarak bir anlam ifade etmez. Onun ?öteki? olana gereksinimi vardır. Öteki ise, ?her-şey? ve ?hep-si? dir. ?hiç? ?her ve hep- in zıttı gibi görünse de aslında zıt değillerdir. ?hiç? dışta olmayı olumsuzlayarak olumlar. Başka bir anlatımla, ötekini dışlayan bir olumsuzluktur. ?hiç? varlığın tersinden olumlanmasıdır. ?hiç? bu yönü ile ?şey?den ayrılır. Bu nedenledir ki, ?hiç? bir olguyu tersinden açıklarken ?şey? açıklayamaz. Buradan hareketle rahatlıkla söylenebilir ki, ?hiç bir şey? tanımı bir tanımsızlığa denk düşer ve asla açıklanamaz. Açıklanamayan olgu nedir? Açıklanamayan bir olgu var mıdır? Gerçeklik açıklanabilir olanlar ile sınırlıdır. Bu nedenle açıklanamayan bir olgudan söz edilemez. Bilinememek ile açıklanamamak ayrıdır. Bilinen tüm olgular açıklanabilirdir. Ancak bilinmedikleri için açıklanamayan olgular bir ?hiç-bir-şey? değildirler. ?Hiç-bir-şey? bundan çok farklıdır. Parçacıkların belirsizliğine ilişkin bilgi, onların hareket tarzının bir ?hiç-bir-şey? olduğu anlamına gelmez. ?bir-şey? olup da tanımlanamamak bir açıdan sezgisel bir düşünce gibi görünebilir. Ancak, sezgisel düşüncenin kaynağında da bir olgu ve devinim vardır. Olmayanın sezgisi asla olamaz. Demek ki, ?hiç? ve ?şey? in asla örtüşmedikleri söylenebilir. Bilinebilirliğin farkında olmak ile yetersizlik açıklanmaya muhtaç bir olgusal varlığı gösterir. Bu açıdan da ?hiç? kavramının olgusal olmadığı ve yetersizliğin bilincinde olmanın ?şey? kavramını ötelediği söylenebilir.

?Hiç? yeri geldiğinde bir vurgu, kuvvetlendirme olarak dillendirilir. ?önemli değil? önermesi yeterli iken ?hiç önemli değil? önermesi bir vurguyu içerir. ?hiç? bir tanım olmasa da anlatım zenginliği için kullanılabilen bir kavram olmakla ?her-hep-çok? kavramlarını çağrıştıran tersinden bir anlam içermektedir. Bu olumsuzluk ?hiç? in pasif olduğunu gösterir. ?hiç önemlidir, hiç değerlidir? gibi önermeler bu nedenle bir anlam ifade etmezler. ?şey? in tanımlanamayan olgusal çağrışımı ?hiç? te görülmez. Bu nedenledir ki, ?hiç-bir-şey? anlatımı ile edilgen/pasif ve tanımlanamayan bir çağrışım yaratılır. ?Hiç-bir-şey? insan düşüncesinin kendisi ile oynadığı belki de en büyük düşünsel oyun/illizyonudur.

Hiç kavramının eklendiği ögeyi kuvvetlendirmesi düşünseldir. Dolayısı ile hiççilik ile kendisini ifade edeceğini düşünen felsefe akımı da bu kuvvetlendirmeyi kullanmaktadır. Bunun kullanım biçiminin dil ve düşünce üzerindeki yansımaları gerçekte ?hiç?in ne olduğunun açılımı olmayacaktır. O her zaman hep/hepsi/her olgularına ?varlığa- gereksinim duyacaktır. Başka bir değişle olgunun yok sayılması anlamında kullanılan hiç kavramı yoklaştırmaya yöneliktir. ?Hiç? olgunun içine gizli bir yok sayma düşünselidir. Bu nedenle gerçekte felsefi anlamda da ?hiç? denilen bir fenomen yoktur; o, her-olanın deyim yerindeyse şekilsiz bir gölgesidir. Nihilist-hiççilik akımı da bu tanımdan ayrılamaz; onun uzaklaşmak istediği ve varmak istediği yer olandan/olgudan arınmaktır. Bu yönü ile ?hiç? kavramının söylenen akımdan da geniş bir içeriğe sahip olduğunu düşünüyorum.

Bireyin zararlı gördüğü olguları hiç-leştirmesi ile onların gerçekte hiç-leştirilmesi için yapılması gerekenin ne olduğunu bilmesi arasında fark vardır. İlkinde salt bir eleştiri ikincisinde eleştiri artı öneri bulunmaktadır. Hiç-leştirme yalnız başına farklı şekilde algılama ve düşünmeyi doğuramaz. Hiç-lik varolanın ve de yanlış olanın/öyle görülenin anti-tezi değildir. Hiç-lik her olgunun karşısında durabilir; her olgunun anti-tezinin aynı olmadı çok farklı bir durum olsa gerek. Bu eşyanın doğasına uymaz.

Hiç, bir zıt olma değildir. Var olmanın karşıtı da değildir. Zemin, sınırlandırılmış adacıklardır ve bunlar diğer adacıklar ile halkalaşıp etkileşirler. Zemin bir salt-lık durumu değildir. Her olguyu içersine yerleştirdiğimiz ve içeriği sürekli değişen/değiştirilebilen/düşüncenin sınırlandırdığı ve fakat olgular ile birlikte değerlendirilen bir alandır. Hiç ile zemin birlikte bulunamazlar. Ya da zemin hiç-lik demek değildir. Çünkü zemin içeriği ile etkileşimler yaratan olguların değerlendirildikleri bir alandır. Varlığı kanıtlamak/kendine döndürmek için hiç-lik denilen bir zemine gereksinim olmadığı kanısındayım. Var olanın kendi içerisindeki büyüttüğü çelişkisi/karşıtı ile zıtlaşarak değişmesi bir değişim zemini/dönüşüm zemini yaratırsa da, hiç-lik zeminini yaratmaz.

Hiç, bir olgu değildir. varlığın örtülenmiş/ve karşı durulmak istenilen rütbelerinin/elbiselerinin/yüklenimlerinin tek-tek sökülerek “hiç”lik denilen bir zeminde öz-üne kavuşturulabileceğine yönelik yaklaşım temelinde varlığın yok edilme süreci ile örtüşmektedir. varlığın karşılığına hiç-liği değil yok-luğu koyabiliriz; ki, yok olmak ise bir değişim/dönüşümdür. var olan yok, yok olan da var olmaz belirlemesi bu yönü ile açıklayıcıdır. evrenin/kozmoson kendinden var-oluşu, yaratılmayı gerektirmemektedir. bu var-oluş dingin devini/hareketin nedenidir.

Felsefe herşeyden önce fiziğin,kozmolojinin bir uzantısıdır. Başka bir anlatımla kozmik gerçeklik içerisinde olan tüm olgular değerlendirilirler. Boşluk bir kavramdır. Ancak görüldüğü gibi olgusal değildir. Dolayısı ile “hiç” kavramının güncel anlamı ile felsefi anlamını ayrıştırıp ona yaşayan dirimsel olgular dışında anlamlar yükleme çabası aslında soyutlayarak olguya uzanım olsa gerek. Ancak, her soyutlamanın olgusal bir temeli olmalıdır. Gerçek-üstü ve metafizik soyutlamaların altında da somut olgular yatar. İnsan yaratmak istediği fenomene kavramsal bir tanım koymak durumundadır. Tüm sözcükler insan yaratısıdır. “hiç” sözcüğü de bir yaratıdır. felsefi olarak da “hiç” hiçtir, güncel olarak da…sonuçta hangi açıdan bakarsak bakalım “hiç” yoktur.
Olmayan bir olguyu düşüncemizde canlandıramayız. olduğuna i n a n d ı ğ ı m ı z olgu için de bu geçerlidir. varlık ile inanç düşüncede ayrı noktalara düşerler. biri düşüncemizden bağımsız diğeri onun ürünüdür. “hiç” görülemez ve düşüncede canlandırılamaz. onu varlığın uzaklaşmak isteyen bir gölgesi sayabiliriz
Değersiz görüleni değersizleştirme, olumsuzu olumsuzlukla olumlama aslında “hiç” kavramına gereksinim duymamalı diyorum. “hiç” kavramsal olarak kaldırıldığında da felsefi olarak bir açıklık oluşmayacaktır. değerler siztemin baş-aşağı indiren tüm olumsuz değersizlikler sistemlerinin/düşüncelerinin değerler ile ters-düz edilmeleri mümkündür. değersizlikler de değerler gibi maddi bir güce sahiptirler, bu nedenle onları ne kadar hiçsizleştirerek giderdiğimizi düşünelim, asla ortadan kalkmayacaklardır. önemsediklerimiz ile önemsemediklerimiz eş-değerdedir . ancak “hiç” kavramsal olarak bir rüyaya benzemiyor, bir tanrı inancına benzemiyor; onların ötesinde bir değerlendirmedir. “hiç” in felsefi olarak bir değerlendirme olduğu açıktır. fizikte olmayan bir olgu -ki tanım itibariyle fiziksel bir olguyu içinde barındırmaktadır- felsefede nasıl bir değerlendirme etkisine sahip olmaktadır? Var-lığın felsefenin kapsamında olması kaçınılmazdır. değer/değersizlik te öyle; ama “hiç” öyle değil… gerçekten bu “hiç” fizik olarak da değerler sistemi olarak ta yok”tur.

İnsan kendi yarattığı kavramların/düşüncelerin esiri/kölesi oldu. Canetti?nin belirlediği gibi ilkel zamanlarda türler arasında sayısal azlığı ve korkuyu derinlemesine gören insan türü sürüler halinde çoğalarak egemen olmak istedi. Sürü içerisinde kitlenin gücü ile hem eşitlendi hem de kendisini kitlenin gücü ile ifade etmeye başladı. Mistik hiç-liğin kaynağında yatan insanın kendi gücünü küçümsemesi ve yüce güç karşısında teslim olması yatar. Canlı-doğacılık ile mistisizmin arasında ayrım yapmak gerekir. İnsanın kendi varlık bilincine ulaşmaya çabalaması/kendisine egemen olması ile canlı doğanın bir parçası olarak tüm yaşamsal dirim ile barışık yaşayabilmesi için tüm türlere/doğaya duymuş olduğu mistik sevgi ve değer vermesini insanın kendisini felsefi anlamda hiç-leştirme olarak yorumlamamak gerekir. Erdemi/iyiyi/güzeli arayan insan karşısında olduğu kötücül değerlerden nefret ederek onları hiç-leştirmek için üstün insan modeline karşı çıktı. İnsanı hiç-leştimek ile üstün insan yok edilmiş olacak ve temel öğretinin çöküşü sağlanacaktı. Bu çaba gerçekten istenen sonuçları yaratabilmiş midir? Sanmıyorum. İnsan bir ?hiç? değildir. Diğer türler de bir hiç değildir. Var olan tüm varlıklar/olgular da bir hiç değildir. Toplumsal olarak yaşayan canlı türü olan insan kitlesine mal olmuş yanlış düşünce ve yargılar da bir hiç değildir. Aslında her olguya tanım koymak onu ögelerine ayırabilmek gerekir. Gerçek çözümler ancak bu şekilde sağlanabilir. Hiç-leştirerek bilinmeyen bir alan yaratmak belki de üstün insan düşüncesine katkı yaratmıştır, ki öyle olduğunu düşünüyorum.

Fizik/biyolojik/tolumsal/tarihsel bir çok süreçler vardır. bu süreçlerin tümünde sürece katılan ve onu oluşturan varlık türleri var-olma koşullarına göre sürekli devinim halindedirler. insan/diğer canlılar/doğa bir bütündür ve bütünün parçaları olarak vardırlar. buradaki bir bütün kavramı hemen üstün bir güç olarak algılanmamalıdır. atmosferik koşullar olmasa idi canlı olmayacaktı örneğin. o zaman atmosfer ile bütünün bir parçası olduğumuzu benimsemek durumundayız. sonsuz evren yaratılmamıştır. yaratılma düşüncesi sonsuzluk ile antagonist olarak çelişmektedir. kapalı-açık evren modelleri sonsuzluğun tanımını yapamazlar. evrenin sonlu/sınırlı olduğunu söylemek onun yaratıldığı düşüncesi ile aynıdır. canlı ögelerin devinimi ile cansız ögelerin devinimleri ayrıdır. ancak tüm ögeler devinirler. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim hayat/yaşam dediğimiz şey genel-kabul gören calının devinim şekli/süreci ile sınırlı değildir. yaşam bir devinimdir ve cansız ögelerin devinimi de bir yaşam biçimidir. dolayısı ile canlı-doğa kavramına insan bitki ve taş aynı anda ve aynı değerde katılırlar. oksijen elementi de aynı şekilde katılır. bunların hepsi de görüldüğü gibi bir hiç değildirler. şimdi kalkıp oksijen elementi bir hiç-tir desem bu ne anlama gelir acaba?

Hiç denilen düşünce tanımı aslında değersizleştirme ögesi olarak kullanılsa da değersizleştirmek istediğini tanımlayamadığı sürece bunu gerçekleştirme şansını yakalayamaz. tersinden ona katkı sunumuş olur; farkında olmadan hem de… insanın ve canlı-doğanın hiç-leştirilip bir açıdan iğrenç bir varlığa dönüştürülmesi onun kutsanmasından ne farklıdır ki? birinin-diğerinden öz-de farkı olmadığını nasıl anlatmalı?! tüm olgular bir değere/değersizliğe sahiptir; bunu toplumsal yapı, üretim aşamasına göre şekillendirir ve hepsi de önemli vak-alardır. yok ya da hiç sayılamazlar

Oyun ve yaşam arasında, düş ve gerçek arasında, retorik ve eylem arasında bir ince çizgi olmuştur. Bu çizgiyi/tülü kaldırdığımızda oyun yaşama, düş gerçeğe, söz eyleme dönüşmüştür. Sorun bir açıdan oyunun, düşün ve sözün yaşam, gerçek ve eylem ile ne denli örtüşmesindedir. Bütün olguların dönüşebildiğini, değiştiğini, bir-aynı kalmadığını görüyoruz. Heraklit?in dediği gibi ?akan bir suda iki kez yıkanılamıyor? hiç-lik hep orada kalıyor ve dönüştüğü değiştiği gözlemlenmiyor. Hiç-i varlığa dönüştürebilir miyiz? Var olanın önemi hiç olmasında mı gizlidir? Tüm düşünceler sür-realist olanlar da içinde olmak üzere ?ki, sanat eserleri, görsel,işitsel,çizgisel- hep var-olanı dile getirir, gösterirler. ortada bir oyun/yaşam var ve bundan elde edilen bir deneyim var üzerine idi.? Değer ve anlamın kalmadığı yerde, elde edilen deneyim neye yarayacak?
Düşüncenin bir hiç-den ortaya çıktığı savlanabilir mi? ?Bilinmeyen? aslında bir tanım değildir. ?Hiç? ve ?şey? kavramları da zaten tam bu zamanlarda devreye girmektedir. Bilinmeyenin içinde ne mi var? Bu soru da sonuçsuz kalacaktır. Sonsuzluk resmedilmese de bir bilinendir. Dolayısı ile ?bilinmeyen? değildir. Şekilsizliğin bir şekil/kendinden bir şekil olması anlaşılabilir bir olgudur. Düşünce diyalektiği onun bir ?hiç?ten ve bir ?bilinmeyen?den ortaya çıkmadığını göstermektedir. O dur aslında ?hiç?liği ve ?bilinmeyen?leri ortaya koyup onlar etrafında dönen; kendi yaratısı bu olguların varlığı onun ile kanıtlanamaz.

?Hiç? tam anlamıyla bir reddiyetçiliği ifade eder ve yargısı yoktur; ne önemli olanın ne de önemsiz olanın ?hiç? karşısında bir farkı ve anlamı da yoktur. Soyut düşünce halkası ile var-olmanın dayanılabilir yükü dayanılmaz olarak algılandığında sonsuzluk/uzay/zaman dilimi içerisinde bir toz zerresi gibi görünen birey ?hiç? olduğu düşüncesine kapılır. Bu bir yanılgıdır. Sonsuzluğu tanımlayan düşüncenin kendisi olduğuna göre bu durum onun bir hiç olmadığının kanıtıdır. Düşünce bireyseldir. Bu durum tarihsel bellek ile çatışkı içerisinde değildir. Birey düşüncesinin kendine olan kanıtı onun/bireyin/insanın da hiç olmadığına kanıttır. ?bu durum diğer canlılar/cansızlar için de geçerlidir; insan türü gibi düşünmüş olmaları gerekmiyor- Einstein?ın dediği gibi sonsuzluğun insan beynine/düşüncesine nasıl sığdırıldığını anlamak zor olmasa gerek. Düşüncenin kendisi sonsuzluğun varlık nedeni değildir. Varlık ve algılama arasındaki fark buradan ortaya çıkar. Toz zerresi gibi görünen birey tarihsel belleği ile bu durumunu önemser. Çünkü o, tarihin nesnesi değil öznesi olma eğilimindedir. Bunu her şeyden önce kendisi için yapar. Tarihin nesnesi olan bireyler ve bunların oluşturdukları kitleler de sonuç doğurucu eylemlilik içerisinde bulunurlar; bu nedenledir ki, değersiz görülürler ve fakat önemlidirler.

?Hiç kimse? anlamadı/önemsemedi/görmedi/bilmiyor- önermesi/değerlendirmesi mutlak surette bir muhataba gereksinim duyacaktır. Bu değerlendirmenin gerçek muhatabı da onu duyan/algılayan kişidir. İşin ilginç tarafı da bunu söyleyen kişi muhatabını sözlerin dışında göstermeye çalışmasıdır. Bu nedenle ?hiç?lik varlık-birey-muhataptan doğar/gereksinir. Bunlar olmayınca ?hiç? te olmayacaktır. Günlük dilde bu kavram ?ki günlük yaşanılan tüm olguları felsefeden ayrı düşünmek mümkün değildir ve felsefe her alanda/yaşamın her diliminde vardır- büyüleyici bir etkiye sahiptir. Bu sözü duymadıkları/algılamadıkları halde eleştirilen/yargılanan kişi ve kitleler zaten bu sözün muhatabı değillerdir ve algılayıp/duyumsamamaktadırlar. Böyle olunca bu yargının muhatabı olan kişi tüm diğerlerinin yükünü üstlenmiş ve de kapsam dışı tutulduğu belirtildiği için savunmasız bırakılmış durumdadır. Muhatabın hizaya getirtilmesinde gerçekten de bundan daha sihirli bir kavram/fenomen/olgu ne derseniz deyin yoktur.

?Hiç? sözcüğünün kullanıldığı yer/zaman/kişi göz-ardı edilecek olursa geriye bir ?hiç? kalır; göz-ardı edilmediğinde ise, ortada bir gizlenen bir de gerçek düşünce/yargı kalır. ?Hiç?leştirerek var-etmeye/ortaya koymaya/yaratmaya/bir yöne doğru zorlamaya çalışmak onu değersiz kılar ve istenileni gizlemeye yarar. İnsan türü ?hiç? i keşfettiği günden bu yana onu çok ustaca kullanmıştır. ?Hiç? denilenin ne olduğunu bilmeden ?ki, güç burada saklanır- bilinmeyenin gizil-gücü ortaya çıkar ve fatalizm/kadercilik kaçınılmazdır.
İnsan türünün ne yazıktır ki et-obur olma konusunda gösterdiği ilerlemenin/gerilemenin onu ne denli güçsüz ve güç arayışı içerisinde olduğu konusunda bize ip-uçları verecek bir eğilimdir. ?Güç-istenci? bir ?hiç?likten doğmaz. O, içselleştirilerek/özümsenerek/kendisinin bir parçasına dönüştürerek güçlü olacağını düşünür. Bu konuda Elias Canneti?nin orman ve/Alman ordu kitlelerinin ?güç-istenci? üzerindeki tesbitleri ?Kitle ve İktidar adlı yapıtında- oldukça dikkat çekicidir. İnsan, diğer türlerde olduğu gibi hem elindekini yitirmekten hem de yitmekten her zaman korkmuştur. Yer sarsıntılarından/gök-gürlemesinden/fırtınadan kaçarken önce mağaralara sığınmış ve daha sonra da düşüncelerinin sığıntısında yer aramıştır. Her ikisinin de aşılmaz/yıkılmaz/güven verici sandığı duvarları vardır. Yitişin sonrasını da kurgulamak yine bu korku temeli üzerinde yükselir.
Yalan söyleyen tek canlı türü ?insan? türüdür. Yine de ?insan? bir ?hiç? değildir. Yalanı üretmeyi başaran insan onu yok etmesini de başaracaktır. Bunu kendisi için yapmak durumundadır. Nazım Hikmet?in dediği gibi ?yenebilmek yalanı…?
Yine ?hiç? in olmadığı sonucuna vardım.

Yazan: Nejdet Evren
Nisan/Ekim,2009
Küçüksu/Batı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir