İmajların Pedagojisi

Ulus Baker, zamanımızı anlamak için, “görselliğin ontolojisi”ni yapma gerekliliğini ortaya koyar.

Bu amaçla, imajların temel malzemesi olduğu bir düşünüme ait “görsel tarz”ın arayışı içerisine girmeyi zorunlu sayar. imajların varlığını ve işlevlerini olumlar görünen Baker’in düşüncesi derinlemesine değerlendirildiğinde, imaj olarak tanımladığı kavramın ‘saf görsellik’le ilişkili olmadığı ortaya çıkar.

Baker, kendi eğitim alanı olan toplumbilim disiplini içerisinde imaj yaratmanın olanakları üzerine düşünür. Emile Durkheim’ın etkilerinin henüz görülmediği. sosyologlarda “imajlarla düşünmenin” izlerini bulur. Thorsten Veblen’in “aylak sınıf’, Max Weber’in “Protestan”, Gustave Le Bon’un “duygusal kalabalık” tanımları ve Simmel’in çalışmalarında çok farklı şekillerde ortaya çıkan “toplumsal tipler” bu türden imajlardır. Tahayyül gücünün ve dolayısıyla “rüyalar ve ütopyaların ciddi güçler halini aldığı” bir zamanın düşünürleridir bunlar. “Toplumsal tipler”, resmedilen, betimlenen, belli eylem türlerine, yaşam şekillerine sahip “görünürlük özelliği” olan toplulukları işaret ederler. Özünde toplumla ilgili bazı tahayyüller, imajlar olan bu tiplerin etkileşiminden “duygular” doğarlar.

“Görünür düzeyde işleyen ve etten kemikten bir bireyleştirmeyi” sağlayan toplumsal tipler yaratıp toplumu “görselleştiren” yaklaşımlar, Durkheim toplumbilimi diğer beşeri bilimlerden ayırdığında ortadan kalkar. Durkheim, “görsel bir şiirselliğe iliştirilmiş hakiki bir sosyolojik düşünümün” sonunu ilan eder. Onunla birlikte, “hayatı doğrudan”, “metinsel olmayan” şekillerde sunan toplumsal ve be§eri tipler, imajlar yaratma girişimi sona erer. Le Bon, Gabriel Tarde ve .Georg Simmel gibi sosyologların yarattığı tiplerin kar§ısına soyut toplumsal biçimler ve yapılar yerleştiren Durkheim’ın kullandığı araştırma yöntemleri, toplumsal olguların “görülebilirliğini” yok eder.

Baker’e göre “duygusal toplumsal tipler”, “imajlarca harekete geçirilirler” ( 1 07). Esasen kitle iletişiminin ya da kültür endüstrisinin üretimi olmayan, gösteri amacı taşımayan tüm imajların yarattığı duygular, sadece bireyleri değil, toplumları da “duygulanışa” çağırırlar. Ele aldığı konuyu görselle§tiren imajlar, “doğrudan anlamak” yerine “tahayyül edilebilir” toplum ve birey manzaraları sunarlar. Özellikle C. Wright Mills’in sınırlarını çizdiği “sosyolojik tahayyül”, toplumsal görüngüleri imajların içerisinden anlamaya yönelik bir yaklaşımı örnekler. Bu araştırmalarda, “bir toplumsal araştırma projesinde kullanılan görsel, işitsel veya görsel-işitsel bir malzeme asla destek olarak” yardımcı malzemeler gibi değer görmezler (12 7). Zamanımızda “görsel-işitsel ögelerin” toplumlar ve bireyler için in§a edici değerde olmasından dolayı, bu malzemenin değeri daha da belirginleşir:

Her yeni kuşak ‘okurlar’ olarak kalmaktansa, daha fazla görsel-işitsel yönelim kazanma eğiliminde -artık imajlar ve sesleri basitçe ‘§eyler” veya ‘bütünleyiciler’, ‘illüstrasyonlar’ olarak kabul etmiyorlar. ( … ) Kitle ileti§imi olaylarını yaratan ve yeniden üreten saf araçlar olarak canlandırmıyoruz bir fotoğraf bazen sayfalarca yazıdan çok daha fazla enformasyon sunabilir. (128)

Ancak imajların böyle bir “pedagoji”ye hizmet edebilmesi için herkesin “eğitimli” olması gerekir. imaj üretenin olduğu kadar seyircinin de imajlardaki fikirleri alabilmesi, karşısındaki malzemeye sadece bakmayıp aynı zamanda “okuyabilmesi” için donanımlı olması zorunludur. Baker’e göre bu tür bir okuryazarlığın, eğitimin, imajların yazı ve sesle olan bağlarını kurmadan gerçekleşmesi olanaksızdır. Saf resim gibi ele alınamayacak olan imaj, resimli, yazılı ve işitsel ifadelerle iç içe tanımlanır. Örneğin multimedya enformasyon teknikleri yoluyla yaratılan imajlar, yazılı metni dışlayarak sadece görsel-işitsel ögenin birleşmesiyle yaratıldığından, “yazının ötesine” geçmiş olur ve “bu geçi§ bireye ayrılan ‘tahayyül’ oyununun hareketini azaltır”; sanal gerçeklikte olduğu gibi, “üst derecede baskılama eğilimi kazanır.” Bir başka deyi§le, izleyicinin imajlara özgürce katılımı için, görsel-işitsel malzemenin olduğu kadar, imajdaki okuma payı da mutlaka korunmalıdır. “Yazı ile gerçeklik arasında her zaman kişisel yoruma açık, tahayyüle yol açan, belirli bir boşluğun mevcut olması” imajı alımlayanın baskılanmasına engel olur (279). “imajın gücü”nün açığa çıktığı bu boşlukların ya da “aralıklar”ın korunması gereklidir. Bu boşluklar, seyircinin karşısındaki resim ve ses ileti§imine dinginlikle cevap verebilmesi, hipnotik ve otistik etkilerden uzak durabilmesi için gereklidir.

Baker’in yapıtını derinlemesine değerlendirdiği Gilles Deleuze, imajların “dogmatik” ve alımlayanında takıntı yaratan doğasından söz eder. Nasıl yaratılmış olursa olsunlar, imajlar her durumda farklı duygulara yol açarlar ama kimi zaman hipnoz ve otizm gibi daha “tehlikeli” sonuçlara neden olabilirler. imajın neden olduğu “sağlıklı” duygulanışların ölçüsü, yaratıcılığa ve ki§ise\ yoruma açıklığıyla ölçülebilir. imajlar, “duygu yaratan” ifadelerdir. Duygular da imajlar §eklinde ortaya çıkarlar: “imajlar bedenlerimizin gerçek duygulanışlarının izleri”ni taşırlar. “İmajları nedenlere iliştirme ve duygular ve hislerin gücüyle ilişkilendirme felsefe tarihinde” çok önemli bir düşünce izleğidir (207). imajlar, yarattığı duygular yoluyla fikirlerle, anlamlarla da bağlantı kurarlar. Baker bu fikrini Walter Benjamin üzerinden örnekler: Onda “imajlar inceden inceye ‘fikirler’ olmaya yönelirler.”

Baker, duygularla fikirlerin bulu§tuğu ve imaj yaratmaya yarayan muhayyilenin, diğer bilme ve anlama araçlarına göre zamanımızda ayrıcalıklı bir konum kazanması gerektiğini savunur. Bu şekilde yaklaşıldığında, “imajları fikirler olarak kavrayabilmeyi başarmak”, “düşünmekle fiilen hiçbir ilgisi olmayan imaf” kavrayışından uzaklaşmak olanaklı olur (26, 170). “İmajın en dolaysız insan deneyimi olması” nedeniyle, “imajın başka herhangi bir zihin ürünü karşısındaki üstünlüğü”nü kötüye kullanmak da olasıdır (227). Örneğin doğrudan deneyimlenen belli türde imajlar, fikirler, duygular yerine bir tür “otizm”e yol açarlar (193). Baker, bu tür imajları kültür endüstrisinin, kitle ileti§iminin parçası sayar ve “teknik imaj” olarak adlandırır. “Ekrandan izleyicisine doğru giden” “tek taraflı” bu tür imajlar, “hislerin ve duyguların bir tür otomatizmini” kullandıklarından “tehlikeli”dir. Baker, imajların ta§ıdığı tehlikeleri, biraz da tartı§maya açık bir varsayımla, yazılı ve sözel işaretlerin, simgelerin yarattıkları dolayımlardan uzak olmalarıyla ve bili§sel hazırlıklara imkan vermemeleriyle ilişkilendirir.

Baker’e göre “pathos”, “duygusal patlamalar” yaratabilen imajların yarattığı etkilerin “nörolojik” tarafları da vardır (308, 309). Teknik imajlar, muhayyileyi “bombardıman altında” tutarak işlerliğini yok ederler. Muhayyile yok olduğunda, imajlarla fikir yürüten bir “düşünür” kaybolur ve yerini bir tür “röntgenci” alır. Sadece bakı§la değil, imgelemin uzamını tüm araçlar, sözgelimi kameralar da bir “düşünce makinesi” olmaktan çıkarak “pornografik çekim”lerin araçları olabilirler. Böyle çalı§an imgelem, “vehimler ve yararsız imajlar” üretir (21 7, 218). Bu tür yavan imajlar yaratıcı bir imgelemin üretimleri olmaktan çıkarlar: “imgesel ilkesinden kopan bir imaj, bunun sonucunda nihai bir biçim içerisinde donarak, gitgide güncel algının niteliklerini üstlenmeye başlar. Kısa süre içerisinde hayal kurmanın ya da konuşmanın yerine temsil etmenin hizmetinde olacaktır. Diğer bir deyi§le bir imaj istikrarlı veya sabitse ya da istikrar kazanır ve sabitlenirse, tahayyül engellenmiş olur. imajları bulunmayan bir muhayyile haline gelir” (221).

Yarattıkları kapsamlı görme ve “tamalgı” olanakları nedeniyle imajlar, sadece görülen, bakılan de”ğil, aynı zamanda okunmaya da açık ifade kaynakları olurlar: “Günümüzde, bir fotoğraf artık ‘görülmez’ tersine ‘okunur’.” (249) imajların bu şekilde çoklu duygutanımlar yaratarak, bilincin “ötesinde” ve “altında” bir yerlere değmesi, hem şans hem de bir tehlikedir. Baker’e göre, bu faydaları ve tehlikeleri gözeten, görsel-işitsel imajların etkin bir şekilde okunması ve kullanımına yönelik yeni bir ‘müfredat’, “pedagoji” gereklidir. İki yüz yıllık fotoğraf, yüz yıllık sinema, elli yıllık televizyon ve yirmi yıllık dijital imaj geçmişinden sonra, imajların farklı ve yaratıcı şekillerde okunması gereksinimi doğmuştur:

Her yeni kuşak metin ve okuma yerine imajlar aracılığıyla düşünmeye daha çok uyum sağlıyor. Hegel’in ‘kavramın pedagojisi’ne başvurduğu anlamda, bugün imajın pedagojisinin gerçekleşeceğini ummaya ihtiyaç duyuyoruz. ( … ) Paleolitik imajın tarihöncesi bile (Lascaux’daki mağara-resimleri) bizi bu imajların pedagojik işlevi hakkında düşünmeye zorluyor, yazının kökenleri olarak çoğu zaman alfabetik yapılardan önce resimyazıya (pictogram) ve fikir belirten yazıya (ideograma) yöneltiyorlar.

Özgür Taburoğlu
Resim, Söz ve Yazı
imge Yaratmanın ve Bozmanın Yolları
Doğu-Batı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir