İmparatorluklar Kötü müdür? Yuval Noah Harari

İmparatorluklar Kötü müdür?

Günümüzde “emperyalist”, “faşist”in ardından siyasi hakaretler sözlüğümüzde ikinci sırada geliyor. İmparatorluk eleştirileri iki grupta toplanır:
Birincisi, imparatorluklar iyi işlemez. Uzun vadede boyunduruk altına alınmış çok sayıda milleti etkili bir şekilde yönetmek mümkün değildir.

Bu mümkün olabilse bile, sonuçta imparatorluklar kötü birer yıkım ve sömürü makineleridir. Her toplumun kendi kaderini tayin hakkı vardır ve hiçbir zaman bir diğer toplumun yönetimi altına girmemelidir.
Tarihsel bir bakış açısıyla, ilk cümle tamamen anlamsız, İkincisiyse hayli sorunludur.
Gerçekte imparatorluklar geçtiğimiz 2500 yıl boyunca dünyadaki en yaygın siyasi örgütlenmeler olmuştur. Bu 2500 yıl boyunca dünyadaki insanların çoğu imparatorluklarda yaşadı. Ayrıca çok istikrarlı bir yönetim biçimi olan imparatorluklar isyanları çok kolay bastırmış ve genellikle ya istilayla ya da yönetici seçkinlerdeki bir kopuşla dağılmışlardır. Buna karşın, istila edilmiş halkların emperyal yöneticilerinden kurtulabilme oranları pek de yüksek değildir; çoğu yüzlerce yıl boyunduruk altında yaşamış ve genel olarak da istilacı imparatorluğa yavaşça karışarak kültürleri yok olmuştur.

Örneğin Batı Roma İmparatorluğu 476’da işgalci Cermen kabileleri tarafından yıkıldığında, Romalıların kendilerini yüzlerce yıl önce fethettiğini hatırlamayan Numantialılar, Arverniler, Helvetialılar, Samniler, Lusitanyalılar, Umbriyalılar, Etrüskler ve yüzlerce başka halk, Yunus’un kendisini yutan balığın midesinden çıkması gibi yeniden ortaya çıkamayan bu halkların hepsi ortadan kalkmıştır. Kendisini bu milletlerin üyesi olarak tanımlayan ve kendi dillerini konuşan, kendi tanrılarına tapan, kendi mit ve efsanelerini anlatan insanların torunları artık Romalı gibi düşünüyor, konuşuyor ve ibadet ediyordu.

Çoğu örnekte, bir imparatorluğun çöküşü tebaa halklar için bağımsızlık anlamına gelmedi. Genellikle yeni bir imparatorluk eskisinin çöküşünden doğan boşluğu hemen doldurdu. Bunun en bariz görüldüğü yer Ortadoğu’ydu. Bölgede günümüzde görülebilen siyasi bölünmüşlük (pek çok bağımsız ve az çok istikrarlı sınırlara sahip ülke arasındaki güç dengesi) geçtiğimiz birkaç bin yıl boyunca neredeyse hiç yaşanmamış bir durumdu. Ortadoğu’da en son MÖ 8. yüzyılda böyle bir durum yaşandı, neredeyse üç bin yıl önce! MÖ 8. yüzyılda Yeni Asur İmparatorluğu’nun yükselişinden 20. yüzyılın ortalarında İngiliz ve Fransız imparatorluklarının çöküşüne kadar geçen sürede, Ortadoğu bayrak yarışı gibi bir imparatorluktan öbürüne geçti. İngilizler ve Fransızlar bayrağı bıraktıklarındaysa Aramiler, Ammoniler, Fenikeliler, Filistinliler, Moabiler, Edorniler ve Asurlular tarafından fethedilmiş diğer topluluklar çoktan yok olmuştu.

Günümüzün Yahudileri, Ermenileri ve Gürcüleri eski Ortadoğu halklarının kendi çocukları oldukları konusunda belirli bir temeli olan iddialar öne sürebiliyorlar, ama bunlar da aslında genel durumun doğruluğunu kanıtlayan istisnalar, üstelik bu iddialar bile abartılıdır. Modern Yahudilerin siyasi, ekonomik ve toplumsal pratiklerinin eski Judea krallığından ziyade geçtiğimiz iki bin yıl boyunca emrinde yaşadıkları imparatorluklardan etkilenmiş olması, ayrıca belirtilmesi gerekmeyecek kadar açık bir durumdur. Eğer Kral Davut bugün Kudüs’te aşırı tutucu bir sinagoga gitmeye kalksaydı insanların Doğu Avrupa kıyafetleri giymesine, bir Alman lehçesi konuşmasına (Yiddiş) ve bir Babil metni (Zebur) hakkında sonu gelmez tartışmalar yapmasına şaşkınlık içinde bakakalırdı. Eski Judea’da ne sinagog, ne Zebur, ne de Tevrat vardı.

* * *

Bir imparatorluğu kurmak ve sürdürmek genellikle büyük nüfusların katledilmesini ve geriye kalanların da zalimce bastırılmasını gerektirir. İmparatorlukların standart uygulamaları arasında savaşlar, köle alma, zorunlu sürgün ve soykırım vardı. Romalılar MS 83’te İskoçya’yı işgal ettiğinde, Kaledonya kabilelerinin çok ciddi direnişiyle karşılaştılar ve buna tüm ülkeyi yakıp yıkarak cevap verdiler. Romalıların barış girişimlerine karşı şef Calgacus, Romalıları “dünyanın kabadayıları” diye adlandırarak ve “yağmalamak, kesip biçmek ve çalmak için kurdukları şeye imparatorluk diyerek yalan söylüyorlar, sonra ortalığı çöle çevirip bunun adına da barış diyorlar,” diyerek cevap vermişti.[67]

Bütün bunlar elbette imparatorlukların geriye hiç iyi bir şey bırakmadığı anlamına gelmiyor. Tüm imparatorluklara kara çalmak ve hepsinin bıraktığı mirası önemsiz ilan etmek, insanlık kültürünün büyük bölümünü reddetmek anlamına gelir. İmparatorluk seçkinleri fetih ganimetlerini sadece kaleler yapmak ve ordular beslemeye değil, felsefeye, sanata, hukuka ve sosyal yardımlara yatırırlardı. İnsanlığın kültürel mirasının büyük bölümü fethedilmiş toplulukların sömürülmesi sayesinde ortaya çıkmıştır. Roma emperyalizminin getirdiği kâr ve refah Cicero, Seneca ve Saint Augustine’e düşünmek ve yazmak için gerekli lüksü ve zamanı sağlamıştı. Benzer şekilde Babür İmparatorluğu’nun[68] Hintli tebaasını sömürmesi sonucu elde ettiği zenginlik olmasaydı Taj Mahal bitirilemezdi veya Habsburg İmparatorluğu’nun Slav, Macar ve Romanyalılara hükmetmesi Haydn’ın ve Mozart’ın ödeneklerine dönüşebiliyordu. Buna karşılık, hiçbir Kaledonyalı yazar Calgacus’un konuşmasını kayda geçirmedi, biz şu an bu konuşmayı Roma tarihçisi Tacitus sayesinde biliyoruz, ki muhtemelen Tacitus bunu kendisi uydurdu. Bugün pek çok akademisyen, Tacitus’un hem bu konuşmayı hem de Calgacus karakterini uydurduğu ve bunu da kendisi ve diğer üst sınıf Romalıların ülkeleriyle ilgili ne düşündüğünü ifade etmek için yaptığı konusunda hemfikirler.

Seçkin kültür ve yüksek sanatın ötesine geçerek de baksak, sıradan insanların dünyasına da insek, pek çok modern kültürde imparatorlukların mirasının izlerini görürüz. Bugün çoğumuz, atalarımıza kılıç zoruyla kabul ettirilen imparatorluk dillerinde düşünüyor, konuşuyor ve rüya görüyoruz. Doğu Asyalıların büyük bölümü Han İmparatorluğunun dilinde düşünüyor ve hayal kuruyor. Kökenleri ne olursa olsun Alaska’nın Barrow yarımadasından en güneydeki Macellan Boğazı’na kadar iki Amerika kıtasında bugün yaşayan tüm insanlar şu dört emperyal dilden biriyle iletişim kurmaktadır: İspanyolca, Portekizce, Fransızca ve İngilizce. Günümüzdeki Mısırlılar Arapça konuşur, kendilerini Arap olarak görür ve 7. yüzyılda Mısır’ı işgal ederek parlayan isyanları demir yumrukla ezen Arap İmparatorluğu’na gönülden bağlıdırlar. Güney Afrika’daki yaklaşık 10 milyon Zulu 19. yüzyıldaki Zulu altın çağını gururla anarlar, oysaki bunların çoğu Zulu İmparatorluğu’na karşı savaşan ve ancak çok kanlı askeri operasyonlarla imparatorluğa katılması sağlanabilen dört kabileden gelmektedir.

Yuval Noah Harari

Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens
İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi
Özgün Adı: Sapiens
A Brief History of Humankind
Yuval Noah Harari, 2012
Türkçesi: Ertuğrul Genç, 2015
Kolektif Kitap, 2015

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir