İnsan Bedeni – Nejdet Evren

?İnsan bedeni nedir ? sorusu, ?bedensiz insan mı olur? karşı sorusunu çağrıştırmaktadır. Beden ve canlı, şekil ve içerik olarak ayrıştırılamayacağına göre, insan tanımı başka bir noktaya düşmektedir. ?İnsan? denilen canlı türünü her şeyden önce bu ayrışma noktasında ?insan olmayan? tanımından çekip çıkartmak gerekir. Hayvanların ve bitkilerin de bir bedenleri vardır. Evrimleşme sürecinde elini alet gibi kullanmaya başladığı andan itibaren insan türünün dil ve beyin kapasitesindeki gelişmeye bağlı olarak diğer türlerden ayrışmaya başladığı bilinen bir olgudur. İlkin çizgiler ile başlayan soyutlama yeteneğinin giderek harfler ve kavramlar ile şekillenmeye başladığı da bir gerçektir. Gün ve gece, karanlık ve aydınlığı temsil ediyorlardı. Günün koruyuculuğu ve sıcaklığına karşın, gecenin vahşi ve soğuğu ikili ve zıtların döngüsüydü. Soyutlama yeteneği geliştikçe insan türü hem kendisini hem de diğer canlı türlerini ve ayrıca içinde bulunduğu evreni tüm sırlarıyla anlamak, çözümlemek, ondan yararlanmak için gözlemlemeye başladı ve bunları not etti. Bulduğu keşifler ve aletler ile çevresindeki olgu ve canlıları değiştirebileceğini, yönetebileceğini fark edince de kendisini onlardan ayırdı. ?İnsan? artık bir üst kategoriydi ve efendiydi.


Aydınlık ve karanlık onda düalist bir düşüncenin soyutlamasına neden olmuştur. Önceleri korku ve koruyucu tanrılarını yer-gök, kıtlık-bereket, savaşçı-barışçı, kısır-üretken, kötü-iyi olarak tanımlamış olmasına neden oldu. Kendisini algılayan homo/insan duygulanmalarının, algılamalarının ve hislerinin gözlemcisi, araştıranı ve tanımlayanı da oldu. Soyutlayarak yarattığı tanrılar ile kendisini, kendisi ile soyutladığı gerçeği ayrıştırdı. Düşüncesini, duygularını ve hislerini kendisinden ayrıştırdığında ise, ?beden? dışına çıkarak tüm diğerlerine ?tin/ruh? dedi. Yok olmayı bir dönüşüm olarak görmek istemediğinden olsa gerek bedensel çürümenin/yok olmanın çaresizliği karşısında ?ruh? unu sürdürme düşüncesi ile onu/tin-i kendisinden ayrıştırmak suretiyle ölümsüzleştirmek istedi. Bu durum ona, mutlak bir huzur vermekteydi. Duyumsadığı için ?beden? var olmamaktaydı oysa. ?Beden? duyumsadığı için ?beden?di.


Biyo/kimyasal olarak bedenin varlığı atom-altı parçacıkların devinimlerine bağlı gelişirken duyumsama ve algılama yetisi canlı türleri arasında farklılaşmaktadır. Soyutlama yetisi diğer türlere göre daha çok gelişme olanağı bulan insan türünün algılamasının farklı olması kaçınılmazdır. (-Bu durum türler arası bir hiyerarşi gerektirmemektedir. Yoksa beyin kapasiteleri insan beyin kapasitesinin yaklaşık 1/3 olan maymun türlerinin sosyolojik-koruma duygularının daha gelişkin olması nasıl açıklanabilir ki? Örneğin sokaklarda yaşamaya terkedilmiş, sokakların tüm çelişkilerinden fazlasıyla nasiplenen milyonlarca çocuk vardır. Oysa hiçbir maymun topluluğunda terkedilmiş bir üye/çocuk bulunmaz. Tüm üyeler yek-diğerini sahiplenir ve korurlar.-) Bu gelişmeye bağlı olarak beyin hücreleri ve kapasitesi artan insan artık tarihsel bir belleğe sahiptir. Kalıtım yolu ile sadece fizyo/biyolojik özellikler aktarılmaz, yanında tarihsel bir bellek de her dölüte, hem de oluşmaya başladığı andan itibaren aktarılır. Bu nedenle, insanın tinsel zenginliğinin, yaşam periyodundan ve gördüklerinden çok öte olması yadırganamaz, anlaşılamaz da değildir. Tin/ruh birleşerek oluşumunu sürdürdüğü bedenle bir var olur; ondan ayrılamaz. Ancak yine aynı süreçteki algılama çeşitliliği, farklılığı, boyutlarına bağlı olarak nöronlar arası elektriklenmeye bağlı olarak düşünce düzleminde farklı görüntüler ortaya çıkartırlar. Kişilerin farklılaşması buna bağlıdır. Elbette yetiştiği çevrenin ve koşullarının kişiler üzerindeki etkilemeleri hiçbir zaman yok sayılamaz.


Ruh/tin bedene sıkıştırılmış bir olgu, bedeni de onu kapsayan şekil olarak yorumlamamak gerekir. Aslında, toplumsal genel algılama biçiminin kişinin tarihsel ve zengin belleği ile çakışmasından/zıtlaşmasından kaynaklanan bastırılma tin ve beden arasındaki çelişkinin temel taşını oluşturur. Tüm düşüncelerin eylem pratiğine dökülmemesi bu sosyal/kültürel/tarihsel baskının sonucudur. Bu durum, bedeni düşünce karşısında sınırlar. Beden dilinin sözcük dilinden daha anlaşılır olması bedenin bu yapıya / baskıya karşı gelişirmiş olduğu esnek yapısını ortaya koyar. Tüm organlardan ayrıştırılmış salt beyin dokusu hiçbir şeyi algılayamaz. Beyin dokusundan arındırılmış dokular da aynı şekilde hiçbir şey algılayamazlar. Demek ki, tüm duyguların, algıların, değerlendirmelerin toplandığı, işlenerek kategorize edildikleri, çeşitli bölgelerinde kayıtların tutulduğu düşüncenin/tinin/ruhun laboratuarı konumundaki beyin ile bunların oluşumunu sağlayan, ileten diğer tüm organlar/beden bir bütündür. Bedenin fizyolojik/kalıtımsal yapısının ve var olma biçiminin devinim yetisi düş/duyguların devinim yetisinden daha sınırlı olması beden ile düş ve tinin ayrı olduklarına kanıt gösterilemez. Tüm insanların dil organlarını bir an için yok sayalım. O zaman sınırlı sayıdaki harf dizgelerinden sınırsızlaşan sözcükler, kavramlar asla yaratılamazdı.


Beden ve ruh/tin birlikte doğar, birlikte yaşar ve birlikte dönüşürler; bir diğeri bir diğerinden ayrıştırılamaz. Beden, tinin kendisini gerçekleştirdiği olgudur. Tinin özlem ve istekleri beden tarafından karşılanır. Biçimsel olan beden tin ile sonsuz öz-ün öznesi, belirleyeni, etkiyeni haline gelir. Beden ve tin sürekli birbirlerine yansıyan, bir-birlerini gerçekleştiren öz-devinim alanının örtüşen tamlayanlarıdırlar. Bir ceketin önündeki düğmeler ile kollarındaki düğmelerin farklı olması gibi. Koldaki düğmeler işlevsiz ancak görüntüsel bir değer taşırlar. Oysa öndeki düğmeler ilik ile bir araya deldiklerinde biçimde/görüntüde bir farklılık yaratırlar. Düğmeler ilikler ile bir araya gelmeden önceki biçim onların bir araya gelmesi ile değişmektedir. İşte tam da bunun gibi insan bedeni tin-i ile örtüştüğünde ortaya koydukları yeni şekil toplumsal olarak insan türünün öznel yapısı, kişiliğidir. Beden ve tinin tamamen örtüşen birlikteliğinden özgür bir yapı ortaya çıkar. Tam anlamıyla bir örtüşme yoksa o zaman sosyo-ekonomik yapıya göre tanımı değişse bile kölelik kaçınılmazdır. İlik genişliği yeterli olmadığında düğmeleme anında yaşanan zorluk ya da kumaşın parçalanması gibi ya o düğmeyi iliklemekten vazgeçilmesi ya da dar kalıpların yıkılması gibi iki farklı sonucu zorunlu kılar. Tarihin ve sosyal yapının öznesi olan kişi en güçlü, en zor ve en sessiz savaşı kendisi ile yapar. Beden ve tinin gerçek anlamda barışıklığı sağlanamaz ise özgürlük kapısı asla aralanmaz. Özgürlük fırtınası bedene çarpmadıkça ruhların hep köle kalması bundandır.


Sonsuzlaşan öz biçimsizdir. Beden ve tin birlikteliği öz-ün sınırları belirlenen durumudur. Öz ve biçim aynı anda vardırlar ve birinin varlığı diğerini zorunlu olarak içinde barındırır. Böyle olunca sonsuz öz-ün biçimsiz olması kendi biçimi olarak biçim ile örtüşmektedir. Aynı şekilde sınırları belirli maddeler de öz-ün sınırsız ve sonsuz biçimlerinden olmakla sonsuz dönüşüm ile öz-le örtüşmektedir. Öz ve biçimlerin örtüştükleri, ayrışmadıkları görülmektedir. Biçimlerin öz-ü yok etme olasılığı yoktur. Maddenin temel taşları şekil değiştirseler de öz olarak aynı kalırlar. Isıya dönüşen enerji kimyasal tepkime ile suyu buhara dönüştürdüğünde oksijen ve hidrojen elementleri açığa çıkar, serbest kalırlar, şekil değiştirseler de öz olarak aynıdırlar. Biçimler yalnızca biçim olarak yok olabilirler.


Şekilsiz olan sonsuz öz bilinçten bağımsız olarak var-olandır. Genel ?öz?ün şekilsiz olması onun ?şey? olarak bilinmez olduğu anlamına gelmez. Başka bir deyişle genel öz bir ?şey? değildir. ?öz?ün belirginleştirdiği ve birlikte sonsuzlaştığı zamanla örtüşen ?biçim?ler de tanımlanabildikleri için bir ?şey? değildirler. Buradan hareketle ne ?öz? ün ne de ?biçim? in bir ?şey? olmadığı sonucu rahatlıkla çıkartılabilmektedir. Ve tersinden hareketle ?ki buna zıt kavramı da diyebiliriz- ?şey? aslında gerçeklik değildir. Şey bir ?hiç?tir. Dilin devinimine bağlı olarak geliştirilen bir soyutlama tüm algılanabiliri kapsayan geniş açıdan bir kullanım olsa bile tanımlamakta zorlanılanı açıklamak için yaratılmış bir dil oyunudur. Bu dil oyunu tümden kaldırıldığında algılanabilen her süreç artık ?şey? olmaktan çıkacaktır. Öyle ise kişi bedeni bir ?şey? değildir. Beden sadece biyolojik bir biçim de değildir. İnsan/kişi bedeni denildiği zaman ona bir atıf yapılmış bir değer yüklenmiş olunur. Bu atıf onun tarihin öznesi olmasına yönelik bir atıftır. Demek ki tin ve bedenin birlikteliği özneyi belirginleştirmekle kalmaz, onun var-oluş şekline göre tarihsel bir yer edinmesini de sağlar. Tarihsel bellek olarak aktarılan tinsel yapı bedeni geriye dönüşümsüz bir şekilde biçimlendirir. Australopitecus Africanus-ların vücutlarını dış etmenlerden koruyan tüylenme artık gerçekleşmez. Ayrıca gelişimin getirmiş olduğu gönenç ilkel zor koşulu benimsemez ve istemez.


Canlı türlerinin beden biçimlerine göre tinsel yapıları, tinsel yapılarına göre de beden biçimleri farklılaşmazlar. Bütün canlı türlerinde duyumsama ve algılama boyutları var-olduğuna göre bunların nicelik ve niteliklerindeki farklılaşmaya göre geliştirdikleri ve geliştirecekleri biçimsel değişmelerin fazla bir önemi yoktur. Canlı türleri arasında hiyerarşi yapılamaz. Buradan hareketle tüm canlıların ortak bir tin-in biçimlenmeleri olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu son tanımlanmaya bakılarak bir ilk olandan söz edilemez. Sonsuzluk öz-ün biçimsiz şekli olduğuna göre ilk ve son, öncesiz önce yoktur. Tüm canlıların ortak bir tin-i taşımış olmaları da işte tam bu noktada sonsuzluğun öz-ünü ortaya koyar.
İnsanın/kişinin ve tüm canlı-doğanın bir-bütün olarak korunması tüm bedensel-tin-lerin ortak paydasıdır.

Yazan: Necdet Evren
Küçüksu, 24 Aralık 2008

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir