İnsan, egosundan öte bir varlıktır – Nejdet Evren

“İyi niyet” ve “ kötü niyet” her ikisi de “ben”den “öteki”ne yönel gizli bir düşünceden ibarettir; ancak, hal ve hareketler ile/eylem ile ortaya çıkar ve böylece somutlaşırlar. İyi ile kötünün tanımı, içeriği ve sonuçları yine “ben” ve “ öteki”ne göre değişir, bir diğerine göre farklılık gösterir. Her “iyi” karşıdakine yöneltilmiş özde kendine yöneltilmesini istediği öznel doğru olarak kabul edilen bir değerlendirmedir. Her “kötü” ise bundan farklı olarak kendine geri-dönüşü olmaksızın bir “öteki”ne yöneltilen “ben”cil bir düşünce ve temelinde karşı tarafın zararına kendi yararına düşünülen bir değerlendirmedir. Bu nedenle edimsel olarak ortaya çıkışları da farklı olacaktır; ilki içtenlikli iken ikincisi mask/elenmiştir.”Kötü” bir düşünce ve buna bağlı edime karşı dönüşün “kötü” olması bir iç çelişkiye neden olmazken, “iyi” bir düşünce ve buna bağlı edime karşı dönüşün “iyi” olması beklendiğinden ve bu da her zaman “iyi” olmadığından bir iç çelişkiye neden olur. İnsan menfaatlerinin/çıkarlarının çatıştığı bir dünya yaratmıştır. Yarattığı bu dünyada iyinin karşılığı ile kötünün karşılığına ayrı anlamlar yüklemiş, bir beklenti içine girmiştir. İnsan temelinde köken olarak egoisttir. Bundan dolayı da kınanamaz. Ancak insan bundan yani egosundan öte bir varlıktır; o da, onun, sosyalleşmesi ile tanımlandığı kimliktir. Bu nedenle, insan ilk temel yasa olarak tanımlanan “paylaşım yasası”nı yaşam alanına sokarak bugünkü uygarlaşma düzeyini yakalayabilmiştir. Demek ki insan egoist olduğu kadar onu, egosunu denetim altına alabilmeyi ve iradi bir canlı olabilmeyi gerçekleştirdiği için insanlaşmıştır; iradeyi insandan ayırdığımızda geriye bir çuval et yığınından başka bir şey kalmayacaktır. Öyle ise, şu sonuca varılabilir; insan iradesi ile egosu arasında sürekli bir çelişki yaşar, egosuna yenik düştükçe iradesi zayıflar ve “kötü” diye tanımladığı kimliği öne çıkar. Tersi durumda ise, iradesi egosuna egemen olur ve sosyal dokuda “iyi” olarak tanımladığı kimliği öne çıkar. Ancak sosyal kimliğin ön plana çıkartılması çoğu kez aynı karşılığı görmez ve karşıdakinin egosuna yenik düşmesi ile kırılmaya uğrar. İnsan avcı topluluklarından bu güne kadar mask/elenmeyi öğrenmiştir. “paylaşım yasası” sadece insan türünün geliştirdiği bir sosyal edim değildir, bu yasa diğer canlılar arasında da yaygın olarak işler. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği tercihini özgürleştirebilmesi, aklını kullanarak iradesini ortaya koyabilmesindedir. Buna rağmen egosuna yenik düşmektedir ve bu yenilgi onu diğer canlılara yaklaştırmaktadır.

Hiçbir şey bilindiği gibi yoktan var olmamaktadır ve bir sonuç meydana geldiğinde geçmişe doğru bir nedenin belirleyici olduğu açığa çıkar, geleceğe yöneltilen amaç geçmişte var olan nedenden çok farklıdır. Bir olguyu doğuran şeyin kendisi geleceğe yöneltilmiş bir amacı içinde taşıyabilir. Bu amaç insan tarafından neden olan olguya yüklenen bir değerdir. Sevgi ve nefret, şiddet ve iktidar ile yan-yana bulunurlar. Hepsi ortak bir nedene dayanır ancak ileriye doğru yönelttikleri amaçlar yönünden farklılaşırlar ve bu nedenle de doğurdukları sonuçlar asla örtüşmez; ortak neden ise insanın kendi egosunu gerçekleştirme eğilimidir; bu eğilimin yöneldiği sonuç yapıcı ya da bir o kadar yıkıcıdır. Sevgi olmadan nefret, şiddet olmadan iktidar olmaz; sevgi doğurgan –dişildir-, türev olan nefret, şiddet ve iktidar kısırdır –eril-dir. Ancak burada sözü edilen eril ve dişil olma durumunun biyolojik cinsiyetle hiçbir alakası yoktur.

İnsan biyolojik olarak varlığını sürdürebilmek için bir refleks ile soluk alır, yaşamak için beslenir, her ikisi de yaşamsaldır ve fakat paylaşım yönünden bir-aynı şey değillerdir. Her bireyin, istisnalar dışında oksijen tüketimi yek-diğerine eşit olsa da –akciğer hacmi göz ardı edilirse- beslenmeleri eşitlenmez; tam da bu nedenle beslenmenin insan egosunun tatmini ile sosyalliğinin çakıştığı bir noktada bulunması anlamsız değildir. İnsan soluk almayı paylaşamaz ve fakat beslenmek için gerekli besinleri ürettiği gibi paylaşabilir. İlk yasa “paylaşım yasası” olsa da o yasa ilkel denilen topluluklarda, geride kalmıştır; avlanmak için mask/elenen insan bu yöntemle başka canlılara karşı bir üstünlük sağlamış ve zamanla bu üstünlük kurma yöntemini kendi hem-cinsine yöneltmiştir. Neolitik dönemde yarattığı artık-ürün ile egosu zirveye ulaşmıştır. O gün bu gündür insan egosunun bu zirvesinde kalma yarışına girmiş, hem kendini hem de diğer canlıları korkutucu bir hızla tüketmeye başlamıştır. İlkel-komünal toplumları bir kenara bırakırsak yaşamak, ozanın dediği gibi “bir ağaç gibi tek ve hür” ve “bir orman gibi kardeşçesine” olmamıştır. Bunca savaşlar, yıkımlar, göz-yaşları, talan, sürgünler ve göç-yolları hep bu nedenle yaşanmıştır. Doymak bilmeyen insanın biyolojik açlığını politik açlığa dönüştürmesi, yek-diğerini sömürerek öne geçmeye çalışmasının sonucudur. İnsanın biyolojik “ego” su ile politik “ego”sunun farkı, ilkini dizginleyebilecek iradeyi ortaya koyabilmesine rağmen ikincisini asla dizginleme gereksinimini dahi duyumsamamış olmasıdır. İnsanın biyolojik açlığı yatıştırılabilir ve fakat politik açlık hiçbir zaman yatışmaz. Sermaye-birikiminin temelinde yatan da bu politik açlıktır.

İnsan salt kendi için yaşamaz, sosyolojik olarak bu zaten mümkün değildir; insan yek-diğeri için yaşar ve bunu ortaklaştığı kişilerle gerçekleştirir, sınıfsal temel de bu noktada birleşir ve yükselir, bu nedenledir ki, bir diğeri için yaşadığından dolayı asla yerinmez, gücenmez ve “ego”suna yenik düşmez ve bilir ki, kendi öznesini yaratan yine ötekidir; çünkü, öteki olmadan kendi öz-benliği, kişiliği, öznelliği asla olamaz; zira, onu gerçekleştiren ötekindeki yansımasıdır; insan bir yönüyle ötekinde yansıyan bir görüntü, bir oluş, bir kimliktir; çoğu kez yakınılan öteki olmadan kendi de olamayacaktır. Kendi adına hiç yaşamadığını söyleyen aslında kendi için yaşadığını başkasının gölgesinde gizlemiş olur; çünkü her tercih –ne kadar özgür ya da değil- o tercihi yapanın kendisiyle ilişkilendirdiği bir durumdur; kendi isteklerini geri plana atarak bir ötekinin isteklerine göre yaşamayı tercih ettiğinde temelde kendi isteği ve egosunu gerçekleştirmiş olur; bunun inkarı egonun gizlenmesinden başka bir şey değildir.

Özgürlük ve özgür istenç/irade ne derece vardır? Ya da var mıdır? Sorular bir yanda dursun, tüm etkilere rağmen karşı-koyabiliyorsa insan maruz görülebilen teslimiyetler dışında iradi olarak özgür istencini ortaya koyabilecek güçtedir; güç hiçbir zaman fiziksel olarak varlığını koruyamaz, onun iradeye, istence, kabul etmeye, ettirilmeye gereksinimi vardır ki, bu da insanın iradesi ve istencinden başka bir şey değildir. Hiçbir kral kral olduğu için kral değildir, hiç bir otorite baş edilmez olduğu için otorite değildir; tebaa olmadan, baş eğmeden, tebaa olunmadan ve baş eğenler olmadan ne kral ne de otorite varlık kazanamaz.

Egonun tatmin edilmesi karşısında duyulan haz onun yinelenmesi eğilimini ortaya çıkartır; bu eğilim zaman içinde tatminsizlikle sonuçlanabilir. Çünkü her şeyin bir sınırı vardır, o sınır/eşik-değer aşıldığında o şey artık farklı bir şey olmuş demektir. İnsanın kabul etmekte zorlandığı olgulardan biri de işte bu sınırdır; hep tatmin edilmek ister ve her seferinde daha fazlasını ister, giderek eşik-değer aşılır ve sonuçta yığılır kalır.

İnsanın topraktan, havadan, sudan bir beklentisi olabilir ve toprak, hava ve su bu beklentiye karşılık vermediğinde sadece üzülür ancak insanın bir diğerinden beklediğini bulamaması karşısında sadece üzülmez o kişiye karşı bir öfke bir kin duygusu beslemeye başlar; diğeriyle hesaplaşmak ister ve fakat beklentiye girenin kendisi olduğunu asla düşünmez.

İyi ve kötü, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış hepsi sonuçta insanın toplumsal değerleri içerisinde kendi ile özdeştirdiği ve ötelediği değerlerin birer ifadesi olarak tezahür ederler; ancak, tarihsel-toplumsal-sosyal-ekonomik-politik kuşatmalar, giydirmelerden ari/uzak olamadığı bir gerçekliktir. Tüm bunlara rağmen, insan, hepsinin bileşeni olarak onun ötesine geçebildiği ölçeklerde bir kimlik sahibi olabilir; tüm dayatmaları ret edebilen ve buna göre de tercihini yapabilen bir canlı olarak iyi niyetini, kötü niyetini, egosunu, paylaşımcı olup olmamayı yoğun çelişkiler odağında gerçekleştirir; insan el-nihayetinde tüm egolarını aşabilen bir canlıdır.

18/19 Mart 2017,
Akarca,

Nejdet Evren

“Paylaşım Yasası” ; Elias Canetti,
“…bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine”; Nazım Hikmet Ran

Esin Kitabın Künyesi;
Saydam Turp, Mo Yan, 1. Basım: Ocak 2017, İstanbul, Can Sanat Yayınları, 272 sayfa, Seçme Öyküler, Çeviren: Erdem Kurtuldu.

Not: yayınevinin yazılı izni olmadan alıntı yapılması yasaklandığından kitaptan alıntı yapılamamıştır. Ancak esinlenilen sayfalar şunlardır;161,165,179,184,185,186,189

Ayrıca, “ego” nun felsefi temelleri açısından Karl Max, Friedrich Engesl’in ortak kaleme aldıkları “Alman İdeolojisi” adlı yapıtları incelenebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir