?Tragedya, bizim yaşamlarımıza el koymuş o belirsiz efendilerimizle teke tek, bir anlamda kanlı bıçaklı hesaplaşmamızdır. Bu efendilerimizi tanımak, kimliklerini bilmek, onların yüzlerindeki örtüleri kaldırmak bizim için çok önemlidir. Haliyle bütün bunlardan sonra, o bilinmeyen güçlerle, hem onların hem bizim olan doğa anamızın, yani o bölük pörçük kozmosun bağrında buluşacağız. Ve en sonunda da bu tanrısal güçlerle barışmış olarak gerçeklerin fethine doğru, kendi varlıklarımızın karşılıklı olarak uzlaşacakları o büyük barışa doğru birlikte yürüyeceğiz.?

André Bonnard, Evrensel Basım Yayın tarafından, Yaşar Atan?ın titiz çevirisiyle Türkçeye kazandırılan ?İnsan ve Tragedya? (La tragedie et l’homme), adlı yapıtında tragedyayı anlatırken böyle diyor. Tragedyanın ?gizemcilik? karşıtı olduğunu belirten yazar, ?Tragedya ?trajik? olandan hoşlanmaz: Onu kendinden uzaklaştırmaya çalışır, onu yok etmek için bütün gizemli yönlerini açığa çıkarmaya çalışır? dedikten sonra, tragedyayı onunla ilgili yanlış yaklaşımların eleştirisini yaparak açımlıyor ve Tragedyanın ulaşacağı son güzergâhı da diyalektik bir saptamayla tanımlıyor: ?Tragedya; sanatsal bir oyalama aracı, insanlık konumumuzun sefaletine karşı ?şairane? bir gönül avutucu eğlence değildir. Tragedya haliyle güzel olmak zorundadır… Çünkü insan ve onun barıştıkları dünyanın buluşabilecekleri en doğal ortam, yalnızca güzelliğin bulunduğu ortamdır. Çünkü güzellikten duyulan haz, gerçeğin verdiği güvence ve inançtan başka bir şey değildir. Tragedyanın ulaşacağı son güzergah, trajik olan ne varsa bunların yıkılıp arkada bırakıldığı yerdir.?
Çoğu Eski Yunan uygarlığı üzerine onlarca yapıta imza atan yazar, 1949 yılında İsviçre Barış Hareketi başkanlığına, 1950 yılında ise Dünya Barış Konseyi üyeliğine seçildi. Bonnard, 1954 yılında Lenin Barış Nişanı ödülünü aldı.
Yazar trajiğin aşılmasını tartışırken, ateşi tanrılardan çalıp insanlara veren Prometeus?u, ?akıl gücü olan ama henüz bunun ayırdına varamamış ölümlü insanoğlunun dostu? olduğunu söyler ve bu açıdan onun eylemini şöyle tanımlar: ?Prometeus, aklıyla kendi geleceğinin yollarını açan, bilime sarılan ve her türlü zorbalığa ve köleliğe isyan kesilmiş özgür insanın simgesidir.?
Tragedya insanın kendisiyle ilgili karar verme, kendi gerçekliği ile yüzleşme halidir. Modern zamanlar öncesinde her şeye tanrının kadir olduğu düşünüldüğünden, insan kendi gerçekliği ile ilgili karar verememe trajedisi ile yüz yüzedir. Modernizmle birlikteyse özne öne çıkar, ancak bu da insanın kendisiyle başbaşalığı durumunda yansıyan trajediyi aşamaz.
Oysa, her birimizin gerçekliği büyük bir toplumsal gerçekliğe bağlıdır.” Fatih Polat, www.evrensel.net

“Prenses Antigone; iyi yürekli halkının kendini çok sevdiği kral Oidipus?un yiğitliği ve soylu kişiliğiyle ünlü kızıdır. İçi hepten aşk dolu, ama tanrıların ve kralların zorba yasalarına karşı, kendini hiçe sayarak giriştiği o çetin savaşımlarla; Yunan ve dünya tragedya kahramanlarının en cana yakını ve yaşamı en dokunaklı olanıdır.
Tanrıların tuzaklarla dolu oyunları yüzünden Oidipus; daha ilk delikanlılığı çağında bilmeden, kral olan öz babasını öldürmüş; gene bilmeden öz anası olan kraliçe İokaste ile evlenmiştir.
Haliyle tanrısal yazgının bir cilvesi olarak, hem karısı hem anası olan kraliçe İokaste ile Oidipus; yıllarca Tebai (Thebai)?yi hep barış içinde ve halklarını rahatlık ve bollukla soluklandırarak yönetmişlerdir. Bu arada iki oğlan çocuğu ve kızları Antigone ile İsmene büyüyüp serpilmişlerdir.
Oidipus?un yazgısı
Ülkeyi saran veba salgınına karşı çareler arayan kral Oidipus?a bir gün, ünlü bilici Teyresyas (Teiresias), altından kalkılamaz birtakım açıklamalarda bulundu. Böylece kendi anasıyla arasındaki ürkünç gerçeği öğrenen kral; tanrıların dayattığı bu acıyazgı karşısında, isyanının bir belirtisi olarak gözlerini kör etti.
İlençli bir kral olarak, o kör haliyle ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. Ama kızı Antigone; bazı çevrelerin bilinçsiz tepkisine ve tanrıların haksız yazgısına karşın, babasının elinden tuttuğu gibi, ona sığınacak bir yurt bulabilme amacıyla ülke ülke dolaştı.
Her yerde babasını savundu. Sonunda Kolonos halkı ve kralına, babasının masumluğunu ve tanrıların kurduğu tuzakların kurbanı olduğunu kabul ettirebildi.
Böylece yiğit Antigone, babası ölünceye dek onunla birlikte bu ülkede kaldı. Ölümünden sonra da Tebai?ye döndü.
Taht kavgası
Antigone ülkesine döndüğünde, Oidipus?tan boşalan tahtın kavgası daha yeni bitmişti. Kardeşlerden biri, komşu ülke kralından askeri yardım istemişti. Gene de karşılıklı ordularla yenişemeyen iki kardeş; sonunda teke tek giriştikleri bir dövüşte birbirlerini öldürdüler.
Bunun üzerine tahta kurulan Kreon; ayağının tozuyla , -üstü kapalı olarak ama doğrudan Antigone?yi hedefleyen – bir ferman yayınladı. Bu kısa fermanda kral Kreon; birbirini öldüren iki kardeşten birinin vatan haini sayılmasını, ötekinin de vatanı savunurken şehit düşen bir kahraman olarak kabul edilmesini istiyordu halktan.
Bu keyfi ferman gereğince; ?Şehit olarak sunulan kardeş anlı şanlı devlet törenleriyle gömülecek; ikinci kardeşin ölüsü de, bir vatan haini olarak, kurda kuşa yem olmak üzere bir bayıra atılacaktır. Her kim ki bu ölüyü gömmek ister, cezası kesinlikle ölüm olacaktır.? İşte bütün tragedyanın örgüsü, fermanın bu keyfi dayatmasında düğümlenmektedir. Ve gene hem Sofoles?in ölümsüzleştirdiği Antigone?nin tragedyası, hem de binyıllar öncesinin o aşk ve ışık dolu mesajı, bütün görkemiyle bu düğümde saydamlaşmaktadır.
Antigone ve vicdanın yasası
Evet Antigone; kralın fermanını hiçe sayarak, kendi vicdanından kaynaklanan yasa uyarınca, ölüsü kurda kuşa yem olarak bırakılmış kardeşini kendi elleriyle gömmüştür.
Bu olaydan sonra kral Kreon, Antigone?ye kardeşini kimin gömdüğünü sorar; o da bunu kendinin yaptığını açıkça söyler. ?Peki bu işi yasak eden fermanımı bilmiyor muydun?? diye sorgular kral.
?Biliyordum tabii. Hem nasıl bilmem? Bu ferman herkese duyuruldu!?
?Demek buna karşın benim buyruklarıma karşı gelme cüretini gösterdin??
Antigone fermandaki buyruğun keyfi bir dayatma olduğunu, yalnızca sınırlı bir zaman içinde geçerli olabileceğini söyler.
Buna karşın insanın vicdanına kazınmış, ama yazılı olmayan, bununla birlikte her zaman geçerli yasaların bulunduğunu anlatmaya çalışır. Haliyle kendisi kralın yasalarına değil, vicdanındaki yazılı olmayan yasalara uyduğunu açıklar.
Aşkı bölüşmek için…
Daha sonra da kral; iki kardeşten birinin vatanı korumak için öldüğünü, ötekininse düşman bir ülkeden yardım aldığını söyleyince Antigone; ?Olsun,? der. ?Tanrı Hades, ikisi için de aynı mezar hakkını tanır.? Buna yanıt olarak kral, düşmanın ölümünden sonra bile düşman olarak kaldığını söyleyince Antigone, bir çığlık gibi:
?Ben dünyaya kini değil, aşkı bölüşmeye geldim!? yanıtını verir. (*)
Kreon, Antigone?yi diri diri bir kayalığa kapatır. Kral Kreon?un oğlu ve Antigone?nin yavuklusu Haymon da kendini öldürür. Annesi kraliçe, oğlunun acısına dayanamayıp o da kendini hançerler. Kral artık yapayalnızdır; yıkılmıştır…
?Ben dünyaya kini değil, aşkı bölüşmeye geldim!? diyen isyancı Antigone?nin kişiliğindeki bu ateş ve onun bu aşk dolu evrensel çığlığı; diliyoruz ki, bulaşıcı bir hastalık gibi bütün insanlığa bulaşsın.
(*) Bkz; ?İnsan ve Tragedya?, André Bonnard. Çev.: Yaşar Atan – Evrensel Basım Yayın

İlkçağlarda insanoğlu; kendisini çevreleyen ve bir anlam veremediği bu derin, karanlık gökyüzünde, ışık kaosundaki evrende, kendisine bir yol, bir kimlik arıyordu. Bu yüzden birçok efsaneler (mitoslar) üretmek zorunda kalıyordu… İşte bu soru ve sorunlar içindeki insanoğluna, gene kendi içinden çıkan ozanlar el uzatıyordu. Bu ozanlar; mitoslardaki tanrılara ve onların insanlara dayattığı acıyazgıya başkaldıran mitolojik kahramanların savaşımlarını, tiyatro sahnelerinde sergiliyorlar ve bu yolla insanoğlunun trajik yazgısını aşmasına yardımcı olmaya çalışıyorlardı.
Ozanların yorumlayıp tragedyalara dönüştürdükleri bu oyunlar sayesinde yüreklilik kazanan insanoğlu; bir yandan bilimlere doğru yönlenip özgürleşmeye başlamış; özgürleştikçe de, usunu kullanarak, kendisiyle birlikte tanrıların da bir evrim sürecine girmelerini sağlamıştır.
Bu kitapta, Ayshülos, Sofokles, Evripides gibi ölümsüz ozanların; insanın ve tanrıların evrenle birlikte aralıksız süregiden bu evrim sürecini, tragedyalarıyla nasıl yönlendirdikleri anlatılmakta ve simgesel insan-tanrı çatışması, günümüz dünyasıyla içselleştirilerek yorumlanmaktadır.
Batının ünlü Helenoglarından biri olan André Bonnard; insanın insanlaşma ve evrene egemen olma yolundaki uzun ve çileli evrim sürecini, mitologyaya dayanarak, diyalektik bir açıdan irdelemektedir. Sonuç olarak yazar, insanın bir gün tam anlamıyla özgürleşebilmesi için, savaşsız yeni bir dünya yaratabilmesi için, onun yenmesi gereken o trajik yazgısından söz etmektedir.

Orjinal Adı : La tragedie et l’homme
Çeviren : Yaşar Atan
Yayın Yılı : 2004

André Bonnard’in Yaşam Öyküsü (1888-1961)
Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak İsviçre?nin Lozan kentinde doğdu. Babası, üniversitede Eski Fransızca profesörü idi. Liseyi Lozan?da okuyan Bonnard, Lozan?da başladığı üniversite eğitimini Paris?teki Sorbon Üniversitesi?nde tamamladı. Ksenofon?a adadığı doktora tezini 1910-14 yılları arasında Mulhouse kentinde hazırladı (bu tez bir yangında yok olduğu için bugüne ulaşmamıştır). 1928 yılından itibaren Lozan Üniversitesi?nde Yunan Dili ve Edebiyatı profesörlüğü yaptı. Çoğu Eski Yunan uygarlığı üzerine olmak üzere onlarca esere imza atan Bonnard 1949 yılında İsviçre Barış Hareketi başkanlığına, 1950 yılında ise Dünya Barış Konseyi üyeliğine seçildi. Komünist Parti üyesi olmadığı halde ?komünist komplo? suçlamasıyla İsviçre Federal Mahkemesi tarafından yargılandı. 1954 yılında Lenin Barış Nişanı ödülünü aldı.
Yazarın Sovyet Edebiyatı Üzerine kitabı bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Şiir Sanatı, Erdoğan Alkan

Next Story

Komünist Beyannamesi, Karl Marks ve Fridrih Engels

Latest from André Bonnard

Go toTop