İnsandaki Kötülüğün / Yıkıcılığın Kökenlerine Dâir Bir Roman: Sineklerin Tanrısı

William Golding?in 1954?te yazdığı ve zamanla tüm dünya çapında büyük bir üne kavuşmuş, hattâ filmi de çekilmiş olan Lord of the Flies / Sineklerin Tanrısı adlı romanı, her ne kadar ilk okunmaya başlandığında bir çocuk romanı izlenimi verse de, ilerleyen sayfalarda gelişen olaylarla birlikte bir çocuk romanının aksine tam da bir yetişkin romanına dönüşüyor. Kendisi de bunun farkında olan Golding, sık sık çocuk romanlarına atıfta bulunarak kendi kitabıyla olan benzerliklerini belirtip, yer yer araya girerek de bunun böyle devam etmeyeceğini belirtiyor. Peki bu romanı değerli kılan nedir?

Bir uçak kazasında ıssız bir adaya düşmüş çoğu aynı sınıftan öğrenci olan çocuklar hayatta kalan yegâne kazâzedelerdir. Hem bu kazanın şoku hem de çocuk olmaları nedeniyle, adaya düşer düşmez ilk yaptıkları bilinçsiz bir şekilde adada gezinmek ya da hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmektir. Romanda karşımıza üç ana karakter çıkar: Domuzcuk, Ralph ve Jack. Ralph, zayıf yapılı ama güçlü bir çocuktur ve roman boyunca bize ?olgunluğa erişecek, mantıklı? olarak gösterilecek lider ruhlu çocuktur. Domuzcuk ise Ralph?in adada ilk tanıştığı ve görünümü dolayısıyla da hemen dalga geçtiği çocuktur. Şişman ve gözleri iyi görmediği için gözlük kullanan bu çocuk, Golding?in ilerleyen sayfalarda göstereceği çatışmalarda üç unsurdan birisini temsil edecektir: Bilgelik. Domuzcuk, tüm çocuklar arasında en bilge, en olgun ve en mantıklı olanıdır. Ralph ise başta çocukluğun verdiği enerji ve saflıkla yaşayan, adadaki düzeni de elbirliği ile sorunsuzca sağlayabileceklerini düşünen bir çocuktur. Ve diğer bir karakter, hattâ romanın en önemli karakteri: Jack. Jack, yapısı dolayısıyla son derece sert, liderlik takıntısı olan ve yenilgiyi hazmedemeyen bir çocuktur. Fiziksel olarak da Ralph?le benzeyen bu çocuk, daha tüm çocuklar ilk kez bir araya gelip bundan sonrası için ne yapacaklarını tartıştıklarında hemen ipleri eline almaya çalışır. Fakat bu kolay olmayacaktır çünkü bir başka lider ruhlu çocuk olan Ralph ile çekişmek zorunda kalacaktır. Nitekim Domuzcuk ile birlikte olduğu bir sırada Mercan Adası?na benzeyen bu adanın kıyısında büyük bir şeytanminâresi bulan Ralph, bunu üflediğinde muhteşem bir etkileyiciliğe sahip güçlü bir ses yaratır ve romanın iktidar sembolü de bu şeytanminâresi olacaktır.

Ralph?in ve Domuzcuk?un yoğun istekleri ile ilk kez adadaki tüm çocuklar bir araya gelirler. Amaç kimlerin yaşadığını, bundan sonrasının ne olacağını saptamaktır. Elindeki şeytanminâresini tutan söz hakkına sahip olacaktır bu mecliste ve ilk yapılması gereken de bir şef seçmektir. Jack hemen ortaya çıkar ve okulda koro şefi olmasından ve o korodaki kendisine bağlı küçük çocukların da kazadan kurtulmaları sebebiyle bunu yapmak ister. Fakat tüm çocuklar Ralph?in görünümü ve elinde şeytanminâresini tutmasına hayran kalmışlardır. Üstelik tüm çocukların anladığı diğer bir nokta da, iki lider adayının olduğu ve bunlardan Ralph?in Jack?e göre daha yumuşak ve sevimli olmasıdır. Sonuçta Jack?in kızarmaları, utanmaları ve hayâlkırıklıkları eşliğinde Ralph sefliğe seçilir ve ilk görev olarak da adaya dağılıp, keşif gezisi yapmayı önerir. Bu geziye Jack, Simon ve Ralph birlikte katılırlar. Ada gerçekten de ıssızdır, şimdi bu anlaşılmıştır ve bu durumda organize olarak hayatta kalmaları, herhangi bir yardım gelene kadar da en iyi şekilde yaşamaları gerekmektedir. Adadaki meyve ağaçlarının karınlarını doyurabileceğini fark ederler ancak bu onlara yeterli gelmez. Kuşkusuz et de gerekir ve adada bulunan domuzlar bunu sağlayacak olan yegâne kaynaklarıdır. Yapısı dolayısıyla Jack hemen bu işe atılmak ister, diğer bazı çocukları kendisiyle birlikte ?Avcı? olarak niteler ve Ralph?e avlanmaları, iyi beslenmeleri gerektiğini belirtir. Bu mantıklı ve gerçekçidir. Ralph?in ise asıl önem verdiği konu adadan kurtulma meselesidir. Bunun için yüksek bir yerde ateş yakılmalı ve bu ateş sürekli taze tutulmalı ki herhangi bir uçak ya da gemi dumanı görerek adaya yardıma gelebilsin. Burada hayatta kalmanın göreceli bir kavram olduğunu görürüz ilk defâ: İyi beslenmek ama bu nedenle ateşle pek ilgilenememek, dolayısıyla önceliği hayatta kalmaya vermek ile ne olursa olsun ateşi diri tutmak ve o olmazsa iyi beslenilse dahi hayatta kalmanın anlamının olmayacağını belirtmek. İşte bu, romanın en derin çatlağını oluşturacak unsurdur. Nitekim Jack, kendisi ve diğer seçtiği çocuklarla birlikte avlanmaya başlayacak, Ralph ise Domuzcuk ve diğer çocuklarla birlikte ateşe dikkat edecektir. Fakat ilginçtir ki bu tartışma burada sonlanmaz çünkü ateş yakma ve avlanma görevi ilk kez Ralph tarafından Jack?e ve arkadaşlarına verilmiş, fakat ilk avlanma faslında Jack ve diğerleri elleri bomboş gelmişler üstüne bir de ateşi harlamayı unutup tam da o sırada ufukta görünen bir gemiden yardım alınamamasına sebep olmuşlardır. Burada ciddi bir iktidar tartışması ortaya çıkar ve her ne kadar Jack diğer tüm çocuklar önünde Ralph?i zayıf düşürmeye kalkışsa da Ralph sinirlidir ve Jack?in ne avcılıkta ne de ateşi yakmada becerikli olamadığını söyler. Böylece Jack bir kez daha küçük düşmüş olur ve Ralph?e boyun eğer. Burada çok ilginç bir durum var, Jack?in ilk avcılık serüveninin beceriksizliğe uğraması onun bir av bulamamasından değil, bulduğu domuz yavrusunu öldürememesindendir. Öyle ki önündeki çalılara takılı kalmış domuzu korkusundan Jack öldüremez, onun içinde bulunan bu öldürme, yıkma, şiddet duyguları fiiliyâta dökülememiştir. Artık hem bunun baskısı hem de Ralph?in giderek can sıkıcı hâle gelmeye başlayan emirleri nedeniyle Jack öldürmeyi kafaya takmıştır ama çocuk olduğunun, o saflığı henüz yıkamadığının bilincinde de bir çözüm bulması gerekmektedir, ve çözümü bulur: Tıpkı ilkel kabilelerde olduğu gibi yüzünü boyayacaktır ki böylece o ?maskenin? ardına saklanıp, domuzu öldürebilsin. Bunu yapar da. O saklandığı, ardına gizlendiği maske aracılığıyla bir domuzu öldürür ve büyük bir hazla, Ralph?e iktidarını gösterircesine domuz etinden herkese dağıtır. Ralph ise hâlâ ateşin derdindedir ama Domuzcuk onu hep uyarmaya devam eder, ara sıra şeflikten çekilmek isteyen Ralph?e, eğer o geri adım atarsa Jack?in adada lider olup terör estireceğini belirtir. Ralph de boyun eğer ve liderliğe devam eder ama Domuzcuk?u her zamankinden daha mantıklı ve kendisine yakın bularak.

Romanda sık sık bir vurgu vardır: Çocuklar Britanyalı oldukları için ve bu koca imparatorluğun, tüm dünyaya emperyalizm eliyle kendisini kutsal, en iyi, en bilge, en medenî olarak gösteren imparatorluğun çocukları oldukları için, adada her şeyin iyi organize edileceği düşündürülür. Ama Golding?in yapmak istediği tam da bu ters köşe olayıdır, medeniyetin insanın mecburen kendisini baskılaması olduğunu, çocuk bile olsa o insanın kendi hâline, doğaya bırakıldığında ilk fırsatta bu şiddeti ve nefreti ortaya çıkaracağını belirtir; öyle de olur. Ateş üzerine yaşanan tartışmalar nedeniyle Ralph ile Jack?in arası iyice açılır ve sonunda Jack resti çeker, Ralph?i de onun şeytanminâresini de, demokratik toplantılarını da umursamayıp adanın öbür tarafına gideceğini ve kendisiyle gelecek çocukların aç kalmayacağını, eğer Ralph ile kalırlarsa, bu beceriksiz ve hiçbir şeyden anlamayan lider ile aç kalacaklarını belirtir. Ralph zorla onu tutamayacağını ve diğer çocuklara da engel olamayacağını bilir. Jack dediğini yapar ve pek çok çocuk onun peşine gider, çünkü avcı odur ve et ondan geliyordur. Öyle ki bir gün sonra Jack, adanın diğer tarafında, pek çok çocukla birlikte koca bir domuzla avdan döner, bu domuz avlandığında da yine yüzünde boyalar vardır ve farklı bir şey yapılır: Domuz öldürüldükten sonra onun makatına çomak sokulur, kurbanla dalga geçilir ve ölümün ardından da tüm bu avcı çocuklar bir ritüel havasında domuzun etrafında dans edip, avlanma olayını kendi aralarında yeniden canlandırırlar. Burada biz öldürmenin kutsanışını, toplumsal olarak kutsallaştırılmasını görüyoruz. Nitekim Jack, Ralph?in aksine bir taht yaptırır kendisine ve onun başına kurulup diğer çocuklara emirler yağdırır, onları kontrolü altına alır ve her dediğini yaptıracak duruma gelir. Ralph ise Domuzcuk ve ikizler ile birlikte kalmıştır. Ta ki ikizler de Jack?e katılana kadar.

Bunlar anlatılırken sık sık bir ?canavar? tanımına denk geliriz, öyle ki çocuklar yatarken, gece vakti, karabasan gibi karanlık görüntüler, silüetler görür ve bunun havadan mı denizden mi geldiği tartışılır. Çok geçmez, keşif ekibi olarak Jack, Ralph ve Simon adanın bir tarafında dolanırken, gökyüzünden paraşütle gelen ve bir anda kendilerini gören o ?canavar? ile burun buruna gelip kaçarlar. Artık adada korku hâkimdir ve tam da bu sırada yukarıda belirtilen bölünme yaşanır. Jack diğerlerine:

Avcı benim, güç bende, dolayısıyla sizi ben korurum, üstelik ateşi yaktığımız tepede bunlar gerçekleşti, öyleyse bundan sonra ateşi yakmanın anlamı yok, asıl amaç hayatta kalmak, avlanmak. der.

Dikkat edilmesi gereken nokta, tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşın, ekonomik batağın, çıkmazın içindeki korku dolu devletlerde faşizmin tırmanışa geçişi gibi burada da böyle bir olayla, dışarıdan gelen, yabancı bir canavarla faşizm ortaya çıkar ve Jack, artık ayrılır, liderliğini ilân eder ve giderek beyinlerini yıkadığı çocukları asker olarak yetiştirip, adanın diğer tarafındaki bir tepede bulunan mağaranın içine yerleşim yeri kurar. Yalnızca Simon ile Domuzcuk kalmıştır. Fakat ateşi domuzcuğun gözlüğünü mercek olarak kullanarak o âna kadar yakabilmiş olan Jack ve yanındaki arkadaşları, olmazsa olmaz olan ateş için geri gelip bir saldırı düzenlerler. Ralph, Domuzcuk ve diğer kalan birkaç çocuk feci şekilde dayak yerler ve Domuzcuk?un gözlüğünü çalarlar. Ertesi gün Ralph ve Domuzcuk gözlüğü almaya gideceklerdir. Ralph sürekli:

İsteseler zaten verirdik, niye böyle kötüler? Niye böyle davranıyorlar? deyip durur.

Ralph burada Domuzcuk?la birlikte aklı, mantığı, paylaşımı simgelerken, Jack ve yanında avcı çocuklari gücü, hırsı, intikâmı ve güce tapınmayı simgelerler. Sonuç olarak öyle bir an gelir ki Jack ve yanındakiler kurdukları bir düzenekle, bulundukları tepeden aşağı devâsâ kayaları sürükleyip Domuzcuk?u öldürürler. Canını o an zor kurtaran Ralph?in ise peşini bırakmazlar ve adada tek başına kalan bu çocuk, romanın sonuna kadar çalılar arasında saklanır. Ama Jack ve diğerleri onu bulur, önce adayı ateşe verirler, ardından onu yine ele geçiremeyince ellerindeki mızraklarla kovalamaya başlarlar. Babası ABD ordusunda bir asker olan Ralph, romanın başından beri babasının onları gelip bulacağını söylemesine karşın şimdi umutları tükenmiştir. Öyle ki Domuzcuk?un haklılığı iyice ortaya çıkmaktadır; Domuzcuk bir atom bombası nedeniyle dünyanın, ülkelerinin artık tamamıyla yok olmuş olabileceğini, ölene kadar bu adada yaşayacaklarını söylemiştir ona. Şimdi yapayalnız olan ve kaçmakta olan Ralph, bir yandan delicesine korkarken ve heyecanlanmışken diğer yandan da hâlâ Jack?in ve diğerlerinin ona bunu yapma sebebini anlamaya çalışır. Tam da faşizm eleştirisidir bu: Bir yerden sonra mantık biter ve mantığıyla yola koyulan bunu bir türlü anlayamaz. Nitekim tam öleceği, yakalanacağı sırada kıyıya kaçar Ralph, artık yakalanması an meselesidir ama bir mucize olur: Bir pilot adaya gelir ve açıkta da başka askerler bulunmaktadır. Şans eseri çocukları fark etmiş ve oraya gelmişlerdir. O sırada Jack ve arkadaşları da kıyıya geldikleri için artık herkes oradadır. Pilot şaşkındır ve Ralph?e sorular sorar, kaç kişi olduklarını, nasıl oraya geldiklerini ve ölen olup olmadığını. Ralph ise cevap veremez, o sıra Jack de oradadır yüzü boyalı, savaşçı ve ölüm saçan bir şekilde ama o da şaşkındır. Pilot çocukları oyun oynuyor sanıp gülümser ama Ralph ağlamaklıdır, Jack ise şaşkın ve sinirli. Roman tam burada biterken pilot çok ilginç bir şey söyler. Ölü çocuklar olduğunu öğrenince, Ralph ve diğerlerine, Britanyalı oldukları için aslında bu adayı çok iyi organize etmeleri gerektiğini, bu durumun ilginç olduğunu söyler. Ralph işin Britanyalı olup olmamakta değil insan olmakta olduğunu çok iyi biliyordur ama ağlamaktan bunu söyleyemez. Çünkü adada, insanın içindeki o nefreti, yıkıcılığı, hırsı görmüştür. Tüm bu medeniyetin, ilerlemenin aslında bir baskılama, vâr olanı göstermeme olduğunu bilmektedir. Artlarında bir savaş bırakarak oraya gelen bu çocuklar, kendi aralarında da barışı bulamamış, insana âit yıkıcılıkla birbirlerine yenik düşmüşlerdir.

Sineklerin Tanrısı ismi ise kutsal anlatılarda Şeytan?ı simgeler. Öyle ki tam da Jack gibi hırs ve hazımsızlık dolu olan Şeytan, kibriyle birlikte kendisi gibilerini peşine takar ve ancak onların Tanrısı olabilir. Romanda da, tepedeki canavar ilk keşfedildiğinde sırf kendilerini korkutmasın diye çocuklar, avladıkları domuzun başını ona kurban, hediye olarak sunmuşlardır. Simon ve başka bir iki çocuk bu başı görmüş ve hattâ onun kendileriyle konuştuğunu duymuştur. İşte bu Sineklerin Tanrısı onlara, kendilerinden kaçamayacaklarını, önünde sonunda onları ele geçireceğini söyler. Bu insanın ruhunun derinliklerindeki şeytansılıktır. Sineklerin Tanrısı adada her istediğini yaptırmış, insandaki varlığı ile bunu sağlamıştır. Onun bir domuzun kesik başı olarak simgelenmesi, Golding eliyle aslında öldürmenin, kan dökmenin, şiddetin varlığı ile onun konuşur hâle gelmesini anlatmak içindir.

Velhâsıl, insanın içindeki bu yıkma, yok etme, kibir, hırs, nefret gibi hep bastırılan, görülmek istenmeyen, üzerine medeniyet inşâ edilerek varlıkları yokmuş gibi sunulan mutlak şeyler, esâsında her insanda bulunan, onun kendi hâline, kendi mutlak özgürlüğüne bırakıldığında ortaya çıkmayı bekleyen Şeytânilikleridir. Golding?in bu insan ruhu ve doğasına dâir müthiş romanı da bu nedenle çok büyük bir öneme sâhip.

Cem Evrim Aslan
(http://www.yalnizlarmektebi.com/, 8.09.2014)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir