Batma sanatı
İnsanın “terbiye edilmiş kaosa” nasıl da teslim olduğunu görmek açısından çarpıcı bir kitap.

İlk sayfası açılan her kitap günceldir. Ne var ki bir yandan o kitabın güncelliği ve değeri sadece edebi yetkinliği ile değil aynı zamanda işlediği ruhun sürekliliği ile de ilişkilidir. 1946’da yazılmış bir kitabın bizim için vazgeçilmez tarafı nedir diye sorabiliriz. Yeterince yazılıp çizilmedi mi Nazilerin yenilgisinin ardından? Oysa bazı kitaplar, gerçeği öylesine yaşar bir yetkinlikle bugüne taşırlar ki işte tam da bu yüzden daha ilk satırlarından itibaren onların çoğul güncelliğine teslim oluruz.

Savaş insanının geliştirdiği en kötü şeydir ve Alman Sonbaharı da özü itibariyle bu kötülüğün ruhuna yapılmış dalışlarla doludur. “Biraz bat! Biraz batmaya çalış! Eğer batmak bir sanatsa bu sanatın çok iyi ve çok kötü ustaları var. Almanya’daki çok kötü ustaları, hayatta kalmalarını, yaşamak için çok az ama ölmek için daha az neden var, diye açıklıyorlar. Aynı zamanda, hayatta kalmak için her şeyi kabul etmeye gönüllü insan sayısı daha da şaşırtıcı ölçüde çok.” Bu satırları okuyan dikkatli bir okur kendi coğrafyasına göre en yakından en uzak bölgeye kadar hâlâ insanoğlunun baş başa diş dişe birbirini öldürmek için şehvetle çabaladığını hatırlayacaktır. Böylelikle kitap kendiliğinden güncelleşiverecektir.

Savaşı ve ölümü, insanın savaş içinde bile tuhaf teslimiyetini her tür kahramanlık dilinden uzak anlatabilmesi önemlidir bir kitabın. II. Dünya Savaşı’nda Alman sığınaklarında ıslak odunlarla ateş yakıp donmuş patates kaynatmaya çalışan halk ile bugün Suriye sınırında en ilkel koşullara dönen insanları birleştiren can korkusu değil bir süre sonra herkesin bu ilkelliğe alışmasıdır. Onlar, o zaman olduğu gibi şimdi de “yalnızca gelmeleriyle, gelmeye devam etmeleriyle ve böylece çok sayıda olmalarıyla önemli olmuşlardı(r). Önemliydiler , belki sessizliklerine rağmen değil sessizliklerinden ötürü; çünkü konuşulan hiçbir şey, konuşulmayan kadar yüklü bir tehdit içermez.”

Ne var ki yazı, en çok da edebiyat, her zaman olduğu gibi insanın şaşırtıcı bu macerasını ve akıl almaz şehvetini dile döker, yaşatır. Belki her acı başlı başına tekil ve aktarılamazdır. Okumak ve yazmak biraz da bu hale ortak olmaktır. Suç gibi yazı da farkında olmadan bu eylemi gerçekleştirir. Yoksa teselli midir bu? Stig Dagerman’ın söylediği gibi, “Bütün teselliler tüketildiğinde, saçma sapan da olsa yeni bir teselli bulmanın peşine düşen insanoğlu”nun acısının başka bir karşılığı mıdır?

Ahlaksızlığın savaş halinde nasıl ahlak ürettiğini, hırsızlık, fahişelik, karaborsacılık gibi eylemlerin nasıl da zihinlerde normalleştiğini ve insanın “terbiye edilmiş kaosa” nasıl da teslim olduğunu görmek açısından çarpıcı bir kitap bu. Yıkılmış, moloz, metal ve ruhsal çöküntü yığınına dönmüş bir ülkede oradan oraya savrulan insanların arasına sokulmuş işlek bir yazı kamerası dolaşıyor. Yük trenlerinin neden insan ve göçmen taşıyan trenler karşısında geçiş üstünlüğüne sahip olduğunu kavramak için ağır ağır okumanız gerekiyor. Çünkü, “birtakım yük trenleri, tıka basa dolu ve buz gibi yolcu trenlerinden daha değerli, henüz boş yahut yeni dondurulmuş patates çuvallarıyla sıkışan insanların şişirdiği vagonlardan”.

Hiç de geri durmayacaktır bu manzara karşısında Dagerman; “Edebiyatla acı arasında ne kadar mesafe var?” diye soracaktır şiddetle. Ve bu güçlü sorunun güncellenen açılımları, her bir bölümde önümüze serilecektir. Geride kalan ve uzakta duran duyarlı ruhlar için hep yakın ve günceldir de ondandır bu soru. Hatta, “hayatta kalmak güç gibi görünse de suçtur” belki.

Ömer Erdem
20.02.2015 http://kitap.radikal.com.tr/

ALMAN SONBAHARI
Stig Dagerman
Çeviren: Ali Arda
Everest Yayınları
2015, 135 sayfa

Previous Story

Unutulmaz bir öykü kişisi: “Kancay”

Next Story

Köpekler güvenilmez kişileri ayırt edebiliyor

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ