İnsanlaşma/ya – Değer ? Nejdet Evren

Gerçek bir açıdan görecelidir. Boşuna denmiyor; bütün, tüm parçaların toplamından daha fazlasını ifade eder. Göreceli de olsa gerçeğin/gerçek olarak benimsenenin değeri onunla hem bir bütünlük içerisinde olurken , diğer yönden onunla bir çelişki içerisinde bulunur. Değer, ona yüklenen sosyal/tarihsel bir anlam taşır ve onun gerçeği ile örtüşmez. Gerçeğin salt varlığı ile paylaşılması ve üzerinde ortaklaşılması madalyonun iki yüzü gibidir. Paylaşılamayan/paylaşılmayan gerçeklik ortaklaşılamadığı için hiç-bir-değer taşımaz. Değeri yaratan insanın insanlaşması/sosyalleşmesidir. İnsanın insanlaşması yarattığı değerler ile ölçülebilir mi?

Değer, bir olgu olarak insan türünün yaratısıdır. Hiçbir canlı/cansız varlık salt kendinden bir değer sahibi değildir. Bu nedenle insanın salt insan olması da ?bir tür canlı olarak- bir değeri yoktur. Değer/leri yaratan insan değer olarak tanımladığı olgu/olay/ve nesne ve insan ile sosyal/tarihsel bir etkileşim kurmak suretiyle sosyolojik olarak bu sonuca ulaşır. Bir bütün nasıl ki kendini oluşturan öğelerin toplamından fazla ise, tarih içindeki insanlık da insanların yarattığı değerlerin toplamından fazladır.

İnsan, değerler ile sosyal bir gerçeğe/olguya dönüşür. Değerlerin olmadığı bir sosyal yapı olamaz. Tüm sosyal yapılar değerler sistemi üzerinde var-olurlar. Bu olgu salt insan türüne ilişkin de değildir. Ancak, insan türünün sosyal yapısını ve değerler sistemini diğer türlerden ayıran belirgin bir ayraç bulunmaktadır; paylaşmak için üretim salt insan türünün gerçekleştirebildiği tarihsel/sosyal bir değerdir. Bu durum onun doğal belirlemenin etkisine karşı geliştirdiği sosyal bir tepkinin sonucunda ortaya çıkmıştır.

Paylaşım değerini üretebilen insan, karşı taraftan tüketim değersizliğini de üretebilmiştir. Her değer kendi içinde değersiz olanı da yaratır. Bir düşünceye göre, toplumlarda doyum ile değer yitimi eğrisel bir çizgi içerisinde bulunur. Doydukça azalan değerler yasasından söz edilir. Sonuç ise, değersizleşme ile örtüşmektir. Değer yasası var mıdır? Varsa değer nedir?

Doyum-suzluk insan türüne ilişkin bir egodur. Beğenmişlik, ötekileştirme, küçümseme, tek-pencereden bakarak her olguyu onunla ölçmeye kalkma, üstünlük, değerler sistemi içerisinde insan türünün kendi öz yapısı ile yabancılaşarak değersizleşmesi/değersizlikleri üretmesi ile her zaman bir çelişki yumağı olmuştur.

Değer ve değersizlik?

Nedir?

Doğa tüm canlı türlerine karşı aynı ölçüde acımasız ve kaynaklık/ev-sahipliği yapmıştır. Nihayetinde tüm süreçlerin doğal olması da bundan gelmektedir. İnsan da doğa-ananın koynundan çıkmış ve kendini yaratmıştır. Doğal seçmecilikte zorun etkisi tüm türlerde olduğu gibi insan türünü de edim/edimsizliklere zorlamış ve insanlar ayakları üzerinde durmayı başardıklarından dolayı varlıklarını sürdürebilmişlerdir; dik yürüme ellerin alet olarak kullanılmasını kolaylaştırırken, ortaklaşmanın çok yıllar süren serüveninde kitle ve dil yaratıldıktan sonra insanlaşma denilen olgu da bu güne kadar süre-gelmiştir. Değerin mistik yapısı ile nesnel ve sosyal yapısı zaman zaman karışmış ise de, nesnel yapının öne çıkması ile insanlaşma süreci yükselişine koşut pike yaparak al-aşağıya doğru yuvarlanmaya başlamıştır. Değerin sosyal/tarihsel yapısının toprağa gömülmüş olması nedeniyledir ki, hala eşelenmektedir.

Değer bir yönü ile gerçekliğin benimsenmesini ifade eder. Gerçek olarak kabul edilmeyen, görülemeyen ya da benimsenmeyen hiçbir olguya sosyal insanın ?değer? biçmesi düşünülemez. Bu belirleme, hem gerçeğin, hem de oluşun iz-düştüğü değer ile örtüşüp örtüşmemesinin çeliştiklerinin ifadesidir. Değerin bir ölçme olması onun biçimlenmesinden ileri gelmektedir. Gerçeğin kendisi ile gerçeğe olana inanç ya da benimseme her zaman örtüşmeyebilir. Olmayana biçilen değer, bu şekli ile ortaya çıksa da, ölçümleyenin kendisi ölçümlenenden farklı olarak maddi/nesnel bir gerçekliktir. Bu yönü ile gerçek ve değer çelişiktirler ve asla uzlaşmazlar, uzlaşmalarını beklemek nafile/boş bir uğraşıdan öteye geçmez.

Değer olguya yüklenmiş bir kılıf, biçilmiş bir don/kisve gibidir. Çıplaklık, kirlenmişliğe/maskelenmeye karşı bir karşı-tez olarak orta-yere konulsa da, salt olarak bir değeri temsil edemez. Öyle ise, nesne ve özne ikilemi arasında sıkışan ve sosyal süreçlerle yaratılan değerler, nesne ve öznenin bir diğerine ne ölçüde yakınlaşması ve olgusal bir gerçekliği temsil edilebileceği ile sıkı bir şekilde ilgilidir. Bu örtüşme gerçekleşmez ise, değer, biçimlediğine yabancı kalacaktır.

İnsanın salt gerçekliği onun bir değer olarak ortaya çıkmasını sağlamaz. O, sosyal süreçteki doğal/sosyal/ekonomik/politik/kültürel etkileşim/tepkimeler ile ?insanlaştığı? oranda bir değeri temsil edebilir. Bu tepkime, birey ve toplum arasındaki eşitsiz etki ve tepki ile çoğu kez birey aleyhine kırılsa da, onun bir değer olarak ortaya çıkmasına engel olamaz.

Değer ve paylaşım arasında kopmaz bir ilişki vardır. Olgular paylaşıldıkları oranda bir değer kazanabilirler; paylaşılmayanın ?öznel olanın dışında- toplumsal bir değeri yoktur. Ayrıca, paylaşım kaçınılmaz olarak, iletişim ve etkileşimi de canlı/devingen tutar; değer, her yönüyle bir ölçümleme olduğuna göre, bu etkileşimin bittiği/tükendiği yer/zamanda o da tükenir; başka bir deyişle, değer ve iletişim/etkileşim madalyonun iki yüzü gibidir, bir diğerinden ayrılmalarının olanağı yoktur.

Güncel değerler, bireysel ve toplumsal değerler, tarihsel ve mistik değerlerin hepsi insanlaşmanın koşmaya başladığı zaman diliminden sonra meta-laşarak kırılmaya uğramıştır. Bu kırılma ile metanın/nesnenin nominal denilen bir değeri ortaya çıkmış, adeta yaratılmıştır. Bu durum, insanlaşma sürecinin sendelediğini göstermektedir; evet, insanlık/uygarlık tarihi tökezlemiştir, ya yere kapaklanacak, ya da yeniden toparlanarak koşusunu sürdürecektir.

?sorgulama? /irdeleme/araştırma bunların hepsi birikim/bellek ile örtüşmek zorunda değil midir? Birikim olmasa idi sorgulamanın bir sonucu olabilir miydi? Ya da, sorgulamaların tümü bir birikimin olması sonucuna dayanmamakta mıdır? Öyle ise, algılayan, çözümleyen ve biriktiren insan kolektif bir belleği yaratmış sayılabilir; ki bu, tarihsel belleğin ta kendisidir.

Değer ve yargıların sürekli değiştiği ayrı bir gerçektir. Ancak, özünde değer olgusunun genel çerçevesi hep var ola-gelmiş ve varlığını korumuştur. Değerler zincirini halkalaştıran insan, değersizlikler zincirini de aynı halkada birleştirmiştir. Her iki olgu yan-yana yürümektedirler. Sosyal dokunun canlılığı tüm değerler olgusunu da sürekli yenilemektedir. Değerlerle sosyal varlık kazanan insan hazır buldukları ile çelişkiye düştükçe, yeniyi kendi çelişkisi içerisinde yaratabildiği için doku canlı kalabilmektedir. Buna göre denilebilir mi, değerler sistemi aynı zamanda sosyal dokunun çelişkiler yumağıdır?

Değerlerin oluşumunda maddi/nesnel olguların belirleyiciliği kadar tinsel/ruhsal/duygusal olguların belirleyiciliği de önem kazanırlar. Nesne ve ruhun birlikteliği değer/değersizlik olgularını birlikte yaratırlar. Öznenin değerli kabul edilmesi, canlının değerli kabul edilmesi ile her zaman özdeşmeyebilir; bu durum, öznenin canlının bir adım önünde olduğu peşin-kabulü ile ortaya çıkar. Özneyi canlının bir adım önüne koyan olgu, yine öznenin kendisi olacaktır. Böyle olunca, öznenin değeri canlıya göre belirlenmiş olmayacak, öznel kalmayı sürdürecektir. İnsan, öznelliğinin farkında olmakla bu fark edişine ayrı bir değer biçme/ölçme gereksinimi duymaktadır. İnsanın diğer canlılardan kendini daha üstün görmesinin altına yatan olgu bu değer yargısındadır. Salt insan bir değerse, diğer tüm canlı/cansız da aynı şekilde bir değer olmalıdır. Saltık/olanın değerini belirleyen insan kendine ayrıcalık tanırken egosuna yenik düşmüş sayılır. Değilse, gerçek değeri ortaya koymak onun boynunun borcudur!

İnsanın övünmeye hakkı vardır; değerlerde öznellik kaçınılmaz sayılmalı ve yadırganmadığı gibi, olması gereken olarak yorumlanmalıdır. Düşünce, üretmek, paylaşmak, saygı gibi özgürlük de önemli bir değerdir ve yaşam hakkı kadar vaz-geçilmezdir. Değerler konusunda ortaklaşmalar olmasa toplumsal doku var olamazdı; olguyu değerli/değersiz yapan da bu sürecin kendisidir.

Fayda/yarar ile değer arasında farklı bir ilinti vardır. Her bireysel ve toplumsal yarar karşıdan bir değeri temsil ederken, her değer karşıdan bir yararı temsil edemeyebilir. Örneğin, besin üretimi bireysel bir yararlılığı, paylaşım ile toplumsal bir yararlılığı karşılarken, üretim-paylaşım değerini taşır. Toplumların yarattıkları estetik değerler içerisinde pırlanta, tek bir elementten oluşması, elde edilmesindeki zorluk ile bir değer temsil ederken, herhangi bir şekilde üretim aracı olarak kullanıldığında bir yararı karşılar ve fakat süs/takı olarak kullanıldığında ise, toplumsal bir yararı temsil etme gücüne sahip olamaz; o, yalnızca göz zevkine, ruhlar dünyasına hitap ederek bireysel bir yararı temsil edebilir.

Yararlı olsun ya da olmasın, her bir değerin oluşması toplumsal bir üretim/paylaşım/tüketim sürecini gerektirir. Böyle bir süreç yaşanmadıkça ?değer? ortaya çıkmaz. Zamana yayılmış bir/bir-çok ölçümleme ile olgu üzerindeki ortaklaşma, o olgunun değerini yaratır. Bu durum, olgunun sosyal değerini ifade eder. Yüklenilmiş/yüklenmiş/yükletilmiş değerler ise tek yönlü belirlemeler olup, özde toplumsal süreçlerin sonucunda ortaya çıksalar da gerçek bir değeri değil dayatılmış değerleri ifade ederler. Her halde ?değer? in bu yapısı temsil ettiği olguda yabancılaşmaya ve bireysel ve toplumsal kıskanma, sahiplenme ve korunma düşüncelerini paylaşımdan kopartarak suretiyle çıkış kaynağından uzaklaşmasına neden olur. ?Değer? olgusunun bu iki yanı görülmedikçe; paylaşılır olması konusunda ?salt kişiye bağlı özel olanlar hariç- ortaklaşılmasının yöntemleri geliştirilmedikçe hiçbir değer, bireysel ve toplumsal bir yararlılık gösteremeyeceği gibi bireysel ve toplumsal barışı da yaratma gücüne sahip olamaz. Tam tersine, süper-egonun eşliğinde paylaşımsızlık, iktidar hırsı, bireysel hırslar, bir diğeri üzerinde egemenlik kurma eğilimi, şiddet ve kaotik bir yapının oluşumuna zemin hazırlayacaklardır.

?değer? olgusu toplumsal bir olgu olduğuna göre, toplum/insan var-oldukça varlığını sürdürecek, bireysel ve toplumsal yararlılık konusunda çelişecek ve yeniyi sentezleyerek yaratacaktır. Değerlerden uzaklaşmak olanaksızdır. Nötr/sıfırlanma ya da denge olarak bakılacak olunursa, salt kişiye özel ? ki bu da ayrı bir tartışma konusudur- olanlar dışındaki tüm toplumsal değerlerin paylaşılabilirliğine dair ayrıksız bir ortaklaşma durumunda, toplumdaki tüm değerler kendiliğinden topraktan çıkan filizler gibi farklı, canlı, dirimsel ve yeni olarak doğacaktır. Böyle olunca, değer/lerdeki zenginlik paylaşım zenginliği ile çoğalırken, yokluğun da paylaşılabilirliği tüm bireyleri üretime yöneltecektir. Silahlarla değil tüm toplumlar paylaşılabilir, insan ve canlı için yararlı değerleri ile yarışmaya başladığında ise, Yeryüzü bir Cennete dönüşecektir.

Gereklilik kişiye, topluma yer ve zamana göre değişkenlik göstermektedir. Gerçekte ise, bu böyle midir yoksa böylesi bir ?değer? yaratılmış mıdır? Canlının ve özelde bir tür olarak insanın var-olması için gerekli biyo-kimyasal ve fizyolojik tüketim nesnelerinin/üretimin gerekliliği beş-bin-yıl öncesi ile şimdiki zaman diliminde çok büyük bir fark göstermeksizin hemen hemen aynı kalmıştır ve bu gereklilik bir değer olarak ölçümlenmiş bulunmaktadır. Bu değer üzerinden yapılan ölçümlemeler, adları farklı olsa da her çağda emek ve sömürüyü kategorize etmiştir. Gerekliliği göreceleştiren ise, tüm yer/zaman dilimlerinde düşünsel/ruhsal/kültürel gereksinimler olmuştur. Gereksinim duyulanın hem-zamanda ve farklı-zamanda değerli ya da değersiz görülmesinin temel belirleyeni bu istenç/irade/yönelim belirlemiş ve belirlemektedir. Öyle ise, temelde gereksinim ile değerin nesnel olarak örtüşüp öznel olarak ayrıştıkları söylenebilir. Nesnel ölçümlemedeki değerin, emeğin üretkenliği aleyhine kırılması, emeğin değersizliğinden değil kendini koruyamamasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Azalan verimler yasası olarak tanımlanan çokluğun değersizliği, bir açıdan gerekli olan ile olmayanın bireysel ve toplumsal değerlerin eşiğini oluşturmayı ifade eder; ve fakat, değer bundan bağsız olarak varlığını sürdürme eğilimindedir. Başka bir deyişle, her yönden doyurulmuş olmak insanın tükenmesi ve değer-yitimini ne gerekli kılmaktadır ne de bunun zorunlu bir sonucu değildir. İnsan egosu üzerine inşa edilmiş azalan verimler yasası, insanın duyumsadığı gerekliliği nesnel/maddesel olarak ölçümlediğinden onun/insanın romantizmini göz-ardı etmektedir. Bu, rasyonalitenin kırılma noktasını oluşturur. Oysa ki, insanın romantik gerekliliği sınır tanımaz, sonsudur ve değer olgusu da onunla birlikte sonsuzlaşır. Ütopya olarak tanımlanan gelecek kurguları bu romantizm üzerinden inşa edilmiyorlar mı ki?

?değer?in bir yargı olması değerli-değersiz açısından bir ayrım gözetmez; hem değerli olana yönelik yargı ve hem de değersiz olana yönelik yargı eş-düzeydeki yargılardır. X yer/zamanında değersiz olanın, Y yer/zamanında değerli olarak görülmesi bu nedenledir. Bu durum, değerli ve değersizin iç içe geçtiklerini ve aynı zamanda zıtların birlikteliğini gösterir. Ayrıca, değerli ve önemseme arasındaki bağ önemsenenin ölçüsü ile ortaya çıkar. Çünkü, değer olgusu, önemsemeyi zorunlu kılar. Önemsemenin olmadığı yerde ?değer? den söz edilemez. Yaşamı kolaylaştıran, yaşanabilir duruma getiren, farklılaştıran, etik-estetik güzellikleri yaratan emek-yoğun tüm olgular birer ?değer?dirler ve tüm değerleri insanın sosyal yapısı yaratmış olmasına göre de, hepsi toplum için olma özelliğini taşırlar. Toplumlar, tüm canlı-doğa ile örtüşme yönelimini gösterebildikleri oranda etik-estetik değerleri yaratabilmişlerdir/yaratmaktadırlar/ve yaratabilirler. Öyle ise;

Tökezlese de insanlaşma, yürüyüşüne ?değerler? ile başlamış ve halen bu yürüyüşü sürdürmektedir. Değer bir zamanlar kayalara çizilen bir çizgi, yontulan bir taş, damıtılan bir sıvı iken günümüzde emek-zamanın yoğrulduğu şiirden romana, felsefeden güzel sanatlara ve uzayın derinliklerinde yapılan insanlı/insansız yolculuklara kadar uzanmaktadır.

İnsan, sosyalleştiği için bir değerdir

İnsan, insanlaştığı için bir değerdir.

Emek, ürettiği için bir değerdir.

Barış, savaş karanlığına gün gibi doğduğu için bir değerdir.

İnsanlaşma/ya-değer!

Yazan: Nejdet Evren
Eylül 2010, Batı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir