Emile Zola, Germinal’i gerçek yaşamdan kurgulayarak, yani içinde yaşayarak, gözlemleyerek kaleme almıştır. 9 Şubat 1884’te Anzin Maden Ocakları’nda bir grev patlak verir. Zola soluğu hemen orada alır. Orada günlerce kalır. Not defteri elindedir; sorar, araştırır, gözlemlerde bulunur. Meyhanedeki maden işçileri ile konuşur. Kazılan yeni galerilere olsa olsa altmış santimlik deliklerden girilir. Maden ocağından çıkan işçilerin tanınmayacak durumda olduklarını görür. “Güldükleri zaman zenci sanırsınız.” Ocak çevresinde barakaları, barakaların içinde açlık sınırında insanları, ocaklardaki kâr hırsı ile ihmal edilmiş kolan lambaları, kazaları, ölümleri ve işçi sınıfının direnişini anlatır.

Bu öyle bir kavgadır ki; sımsıcak ekmeğin kokusunu ve ılık ılık akan terin, kanın kokusunu ve bu amansız kavgayı içiçe ve usta kurgularla soluk soluğa, sanki olayın içindeymişsiniz gibi yaşatır size Zola. Aşkı, sevgiyi ve sevdayı ekmek kavgası ile ilmik ilmik işleyen dev bir roman çıkar karşınıza. Öyle bir romandır ki, bir tarafta işçi sınıfıyla örgütlü mücadele durur, diğer tarafta kuyuya yerleştirilmiş bir anarşist dinamitle birden savrulursunuz. Son nefeste dahi sevginin doruğa çıktığına ancak Germinal’de tanık olabilirsiniz. Etienne ve Catherine arasındaki ilişki, aynı zamanda bir mücadele içindeki aşkı da anlatır. Maden işçilerinin duyguları, kararmış yüzlerinden sımsıcak bir sel gibi akar yüreklere. Zola, insanca bir yaşam kavgası ve aşklarıyla, o dönemki gerçek maden işçilerinin yaşamını ortaya koyar.

İşçi edebiyatının en ünlü örneklerinden biri olan bu roman, akıcı anlatım tarzı ve tutarlı örgüsüyle zevkle okunur. Bu romanda, romanın kahramanı maden ocağının kendisidir. Bu ocak, hem olayların geçtiği çevre, hem de insanları besleyen, tüketen yeryüzünün, yaşamın canlı simgesidir.

Germinal romanının yazarı Emile Zola?nın yazarlığa yaklaşımında önemli olan insanları gerçeklerle etkilemektir. Romanlarında yer yer abartılı anlatımlara rastlansa da, gerçekleri çarpıtmaktan büyük bir özenle kaçınır. Meyhane başlıklı romanının taslağında bu anlayışını şu sözcüklerle açıklar: ?Bir gerçekliği olduğu gibi vermek, ahlak anlayışını içinde taşıyan müthiş bir tablodur.?

Germinal romanı döneminde büyük tartışmalara yol açmıştır. Toplumsal sorunların romanlara çok az konu edildiği bir dönemde kendi sınırları içerisinde, en azından edebiyat çevresine karşı bir başkaldırıdır. Güçlü gözlemler içerir. Sürükleyici bir dili olan yazar romandaki betimlemeleri ile okurları gerçekten etkilemeyi başarır.
Sürekli olarak yaşamdaki gerçekliği arayan ve bunu yapıtlarında tüm gerçekliğiyle kurgusal bir biçimde yeniden sunan Zola, kendi düşünce ve yaşam gerçekliğini de eksiksiz olarak yaşamayı başarmış, doğruluğuna inandığı gerçekleri büyük inanç ve içtenlikle ödün vermeden savunmuştur.

Germinal’in, yüzün üzerinde ülkede orijinali ve çevirileri yayınlanmıştır. Ayrıca eser beş sinema uyarlaması ve iki televizyon yapımına ilham kaynağı olmuştur.
Emile Zola, edebiyat yaşamı boyunca tek amacı, insanı tamamıyla tanımanın yolunu bulmak oldu. Ve onun için roman bu uğurda bir araçtı. Zola, ‘Germinal’le edebiyata hep göz ardı edilen bir sınıfı ilk kez katıyor: ‘İşçi’. Hareketli ve farklı bir edebiyat yaşamına sahip Emile Zola, ‘Rougon-Macquart’ı yazdığı sırada şu sözlerle belki de ölümü üzerine kurulan senaryolara da katkıda bulunuyor: “Etrafta benimle ilgili bir sürü saçmalık dolaşıyor. Politika öyle gürültü yapıyor ki kitaplar fark edilmiyor. Önemli değil. Sadece üretmeli.”

Zola romanlarını büyük bir dikkat göstererek titizlikle yazardı. Yazdıkları, kesin bilimsel belgeler, dramatik imgelem ve kılı kırk yaran betimlemelerin bir karışımından oluşuyordu. Zola insanlarla konuşur, araştırmalarını kalın dosyalarda tutar, baş kahramanlarının ayrıntılı portrelerini oluşturur ve her bölümün olaylarını ana hatlarıyla kurgulardı. Germinal’i yazarken kömür madeni ocaklarını dolaşmıştı.
1885’te Zola en büyük romanlarından biri olan Germinal’i yayımladı. Yazarın kömür madenlerindeki çalışma koşulları üzerinde yaptığı araştırmaların notlarına dayanarak yazdığı roman, grev üzerine yazılmış en büyük eserlerden biridir.
Zola’nın 1902’de esrarengiz bir şekilde, karbonmonoksit gazından zehirlenerek öldüğü açıklandı. Ama kimi söylentilere göre Zola’nın hasımları dairesinin bacasını tıkamış ve onu dumanla öldürmüşlerdi. Zola’nın cenaze töreninde Anatole France’ın dediği gibi, “O, insanlık bilincinde önemli bir andı.”
Zola?nın ölümünden sonra Germinal, tartışmasız onun en iyi eseri olarak atfedilmiştir.

Germinal’in Konusu
Emile Zola?nın 1885 yılında yazdığı Germinal, madencilerin çalışma koşullarını ve yaşamlarını gerçekçi bir dille aktaran önemli romanlardan biridir. Adını ?tohum, ürün, bereket? anlamına gelen germinal sözcüğünden alan bu roman, yazıldığı dönemde öylesine büyük bir ün kazanmıştı ki, Zola öldüğünde işçiler cenazesinde ?Germinal, Germinal? diye bağırmışlardı.

Roman 1860?lı yılların sonunda geçiyor ve Fransa?nın Montsou kasabasındaki maden işçilerinin yaşamını ve mücadelesini konu ediniyor. Zola, madencilerin sefalet içindeki yaşamını çok canlı ve gerçekçi bir dille tasvir ediyor. Kasabadaki işçiler, atadan babadan madenciler ve bu madenci kasabasında doğup maden ocağında ölüyorlar. Madendeki tüm işçilerin kaderi, küçücük yaşlarda madene bir mahkûm gibi inmek ve ölüsü çıkana kadar orada çalışmaktır.

Çocuklar küçük yaşta madene inip yetişkinlerin sefalet dolu yaşamına ortak olduklarından, hem bedensel hem de ruhsal olarak erkenden yaşlanmaya başlıyorlar. Bedenleri yeterli fiziksel gelişmeyi sağlayamadan kendilerini ağır çalışma koşullarının içinde bulan çocuklar, beceriksizce yetişkinleri taklit ediyorlar, onlar gibi davranıyor, alkol kullanıyor ve cinselliği oyunlarının bir parçası haline getiriyorlar. Tek göz odada yiyip içen, yatıp kalkan, banyo yapan kalabalık işçi ailelerinde, mahrem denen hiçbir şey kalmadığı gibi, gerçeklik de çırılçıplak ortada duruyor. Aileler çocuklarının eve para getirmeleri dışında hiçbir şeyleri ile ilgilenemiyorlar.

Madencilerin sefaleti, onların tüm alışkanlıklarını, yaşamlarını ve ?ahlâk? anlayışlarını belirlemiş durumda. Burjuvazinin ?kutsal? ailesinin yalanlarla ve ikiyüzlülükle örülü duvarı, hayatın gerçekliği içinde tuzla buz oluyor. Yozlaşan, çürüyen, açlık içinde ne yapacağını bilmez hale gelen işçiler; patronların, müdürlerin evlerine dilenciliğe giden, kasabanın iğrenç, uçkur düşkünü dükkân sahibinin cinsel isteklerini tatmin etme karşılığında borç alabilen işçi kadınlar?

Romandaki ailenin 58 yaşındaki büyükbabası Bonnemort (dokuz canlı) Baba, daha sekiz yaşındayken madene inmiş, tam üç kez madenden ölmek üzereyken çıkarılmıştır. Bir keresinde saçı sakalı kavrulmuş, bir diğerinde kursağına kadar toprakla dolmuş, üçüncüsündeyse karnı kurbağa gibi suyla şişmiş bir şekilde kurtarılmıştır.
Bonnemort Baba?nın dokuz kişilik ailesinde çocuklarla birlikte beş kişi çalışıyor, ama eve getirilen para ailenin karnını doyurmaya bile yetmiyor. Her gün sabahın 4?ünden öğleden sonra 3?e kadar, yerin 554 metre derinliğine ilerleyen açgözlü kuyu, o günkü nafakası olan işçileri yutuyor. İşçiler o dar karınca yuvasında, toprağın dört bir yanını oyup, onu kurt yeniği içindeki bir tahta gibi delik deşik ederek didinip duruyorlar. Madenden dönüldüğünde, temizlik, ortadan kesilip leğene dönüştürülen bir fıçı içinde, sonunda mürekkebe dönüşen aynı suda yıkanarak gerçekleşiyor. Çocuklar ikişerli yatıyorlar ve aynı odayı paylaşıyorlar. 15 yaşındaki Catherine, gelişmemiş sıska vücuduyla, hastalıklı dişetleriyle, madenci kıyafetleriyle, bir kızdan çok, tam bir oğlan çocuğuna benziyor.
Romandaki karakterleri yakından tanımak önemlidir. Çünkü bunlar romana sıkışıp kalmış karakterler değiller, bugün de yaşamaktalar. Kimi zaman fabrikamızdaki suskun işçilerden birine benzetiriz birini, kimi zaman mücadelede tanıdığımız bir öncü işçiyi görürüz orada.

Etienne, öfkeli ve zapt edilemez kişiliği ve haksızlıklara karşı verdiği tepkiler yüzünden işten atılmış, aç kalmamak için iş ararken bu kasabaya gelerek madende iş bulan birisidir. Maheude Kadın romanın merkezine oturan madenci ailesinin cefakâr anasıdır, Maheu ise babası. Maheu, Etienne?le tanışana kadar, koşullara boyun eğmekten başka çaresi olmadığını düşünen, canına okuduğu halde çalıştığı işe şükredecek kadar geri bilinçte olan bir madencidir. Dürüst ve herkesin güvendiği bir işçidir. Roman farklı tipte işçilere yer veriyor. Korkunç sefalet içinde geçen yaşam koşullarının kaypaklaştırdığı, ispiyoncu, güvenilmez, yükselme tutkusuyla patronun gösterdiği küçük bir kırıntı için işçi arkadaşlarını bir anda satabilen Chaval gibi işçilerin yanı sıra, tüm kötü koşullara rağmen umudun bitmediğine işaret eden işçiler de var. Roman, tüm bu karakterlerle örülü bir şekilde, işçilerin kıpırtısızlığının sonsuz bir hareketsizlik olarak algılandığı bir ortamda mücadelenin nasıl da aniden yükseldiğini ve nasıl bir gelişim gösterdiğini anlatıyor.

On yıl öncesine kadar geçinebilecek kadar ücret alabilen işçilerin, bu süre zarfında yıldan yıla aldıkları ücretlerin düşmesi ve en son da çeşitli bahanelerle yeniden ücret kesintisi yapılması, madenciler arasında rahatsızlık yaratmaya başlar. Başkaldırı filizlenir ve nihayetinde grev patlak verir. Bu mücadelede alınan sınıfsal tutumlar ibret vericidir. Kitlenin önüne geçip yaptıkları şeyi küçümseyen, onların kendilerine zarar verdiklerini söyleyenlerden (bar sahibi Rasseneur) tutun da, grevi küçümseyip işçilerin hiçbir şeyi değiştirecek güçleri olduğuna inanmayan, Luddistlerin yaptığı gibi iş araçlarına zarar vererek patronların batırılacağına inanan ve bunun için de tek başına hareket eden anarşist Suvarin?e kadar, sınıf mücadelesi aniden patlak verdiğinde doğru bir perspektife sahip olmayanların nasıl çuvalladığının örnekleriyle dolu Germinal.

Evine dilenmeye gittiği müdürün karısının Maheude Kadın?a söylediği yalanları, patronlar sınıfı bugün de tekrarlıyor bizlere: ?İnsan iyi niyetle her türlü talihsizliği yener.? Ama madenciler, ?tanrının onlara nasip ettiği? bu işte dürüstlükle çalışmalarına rağmen, biriktirebilecekleri parayı bulmak bir yana, bir lokma ekmek alacak kadar bile kazanamaz duruma gelmişlerdir. Bu yüzden de daha madenden çıkar çıkmaz tüm olanları unutabilmek, yazgıya kolay boyun eğebilmek için, ellerine geçen üç kuruşu içkiye yatırıp gırtlaklarına kadar borca batarlar. Patronlardan birinin karısının diğer burjuva kadınlardan birine ?gerçek bir yeryüzü cenneti? olarak gösterdiği yer, pislik, çamur ve çocukların açlıktan ve hastalıktan öldüğü sefil işçi mahallesidir. Burjuvalar, işçilerin burada yaşamalarını bile çok görmekte, onların gerçek yerinin yeraltının kilometrelerce derinlikleri olduğuna inanmaktadırlar.

Etienne, Maheu?nun evinde kiracı olarak kaldığı süre içinde akşamları yaptığı sohbetlerin ürününü almaya başlar. Bu sohbetler, mücadele patlak verdiğinde Maheu?nun işçi arkadaşlarına cesurca öncülük yapmasına yarar. İlk zamanlar onun anlattıklarını deli saçması şeyler olarak dinleyen Maheude Kadın bile bir süre sonra değişmeye, patronsuz bir dünyayı, adil ve insanca bir yaşam sürecekleri günleri düşlemeye başlar. Önceleri gerçekleşemeyeceğini düşündüğü bu mutlu düşleri dinlerken hem kendisinin hem kocasının anlatılanların büyüsüne kapılmasından da korkan Maheude Kadın, sahip olduğu adalet duygusuyla delikanlıya hak verir. Ama delikanlının şiddetten yana sözlerini kınar, onu fazla kavgacı bir insan olarak görür. Oysa grev başladıktan sonra, aynı kadın, teslim olmaktansa ölümüne mücadele etmekten bahsedecektir. Burjuvaları bir çırpıda temizlemek, açlıktan nefesi kokanların emeğiyle semiren o hırsız zenginlerden yeryüzünü kurtarmak için cumhuriyetin ve giyotinin gelmesini isteyecektir.

Etienne uzun geceler boyunca Maheu?nun ailesine bıkmadan usanmadan bildiklerini anlatırken, Bonnemort Baba da maden ocağında tükettiği ömrünü düşünür. Dışarıda olup bitenlere gözlerini ve kulaklarını tıkayarak yeraltında bir dolap beygiri gibi çalıştığı elli yıl boyunca, patronlar iliğini, kemiğini sömürmüşlerdir. Oysa şimdi işçiler uyanmaya, bir tohum gibi toprağın derinliklerinde baş verip filizlenmeye başlamışlardır.
Eşleri ve çocuklarıyla, artık açlıktan kırılmak yerine harekete geçmek gerektiğine inanan binlerce isyancı madenci, diğer madenlerdeki işçileri de greve ikna etmeye çalışırlar. İşçiler ?ekmek, ekmek? çığlıklarıyla burjuvaların yaşadıkları yerlere saldırırlar. Kendileri açlıktan kırılmak üzereyken onların bolluk içinde yaşamalarına tahammül edemez ve ?kahrolsun burjuvazi, yaşasın toplumsal eşitlik? diye bağırırlar. Yıllarca sessiz kaldıktan sonra birden coşkun bir sel gibi ileri atıldıklarında nasıl korku perdesini yırtabileceklerini ve akla hayale gelmez şeyler yapabileceklerini gösterirler. Ama örgütsüzlükleri nedeniyle, patronların hileleri onları kolaylıkla gelgitlere sürükleyebilmekte, bölüp dağıtabilmektedir. Yaşadıkları, tüm gücünü toplayıp kabarmış olan bir nehrin, o gücü doğru yere akıtacak arklar olmadığında gerisin geriye cılızlaşıp, nasıl kuruyup gittiğini de göstermektedir.

İşçilerin isyanı yenilgiyle sonlanırken, Germinal buna rağmen umudun asla sönmediği, işçi sınıfının tekrar ayağa kalkacağı mesajıyla biter. O umutsuzluğu değil umudu aşılar işçilere: ?Cana can katan, her yandan gençlik fışkıran o sabah, gökte alevler saçan güneşin altında yüzen ova, işte bu uğultuya gebeydi. Topraktan insanlar bitiyordu, saban izlerinde ağır ağır kapkara, öç alıcı bir ordu filizleniyordu; bu ordu pek yakında bütün toprağı çatlatacak olan gelecek yüzyılların ürünleri için boy atıyordu?.O yıllarda toprağı çatlatıp boy atan bu ordu, bugüne dek gelişip bir dev haline gelmiştir. Dünyayı ellerinde tutanların köle olmaktan çıkıp efendi haline gelmelerinin önündeki tek engelse, bu dev gücü devrimci bilinçle donatacak bir örgütlülüğün eksikliğidir. Bu dünyayı değiştirme iddiasında olanlar Etienne gibi inatla ve yılmadan çalıştıkları, işçi sınıfının devrim mücadelesinin kaldıracı olan devrimci örgütlülüğün yaratılmasına omuz verdikleri ölçüde bu engelin de üstesinden gelinecektir.Dreyfus Olayı
Emile Zola,12 yıl süren ve yakın tarihin en büyük davalarından biri olan ve tarihe ?Dreyfus Olayı? ya da ?Dreyfus Davası? olarak geçen davanın ?kahraman?larından biri?
“Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacaktır!? Bu sözler ünlü bir Fransız yazarın, 13 Ocak 1898 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı Félix Faure?a yazdığı ?açık mektup?tan? Emile Zola bu mektubu ile Dreyfus davası diye bilinen davanın seyrini değiştirmiş, kendi deyimi ile ?Fransa?nın alnına sürülen lekeyi? temizlemişti?
Emile Zola?ya aydın çevrelerde bu denli saygı duyulmasının nedeni savaşan bir aydın oluşudur. Tavizsiz, düşüncelerini savunan ve toplumsal olaylara duyarlı bir yazar oluşundan saygı duyarlar. Elbette kaleminin gücünden dolayı da saygı duyarlar. Ancak Dreyfus Olayı sırasında sergilediği tavır, tüm diğer sebeplerden daha güçlü olmuştur yazarın bugünlere gelebilmesi açısından.1894 yılında Fransız ordusunda görevli Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus?un Almanya?ya casusluk yapmak suçundan mahkum olması Fransa?yı ikiye böler; Dreyfus?un suçlu olduğuna inananlar ve Dreyfus?un suçsuzluğuna inananlar?25 Eylül 1894? Alman Büyükelçiliği?nde çalışan temizlikçi bir kadının bulduğu belgeler ile başlar ?Dreyfus Davası?nın hikayesi. Fransız İstihbaratı için çalışan Madam Bastian’ın, askeri ataşe Schwarzkoppen’in çöp sepetinde yarı yanmış bir kağıtta gizli bilgileri bulmasıyla birlikte Fransız ordusunda ?casus? arayışı başlar. Soruşturmayı Yahudi düşmanı olarak ünlenen Yüzbaşı Sandherr yürütmektedir. Sadece Hitler ve faşistleri değildir Yahudi düşmanı olan, Fransızların II. Dünya Savaşı?ndan önceki bu sicilleri, savaş sırasında milliyetçi Fransızların, Fransız Yahudilerine aldıkları tavır tarihin utanç sayfalarına geçecektir.Yüzbaşı Sandherr?in şüpheli listesinin başında Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus bulunmaktadır. Bulunan kağıtta casusun isminin ancak baş harfi okunmaktadır: ?D?? Bu nedenle Dreyfus şüphelidir.

Yüzbaşı Dreyfus 15 Ekim 1894?de tutuklanır. Suçlu bulunmuştur. Her ne kadar ?suçlu? suçsuz olduğunu söylese de onu kimse dinlemeyecektir. Basın bulunan ?suçluyu? teşhire ve bulunan ?suçlu? üzerinden de Yahudi aleyhtarı yayına başlar. Hemen bir ?kampanya? başlar, Dreyfus?a ve Yahudilere karşı. Kampanyanın başını sağ eğilimli ?Le Soir? gazetesi ile Yahudi düşmanlığı ile bilinen ?Libre Parole? gazetesi çeker.

Zola, ?Dreyfus Olayı? isimli kitabında ?Tutanak? başlıklı bölümde basını şu satırlarla eleştirir: Ah! Bu suçlama belgesinin hiçliği! Bir insanın bu suçlamaya dayanılarak cezalandırılabilmesi bir haksızlık mucizesidir. Dürüst insanları bunu okumaya çağırıyorum, bakalım, orada, Şeytan Adası’nda çekilen ölçüsüz cezayı düşününce, yürekleri öfkeyle hoplamadan ve başkaldırılarını haykırmadan okuyabilecekler mi? Dreyfus birkaç dil bilir, suç; evinde kendisini zor duruma düşürecek hiçbir kâğıt bulunamamıştır, suç; bazı bazı ilk memleketine gider, suç; çalışkandır, her şeyi bilmek ister, suç; şaşırmaz, suç; şaşırır, suç. Sonra kaleme alınırken yapılan bönlükler, hiçbir dayanağı bulunmayan kesin savlar! Bize on dört ana suçlama maddesinden sözetmişlerdi; sonuçta, tek bir suçlama maddesi buluruz, o da bordrodur; üstelik, bu konuda uzmanların kendi aralarında uzlaşamadıklarını görürüz. Varmaya kalktığı sonuç istenen yönde değil diye M. Gobert askerce paylanmıştır. Dreyfus’ü tanıklıklarıyla ezmeye gelmiş olan yirmi üç subaydan da sözediliyordu. Şimdilik onların sorgulanmaları konusunda hiçbir şey bilmiyoruz, ama tümünün onu suçlamamış olduğu kesin; ayrıca, hepsinin savaş bürolarından olması dikkat çekici. Bir aile duruşmasıdır bu, kendi aralarındadırlar, şunu akıldan çıkarmamak gerekir: genelkurmay davayı istemiş, onu yargılamıştı, şimdi bir kez daha yargıladı.

Kısacası, kala kala bordro kalıyordu, onun üzerinde de uzmanlar anlaşmaya varamamışlardı. Anlatıldığına göre, kurul odasında, yargıçlar aklama kararı vereceklerdi. Ve, o anda, sanığın cezalandırılmasını haklı çıkarma yolundaki umutsuz inat, bugün gizli, altından kalkılmaz bir belgenin, her şeyi haklı çıkaran, görünmez ve anlaşılmaz tanrı gibi önünde eğilmemiz gereken bir belgenin varlığından söz edilmesi çok iyi anlaşılıyor. Ben bu belgenin varlığını yadsıyorum, tüm gücümle yadsıyorum! Gülünç bir belge, evet, belki de küçük kadınların söz konusu edildiği, bir de çok fazla şey istemeye başlayan D… adında birinden, hiç kuşkusuz karısı için yeterince para ödenmediğini düşünen bir adamdan söz edilen belge. Ama ulusal savunmayı ilgilendiren, ertesi gün savaş ilan edilmeden ortaya çıkarılamayacak bir belgeye gelince, hayır, hayır! Bu bir yalan; üstelik, kendileri bile inanmadan, cezasını görmeden yalan söyledikleri için daha da iğrenç ve yüz kızartıcı. Fransa’yı ayağa kaldırıyorlar, onun haklı heyecanının arkasına gizleniyorlar, yürekleri bulandıran ağızları kapatıyorlar, kafaları saptırıyorlar.

Ben bundan daha ağır bir yurttaşlık suçu bilmiyorum. Aşağılık basının azgınlığını gördük. Sağlıksız meraklara seslenerek, para kazandılar. Karalanmış kağıt parçalarını satmak için halkı allak bullak ettiler. Çünkü halk sakin, sağlam ve güçlü kalsaydı müşteri bulamazlardı. Bunlar özellikle akşam çığırtkanlarıdır. İri puntolu ahlaksızca başlıklarıyla gelen geçeni durduran varakparelerdir bunlar.?

Irkçılığın, Yahudi ve sosyalizm düşmanlığının dört nala gittiği bu günlerde olan bir gelişme bu gidişi geri dönülmez bir hale getirecektir. 28 Kasım?da Savaş Bakanı General Mercier?in Le Figaro gazetesine bir demeci yayınlanır. Mercier Dreyfus’un suçluluğunun “neredeyse kesin olduğunu” açıklamamıştır. Olaylar daha da büyür?
?Paris Birinci Savaş Konseyi?nde 19 Aralık?ta başlayan dava görülmemiş bir hızla sonuçlanır. 22 Aralık?ta karar açıklanır: Dreyfus suçlu bulunmuştur. “Hainlere ölüm” sloganlarıyla rütbeleri sökülen Dreyfus, ömür boyu hapis cezasına çarptırılır.
Dreyfus için cehennem günleri başlayacaktır. 12 Mart 1895? Güney Amerika’ya doğru yola çıkan Dreyfus, Fransız Guyanası, Şeytan Adası’nda bir hücreye kapatılır. Evet, ünlü Kelebek kitabına, filmine konu olan adaya?

Bu arada Sandherr?in yerine Yarbay Picquart atanır. Picquart ele geçirdiği bir belge ile casusun Binbaşı Esterhazy olduğunu düşünür. Dreyfus?u suçlu duruma sokan belgenin Esterhazy tarafından yazıldığı iddia edilir. Ancak ?derin devlet? bu iddiaları kabul etmeyerek Yarbay Picquart?ı cezalandırır. Picquart Tunus?a sürülür.
Bir süre sonra Dreyfus Davası Fransa?yı sarsar, yüzlerce aydın, binlerce Parisli Dreyfus?un özgürlüğü için mücadele eder. Sonunda Dreyfus tahliye olur. Zola ise bu olaydan dolayı çarptırıldığı hapis cezasından yurtdışında kalarak kurtulur.

Emile Zola, Dreyfus?un suçsuzluğuna inananlardandır. Dreyfus üzerinden yükselen milliyetçi rüzgarın Fransa?nın alnına leke süreceğini düşünmektedir. Bu adaletsizliğe karşı çıkılmalıdır. Emile Zola vicdanının sesini, ülkesiyle ve dünya ile paylaşmaya karar verir. Dreyfus?un suçsuz olduğunu ve yargılamanın adil olmadığını yazarak, Dreyfus?un suçsuz olduğunu düşünenlerin sesi olur…

Emile Zola; gazete yazıları ile, broşürlerle Dreyfus?un suçsuzluğunu her yerde yüksek sesle söylemeye başlamıştır. Ancak yayınlanan ?Gerçek Yürüyor?, ?Gençliğe Mektup? ve ?Fransa?ya Mektup? isimli broşürler Zola?nın beklediği etkiyi yapmayacaktır.
11 Ocak 1898? Esterhazy beraat edecek, Picquart ise tutuklanır.

Zola, 13 Ocak 1894?te Aurore gazetesinde ?Suçluyorum? (J?Accuse) başlığıyla Cumhurbaşkanı?na seslenen açık bir mektup yazar; Dreyfus?ü kanıt olmadan mahkûm ettiği için genelkurmayı ağır bir dille suçlar. Gazete o gün 300.000 adet satar. ?İtham Ediyorum!? başlıklı yazısı ile kamuoyunu harekete geçirmeyi başaran Zola hakkında bu mektup nedeniyle dava açılır ve yargılanmaya başlar. Sosyalist Jules Guesne, Emile Zola?nın tavrını ?Bu yüzyılın en büyük devrimci eylemidir? diyerek olumlar. Bu kez Zola, Fransa?yı derinden sarsmayı başarmış, halk Dreyfus?un suçsuz olabileceğini düşünmeye başlamıştır.

Zola?nın mektubu ses getirmiş, kamuoyunu harekete geçirmiştir. Ancak başka harekete geçenlerde vardır. Emile Zola hakkında yazısından dolayı dava açılır. Aralarında Prèvost, Clemenceau, Durkheim, Anatole France ve Proust gibi aydınların bulunduğu Zola?yı destekleyenlerin çabaları sonuçsuz kalır.

7 Şubat 1898?te açılan dava, 23 Şubat?ta sona erer. Zola?nın tarihi savunmasının son sözleri tarihin sarkacında asılı kalacaktır: “Ülkemin yalan ve adaletsizlik içinde kalmasını istemedim. Burada bana ceza verilebilir. Ama bir gün, şerefinin kurtulmasına yardım ettiğim için Fransa bana teşekkür edecektir.” Emile Zola, yüz yıl sonra olsa da haklı çıkar!
Zola, bir yıl hapis ve 3000 frank para cezasına çarptırılır. Yahudi karşıtı gösteriler, saldırıların boyutu giderek büyür. Fransa ?monarşiyi destekleyenler? ve ?cumhuriyeti destekleyenler?, ?asker? ve ?sivil?, ?milliyetçi? ve ?sosyalist?, ?sağcı? ve ?solcu? olarak ikiye bölünmüştür. Dreyfus?a yönelen iktidarın ve milliyetçi kampın tepkileri bir anda ona da yönelir. Basın saldırmaya, milliyetçi ?Vatanseverler Cephe?sinin militanlarını kışkırtmaya başlar. Gösteriler, yürüyüşler yapılır. Saldırılar gecikmez. Saldırılarına uğrayan Zola, Seine Nehri?ne atılmak istenir?

Saldırı ve baskılar sonucunda Zola, İngiltere?ye kaçar. Bir yıl sonra yeni Cumhurbaşkanı Emile Loubet?in yargılanmama garantisi vermesi üzerine 1899?da Fransa?ya geri döner.

Dreyfus, 9 Haziran’da beş yıl hapis yattığı Şeytan Adası’ndan tahliye edilir. Esterhazy?in, Dreyfus?u suçlayan ?kanıtı? kendisinin yazdığını itiraf ettiği mektup 18 Temmuz’da yayınlanır. Bu itiraf davanın yeniden açılmasına neden olacaktır. Ama ?derin devlet? kararlıdır. Bunca olup bitene, bunca delile, itirafa rağmen mahkeme Dreyfus?u yeniden ?suçlu? bulur. Dava uzadıkça, davaya karışan general ve devlet görevlilerinin işledikleri suçlar, usulsüzlükler birer birer ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden davanın bitirilmesine karar verilir.

Ancak Dreyfus yeni bir dava daha açmaya hazırlanmaktadır ve kamuoyu desteği giderek büyümektedir. Çözüm, Cumhurbaşkanı Emile Loubet?in Dreyfus?u affıyla bulunur. Ordu yol açığı haksızlıkları, skandalları her şeye rağmen kabullenmeyecektir. Dreyfus?un itibarının geri verilmesi yıllarını alacaktır.

1904 yılında yeniden yargılanma hakkını kazanan Dreyfus, 1906 yılında Dreyfus kendine yöneltilen suçlamalardan aklanarak yeniden yüzbaşı rütbesiyle orduya geri döner. Yargılıma sırasında Dreyfus?un suçsuz olduğunu, komplolar, günah keçisi arayanların tertipleri bir bir ortaya çıkar. Sonuçta Dreyfus suçsuz bulunur. Ancak bir kere dava da ?devlet? taraf olmuştur. Bu nedenle de ?hata? hiçbir zaman açık bir biçimde kabul edilemez?

Ne yazık ki, Dreyfus?un suçsuzluğunu kanıtlamak için uğraş veren Emile Zola, bunu göremeyecektir. 1902 yılında evinde karısı ile ?baca tıkanması sonucu dumandan zehirlenerek? ölür. Zola ve eşinin ölümü üzerine Dreyfus karşıtı milliyetçi cephenin sesi La Libre Parole (Serbest Söz) gazetesinin manşeti dikkat çekicidir: “Doğalcı bir olay, Zola dumandan boğularak öldü.” Bu olayın bir kaza değil, cinayet olabileceği iddia edilir, yazılır ancak ispat edilemez. Zabıtlara ?kaza? olarak geçen olaydan yirmi yıl sonra bir sobacının Zola?nın evinin bacasını yan evin bacasını tamir ederken tıkadığını ve olaydan dört gün sonra da izlerini sildiği itirafı yansır basına? Ama bu da ispat edilemez. Emile Zola ve eşinin yaşamı iktidarın ve onun destekçisi basının kışkırtması ile böylesi bir sonla noktalanır.

Emile Zola?nın ölümünden dört yıl sonra Dreyfus?un itibarı iade edilir. Bu üstü örtülü bir biçimde yargılamanın ve mahkumiyetin adil olmadığının kabulüdür. Ancak o kadar? Olaya taraf olan generaller, bakanlar asla ?hata? yaptıklarını kabul etmezler? Dreyfus; Legion D’Honneur nişanı ile ödüllendirilir, yarbay rütbesiyle Birinci Dünya Savaşı?na katılır, 1935 yılında ölür.

İtiraf yüz yıl sonra gelecektir. Geçtiğimiz yıl Dreyfus?un itibarının iade edilişinin 100. yıldönümünde Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Dreyfus ve Zola?dan, Fransız ulusundan ve tarihten şu sözlerle özür diledi: “Dreyfus olayı Fransa ve Fransız tarihi için kara bir lekedir.”

Zola haklı çıkar? Zola?nın “Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacaktır!” sözü, yüz yıl sonra bile olsa gerçeğin karanlıkta kalmayacağını herkese gösterir?

Yazıyı, “aydın” ya da “entelektüel” sözcüğünün ağırlığını bizlere gösteren Emile Zola’nın 13 Ocak 1898 tarihinde L’Aurore gazetesi’nde yayınlanan “İtham ediyorum” başlıklı yazısından bölümler ile noktalayalım:

İtham Ediyorum!
?Sayın Başkan,
Bir gün bana gösterdiğiniz iyi kabulden dolayı gönül borcunu hak etmiş olduğunuz şeref konusunda duyduğum kaygıyı belirtmeme, şu ana dek pek mutlu olan yazgınızın en utanç verici ve en silinmez bir leke almak üzere olduğunu söylememe izin verir misiniz?
Siz, en alçakça itiraflardan tertemiz çıkıp gönülleri fethetmiş bir insansınız. Ancak şu çirkin Dreyfus Olayı isminiz için -yönetiminiz için diyeceğim- ne büyük bir çamurdur! Bir savaş konseyi, çok kısa bir süre önce tepeden gelen bir emirle Binbaşı Esterhazy’yi temize çıkarmayı, tüm gerçeğe ve tüm adalete ağır bir tokat indirmeyi göze aldı. Böylece her şey bitti. Fransa’nın alnına leke sürüldü. Tarih böylesine toplumsal bir cinayetin sizin başkanlığınız sırasında işlendiğini yazacaktır.
Onlar hiçbir şeyden çekinmediklerine göre, ben de her şeyi göze alıyorum. Gerçeği söyleyeceğim. Çünkü davayı ele alan mahkeme, gerçeği tam anlamıyla ve eksiksiz olarak ortaya çıkarmazsa onu söylemeye önceden söz verdim. Konuşmak ödevimdir, suç ortağı olmak istemiyorum. Yoksa gecelerim, uzakta, işlemediği bir suçtan ötürü işkencelerin en korkuncunu çeken suçsuz bir insanın görüntüsünden kurtulamaz. (?)
Kamuoyunu şaşırtmak, onu çileden çıkartmak ağır bir suçtur. Sıradan ve gösterişsiz insanları zehirlemek, gericilik ve hoş görmezlik tutkularını tiksinç Yahudi düşmanlığına sığınarak körükleyip azdırmak, suçların en ağırıdır! Eğer bu hastalık iyileştirilmezse insan haklarının özgürlükçü büyük Fransa?sı yıkılacaktır. Yurtseverliği, kin ve düşmanlık için sömürmek bir cinayettir. Ve en sonra, tüm insanlık bilimi geleceğin gerçek ve adalet yapıtını oluşturmaya uğraşırken, kılıcı çağdaş tanrı haline getirmek büyük bir cinayettir. (?)
Şimdi daha büyük bir kesinlikle yineliyorum: Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacaktır. Herkesin aldığı durum bugün açıkça belli olduğuna göre, dava ancak bugün başlamıştır: Bir yandan gerçeğin gün ışığına çıkmasını istemeyen suçlular, öte yanda her şeyin aydınlanması için yaşamlarını vermeye hazır olan adaletseverler. Daha önce söyledim, yine söylüyorum: Gerçeği yeraltına kapatırsanız birikim oluşur ve gerçek bir yerde öylesine bir patlama gücü kazanır ki, patladığı gün, kendisiyle birlikte pek çok şeyi havaya uçurur. Bu tavırla ilerisi için yıkımların en gürültülüsünün hazırlanıp hazırlanmadığını herkes görecektir. (?)
Bir tek tutkum var; Bunca acılar çeken ve mutluluğa hakkı olan insanlık adına duyduğum aydınlık tutkusu. Coşkulu protestom, yüreğimden kopan çığlıktan başka bir şey değildir. Beni ağır ceza mahkemesi önüne çıkarmayı göze alsınlar ve herkesin önünde soruşturma açılsın! Bekliyorum.
Sayın Başkan, derin saygılarımın kabulünü dilerim.?

Anatole France Zola bu unutulmaz eseri için : “İnsanlığın bilincinde büyük bir sıçramadır.”, “Il fut un moment de la conscience humaine.” der.

Kitabın Künyesi
Germinal
Emile Zola
Çevirmen : Volkan Yalçıntoklu
Can Yayınları
Basım Tarihi : 02 – 2011
Sayfa Sayısı : 616

Can Yayınları Tanıtım yazısı
1860’larda Fransa’nın kuzeyinde maden işçileri, çetin koşullar altında yaşam mücadelesi vermektedir. Çalıştıkları ocaklarda her an iç içe oldukları göçük ya da grizu patlaması tehlikesinin yanı sıra, açlık ve sefaletle boğuşup dururlar. Son çare olarak gördükleri grev onlar için kaçınılmazdır artık. Her şeyi göze almaya hazırdırlar, içlerinde filizlenen umut en büyük destekçileridir. Ne yazık ki direnişleri acımasızca bastırılır. Şimdi geride sadece ölüm, kan, gözyaşı ve yok olan hayaller kalmıştır.
Germinal dünya edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden biri. İnsanların çektiği büyük acıyı son derece gerçekçi ve evrensel olduğu kadar etkileyici bir dille de kaleme alan Zola, bu romanıyla adeta bir destan yaratmış.
Her satırında okuru duygudan duyguya sürükleyen, kâh yüreğini burkan, kâh öfkelendiren, kâh umutlandıran, soluk soluğa okunacak bir eser.

Kitabın Künyesi
Germinal
Yazar: Emilé Zola
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren: Bertan Onaran
Sayfa Sayısı: 556

İş Bankası Kültür Yayınları Tanıtım yazısı
Natüralizm akımının en önemli temsilcilerinden olan yazar, romanları için gerekli yaşam deneyimini zorluklar içinde geçen gençlik yıllarında kazandı. Zola, romancının olayları bir izleyici gibi kaydetmekle yetinmemesi, kişileri ve tutkularını bir dizi deneyden geçirirken, duygusal ve toplumsal olguları bir kimyacı gibi işlemesi gerektiğini savundu. Kuzey Fransa’da uzlaşmaya yanaşmayan maden işçilerinin grevini konu alan Germinal sadece Zola’nın değil, Fransız edebiyatının da en değerli eserleri arasında sayılmaktadır.

Previous Story

Boş vaktinizi kapitalizmden kurtarın!

Next Story

Barış Atay: Dostoyevski ve Maksim Gorki’yi çok ayrı bir yerde tutuyorum.

Latest from Emile Zola

Therese Raquin – Emile Zola

Emile Zola, bilimsellik hırsına rağmen her şeyden önce bir romantiktir. Onun yoğun ve çarpıcı betimlemelerle dolu romanları şiir gibi okunur. Gözü ya da kalemiyle
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ