İrademizin bize sunduğu, yasalarınsa herhangi bir şekilde engel koymadığı o ayrıcalıklı durumlarda bile bizi esir alan bir zorba…

Adabımuaşeretin Zararları“Güzel bir ismi kendisine siper edinmiş bir zorba var. İrademizin bize sunduğu, yasalarınsa herhangi bir şekilde engel koymadığı o ayrıcalıklı durumlarda bile bizi esir alan bir zorba… Bu zorba, tabiata da karşı çıkar ve onun insanoğlunu özgürce şekillendirmesine izin vermez. Bu zorba adabımuaşeretten başkası değildir. Bu zorbaya kafa tutanlarsa haksız biçimde terbiyesiz yaftası yerler. Bu adabımuaşeret, özellikle de kendini tabiat yasalarının akışına bırakmayı sevenler ve mutluluğu bu akışta bulmak isteyenler için çekilecek dert değildir… Bu zavallıların ne çileler çekip ne haksızlıklara uğradıklarını anlatabilmek adına birkaç örnek vermek yerinde olacaktır…

Bir ahbabının isim gününde bulunmak istersin. Akşam
yemeğini yer, kalkıp ahbabının evine gider ve sıcak
bir şekilde karşılanırsın. Bir saat kadar oturduktan sonra
gözlerin kapanmaya başlar ve koltuğa şöyle bir uzanmak
istersin. Adabımuaşeret izin vermez. O gün pek iştahlı
yemişsindir ve içinden kemerini biraz gevşetmek ya da
çözmek gelir. Ne ki davetlilerin önünde böyle ihtiyaçlar
hissetmek adabımuaşerete aykırıdır. Uyku, gözkapaklarını
gitgide ağırlaştırır. Oysa kalabalık bir ortamdayken
gelen uyku, terbiyesizin önde gidenidir, def etmek lazımdır.
Tabiatımız, “Uyu!” der, adabımuaşeret ise, “Uyuma!”
diye haykırır.
Sıkıysa biraz uyumayı dene…
Ev sahibi tepende dikiliverir…
“Bana bakın,” diye bağırır hizmetçilere, “Babig Ağa’
ya biraz su getirin!”
“Yo, yo, su istemem.”
“Niye uyuyorsunuz Babig Ağa?”
“Oturduğum yerde biraz dalmışım, kusura bakmayın.”
“Keyfini mi kaçırdık?”
“Estağfurullah.”
“El âlemin evinde sabahlara kadar oturursun, bize
gelince çarçabuk uyursun.”
“Çok yedim bu akşam, ondandır…”
“Yok yok ondan değil,” diye girer evin hanımı araya,
“bizim evde iyi eğlence yok, onun içindir…”
“Rica ederim, demeyin öyle.”
“Başka evde olsaydınız muhakkak ki daha iyi keyfeder,
daha çok eğlenirdiniz.”
“Babig Ağa’ya bir sigara getirin!” diye buyurur evin
beyi.
“Babig Ağa’ya bir elma soyun!” diye buyurur evin
hanımı.
“Teşekkür ederim.”
“Bir khahve pişirin!”1
“Bir çay getirin!”
“Kalk şöyle bir dolaş Babig Ağa, uykun kaçsın.”
“Gel bir iskambil atalım ki uyumayasın!” diye bağı-
rır öteden biri.
“Teşekkür ederim, siz keyfinize bakın.”
“Olmaz! Seninle bir iskambil oynayacağım.”
Babig Ağa karşı koyamaz. Başlar iskambil oynamaya.
Daha bir saat olmadan uyku bastırır.
“Uyuma, Babig Ağa!”
“Uyumuyorum.”
“Uyuyorsun, Babig Ağa.”
“Uyumuyorum.”
“İstersen bir polka oyna da uykun kaçsın.”
“Polka bilmem ben.”
“Öğrenirsin.”
“Allahınızı severseniz izin verin bana, içeride kestireyim
biraz.”
“Mümkün değil. Davette uyunur mu hiç?”
Zorla dansa kaldırılan Babig Ağa’nın aklında, böyle
öfkeli durumlarda kullandığımız o malum sözler sıralanır
art arda.
Dans sona erer. Babig Ağa’nın uykusu kaçmıştır.
Bir-iki saat sonra davetliler gitmek üzere ayaklanır.
Babig Ağa da kalkar evine gider. Yatağa girer ama uyuyamaz;
uykusu geri dönmemek üzere kaçmıştır. Yataktan
çıkar, uykusu gelsin diye bir şeyler okuyacak olur ama gelmez.
Uyku getirecek başka bir kitap alır eline ama ne fayda,
“Orvan Gyank”ı
da okusa para etmeyecektir… Böyle
böyle, Babig Ağa sabaha kadar yatağın içinde debelenir
durur ve ancak milletin işe gittiği vakitte uykuya dalar.
İşte adabımuaşeretin sonucu…
“Gitmeseydi efendim, evinde otursaydı!” diyeceksiniz.
Sanki insan kendi evinde daha mı özgür?
Deneyip görelim…
Akşam eve dönersin, üstünü başını çıkarır pijamalarını
giyinirsin ve odanın bir köşesine çekilip oturursun.
Biraz sonra sofra kurulur. Karını, babanı, ananı, çocuklarını,
kardeşlerini, kız kardeşlerini, torunlarını alıp yeme-
ğe inersin. Masadan kalkar, kahveni içer ve koltuğa şöyle
bir uzanırsın…
“Güm güm güm!”
“Aaaa! Misafir mi acaba?”
“Güm güm güm!”
“Kim dinleyecek şimdi bunları… Evde yok deyin!”
“Olmaz, camdan gördüler.”
“Güm güm güm!”
“Yukarı çıkarın ama Babig Ağa bugün rahatsız deyin.”
“Güm güm!”
Kapı açılır…
“Yukarı buyurun, yukarı buyurun.”
Misafirler yukarı çıkar…
Babig Ağa tehlikeyi atlattığından emindir.
Yarım saat geçer geçmez odasının kapısı açılır ve
misafirlerden biri içeri girer.
“Babig Ağa?”
“…”
“Ses yok, acaba uyuyor mu? Babig Ağa?”
“…”
“Uyuyor…”
Babig Ağa uyanıktır…
Uyandıralım. “Babig Ağa! Babig Ağa!” diye seslenerek
uyansın diye Babig Ağa’yı dürtüklemeye başlarlar.
Babig Ağa çaresiz kalmıştır. Uyanır…
“Siz misiniz Müsü
Pol?”
“Benim… Geçmiş olsun.”
“Teşekkürler.”
“Hanımefendi rahatsızlandığınızı söyledi.”
“Evet, çok rahatsızım.”
“Başınız mı ağrıyor?”
“Evet.”
“Ben de gidip bir Babig Ağa’ya bakayım dedim, sonra
bizim eve kadar gelmiş de yanıma uğramamış demesin.”
“Eksik olmayın.”
“Nerden çıktı bu baş ağrısı?”
“Vallahi bilmem ki! Ahh! Kafam kopacak gibi… Gö-
zünüzü seveyim, dert etmeyin, yukarı çıkın siz, benim
için rahatınızı bozmayın; biraz uyursam geçer.”
“Olmaz efendim, olmaz; uyuyarak geçmez. Ensenin
köküne biraz hardal sürelim. Şu hardalı getirin!”
“İstemem güzel kardeşim.”
“Sen anlamazsın. Şu hardalı getirin!”
Hardal gelir. Müsü Pol hardalı ense köküne sürer.
“Biraz da limon getirin!”
“Gerek yok canım…”
“Biraz limon getirin! Hastanın lafı dinlenmez.”
Limonu getirip alnına bağlarlar.
“Biraz rom getirin!”
“Romu ne yapacaksın?”
“Getirin şu romu, acele edin!”
“Gerek yok kuzum, gerek yok babam, gerek yok be,
öfff!”
“Acele edin, romu getirin!”
Rom gelir. Müsü Pol, Babig Ağa’nın kafasını romla
ovar.
“Geçti mi biraz?”
“Hayır.”
“Rakhı getirin, rakhı… Çabuk!”
“İstemem, Müsü Pol, istemem ciğerim!”
“Rakhı gelsin! Ateşte ısıtın biraz.”
“Isıttık…”
“Babig Ağa, buharı burnuna çek.”
“Çektim.”
“Hafifledi mi biraz?”
“Hayır.”
“Su ısıtın… Ayaklarını içine sokun!”
“Yok canım.”
“Su soğutun, kafasını içine sokun!”
“Geçti, Müsü Pol, geçti…”
“Geçmeyecekti de ne yapacaktı? Bana Müsü Pol
derler!”
“Dur giyineyim de yukarı çıkalım.”
“İyi ki gelmişim.”
“Eksik olma.”
“Gelmeseydim çekecek miydin sabaha kadar bu ağ-
rıyı?”
“Evet.”
“Sonra da Müsü Pol yanıma gelmedi mi diyecektin?”
“Evet.”
“Hadi çabuk giyin o zaman.”
“Hemen.”
Babig Ağa giyinir ve yukarı çıkarlar…
“Oo, Babig Ağa, geçmiş olsun.”
“Geçmiş olsun, Babig Ağa.”
“Nasılsınız Babig Ağa?”
“Sağ olun.”
“Rahatsız ettik sizi bu akşam.”
(Kitaptan okuma parçası)

KİTABIN KÜNYESİ
Adabımuaşeretin Zararları
Yazar: Hagop Baronyan
Çeviri: Nivart Taşçı, Ararat Şekeryan
Türü: Öykü
Sayfa Sayısı: 152 Sayfa
Basım Tarihi: Mayıs 2016
Yayınevi: Can Yayınları

Hagop Baronyan, hiciv yüklü keskin kalemini, derin gözlemciliğinin alaycılığıyla birleştiriyor. İstanbul’da, 19. yüzyıl sonu Ermeni toplumunun sosyal hayatı, neredeyse tüm katmanları ve dokularıyla kendi “doğal” dekorları içinde görünüyor. Adabımuaşeretin Zararları, gündelik hayatta ihtiyaç duyduğumuz görgü ve yordama dair keyifli bir okuma vaat ediyor.

HAGOP BARONYAN, 1842’de Edirne’de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ermeni okullarında tamamladı. 1864’te İstanbul’a yerleşti. Mütevazı yaşamında kalemi ve sanatıyla toplumsal sorunlara ve edebiyat hayatına hükmetti.Tüm eserleri, derin toplumsal sorunlar etrafında mizahi dille yazılmış, her düzeydeki okura, hayata dair gerçek resimlerdir. Keskin gözlemleri ve ince mizahıyla istisnasız, toplumun her kesimini eleştirir.
Gerçek kimlikler ve mütevazı örneklerle Ermeni toplum hayatının derinliklerini ortaya çıkarmıştır. 1865’te Arevelyan Adamnapuj (Şark Dişçisi) isimli ilk tiyatro denemesiyle tanınmıştır. Poğ Aravodyan (Sabah Borusu), Yeprad (Fırat) ve Meğu (Arı) mecmualarında başyazarlık yapmıştır.
Ermenice ve Osmanlıca yayımlanan Tadron (Tiyatro), daha sonra Luys (Işık), Dzidzağ (Tebessüm), Khigar (Bilgiç) dergilerini yayımlamıştır.
Önemli eserleri: Azkayin Çoçer (MilliAğalar), Mezdsabadiv Muratsganner (Haşmetlû Dilenciler), Bağdasar Ağpar, Kağakavarutyan Vnasnerı (Adabı-muaşeretin Zararları), Adamnapuyjn Arevelyan  (Şark Dişçisi). 1891’de İstanbul’da tüberkülozdan öldü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir