Michael Dibdin, on bir kitaptan oluşan “Dedektif Zen” dizisinin ilk kitabı ?Fare Kral? ile 1988’de Altın Hançer ödülü aldı. Yakın dünya tarihini, bir İtalya panoraması ile beraber işleyen Dibdin, politik polisiyenin önemli örneklerinden birini sergilediği “Fare Kral”la Türkiye’deki polisiyeseverlerle buluştu. Kitabı, Kaya Tokmakçıoğlu değerlendirdi…
İtalya?da geçen polisiye roman dediğimizde Magdalen Nabb?ın Marshal Guarnaccia?sından Donna Leon?un Komiser Brunetti?sine ve buradan Iain Pears?in sanat tarihi serisine kadar farklı örnekler verebiliriz. Bu bağlamda Andrea Camilleri?nin Sicilya?da geçen ve Komiser Montalbano?yu merkeze koyan romanlarının da henüz Türkçeye çevrilmediğini belirtmek gerekir. Bununla birlikte Michael Dibdin?in ?Zen? romanlarının, bahsettiğim yapıtlardan daha karmaşık bir olay örgüsüne sahip olduğu eklenmeli. Yazarı, diğerlerine kıyasla yöntemsel olarak polisiyenin içine gizem ögesini daha ustalıkla yerleştirir. Çözülmesi güç olay örgülerine eşlik eden birden fazla anlatı düzlemi, ?Zen? serisinin daha dikkatli okunmasını zorunlu kılar. Karakterlerin üzerinde yoğun bir biçimde çalışan Dibdin, fiziksel eylemleri kovalamaca, kavga ve cinayet gibi ikiyüzlülüğün kaçınılmaz meyveleriyle betimler.

İŞBİRLİKÇİ VE YOZLAŞMIŞ ROMA?DA

İtalyan siyasetinin komplocu karmaşıklığı -dedikoduklar, arka bahçede oynanan oyunlar, hayal kırıklıkları, yozlaşma ve tümünü kapsayacak bir biçimde misteri d?Italia- asla siyasal bir oyuncu olmayan Aurelio Zen?in çözmeye çalıştığı olayların arkaplanında daima var olur. Zen, neredeyse kendisine rağmen hayatta kalmaya çalıştığı bürokrasisinde bir yabancıdır. Bu noktada Dibdin, bürokratik ağırkanlılığın tonunu (önemsiz dedikodular, çekişmeler, engellenmiş bir yaratıcılık) yakalamada çok başarılı. Zen, kendi ayakları üzerinde duran, ironik ve belli bir kökleşmiş hüzün taşıyan bir kişilik. Adeta İkinci Dünya Savaşı?nda babasını kaybeden çocuk olarak yaşamaya devam eder. Çoğu polisiye başarısı gelip geçicidir. Olaylar etrafında gelişirken, o yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışır. Bununla birlikte hiçbir zaman revaçta değildir ve hatta her zaman zekice davranışlar da sergilemez.

İtalya?nın Antik dönem tarihiyle haşır neşir olan okurlar için Dibdin?in İtalyası’nın insanları, tıpkı Roma?nın yüzyıllar önceki kurucuları gibi işbirlikçi ve yozlaşmıştır. Bu dünyada kimseye güvenilemez ve herkes kendi çıkarlarının peşindedir. Bu sayede Dibdin, grotesk fare-kral hikâyesine odaklanır. Zen?in annesi ve kimi arkadaşları gibi karakterler, İtalyan siyasetinin fare kuyruklarını birleştirmekte biçilmiş kaftandır. Hikâye birçok yönden Roman Polanski?nin kara filmi Çin Mahallesi?ni anımsatır. Tıpkı Jake Gittes gibi Aurelio Zen de tüm yanıtlara sahip değildir. Bir kaçırılmanın ve cinayetin üzerindeki karanlık perdeyi kaldırmaya çalışırken Gittes gibi yanıtlara ve tehlikeye takılarak tökezler. En sonunda içgüdü ve açık bir içsel davranış ilkesi Zen?e yol gösterir ve okuru serinin diğer hikâyelerine hazırlar.

Fare-kral bir canlıdan çok bir duruma işaret eder. Özel olarak adlandırılacak olursa bahsedilen, bir ulusun durumu. Dibdin?in dersi İtalya?dır ve devletin yolsuzluğunun alıp başını gittiği bir ülkede bu derse çalışmak, bir anlamda ameliyat edilemeyecek bir kanser türünün ölümcüllüğünü kavramaya benzetilebilir. İtalya bu anlamda iktidarın kötüye kullanıldığı ve demokrasinin çöküşünün gözlemlendiği en açık örneklerden biri olmakla birlikte ne yazık ki tek değil. Her ne kadar anlatılan hikâye dünyanın herhangi bir başka coğrafyasında geçebilecek olsa da Dibdin?in mekânı kusursuz bir biçimde algılaması hikâyenin güvenilirliğini arttırır.

Fare Kral görünüşte klasik bir cinayet ve gerilim romanı olmakla birlikte, başınabuyruk polis Aurelio Zen?in atandığı sansasyonel bir kaçırılma öyküsünü anlatır. Kurban, Perugia?nın ileri gelen Miletti ailesinin lideridir ve dört çocuk sahibidir. Soruşturma ilerleyip kardeşler arasında var olan bozuk ilişkiler gün yüzüne çıktıkça okur, Zen?in kişiliğinin derinliklerine dalmaya başlar. Aurelio Zen, soruştırma sürecinde açtığı Pandora?nın kutusunun mutlu bir biçimde kapanamayacağından emindir. Aynı zamanda olayın çözümlenmesini, varlıklı avukatlara, siyasetçilere ve kurumları kontrol altında tutan suçlulara karşı kazanılmış yalıtık bir zafer olarak görür. Bu bağlamda onun karamsarlığı anlaşılabilirken ilham verici bir figürle karşılaşmak isteyen okur için bu sinir bozucu bir durumdur.

HİÇBİR ŞEYE BAĞLANMAYAN ZEN

Zen, kuşkusuz düşünen insanların dedektifi. Yalnız çalışmayı seven ve soruşturduğu cinayetlere mesafeli durmayı tercih eden bir adamın ussal özelliklerinin daha gelişkin olması gerektiği açık. Bulgularından tamamıyla emin olmadan herhangi bir yargıya varmaz. Onun temeline inmek kesinlikle zor olmakla birlikte, kötü bir durum karşısında mizah yapabilme yeteneği kendisini iğnelemelerinde açığa vurur.

Zen kusursuz bir biçimde dışlanmıştır. Venedik?te gözden düşmüş ve Perugia?nın dar görüşlü ortamına bırakılmıştır. Aileye, polise ve İtalyan siyasetine derin bir sinizm besler ve bu sinizm kara mizahı beslerken benzer bir biçimde Camilleri?nin Komiser Montalbano?su ve Leon?un Komiser Brunetti?sinde de karşımıza çıkar. Dibdin, serinin bu ilk kitabında anahtar bir etmene dikkatleri çeker: Zen ne kişisel ne de mesleki yaşamında herhangi bir topluluğa bağlanmıştır (hem olumlu hem olumsuz anlamda). Bu ilk vakada olduğu gibi herhangi bir olayı çözmek için adeta paraşütle farklı kentlerin ortasına bırakılmıştır. Fare Kral?daki merkezi önemde olmayan ama ilginç sevgilisi, Zen?i romanın sonunda terk eder. Her ne kadar ortalarda pek görünmese de romanın merkezi karakterlerinden olan Zen?in annesi ise anneliğinin ve dairesindeki yalıtılmışlığın ötesinde zar zor betimlenir. Hikâyenin başlamasından önce gerçekleşmiş türlü suçların failleri, polis ve Zen?in annesi gibi karakterler her ne kadar sevimsiz olsa da Zen?in Perugia?daki soruşturmasının ayrılmaz birer ögesi haline gelir.

Birçok cinai ve gizemli romanın aksine Zen romanları yeniden okunmayı birden çok nedene bağlı olarak hak eder. Öncelikle olay örgüsü o kadar karmaşıktır ki ilk okumada okurun kimi detayları gözden kaçırması işten bile değildir. Bununla birlikte Dibdin?in olay örgüsünde kullandığı kimi metaforlar çoğu zaman kendilerini belli etmez, ta ki okur olay akışına kendisini kaptırana dek. Hepsinden öte Dibdin?in düzyazıdaki biçemi çok zengindir. Cümle yapıları usta işi ve yoğun olduğundan okurda bir ikinci kere tat alma isteği uyandırır. Okur, takdir edilmesi gereken bir sanatçılık ve zanaatkarlıkla karşı karşıyadır. Fransız yazar ve düşünür Gaston Bachelard?a göre her iyi kitap muhakkak bir kere daha okunmalıdır ve ikinci denemede okumanın yaratıcı yanı açığa çıkar. Zen serisi de böyle bir çabaya değeceğinin sinyallerini verir.

Fare Kral/ Michael Dibdin/ Seda Çıngay/ Labirent Yayınları/ 320 s.

Cumhuriyet Kitap Eki, 23 Aralık 2013

Previous Story

Ve karşınızda Baronyan oyunları – Murat Cankara

Next Story

1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler – Paul B. Paboudjian, Raymond H. Kevorkian

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ