Bendenizin felsefeye ilgisi, yönelimi yazın (edebiyat) üzerinden deneme üslubu iledir. Dolayısıyla ereğim akademik bir felsefeden çok yazınsal bir felsefeyi kotarmaktır. Felsefi gizemli, tuhaf insan gerçekliğinin yorumlamakta bir entelektüel araç olarak görmekteyim. Bu felsefi uğraşım varlığıma birazcık erdem katıyorsa o da işin cabası, kısa günün karı. Yine yazınla felsefeyi bireşime vardıran bir kişi olan Jean Paul Sartre ilginç bir düşünür. Bu kısa yazıda onun idealist sayabileceğimiz özgürlük felsefesini eleştirmek istiyorum.
Yine başlangıçta bir kavramsal ayrıştırma gereklidir. Çünkü felsefe çalışması temelde bir kavram çalışmasıdır. Varoluş felsefeleri insan bireyinin, hayatla sorunlu ilişkisini ele alır. Yaşam sözcüğü yerine neden hayat sözcüğünü yeğlediğimi merak edenlere bu internet adresinde bulunabilecek Martin Heidegger ile ilgili ?Martin Heidegger?den Esinle Otantik Varoluş Olanağı Aranışı I? ve Karl Jaspers ile ilgili ?Karl Jaspers Düşününde Sınır Durumlar Kavramı? yazılarımı salık veririm. İnsan bireyinin hayatla ilişkisi sorunsaldır hatta dramatiktir. Çünkü o ilkin hayat tasarımlarını, nesnel gerçeklikle örtüştürememektedir. Dahası o hayat tasarımlarının ne olması gerektiğini bilmemektedir, bildiğini sandığı durumlarda da bundan bir türlü emin olamamaktadır. Dolayısıyla insan evladının durumu gündelik dille söylersek çok karışıktır. Sanırım, işte bu insanın sorunsal durumunu tanımlayan, anlamlandıran, sınıflandıran düşüncede genel bir adla varoluş felsefeleri denilebilir. Varoluşculuk ise daha özgün (spesifik) bir felsefe akımının adıdır. Sartre, kendi felsefesine varoluşculuk demeyi uygun bulmaktadır. Martin Heidegger, bu adlandırmayı reddedip kendi düşüncesinin temel bir ontoloji (varlık bilim) olduğunu söyler. Karl Jaspers ise her türlü -izm, -culuk anlayışının varoluş felsefesini dondurduğunu, katılaştırdığını düşünür. Bu yüzden kendisinin varoluş felsefesi yaptığını savunur.

Jean Paul Sartre ?ın (1905-1980) varoluşculuğu ile geniş halk kesimlerine malolmuştur. Bunda, Sartre?ın düşüncelerini açıklarken roman ve piyes türlerini kullanmasını büyük payı vardır. Tartışmasız yazın ürünleri, kitlelere çok daha açık yapıtlar. Ayrıca edebiyatçı kimliği Sartre Nobel Yazın Ödülü’nü kazandırdı. Sartre göre varoluş yalınç çırılçıplak bir gerçekliktir. Ünlü Bulantı (Fransızcası: La Nausee) romanının pek çok sahnesinde varoluş olmayı, dış gerçeklikle bir dolaysızlık, dolayımsızlık, aracısızlık olarak betimler. Bulantı?nın birinci kahramanı kendisini gürül gürül akan bu dış gerçekliğe bırakmakta, dış gerçekliğin üzerine üzerine akışını duyumsamaktadır. Varoluş ne odur, ne şudur; ne öyledir, ne böyledir. Varoluş?dır, varoluş sadece vardır. Bu kendini tüm öznel geçmişinden sıyırarak yoğun anlık yaşama duyumuna bırakmanın sonucu bağsızlıktır, özgürlüktür. Duyumsallık içre insan özgürdür, insan özgürlüktür. Sartre göre insan özgürlüğe yargılı bir varlıktır, insan özgürlüğe mahkumdur. Özgürlüğün, ?bir özü gürlük? olduğuna katılırım. Ancak özü gür olan insanlar özgür olabilir. Özgürlüğün, gürül gürül bir öz demek olduğunu ilk kez İsmet Özel?den duymuştum. İsmet Özel şiir estetiğine hayran olduğum ne ki toplumsal görüşlerini şizofrenik bulduğum bir ozandır. İnsan değerlerini, neyliğini kendisi seçer. Kim olacağına kendisi karar verir. Ne kalıtım, ne toplumsal koşullar ne de öz geçmişimiz gibi etkenler buna engeldir. Kişi bugün yaşamını garsonlukla kazanır yarın felsefe tahsil etmek ister. Toplumsal çevre, toplumsal koşullar da özgürlüğe engel değildir. Tersine bunlar kişinin üzerinden öznel olarak kendisini var edeceği varlık koşullarıdır. Kendini özgürce var etmeye gösterilen her türlü engel bir tür bahanedir. Bu varoluşsal löklüğe, tembelliğe Sartre bir felsefe terimiyle kötü niyet der. Bir anda eski dilimizden miskinlik sözcüğünü anımsadım. Sartre göre insan özgürlüğünü kötü niyetle yaşayamaz. Yine Sartre göre zaman üstü ve tarih dışı değerler bulunamaz. Yine bütün değerler ve seçimler çağla ve zamanla bağıldır. Sürekli sevgide olamaz çünkü süreklilik özgürlükle bağdaşmaz. Bu düşünceden esinlenerekten insanlara sizi hep seveceğim yerine sizi sevdiğimce seveceğim demişimdir. Şimdi ise Sartre bu salt özgürlük felsefesine deyim yerinde ise bir yapı sökümü uygulamak istiyorum. Bu konudaki çözümlememi kısa tutmaya çalışacağım. Elbette insan olgusal gerçekliğinin, öznel tarihinin salt bir çıktısı, ürünü sayılamaz. Böylesine bir belirlenimcilik (determinasyon) insanı mekanik bir varlık görmemize yol açar. Ancak olgusal bilim ve maddeci felsefe açısından insan toplumsal bir varlıktır ve öz geçmişinin (ontolojisinin) ürünüdür. Bu salt bir belirlenimcilik ilişkisi değil kısmi ve olasılıklı bir determinasyondur. Daha yalın bir söyleyişle insan belirli bir ölçüde nesnel belirlenimlerinin üstüne çıkabilir yada altında kalabilir. İnsan seçimlerini bilinci içinden yapar. Bu bilinçle geçmişten bugüne gelen etkilerle kurulmuştur. Aksini savunmak tarihsel ve toplumsal gerçekliğin dışına çıkmak olurdu. Bu da Albert Camus?un bir sözüyle söylersek absürt (saçma) olurdu. Okuyucuların sezmiş olacağı gibi varoluşçuları kendi kavramları ile yargılatıyorum. İnsan varlığının saçma akıldışı eğilimleri olabilir. Ne ki bilim akılcıdır, olgusal düzenlilikleri gösterir. İnsan bireyinin öznel kuruluşunu toplum bilim, ruh bilim, insan bilim (antropoloji) gibi bilim dalları gösterir. Salt bir özgürlük savı gerçek dışı metafizik bir iddiadır. İnsan sınırlı bir özgürlük olanağına ve alanına sahiptir. Bunu da doğal güçlere ve toplumsal güçlere karşı savaşımıyla sağlar. Kanımca Karl Marks ve Frederich Engels daha güçlü bir özgürlük tanımları vardı. Onlara göre özgürlük zorunluluğun bilincidir ve bu bilinçle sağlanan nesnel aşımdır. Yaşamının yaşlılık evrelerinde Sartre Diyalektik us?un eleştirisi yapıtıyla bu anlayışa yaklaştığını söyleyebiliriz.

Sartre?nın aydın namusunu karşılamaktaki hakkını teslim etmeli. Kendisi entelektüeli çağından ve toplumundan sorumlu saymış, hep ilerici siyasal devinimlerinin içinde bulunmuştur. Bende içtenlikle entelektüelim, kitaplıkların yalnız odasının yanı sıra gösteri yürüyüşlerinde meydanlarda, hatta sokak itiş kakışlarında bulunması gerektiğine inanırım. Sartre, Fransız yurtseverlerinin Nazi sürülerine karşı direnişinde etkin rol almıştır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı?nda kendi hükümetine karşı gelmiş, Cezayir?deki işgalci Fransız askerlerine namlularınızı komutanlarınıza çevirin diyebilmiştir. Dönemin Fransa içişleri bakanı kendisini tutuklatmak istediğinde Cumhurbaşkanı De Gaulle?ün yanıtı çarpıcıdır: ?Sakın yapmayın Sartre Fransa?dır!.?
Tüm inişli çıkışlı dengesiz yaşamına ve eleştiri kaldırır felsefesine karşın Sartre düşünce tarihinde bir kurumdur. Böylelikle Sartre ile ilgili bu yazımı tamamlamış bulunuyorum. Elimde buruk çayım, fonda büyülü bir yan flüt konseri, içimde olabildiğince doğru yaşamış olmanın erinci, aklımda ise ülkemin yüzünü ağartan tekel işçilerinin Ankara?daki onurlu direnişi var.

Yazan: Mert Sarı

Previous Story

Kâğıt Ev Hikayesi – Onur Köybaşı

Next Story

Hülya Küçüker

Latest from Jean - Paul Sartre

Bir aşkın ve iki ömrün anatomisi

“Bir tür nehir söyleşi edasıyla akıp giden kitap sadece ikili arasında tarihe çoktan kayıtlı ilişki çerçevesinde şekillenmiyor doğal olarak. Her ne kadar yeryüzünün zihinsel

Varlık ve Hiçlik – Jean-Paul Sartre

“İnsan bazen özgür, bazen köle olamaz; insan, her zaman ya tam özgürdür, ya da değildir.” Jean-Paul Sartre Varlık ve Hiçlik / Fenomenolojik Ontoloji Denemesi

Bulantı – Jean Paul Sartre

Bulantı (La Nausee), Fransız yazar ve filozofu Jean Paul Sartre ‘ın (1905-1980) en önemli yapıtıdır. Felsefe öğretmenliği yaptığı 1938’de yayımlanan Bulantı adlı romanı ile
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ